Toplam 10 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 10 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Küresel ısınma ve 7 büyük yanılgı

  1. #1
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Küresel ısınma ve 7 büyük yanılgı

    Küresel ısınma ve 7 büyük yanılgıNew Scientist; 7 mühim gerçeği şöyle sıralıyor.

    26.06.2007 17:02 Küresel ısınma ve 7 büyük yanılgı
    New Scientist, küresel ısınmayla ilgili doğru bilinen yanlışların ve yanlış bilinen doğruların düzeltilmesi gerektiğine dikkat çekerek, 7 mühim gerçeği şöyle sıralıyor.

    Tehlikenin yaklaşmakta olduğunu insanlara hatırlatma görevini yine doğa üstlendi; küresel ısınmanın soyut bir kavram olmadığını anlatmak için insanları seller, kuraklıklar, kasırgalar, buzul erimeleri ve on milyonlarca mülteci aracılığı ile bilinçlendirmeye çalışıyor. Ne yazık ki bu konuda hâlâ kuşku duyanlar var. Bunlar dünyada bugün yaşanmakta iklim kaymalarının dönemsel olduğuna inanıyorlar; ya da inanmak istiyorlar.

    Türkiye'nin Kyoto Protokolü'nü henüz imzalamamış olmasına dikkat çeken Al Gore, her ülkenin küresel ısınma karşı yapması gereken 'ev ödevleri' olduğunu vurguluyor.
    ABD eski Başkan Yardımcısı Al Gore da ülke ülke gezerek dünyanın karşı karşıya olduğu iklim krizi ile ilgili bilgilendirme toplantıları düzenliyor. 13 Haziran'da İstanbul'da da "Küresel İklim Değişikliği" konusunda bir konferans verdi. İki Oskar Ödüllü "Uygunsuz Gerçek" isimli belgeselinde de tehlikeyi çarpıcı bir şekilde gözler önüne seren Al Gore, "İnsanlar küresel ısınmayı tersine çevirecek güce sahip, ancak önce buna inanması ve istemesi, elindeki teknolojiyi de bu doğrultuda kullanması gerekir" diyor. Ve en önemlisi Türkiye'nin Kyoto Protokolu'nu henüz imzalamamış olmasına dikkat çekerek, her ülkenin küresel ısınmaya karşı yapması gereken "ev ödevleri" olduğunu vurguluyor.
    Saygın bilim dergisi New Scientist, her şeyden önce küresel ısınmayla ilgili doğru bilinen yanlışların ve yanlış bilinen doğruların düzeltilmesi gerektiğine dikkat çekerek, gerçekleri şöyle açıklıyor.

    1.Yanılgı: Benim yaşadığım yer çok soğuk. Havaların biraz ısınması daha iyi olmaz mı?

    Gerçek: Küresel ısınma insanları nasıl etkileyecek? Bu insanların nerelerde yaşadığına, ne kadar uzun yaşadığına ve yaşamını nasıl kazandığına bağlı olarak değişir. Ayrıca bu sorunun yanıtı, insanların çocuklarının ve genel olarak insanlığın geleceği konusunda duyduğu sorumluluğa da bağlıdır.
    Antarktika'nın dışında gezegenin her yeri 1970 yılından bu yana ısınıyor. Buzullar eriyor, bahar daha erken geliyor, hayvan ve bitki sınırları giderek kutuplara doğru ilerliyor.
    Pek çok insan için bu çok önemli bir fark yaratmaz. Yazlar daha sıcak, kışlar daha ılık geçiyor olabilir. Isıtma giderleri düşerken, soğutma masrafları yükselir. Isı dalgaları bazı insanların ölümüne yol açmakla birlikte soğuk algınlığından ölenler azalabilir.
    Zengin ülkeler ve bireyler bu kısa vadeli değişikliklere rahatlıkla uyum sağlayabilirler. Genel olarak tarımsal verim ilk başta artar. Ancak bazı bölgelerde sıkıntı giderek artar. Afrika bundan en fazla etkilenen bölgelerin başında gelecektir; 2020 yılında bazı Afrika ülkelerinde tarımsal verimin %50 oranında azalacağı tahmin ediliyor.
    Vahşi doğa da bu gidişattan zarar görecek. Bazı bitki ve hayvanlar CO2 miktarının artmasıyla birlikte daha fazla gelişecek. Ancak bunun bedelini diğer bitki ve hayvanlar ödeyecek. Mercan kayaları bundan en fazla zarar görecek canlıların başında geliyor.
    Sıcaklığın bugünkünün 3 derece üzerine çıkması felaketlerle sonuçlanacak. En kötü senaryoya göre bu sıcaklığa içinde bulunduğumuz yüzyılın sonunda erişeceğiz. Türlerin yaklaşık üçte biri yok olacak. Tarımsal verim dünyanın pek çok bölgesinde azalacak. Milyonlar kıyılarda sular altında kalma riski ile karşı karşıya kalacak. Sıcaklık dalgaları, kuraklık, seller ve yangınlar bu olumsuz tabloyu iyice beter hale getirecek.
    Isınmanın sonuçlarını değerlendirirken iki faktörün göz önünde bulundurulması gerekiyor. Önce, ısınmadan doğrudan etkilenmeyen ülkeler bile diğer ülkelerdeki ekonomik ve siyasi dalgalanmalardan etkilenecek. İkinci olarak sera gazı artışı ile bu artışın iklim üzerindeki etkilerinin ortaya çıkması arasında kısa bir süre geçer. Yarın CO2 düzeyi sabitlense bile, dünya 10'larca yıl boyunca ısınmaya devam edecek.
    Ayrıca küresel ısınma ile deniz seviyesinin yükselmesi arasında da bir gecikme yaşanır. IPCC'ye* göre 2100 yılında deniz seviyesi 0.6 metre yükselecek. Ancak bu yalnızca bir başlangıç olacak. 3 milyon yıl önce sıcaklık 3 derece yükseklerde seyrediyor iken, deniz yüzeyi 25 metre yüksekti. Bu da Londra, New York, Tokyo ve Şanghay'ın sular altında kalması anlamına geliyor. Benzer oranda bir sıcaklık yükselişi, deniz seviyesinde benzer bir yükselmeye yol açabilir. IPCC bunun olması için aradan yüzyılların geçmesi gerektiğini ileri sürmekle birlikte bazı bilim adamları buzul levhalarının afet halinde çökmesi sonucu bunun daha erken yaşanabileceğine dikkat çekiyor.
    Bu noktada kesin olan, önlem almakta geciktikçe iklim değişikliği felaketlerini engellemenin giderek zorlaşacağı.

    2 .Yanılgı: Geçmişte de sıcaklıkların arttığı dönemler yaşanmış. O zaman bugün yaşadığımız sıcaklık artışlarını niye bu kadar sorun haline getiriyoruz?

    Gerçek: 150 yıl ve öncesindeki dönemlere ilişkin küresel sıcaklıklar tahminlere dayanır. Bu tahminler buzul çekirdeklerine ve bir takım varsayımlara dayanarak yapılır. Ne kadar geriye gidersek, belirsizlik de o kadar artar.
    Dünya'nın geçmişte bugünkünden daha sıcak dönemler geçirdiği biliniyor. Bazı dönemlerde iklimsel çeşitliliğe yol açan temel etmenler daha iyi anlaşılmakla birlikte, bazı dönemlerde bu etmenler o kadar iyi tanımlanamaz.
    750 milyon ile 580 milyon yıl öncesinde Dünya hiç olmadığı kadar şiddetli bir buzul çağı yaşadı. O dönemde gezegenin tümünün buz ve kar ile kaplı olması çok büyük bir olasılıktı . Bu döneme o yüzden Kartopu Dünyası adı veriliyor.
    Bu nasıl olmuş olabilir? Buz levhalarının oluşması giderek havaların soğumasına yol açar, çünkü güneşin sıcaklığı uzaya geri yansıtılmaktadır. Ancak karalardaki buzullar kayaların hava almasını önler. Kayaların hava alması atmosferdeki CO2'nin azalması anlamına gelir. Kartopu Dünya 'nın ortaya çıkmasının nedeni o dönemde kıtaların ekvatorda kümelenmesinden de kaynaklanıyor olabilir. Bu durumda kayaların hava alması devam ediyordur ve havadan CO2'yi alıyordur. Çünkü buzul levhalar kutuplarda yoğunlaşmıştır. Buzullar kutuplardan aşağılara inip karaları da buzul ile kaplayınca, sera gazlarının yoğunluğu artmaya başlamış olabilir.
    Bu derin dondurucu dönemden sonra, hem CO2 düzeyinin, hem de sıcaklıkların yükseklerde seyrettiği uzun süren bir dönem yaşandı. Ne var ki bu dönemle ilgili büyük bir belirsizlik söz konusu. En sıcak dönem 55 milyon yıl önceki Paleosen-Eosen Termal Maksimum (PETM) dönemdir. Bu dönem sırasında kütlesel yok oluşlar yaşanmış, küresel sıcaklıklar birkaç bin yıl içinde 5 ile 8 derece (santigrat) yükselmiştir. Kutup denizlerinin sıcaklığı 23 dereceye ulaşmıştır.
    Fosil planktonlarında izotop düzeyleri, ısınmanın nedeninin büyük miktarlarda metan veya CO2'nin havaya salınmasından kaynaklandığını gösteriyor. En son kurama göre ısınma, olağanüstü miktarlardaki lav püskürmelerinden kaynaklanıyor olabilir. Başka bir deyişle, bu, atmosfere salınan yüksek miktarda fosil karbonun neden olduğu küresel bir ısınma felaketidir. Bu sıcak dönem 200.000 yıl devam etmiştir.
    Son birkaç milyon yıl boyunca Dünya buzul çağı ile daha sıcak dönemler arasında gidip geldi. Bu dönemsel değişiklikler gezegenin yörüngesindeki osilasyonlara bağlı olarak da tetiklenmiş olabilir. Yörüngesel osilasyonlar Dünya'ya erişen güneş radyasyonlarının miktarını değiştirir.
    Buzul çağları arasında sık sık sıcaklıklar yükselmiş. Bu, büyük bir olasılıkla, sıcaklıkların bugünkünden 1 ile 2 derece daha sıcak ve deniz seviyesinin bugünkünden 5 ile 8 metre daha yüksek olduğu 125.000 yıl önceki Eemian dönemidir.
    Son buzul çağından sonra 6000 yıl önce sıcaklıklar yine yükselişe geçerek, Holosen denilen dönem yaşanmış. Bu ısınma daha çok bölgesel nitelikte kalmış.
    Geçmişte daha sıcak dönemlerin yaşanmış olması, gelecekteki sıcaklık artışlarından kaygı duymamamız gerektiği anlamına gelmemeli. Son sıcak dönemlerde deniz seviyesi onlarca metre yükselmişti. Bu da belli başlı pek çok kentin sular altında kalması demektir.
    Gerçek: Antarktik Yarımarası'nın ısındığı kesinleşmiş durumda. Kıtanın iç kısımlarının da ısındığı düşünülüyor, fakat 2002 yılında yapılan bir analiz, 1966 ile 2000 yılları arasında iç kısımların soğuduğunu ortaya koydu.
    3 .Yanılgı: Antarktika giderek soğuyor ve buzul levhaları giderek kalınlaşıyor.

    Ancak bu dünyanın ısınmadığı anlamına gelmiyor. İklim modellerine göre gezegen her yerde aynı şekilde ısınmayacak ve ayrıca Antarktika'nın iç kısımlarından başka her yerin ısınıyor olması da bu tezi doğruluyor.
    Antarktika'nın soğuması kıtanın çevresindeki dairesel rüzgarların güçlendiğinin bir işareti. Bu rüzgarlar daha ılık havanın iç kısımlara ulaşmasını engelliyor. Şaşırtıcı bir şekilde rüzgarların artış gösteren hızı, kutuplar üzerindeki ozon deliğinin üst atmosferde soğumaya yol açmasından kaynaklanıyor. Ozon deliği gelecek 10-20 yıl içinde kapanırsa, dairesel rüzgarlar zayıflayacak ve iç kısımlarda da hızlı bir soğuma başlayacak.
    Bir diğer şaşırtıcı sonuç ise IPCC'nin raporuna göre küresel ısınma gelecek yüzyılda, kar yağışı buzul erimelerinden hızlı olacağı için, buzul levhalarının kalınlaşmasına yol açacak. Buzullarda neler olduğunu tespit etmek kolay değil. Uydu ölçümlerine dayanarak yapılan bir çalışmaya göre Antarktika'nın iç kısımlarında buzullar kalınlaşırken, daha fazla miktarda buzul kıyılarda eriyecek. Sonuçta erime kalınlaşmadan fazla olacağı için kayıplar daha fazla olacak.
    IPCC'nin son öngörüleri ise deniz seviyesinde 2100 yılındaki artışın 20 ile 60 cm arasında olacağı yönünde. Bu tahmin Grönland ve Antarktika buzul levhalarının bugünkü hızda eriyeceği varsayımı üzerine kurulu. Bazı bilim adamları bu öngörünün gerçekleri yansıtmadığını, buzul erimelerinin hızlanacağını, dolayısıyla kar yağışındaki artışın etkisini ortadan kaldıracağını ve sonuçta deniz seviyesindeki yükselmenin hız kazanacağını ileri sürüyor.Ne var ki kimse neler olacağı konusunda kesin bir şey söyleyemiyor.

    4.Yanılgı: Ortaçağ bugünkünden sıcaktı. İngiltere'de üzüm bağları bile var dı.

    Gerçek: İngiltere'de şarapçılık yeniden güçleniyor. Öyle ki ülkedeki bağların alanı ortaçağda olduğu iddia edilen bağlardan daha geniş. Eğer bunu iklimlerin ısınmasını gösteren bir gösterge olarak kabul ederseniz, bugünün ortaçağdan daha sıcak olduğunu söyleyebiliriz. Ne var ki iklimlerle ilgili tarihi öyküleri ihtiyatla karşılamak gerekir.
    Ortalama küresel sıcaklığın yüzyıllar boyu nasıl bir trend izlediğini ortaya çıkartmak için iklim bilimcileri dünyanın olabildiğince farklı bölgelerinden uzun vadeli kayıtlara ihtiyaç duyar. Bu nedenle daha pratik bir yöntem olan ağaç halkalarını incelemeyi tercih ederler . Bugün kuzey yarıkürenin sıcaklık ölçümleriyle ilgili bir düzineye yakın çalışma 1600'lerden eskilere uzanıyor. Bu kayıtlara göre MS 900-1300 yılları arasında olağanüstü bir sıcaklığın yaşanmış olduğu görülüyor. Güney yarıkürede ise bu dönemlerde hem sıcak hem de soğuk dönemlerin yaşanmış olduğu ileri sürülüyor. Bu da Ortaçağ'daki sıcak dönemin bölgesel bir olay olduğunu gösteriyor.
    İklim bilimcilerinin hazırladığı raporlar, gezegenin bugün Ortaçağ'a göre daha sıcak olduğunu gösteriyor. Burada önemli olan, şu anda havanın ne kadar sıcak olduğu değil, ileride ne kadar sıcak olacağı. Raporlarda, ortalama sıcaklık farklılıklarının 1980'lere kadar dar bir aralık içinde yol aldığı, ancak bu tarihten sonra hızla yükselen bir trend izlediği görülüyor.

    5.Yanılgı: Küresel ısınma tehdidinin tek sorumlusu kozmik ışınlardır.

    Gerçek: Kimse güneşin Dünya'nın iklimi üzerindeki kritik etkisini göz ardı etmiyor. Dünya'ya erişen toplam enerji miktarı değişir; fakat son yıllardaki değişiklikler tanık olduğumuz son ısınma olayını açıklamıyor. Diğer güneş faaliyet şekillerinin iklimler üzerinde beklenilenin üzerinde bir etki yaratma riski ne kadardır?
    1990'lü yılların sonlarına doğru Danimarkalı bilim adamları, kozmik ışın adı verilen yüksek-enerji parçacıklarının atmosferi iyonize ederek, bulut oluşumunu etkilediği yönündeki fikri inceledi. Eğer bu iddia doğru ise, güneş faaliyetlerindeki küçük bir değişiklik iklimleri büyük ölçüde etkileyebilecekti. Kozmik ışınların çoğu derin uzaydan gelmekle birlikte güneş faaliyetlerindeki değişiklikler Dünya'ya erişen ışınların miktarını değiştirebilir. Danimarka Uzay Merkezi'nden Henrik Svensmark daha az sayıda kozmik ışının daha az miktarda bulut anlamına geleceğini ve dünyanın giderek ısınacağını ortaya atmıştı. Svensmark'a göre bu son ısınma için uygun bir açıklama idi.
    Kozmik ışınlarda üç kritik konu söz konusudur. İlk olarak, kozmik ışınlar gerçekten bulut oluşumunu tetikliyor mu? İkincisi, eğer tetikliyorsa bulut yapısındaki değişiklikler sıcaklığı nasıl etkiliyor? Son olarak son yıllardaki ısınmayı kozmik ışınlar açıklayabilir mi?
    CERN Parçacık Fiziği Laboratuvarı'nda yürütülen çalışmalar bu soruları bir sonuca bağlayacak.
    Ancak bu arada önemli bir noktayı gözden kaçırmamak gerekiyor. Kozmik ışın yoğunluğundaki değişiklikler bulut oluşumunu ve sıcaklığı gerçekten etkiliyor olsa bile, son yıllardaki hızlı sıcaklık artışlarını açıklayamaz. 50 yıl geriye giderek yapılan ölçümler, yoğunluk açısından periyodik bir çeşitliliğin varlığını tespit etmiş olsa bile, son yıllardaki sıcaklık artışlarının, düşüş gösteren bir trend ile eşleşmemiş olması kafaları karıştırıyor.

    6. Yanılgı: İnsan faaliyetlerinin yol açtığı CO2 emisyonları, doğal kaynakların çıkarttığı emisyonlarla karşılaştırıldığında devede kulaktır.
    Gerçek: Evet, insan faaliyetlerine bağlı olarak ortaya çıkan CO2 emisyonları, pek çok doğal kaynaklardan salınan CO2 ile mukayese edildiğinde çok azdır. Yine de buzul çekirdekleri, son yarım milyon yıl atmosferdeki CO2 düzeyinin 180 ile 300 ppm arasında oldukça sabit bir yol izlediğini gösteriyor. Sanayi çağında ise bu düzey 380 ppm'ye yükseldi.
    Bu nasıl olmuş olabilir? Bunun yanıtı doğal kaynakların doğal çukurlarla dengelenmesidir. Örneğin organik maddelerin parçalanması havaya yüksek miktarlarda CO2 salar, ancak bitkilerin büyümesi aynı miktarda CO2'yi emer. CO2 düzeyinin yükselmesinin nedeni atmosfere her yıl giren gazın miktarının, doğal yollarla emilimden fazla olmasıdır.
    Bu ilave CO2'nin sorumlusunun insan olduğundan nasıl emin olabiliriz? Bunu gösteren bazı kanıtlar söz konusu. Örneğin fosil yakıtları görünürde karbon-14 içermez, çünkü kozmik ışınların atmosfere çarpması sonucu oluşan bu dengesiz izotopun yarı-ömrü, yaklaşık 6000 yıldır. Fosil yakıtlardaki hemen hemen tüm karbon-14'ler, yakıt yaktığımız çağa gelinceye kadar çoktan çürüyüp gitmiştir. Dolayısıyla sonuçta ortaya çıkan CO2'nun karbon-14 içermesi mümkün değildir. Ağaç halkalarının incelenmesi sonucu havadaki karbon-14 oranının 1850 ile 1954 arasında %2 azaldığı görülüyor. (954 yılından sonra nükleer testler yüksek miktarda karbon-14'ün salınımına yol açmıştır.)
    Sonuç olarak yanardağların insan faaliyetlerinden daha fazla miktarda CO2 salmış olması doğru değildir. CO2 düzeyinin büyük patlamalardan sonra yükselmediği görülüyor. Karalardaki yanardağların çıkarttığı CO2 emisyonu her yıl tahmini olarak ortalama 0.3 gigaton'dur. Bu da insan faaliyetlerinin ürettiği CO2'nin yüzde biridir. Ayrıca yanardağ kaynaklı CO2, okyanus tabanındaki dalma-batma tektonik levhalarının altındaki karbon tarafından dengelenir.

    7.Yanılgı: Karbon dioksit düzeyleri sıcak dönemlerin başlangıcından sonra yükselir. Dolayısıyla CO2 küresel ısınmaya neden olmaz.
    Gerçek: Antarktika ve Grönland'ı örten buz tabakalarından kesilerek çıkartılan yüzlerce bin yıllık buz örnekleri, en son buz çağının sonunda atmosferdeki CO2 düzeyinin sıcaklıkların yükselmeye başlamasından bir müddet sonra yükseldiğini gösteriyor. Zamanlama konusunda belirsizlikler söz konusu. Bunun nedeni kısmen buz çekirdeklerinin içinde hapis olan havanın buzdan daha genç olması. Kaldı ki bu gecikmenin 800 yıldan daha uzun bir süreyi kapsadığı görülüyor.
    Yükselen CO2 düzeyinin buzul çağlarının sonundaki ilk ısınma sürecini tetiklemediğini gösteren bu gecikmeler, atmosferdeki daha fazla miktardaki CO2'nin gezegeni ısıttığı fikrini de çürütmüyor.
    CO2'in sera gazı olduğunu biliyoruz, çünkü kızılötesi ışınlarını hem emiyor, hem de yansıtıyor. Temel fizik kurallarına göre bu tür gazlar Dünya'dan yansıyan ısıyı hapseder. Bu olmadığı sürece gezegenin daha soğuk olacağı iddia ediliyor.
    Bütün bunlar geçmişteki sıcaklıklar ile geçmişteki CO2 düzeyi arasında bir korelasyon olacağı anlamına da gelmiyor. İklimi daha başka etmenler de etkiliyor. Bu etmenlerde büyük değişiklikler olduğu zaman CO2 ve sıcaklık arasındaki ilişki etkisini yitirebiliyor.
    O zaman, geçmişte milyon yıl önce Dünya niçin tekrar tekrar buz çağları ve daha sıcak dönemler arasında gidip gelmiş olabilir? Uzun süredir doğru olduğuna inanılan bir kurama göre bu Dünya'nın görüngesindeki değişiklikten kaynaklanıyor. Bu değişikliklere Milankovitch Döngüsü adı veriliyor. Ancak Dünya'nın yörüngesindeki değişikliklerin yol açtığı ısıtma veya soğutma etkisi küçüktür ve sıcaklıklardaki değişiklikleri açıklamaya yetmez.
    Bütün bu bilgilerin ışığı altında sıcaklıklardaki ilk değişiklikleri bir çeşit geri beslemenin tetiklediği ortaya çıkıyor. Bu noktada buz kritik bir rol oynuyor. Geniş buz kütleleri eriyip küçüldükçe güneş enerjisinin daha küçük bir kısmı uzaya geri yansıyor ve bunun sonucunda ısınma hızlanıyor.
    CO2'nin bu süreçte önemli bir rol oynadığı bir yüzyıldan beri bilinen bir gerçek. Buz çekirdekleri, son yarım milyon yıl boyunca CO2 düzeyleri ile sıcaklık arasında kayda değer bir ilişki olduğunu gösteriyor. Bir buzul çağının sona ermesi için yaklaşık 5000 yıl geçmesi gerekiyor ve sıcaklık ve atmosferdeki CO2 yoğunluğu birlikte 4000 yıl boyunca artıyor.
    Buzul çağının sonunda ne olduğuna baktığımız zaman yörüngesel değişimlere bağlı olarak ortaya çıkan ilk ısınma daha fazla CO2'nin atmosfere salınmasına yol açmış olabilir. Bunun sonucunda ısınma artarken salınan CO2 miktarını da artır ve bu böyle sürüp gider. Buzul alanı daralmaya başlayınca sıcaklıklar daha da artar.
    Bu ilave CO2 nereden geliyor olabilir? Bilimsel kanıtlara göre kaynak okyanuslardır. Sıcak sularda gaz daha az erir. Dolayısıyla daha sıcak denizler CO2'yi havaya geri verir. Ancak bu da CO2 artışını açıklamaz. Diğer bir faktörün biyolojik olma olasılığı yüksek. Denizlerdeki fitoplanktonlar geliştikçe havadaki CO2'yi emer. Fakat dünya ısındıkça rüzgarlardaki, akıntılardaki ve tuzluluk oranındaki değişiklikler fitoplankton gelişimini önler.
    Buzul çağları bize şunları söylüyor: Sıcaklıklar CO2 düzeyini etkiler veya bunun tam tersi olabilir. Şu anda okyanuslar, insanların havaya saldığı ilave CO2'nin %40'ını emiyor. Denizler bunun yerine CO2 çıkartmaya başlarlarsa insan eliyle üretilen CO2 miktarındaki azalmanın etkisi çok az olur.

  2. #2
    Üyelik tarihi
    22.Mayıs.2007
    Nereden
    İstanbul-Rize
    Mesajlar
    352
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    evet küresel ısınma derlerdi de inanmazdım meğer doğruymuş bu kadar sıcak olur mu ya yandık!!

  3. #3
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart En stratejik maden üzerindeyiz

    En stratejik maden üzerindeyiz

    Prof.Dr.Cengiz Yalçın Dünya bor rezervlerinin %63'ne sahip ülkemiz gerçek bir servetin üzerinde oturmaktadır.Problem,bu zenginliğin ne kadar farkındayız sorusuna yanıt aramada düğümlenmiştir. Bu yazımızda,bor bileşiklerinden elde edilen yakıtlar konusunu ve bu bağlamda Dünyada meydana gelen gelişmeleri aktarmağa çalışacağız.

    Bilimsel gelişmeler ve ileri teknoloji uygulamaları,uluslararası ilişkilere yön veren temel bir güç haline dönüşmüştür.Bunun sonucu olarak küçük büyük tüm uluslar politikalarını,bilim-teknoloji-enerji üçlemesi üzerine kurgulanmaktadır.Ülkemizin en büyük eksikliği bilim ve teknoloji alanında ne yapacağını bilememesi hedeflerini belirleyememesidir.20'inci yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan bir çok küçük ülke mütevazı de olsa bilim ve teknoloji üretirken Türkiye ne bilim nede teknoloji üretmektedir;para karşılığı satın aldığımız teknolojileri tüketmekteyiz.Bütçemizden her sene know-how karşılığı ödediğimiz büyük miktarlar ile yabancı ülkelerin AR-GE (Araştırma-Geliştirme) faaliyetlerini finanse etmekteyiz.Sahip olduğumuz bor ve bor bileşikleri bunun tipik bir örneğidir.Bu yazımızda bordan bir enerji kaynağı olarak nasıl yararlanılır sorusunu tartışmaya açacağız.
    Bor madenlerinin ve bor bileşiklerinin stratejik önemi nedir?

    Gelecekte bu önem nasıl artar?

    Ülkemizdeki bilgi birikimi bor rezervlerini katma değere dönüştürebilir mi?

    Bu konuda nasıl bir politika izlenmesi gerekir?

    Ülkemizin en yüklü ithalat kalemi enerji olmasına rağmen yakıt ekonomisi gibi bir kavram bilimsel,teknolojik ve politik gündemimizde hiç yer almamıştır.Bu kavramı,başta Enerji,İmar İskan,Bayındırlık,ve ulaştırma bakanlığı ve yerel yönetim teknokratlarının anlaması ve gerekli uygulamaları başlatması gerekir. Bir çok ülke ulaştırma sektöründeki enerji tüketiminin ithalat faturalarına yansıttığı miktarları makul seviyelere düşürmek için,hem petrol hem de elektrik ile çalışan hibrit motorlar üzerinde araştırma ve geliştirmeler yapmaktadır. Amaç yakıt ekonomisinin gereklerini yerine getirmektir.Şehir içi trafik düzenlemeleri dahi yakıt ekonomisi göz önüne alınarak yapılmalıdır.İstanbul ve Ankara trafiğinde yaşanan sıkışıklıklar yöneticilerimizin yakıt ekonomisi konusunda ne kadar Fransız olduğunu gösteriyor. Araçlar şehir içlerinde sıkışık trafikte elektrik,şehirler arası yollarda benzinli motor çalışmaktadır,Toyoto 2006 senesinde 400000 hibrit oto satışı yapmıştır.Türkiye de araba üreten sektör bu önemli gelişmenin tümüyle dışındadır.Elektrik motorları,sülfür di oksit,azot oksit karbon monoksit,hidrokarbon ve ağır metal içeren egzoz gazları yayınlamadığından çevre duyarlı toplum tarafından tercih edilmekte ve vergi indirimi gibi teşvikler görmektedir.
    Son günlerde enerji ile ilgilenen bazı şirketlerin enerji ekonomisi konusunda ciddi ilerlemeler kaydettikleri basında yer almaktadır.Özellikle Zorlu şirketler gurubunun etkinlikleri ile,başta otomobil üreten petrol rafine eden ve pazarlayan şirketler,TÜBİTAK;TAEK ve üniversiteler gibi bilimsel kuruluşlar ortak bir stratejide birleştirilmelidir.Bor ve bileşiklerinin önemi,ulaşım sektöründe yakıt olarak kullanılması gündemde olan hidrojen üretimi ve depolanması ile ilgilidir.
    Bor ve bor bileşikleri,enerji içeriği çok yüksek hidrojeni depo edebilmesi nedeni ile stratejik maddeler arasında yer alır.Bilindiği gibi hidrojen uzun süreden beri amonyak,ve metanol üretiminde,petrol rafinajında, gıda teknolojisinde,uzay mekiklerinde ve roket teknolojisinde kullanılmaktadır.

    Yakıt pilleri hidrojenden enerji elde etmek için geliştirilen bir teknolojidir.Bu sistemde hidrojen oksijen ile elektro kimyasal işlemler ile birleştirilerek elektrik akımı elde edilir. Yanma olmadığı için egzoz gazı yayını olmaz .Dolayısıyla yakıt pilleri çevreyi kirletmeyen bir enerji üretim türüdür.Hidroksitlerin elektrolit olarak kullanıldığı yakıt pillerinde iki adet amorf elektrot bulunur.Sonuç olarak lise kimya derslerinden anımsanacağı gibi
    H2 +2OH =H2O+2e
    Reaksiyonu sonucu elektrik akımı elde edilir.Burada e elektronu göstermektedir.Ulaşım sektöründe otomobiller diğer sektöründe pil ile çalışan araç ve gereçler yukarıda verilen elektro kimyasal reaksiyon sonucu açığa çıkan elektronun oluşturduğu akım ile çalıştırılır.Yakıt pilleri (fuel cells) hidrojeni elektrik enerjisine çeviren sistemlerdir.Şekilde bir yakıt pilinin nasıl elektrik akımı ürettiği bir yakıt hücresinde meydana gelen fiziksel olaylara bağlı olarak gösterilmiştir.




    Yakıt pilleri yeniden şarj edilebilen bataryalara benzer.Hidrojen ve oksijen verildiği sürece akım verir.(Proton exchange membrane=PEM) Proton değiş-tokuş zarı içeren yakıt pil hücreleri gözenekli iki elektrot,anot ve katot ve bir polimer zardan oluşur.Polimer zar anot ve katodun arasında yer alır.Anot ve katot yüzeyleri platin bazlı bir malzeme ile kaplanır.Şeklin 1 no ile gösterilen aşamasında hidrojen yakıt hücresine enjekte edilir.Hücreye giren hidrojen atomları anot üzerindeki katalizör tarafından elektronlarından soyulur.Serbest kalan elektronlar pilin dış devresinde akım oluşturur.Bu durum şekilde 2 nolu aşama ile belirtilmiştir.Aletleri çalıştıran bu akımdır.Ancak akımın sürdürülebilmesi için kimyasal işlem pilin iç devresinde de tamamlanması gerekir.Elektronlarını kayıp etmiş hidrojen atomları yani protonlar katoda doğru hareket ederler.Şekilde bu aşama 4 no ile gösterilmiştir.Katodun gözeneklerinden dışarı çıkan protonlar dış akım elektronlarını yakalayıp tekrar hidrojen atomuna dönüşürler. Bu aşmada şekilde 5 no ile belirtilmiştir.Hücre içinde bu duruma gelen hidrojen atomları oksijen ile birleşerek bildiğimiz suya dönüşür.Sonuç olarak hücre akım üretirken çevreye zarar vermeyen suyu egzoz olarak dışarı atar. Böylece pilin iç devre akımı tamamlanmış olur.

    Şekilde 6 no ile gösterilen ise üst üste yerleştirilmiş pil hücrelerini göstermektedir.Çok sayıda hücrenin ürettiği akım birleştirilerek bir otomobili bile hareket ettirebilecek enerji elde etmek mümkün olabilmektedir.Yakıt pilleri çok çeşitli amaçlar ile kullanılabilen düzeneklerdir.Yakın bir gelecekte mobil telefonlar,bilgisayarlar,TV ler ve benzeri tüm aletler yakıt pilleri ile çalışacaktır.Sanıyorum Zorlu gurubunun üzerinde çalıştığı bu cins bir düzeneği ticari hale getirebilmektir.Hem ekonomik hem de neredeyse bitmeyen bir pil gibidir.Yakıt pilleri çevre dostu bir enerji üretim tekniğidir.

    Teknolojisinin ticari hale dönüştürülmesi hücreye giren ve akımı oluşturan hidrojen atomlarının nasıl elde edileceği problemine odaklanır. Gerçekten hidrojen enerji içeriği çok yüksek olan yanıcı ve uçucu bir gazdır.Bir bomba gibidir.Depo edilmesi ve insanların bu pilleri korkmadan kullanabilmesi yeni teknolojik geliştirmelere bağlıdır.Bor ve bor bileşikleri bu endişeleri ortadan kaldıracak özelliklere sahip olduğundan ülkemiz için ayrı bir önem taşır.Yukarda önerdiğimiz gibi bu konuda tüm kuruluşlar gayretlerini birleştirmeli ve yakıt pili üreten bir Dünya markası meydana getirilmelidir.Bu sanıldığı kadar zor bir iş de değildir.Ülkemizdeki bilgi birikimi buna yeterlidir.

    Küresel ısınma sera ve baca gazlarının kontrolsüz atmosfere atılışı uluslar arası bazı önlemlerin alınmasını zorunlu hale getirmiştir.Her ne kadar bu konuda tam bir anlaşma sağlanmış olamamasına rağmen toplum tehlikenin farkına varmıştır.Ulaşım çevreyi insafsızca kirleten sektörlerin başında gelir.Otoların egzozlarından çıkan gazlar bir problemdir.Yakıt pilleri bu önemli soruna çözüm getirecek bir alternatiftir.Şekilde bir yığın yakıt pilinin bir otomobili nasıl çalıştırıldığı gösterilmiştir.Yukarıda belirttiğimiz gibi egzoz gazı sudan ibarettir.



    Yakıt pillerinde akımın iç ve dış devrede oluşumunu gösteren 1 den 6 ya kadar olan aşamalar motor üzerinde de aynı anlamda gösterilmiştir.Hidrojenin pile enjeksiyonu elektronlarından soyularak protona dönüştürülmesi,serbest kalan elektronların dış devrede akımı oluşturması aynı aşamalardır. Burada değişik olan akımın tekerleğe bağlı elektrik motorunu döndürerek hareket sağlamasıdır.Pilin iç devresini tamamlayan protonların tekrar elektron kaparak hidrojen atomuna dönüşmesi ve havanın oksijeni ile birleşerek egzoz olarak suyun dışarı atılışı yakıt pili motorlarını geleceğin cevre duyarlı motorları haline dönüştürmüştür.Pillerin üst üste stoklanması ile motora yeterli güç sağlayacak gerilimi meydana getiriler.Basınımızda su ile işleyen motor olarak geçen yakıt pilleri basit pil mantığı ile geliştirilmiş düzeneklerdir.Her teker bir yakıt pili bataryasına bağlıdır.Elektrik motorları tekerlere sinkorinize dönme sağlar.otomobil üretiminde devrim niteliğinde bir değişim sağlaması beklenmektedir.

    Yukarıda belirtildiği gibi motorun enerji üretebilmesi sürekli hidrojen girişinin sağlanmasına bağlıdır.Yakıt pilleri iki farklı teknik kullanılarak hidrojen ile beslenir.İlk akla gelen teknik hidrojenin yüksek basınç altında depo etmektir.Ancak hidrojenin tankının araç üstünde monte edilmesi ciddi güvenlik sorunları doğurur.Hidrojenin uçucu ve yanıcı gaz olması depolama tekniğine ilave teknik yükümlülükler ve maliyet getirir.Yakıt pili çalışan bir otomobilin içten yanmalı motorlar gibi ayrı bir motor bölmesi yoktur.Her bir teker üzerine yerleştirilen dört elektrik motoru hareketi sağlar.Hidrojen deposu arabanın şasisi üzerine yerleştirilir.Şekilde yakıt pili ile çalıştırılan bir otomobil şeması gösterilmiştir.


    Yukarıda belirtildiği gibi problem hidrojenin güvenli bir şekilde depo edilebilmesidir.Yolcu ve sürücüler adeta bir saatli bomba olan hidrojen tanklarının üstünde oturmak durumundadır.Bor madenlerinin önemi bu güvenlik problemine çözüm getirebilme olasılığının yüksek olmasındandır.Türk bilim ve teknoloji sisteminin üzerinde durması gereken nokta budur.

    Bor bileşiklerinin özelliği,hidrojeni serbest halde değil de sodyum bora hidrat şeklinde bir kimyasal bileşikte depo edebilmesidir.Yakıt pilleri için gerekli hidrojen yüksek basınç altında depo edilmeye gerek kalmadan bu bileşikte depo edilebilir.Bordan elde edilen unu andıran beyaz tozu sadece suda eritmek ile elde edilen yakıtın ilerde petrolün yerini alması çok uzak bir ihtimal değildir.Dünya bor reservlerinin %63'ne sahip ülkemizin önemi buradadır.Ana maddesi su ve bor olan bu yakıtın üretimi depolanması dağıtımı ne ekonomik nede ticari nede politik bir engel ile karşılaşmayacaktır.Önümüzdeki 15-20 sene içinde bor bileşikleri enerji sektöründe bir devrim yaratacak,bor rezervleri petrol rezervleri kadar önem kazanacaktır.Toplumun zehirli gazlar yaymayan yakıtlara eğilimi bor bileşiklerinden elde edilen yakıtı rakipsiz kılacaktır.Bu gün pahalıya üretilen karbon içermeyen çevre dostu bor yakıtlar gelecekte fosil yakıtlar ile rekabet edebilecek teknik kapasitelere sahip olacaklardır.Tüm Dünya benzin motorlarını geliştirme ile birlikte bor yakıtlı motorları geliştirme çalışmalarına destek vermektedir.

    Notrium olarak adlandırılan sodyum bora hidrat'ın enerji yoğunluğu,yani yakıt pillerine sağladığı hidrojenden elde edilen enerji yoğunluğu,içten yanmalı benzin motorlarının enerji yoğunluğuna eşittir.Notrium yakıtlı araçlar,bir depo ile 500km yol alabilmektedirler.Deneme sürüşünde 100km'ye 16 saniyede çıkabilmiştir.Bu benzinli motorlara göre oldukça uzun bir süredir.Bunun anlamı yakıt pillerinin beslediği elektrik motorlarının arabaya yeterli ivme kazandıramamasıdır.Çözüm bir zaman meselesi olup sadece bir mühendislik problemidir.
    Yakıt pilleri için gerekli hidrojen, sodyum bora hidrat suda çözülmesi ile elde edilir.Lise kimya derslerinden bilindiği gibi:

    NaBH4+H2O------NaBO2+4H2

    reaksiyonu ile elde edilir.NaBH4 unu andıran beyaz bir tozdur.H2 Üretim hızı,yakıt pillerinin istenilen şiddete elektrik akımı verecek şekilde ayarlanır.Sudaki çözeltinin alevlenme ve patlama tehlikesi yoktur.Dolayısıyla hidrojen tanklarının neden olduğu tehlike bu teknik için söz konusu değildir. Otomobiller teknoloji ticari hale dönüştüğünde benzin yerine depolarını notrium veya benzeri bor bileşikli yakıtlar ile dolduracaklardır.

    Bor bileşiklerinden yakıt üretimi konusunda aralarında Nobel ödüllü bilim adamlarının da bulunduğu bir çok gurup araştırmalarını sürdürmektedir.Duracell,Du Pont,Dow chemicals gibi dev şirketlerinin de gündeminde bor bileşiklerinden yakıt üretme yer almaktadır.Şu anda sodyum bora hidrit'in maliyeti petrole göre yüksektir.Ancak uzun süre yüksek kalacağının garantisi yoktur.Petrol her zaman krizlere neden olabilecek bir yakıttır.Rutgers üniversitesi araştırma ve geliştirme merkezinde yapılan prototip otomobil bir depo sodyum bora hidrat çözeltisi ile 600km yol alabilmiştir.Bu örnekten görüleceği gibi yenilikçi teknolojiler üniversite araştırma merkezlerinde tasarlanmaktadır.Dünya bor rezervlerinin büyük bir kısmına sahip ülkemizde,Üniversitelerimiz,TÜBİTAK,TAEK,MTA,Enerj i tabii kaynaklar bakanlığı,Sabancı ve Koç gibi oto üreten şirket toplulukları,Tüpraş ve petrol ofis gibi petrol rafinajı ve dağıtımı yapan şirketler gayretlerini bor bileşiklerinden yakıt üretmeye odaklamalıdırlar.Bu beyaz tozdan elde edilecek enerji,bataryalardan bilgisayarlara,otobüsten trenlere gemilere hatta uçaklara kadar her türlü aracın enerji gereksinimini karşılayabilecektir.New-York,Londra,İstanbul,Paris gibi metropoller,zehirli egzoz gazlarından temizlenecek insanlar temiz hava soluyarak yaşamlarını sürdürme olanağına kavuşacaklardır.
    Ülkemiz için önemli olan şu an belli başlı kimya ve otomobil şirketlerinin üzerinde çalıştığı bu yakıt türü üzerinde araştırma ve geliştirme çalışmalarını yoğunlaştırmaktır.Araştırmalar olumlu sonuçlanırsa benzin istasyonlarının yerlerini bor kaynaklı yakıt dağıtım istasyonları alacaktır.Dünya bor rezervinin %63'ne sahip Türkiye bu servetini katma değere dönüştürebilecektir.Ancak bunu bor yataklarını yabancılar satarak ve bu gelişmenin dışında kalarak başarmak olası değildir.

  4. #4
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Teknoloji Haberleri

    Hem eve hem cebe tek telefonAvea, evdeki hattı ve GSM şebekesini tek telefona toplayacak bir projeyi hayata geçirmeye hazırlanıyor.

    28.07.2007 10:40Bu sistemde kullanılacak özel telefonlar, evlerde sabit telefon hatlarını, evin dışında ise otomatik olarak GSM hattını kullanmaya başlayacak. Böylece abonelere cep ve ev telefonları için tek bir fatura gönderilebilecek.

    Hisselerinin yüzde 81.8’i Türk Telekom’a ait olan Avea, GSM ile ev ve iş yerlerindeki sabit hatların tek telefon cihazıyla kullanılabilmesini sağlayacak bir proje üzerinde çalışıyor. Avea CEO’su Cüneyt Türktan, yurtdışında bu projeye uygun telefon araştırmasına başladıklarını söyledi. Türk Telekom’un Avea’nın da ortağı olmasının kendileri için önemli bir avantaj olduğunu belirten Türktan, "Biz bu ortaklığın getirdiği sinerjiden yararlanabileceğimiz ürünler geliştirmek için araştırma yapıyoruz" dedi.

    NASIL OLACAK: Dünyada aralarında Siemens ve Philips’in de bulunduğu birkaç firma GSM ve sabit telefon hatlarının birlikte kullanılabildiği kablosuz telefonların üretimine başladı. Avea, bu telefonlar konusunda yaptığı araştırmayı tamamladıktan sonra bu cihazların ithalatını gerçekleştirecek. İthalat başladıktan sonra Avea ve Türk Telekom bayilerinde bu cihazlar özel kampanya fiyatları ile satılacak. GSM ve sabit hat uyumlu telefonları satın alan aboneler aynı telefonu artık evlerinde veya işyerlerinde Türk Telekom’un hattı üzerinden konuşmak için, ev veya iş yerinin dışına çıktıklarında ise Avea hatları üzerinden konuşmak için kullanacaklar.

    OTOMATİK GEÇİŞ: Bu telefonlar ev veya iş yerinde iken sabit hattın olduğunu otomatik olarak algılayacak ve konuşmaların sabit hat üzerinden yapılmasını sağlayacak. Telefon, ev veya iş yerinin dışına çıkıldığında bulunduğu ortamda sabit hat olmadığını algılayarak konuşmaları GSM şebekesi üzerinden gerçekleştirecek. Böylece Avea abonesi telefonunda hiçbir ayar yapmadan otomatik olarak bulunduğu ortama göre sabit veya GSM şebekesi arasında geçiş yapacak.

    TEK FATURAYA DOĞRU: Avea’nın en kısa zamanda hayata geçirmeye çalıştığı ’eve ve cebe tek telefon’ projesinde artık Türk Telekom için ayrı, Avea için ayrı fatura ödemeye de gerek kalmayabilecek. Bu teknoloji sayesinde Avea ve Türk Telekom sabit ve GSM hatları için abonelerine tek bir fatura gönderme imkanına sahip olacaklar. Bu projede kullanılacak cep telefonlarının fiyatlarının, normal cep telefonu fiyatlarıyla aynı düzeyde olacağı tahmin ediliyor.

    YATIRIMLARIMIZ SÜRÜYOR: 2006 yılında 300 milyon dolarla başladıkları altyapı yatırımlarının sürdüğünü belirten Cüneyt Türktan, "Sadece bir sene içinde gerçekleştirdiğimiz yatırımlar sayesinde Türkiye nüfusunun yüzde 3.4’ünü kapsama alanına dahil ettik" dedi.

    iPhone için çalışıyoruz

    Appleın önce ABD’de satışa sunduğu iPhone için de çalışma yaptıklarını belirten Avea CEO’su Cüneyt Türktan, "Bildiğiniz gibi iPhone’u kullanabilmek için bir GSM operatörünün iPhone’a destek vermesi gerekiyor. Yani anlaşmalı bir GSM operatörü yoksa iPhone’u kullanmanız mümkün değil. Bu konuda araştırmalara başladık. Ancak, Apple’ın 2008 planlarında iPhone için Türkiye pazarı görünmüyor. iPhone’nun Türkiye pazarına gireceği tarih netleştiğinde, bu telefona Türkiye’de destek veren GSM operatörü olmak istiyoruz" dedi.

    KKTC’de bize mahkûm hayatı yaşatıyorlar

    Cüneyt Türktan, "Kıbrıs’a iş için sık gidenler Avea’dan çok şikayetçi. Bir nevi mahkum hayatı yaşıyorlar. Orada kaliteli hizmet alamıyor musunuz?" şeklindeki bir soruyu, "Haklısınız. Bize mahkum hayatı yaşatıyorlar. Kıbrıs’ta roaming anlaşmamız olan iki operatörden iyi, kaliteli servis alamıyoruz" diye yanıtladı. KKTC’ye ilişkin bazı çalışmaları bulunduğunu ifade eden Türktan, "Kıbrıs’ta 3G’de lisans verilme durumu olursa ihaleye girmeyi düşünüyoruz" dedi.

    Cepte yüzde 50 indirimli fiyatla kár edilmez

    Vodafone’un "Fiyatlarımızı yüzde 50 indirdik. Hem biz hem abonemiz kazanıyor" şeklindeki açıklamasını da değerlendiren Avea CEO’su Cüneyt Türktan, "Bir operatörün GSM görüşme ücretlerinde yüzde 50 indirim yaparak kár edebilmesi mümkün değil" dedi.

    15 kulvarda yarıştık 9’unda en iyi olduk

    AveaLCC-WFI tarafından gerçekleştirilen "Mayıs 2007 AMR destekli çağrı testi" sonuçlarını Heybeliada’da düzenlediği basın toplantısı ile açıkladı. Avea Network Geliştirme Direktörü Kemal Erman, çalışma ile toplam 3 bin kilometrelik rota üzerinde çağrı kalite karşılaştırması yapıldığını bildirdi. Test rotasında trafiğin yoğun olduğu Ankara’da 1.300 kilometre, İstanbul’da 1.200 kilometre ve İzmir’de 500 kilometrelik yol güzergahlarının kullanıldığını kaydeden Erman, bu testler sonucunda 3 büyük şehirde Avea şebekesinin en yüksek sinyal seviyesine sahip GSM operatörü olduğunun ortaya çıktığını, Avea’nın sinyal kalitesinde de rakiplerine göre daha iyi olduğunu söyledi. Çalışmaya göre, Avea’nın en kaliteli konuşmayı sağlayan 2 operatörden biri olduğunu belirten Erman, Avea şebekesinin çağrı kesilme oranının yüzde 0.35’lerde olduğunu ifade etti. Erman, çalışmaya göre İstanbul, Ankara ve İzmir’de yapılan 15 karşılaştırmanın 9’unda Avea’nın en iyi durumdaki GSM operatörü olduğunu bildirdi. Avea Teknolojiden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Jamal Fakory de, bu kıyaslama çalışmasının Avea’nın zayıf noktalarının tespit edilmesine olanak sağladığını ifade ederek, "Bizler çok açık ve dürüst şekilde bu sonuçları sizlerle paylaşmak istedik. Bunu rakiplerimizi kötülemek için yapmıyoruz. Avea, 2005’ten önce iyi bir üne sahip değildi. Biz de o algıyı değiştirmek istiyoruz. Bunun için şirketi aldığımızdan bu yana 1 milyar doları aşan altyapı yatırımı yaptık" diye konuştu.

    Avea tüm Marmara Denizi’ni kapsıyor

    AveaMarmara Denizi’nde kapsama alanını tüm uluslararası gemi ve yurtiçi feribot güzergahlarını içine alacak şekilde genişletti. Bu sayede Avea, sadece kendi müşterilerine değil, Marmara Denizi’nden transit geçen ve uluslararası dolaşım anlaşması bulunan diğer ülke operatör müşterilerine de mobil ses ve veri hizmeti sağlamaya başladı. Avea bu proje için Marmara Denizi’nin çevresine 7 yeni baz istasyonu kurdu. 18 mevcut baz istasyonunda ise ’extended range’ adı verilen ve baz istasyonlarının kapsama alanının genişleten bir teknoloji modifikasyodu gerçekleştirdi.

  5. #5
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Türk fizikçilerin akademik ayıbı

    Türk fizikçilerin akademik ayıbıODTÜ, 4 üniversiteden 15 fizikçinin makalesinin çalıntı olduğunu dünyaya duyurdu.

    11.09.2007 11:51ODTÜ’DEN Prof. Ayşe Karasu şüphe üzerine, uluslararası elektronik makale arşivini aradı. Arşiv yönetimi 4 üniversiteden 15 fizikçinin makalesinin çalıntı olduğunu dünyaya duyurdu.

    Skandal şöyle başladı. Prof. Karasu, iki doktora öğrencisinin çok konuşulan makaleler yazdıkları halde sınavlarda başarısız olmalarından şüphelenince, bu öğrencilerin akademik çalışmalarını mercek altına aldı. Mustafa Saltı ve Oktay Aydoğdu adlı iki öğrencinin toplam 40 makalesinin ’intihal’ olduğu belirlendi. ODTÜ, öğrencilere iki dönem uzaklaştırma cezası verirken, Prof. Karasu durumdan uluslararası elektronik makale arşivi arXiv yönetimini de haberdar etti. New York Cornell Üniversitesi fizikçilerinden Poul Ginsparg “durumun farkında olduklarını ve uzun süredir araştırdıklarını” söyledi. arXiv araştırma sonunda Türkiye’deki 4 üniversiteden, aralarında profesörlerin de olduğu 15 Türk fizikçinin toplam 67 makalesinin “intihal” olduğunu, arşivinden çıkardığını duyurdu.

    37 bin YTL haksız kazanç

    ODTÜ’de 4 kişilik inceleme heyetinde bulunan Doç. Özgür Sarıoğlu şöyle dedi: “arXiv, 18 Mart, Dicle ve Mersin Üniversiteleri’nden de fizikçilerin intihal yaptığını belirledi. Olayın Yunanistan, Romanya, Hindistan, Pakistan gibi uluslararası bağlantıları da var. Bu insanların cebine 37 bin YTL para girdi. Çünkü makale başına TÜBİTAK ve ODTÜ’den para alıyorlar. Ayrıca intihal, bilimsel kariyer için de önemli bir katkı. Başkalarının emekleri üzerinden kolayca bir yerlere gelenler diğerlerini de cesaretleniyor, herkes çalmaya başlıyor.” Öğrencilerin 22 ayda 40 makale yazmasının mümkün olamayacağının altını çizen Doç. Sarıoğlu cezayı yetersiz buldu ve bu şahısların 9 aydır üniversitelerinden maaş aldıklarını kaydetti.

  6. #6
    Üyelik tarihi
    11.Mart.2007
    Mesajlar
    527
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    yapılacak iş mi ya diyesim geliyor ama kolaya kaçmak cazip gelmişler bunlara..

  7. #7
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Kendiliğinden silinen kağıt

    Kendiliğinden silinen kağıtSilinebilir kağıt üzerindeki bilgiler 16-24 saat içinde kendiliğinden yok oluyor.

    20.11.2007 13:01 Xerox, “silinebilir kağıt” adını verdiği ve halen geliştirilme aşamasında olan bu buluşu için patent başvurusunda bulunmuştu. Xerox’lu bilim adamları silinebilir kağıt geliştirebilmek için geçici olarak var olacak görüntüler yaratmanın yollarını arayarak araştırmaya başladılar.
    Çalışmaları ilerlerken “tamam şimdi bulduk” denilen nokta, belli miktar dalga boylarında ışık alan parçaların renk değiştirdikleri ve belli bir süre sonra kendiliğinden ortadan kayboldukları an oldu. Bu noktadan hareket ederek, şu an için kendisini 16-24 saat arasında silen defalarca tekrar kullanılabilen kağıtların buluşu ortaya çıktı.
    YAZI VE GÖRÜNTÜLER KAYBOLUYOR
    Xerox’un Kanada’daki AR-GE Merkezi, bu teknolojinin kimyasal tarafı bir başka deyişle silinebilir kağıt ve bileşenleri üzerinde çalışırken, Xerox’un Palo Alto’daki dünyaca ünlü PARC AR-GE Merkezinde ise silinebilir kağıt üzerine defalarca baskı yapacak yazıcı cihazının geliştirilmesi için çalışılıyor.
    PARC’daki Xerox bilim adamları farklı dalga boylarındaki ışıkları yazma kaynağı olarak kullanan prototip bir yazıcı geliştirdiler. Mevcut geliştirilen teknoloji, basılmış yazı ve görüntülerin zaman içinde doğal olarak kaybolmasını veya istenirse belli bir ısı seviyesinde anında ortadan kaldırılabilmesine imkan veriyor.
    1100 BİLİM ADAMI ÇALIŞIYOR
    Xerox'un bünyesinde 1100 bilim adamı çalışıyor ve A.B.D, Kanada ve Avrupa'da yer alan AR-GE laboratuvarlarında, iş uygulamaları, elektro mekanik sistemler, dijital görüntüleme, bilgisayar, renk bilimi ve baskı teknolojileri alanlarında araştırmalar yapılıyor.



    Hürriyet

  8. #8
    Üyelik tarihi
    22.Mayıs.2007
    Nereden
    İstanbul-Rize
    Mesajlar
    352
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    AR-GE nin gelişimine türkiye de en azından büyük şirketlerin önem vermesi gerekli..
    Arçelik bu konuda hassas..çok güzel

  9. #9
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart İnternet kullanıcıları dikkat

    İnternet kullanıcıları dikkatSanal ortamda takip bugün başlıyor...

    23.11.2007 00:08Filen göreve başlayacak olan İnternet Güvenliği Başkanlığı çocuk istismarı başta olmak üzere internet suçlarına karşı sıkı bir dönemin başlangıcı olacak.

    Uygulamayla Atatürk aleyhine işlenen suçlar, intihara yönlendirme, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma, sağlık için tehlikeli madde temini, müstehcenlik, fuhuş, kumar oynanması için yer ve imkan sağlamayı içeren internet sitelerine erişim engellenecek.

    “Katalog suçlar” olarak adlandırılan bu 8 suç, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın internet adresi üzerinden doldurulacak bir formla ya da telefonla da ihbar edilebilecek.

    Erişimin engellenmesi kararları, soruşturma evresinde hakim, kovuşturma evresinde ise mahkeme tarafından verilecek. Soruşturma evresinde; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise savcılık tarafından da erişimin engellenmesine karar verilebileceği belirtildi.

    Telekomünikasyon İletişim Başkanı Fethi Şimşek suçların takibinde, internet ortamında yapılan yayınların izlenebileceğini; ancak tüm internet içeriğinin takip edilemeyeceğini, sadece haberleşme ile kişisel veya kurumsal bilgisayar sistemleri dışında kalan ve kamuya açık olan yayınların takip edilebileceğini söyledi.

    İnternet suçlarıyla ilgili olarak başlayacak uygulamayı İnternet ve Hukuk Portalı Yürütme Kurulu Üyesi Avukat Fikret İlkiz ve Telekomünikasyon Kurumu Başkanı Tayfun Acarer değerlendirdi.

    SUÇ İNTERNETTE İŞLENİYORSA...

    Avukat Fikret İlkiz, yürürlüğe giren internet suçları konusundaki yasanın çıkarıldığı dönemde, Adalet Bakanlığı tarafından ayrıca 1,5 yılda hazırlanan başka bir kanun tasarısından vazgeçildiğini hatırlattı.

    İlkiz ve Acarer’in değerlendirmesi tam metin

    “Katalog suçu” olarak tabir edilen suçlarla ilgili kanunun, “internet ortamındaki yayınlarla ilgili kanun olmadığını”, sadece “bazı suçların internette işlenmesiyle ilgili kanun olduğunu” kaydeden İlkiz, oysa Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı tasarı yasalaşsaydı, bugün daha doğru bir yasal bir ortam olacağını savundu. Uygulamanın “başlangıç” olduğunun söylendiğini belirten İlkiz “Keşke bu başlangıç daha kapsamlı bir kanunla gerçekleşmiş olsaydı” dedi.

    ZARARLI İÇERİK İÇİN WEB’İ KAPATMAK ÖZGÜRLÜK İHLALİ

    İlkiz bu uygulamayla konunun hukuksal boyutunda ciddi eksiklikler ortaya çıkacağını belirterek şöyle konuştu:

    “Zararlı içeriğin web sayfasından çıkarılması ve o içeriğin önlenmesi farklıdır, herhangi bir web sitesine erişimin engellenmesi farklı bir kavramdır. Siz web sitesindeki bir zararlı içerikten dolayı web sitesini kapatırsanız bu ifade özgürlüğünün ihlali anlamına gelir. Eğer erişimin engellenmesi böyle sağlanacaksa...

    ‘RESMİ MÜSTEHCENLİK’ GÖRÜŞÜNE UYULACAK

    “Bundan sonra örneğin müstehcenlik fiili bakımından; Kurul’un kendi dünya görüşüne göre müstehcen gördüğü her erişimi engelleme hakları var. O halde onlar karar verecekler. O halde size göre müstehcen olan, bana göre olmayan herhangi bir konuda internet ortamındaki yayınlar bakımında resmi müstehcenlik görüşüne uygun olarak belirlemek zorunda kalacağız. İşte bu noktada yargılamayı gerektiren bir konuda öncelikle internet ortamında işlendiğinden dolayı suç olarak görüp, suça karine olarak kabul ederek erişimi engellerseniz, yargılamayı gerektiren bir fiilin baştan engellenmesi, zararlı içeriği engelleyeceğiz derken blogların veya web sitelerinin engellenmesi, açıkça sansür tartışmalarını başlatacaktır.”

    ACARER: BİZİM KANAATİMİZ ESAS OLMAYACAK

    Telekomünikasyon Kurumu Başkanı Tayfun Acarer ise uygulamanın geçiş aşaması için çok olumlu olduğunu düşündüğünü belirterek “Çünkü sadece işin hukuksal mevzuat tarafının yanında, buna ilişkin teknik altyapının tesis edilmesi, personelinin temin edilmesi, bu personelim yetişmesi ve tecrübe sahibi olması açısından çok olumlu bir harekettir, diye düşünüyorum” dedi.

    Erişimin engellenmesi konusundaki uygulamada, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nda görevli kişilerin kanaatlerinin hiçbir zaman esas olmayacağını aktaran Acarer şöyle devam etti:

    “Bildiğiniz gibi bu tür yayınların neredeyse tamamı genelde yurtdışı kaynaklı. Buna ilişkin uluslararası filtreleme programları kullanılarak kanun çerçevesinde suç sayılmış olan bu 8 tane husus incelemeye tabi tutulacak. Bu arada ihbarlar da alınacak ve bu ihbarlar değerlendirilerek kaynağından kesme yoluyla bu yayınlar engellenecek. Bu konuda TTnet ve internet servis sağlayıcılarla da ilişki halinde bu süreç tamamlanacak. Ben Fikret İlkiz Bey gibi fazla karamsar değilim bu konuda. Sadece bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştı. Gerekli altyapı ve personel temini olduktan sonra bu konudaki sürecin çok sağlıklı bir şekilde işleyeceğine inanıyorum.”

    NTV

  10. #10
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Dünya bu buluşla sarsılacak

    Dünya bu buluşla sarsılacakGeleceğin teknolojisini Türk dahi üretti

    24.05.2008 01:15Bilkent Üniversitesi doktora öğrencisi Bayram Bütün, organik kimya ve nanoteknoloji kullanarak yeni nesil görüntüleme sistemlerinde kullanılabilecek geleceğin teknolojisini üretti.

    Dünya optoelektronik teknolojisinde yeni bir çığır açması beklenen teknoloji ile yeni nesil DVD, LCD, cep telefonu ekranı, dijital fotoğraf makinesi gibi görüntü cihazlarında ve sağlıkta kullanılan görüntüleme teknolojilerinde milyonlarca renk çok daha ucuza ve yüksek kaliteyle elde edilebilir hale geldi.

    Üniversitenin Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü doktora öğrencisi Bayram Bütün, Avrupa Birliği 6. Çerçeve Programları kapsamında olan ve TÜBİTAK tarafından da desteklenen nanoteknoloji çalışmaları hakkında bilgi verdi.

    Doktora çalışmalarını Descartes ödüllü bilim adamı, Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Ekmel Özbay'ın danışmanlığında Bilkent Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma Merkezi'nde (NANOTAM) sürdürdüğünü kaydeden Bütün, çalışmalarının özellikle kolay erişilebilir ve işe yarar nanoteknoloji geliştirmek üzerine odaklandığını belirtti.

    Bayram Bütün, yeni geliştirdikleri nanoboyutlarda ışık kaynakları üzerine yaptıkları çalışmaları ile ilgili şu bilgileri verdi:

    “Geleneksel olarak lazerlerin ve LED'lerin çalışma dalga boyları bu ışık kaynaklarının yapıldığı malzeme olan yarı-iletkenlerin özellikleri ile sınırlıdır. Bu nedenle her farklı renkte çalışacak olan lazer için farklı bir yarı iletken kullanmak gerekir. Bu da farklı renklerde çalışması gereken lazerlerin maliyetlerinin çok yükselmesine neden olur. Farklı renk elde etmenin en ucuz yolu ışık yayan sentetik organik polimerler kullanmaktır. Ama bu malzemelerden elektrik akımı çok zor geçtiği için yüksek kalitede ışık kaynağı yapmak mümkün değildir.”

    Bütün, NANOTAM'da Prof. Dr. Özbay başkanlığında yürüttüğü çalışması ile sentetik polimerler kullanarak nanoteknoloji temelli yüksek kalitede ışık kaynağı üreten organik lazer teknolojisini geliştirdiğini ifade ederek, “Bu teknoloji ile çok daha ucuza görüntü cihazı yapmanın yolu açıldı” diye konuştu.

    İSTENEN RENKLERDE NANO IŞIK KAYNAKLARI

    Prof. Dr. Ekmel Özbay ise kansız ameliyatlarda, lazerle yara iyileştirmede, böbrek taşı tedavisinde, göz tedavilerinde, dişçilikte ve benzeri sağlık alanlarında, yüksek çözünürlüklü projeksiyon ekranlarında, DVD'lerde, lazer tabanlı reklam panolarında, LCD ekranlarda, cep telefonu ekranlarında dijital fotoğraf makinlerinde, MP3 oynatıcılarda, hologramlarda ve diğer pek çok uygulamalarda farklı renklere sahip çok daha ekonomik lazerlere ihtiyaç duyulduğunu dile getirdi.

    Hem düşük maliyetli hem de farklı renklerde lazer yapabilmek için Bütün'ün ve projede görev alan diğer NANOTAM araştırmacılarının nanoteknoloji kullanarak yüksek performanslı LED'leri (Işık yayan diyot) ve sentetik organik polimerleri biraraya getirdiğini anlatan Özbay, “Bu sayede, LED'lerin elektriksel üstünlüklerini, organik malzemenin ucuzluk, seçenek çokluğu ve optik üstünlüğüyle birleştirerek istenen renklerde çalışan nanometre boyutlarında nanoışık kaynakları yapma başarısı gösterildi” dedi.

    Bütün'ün yeni çalışmalarını değişik yapılarda lazer konfigürasyonları üzerine ve değişik organik polimerler kullanarak devam ettirdiğini söyleyen Özbay, şunları kaydetti:

    “Bu çalışmamız merkezimizde kurduğumuz bilimsel altyapıyla en başından en son aşamasına kadar kendi kendimize gerçekleştirdiğimiz çalışmadır. Bu nedenle Bilkent NANOTAM'da geliştirdiğimiz bu nanoteknoloji için rahatlıkla 'Made in Turkey' diyebiliyoruz. Bu nanoışık kaynağı hem günümüzde, hem gelecekte bir çok uygulamada kullanılabilecek özelliklere sahip üstün özelliklere sahiptir.”

    Özbay, Bütün'ün çalışmasının “Nanotechnology” dergisinin Nisan 2008 sayısında yayımlandığını da bildirdi.

    AA

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
YASAL UYARI
Ekonomi, Borsa ve Para piyasaları" bölümünde yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yayımlanan Seri:V, No:52 Sayılı "Yatırım Danışmanlığı Faaliyetine ve Bu Faaliyette Bulunacak Kurumlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ" çerçevesinde aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çevresinde sunulmaktadır. Burada ulaşılan sonuçlar tercih edilen hesaplama yöntemi ve/veya yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmakta olup, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabileceğinden sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir.Yatırımcıların verecekleri yatırım kararları ile bu sitede bulunan veriler, görüş ve bilgi arasında bir bağlantı kurulamayacağı gibi, söz konusu yorum/görüş/bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan www.keyborsa.com web sitesi ve/veya yöneticileri sorumlu tutulmaz.
Google Privacy Policy
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193