ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: ARKADAÞ DEDÝÐÝN BÖYLE OLUR
Bazý günler Mustafa Makbule’yi bakla tarlasýnda yalnýz býrakýp çevrede gezmeye çýkýyordu. Bir gün Mustafa gezerken bir kaval sesi duydu. Bu kavalý kimin çaldýðýný merak edip kaval sesinin geldiði tarafa doðru yürüdü. Biraz gidince baktý ilerideki bir aðacýn altýnda on yaþlarýnda bir çoban kaval çalýyor, etrafýnda da koyunlar otluyordu. Mustafa bu çocuðun kavalýyla yarattýðý sihirli dünyasýný bozmak istemedi. “ Varsýn çalsýn garip “ diye düþündü. “ Ben de o kaval çalmayý býrakýncaya kadar burada oturur, beklerim. “
Aradan yarým saat geçti. Çocuk, türküler, oyun havalarý çaldýktan sonra kavalýný aðaca yasladý ve azýk torbasýný açýp yanýnda getirdiði yiyecekleri yemeye baþladý. Mustafa oturduðu yerden kalktý, çocuðun yanýna doðru yürümeye baþladý. Karþýdan birisinin gelmekte olduðunu otlarýn hýþýrtýsýndan duyan çocuk baþýný kaldýrdý. Geleni tanýmýyordu. “ Acaba kim ki? “ diye düþündü. Mustafa çocuðun yanýna gelince gülümseyerek: “ Merhaba arkadaþ, afiyet olsun “ dedi. “ Benim adým Mustafa. Ýzin verirsen yanýna oturmak istiyorum. “
Çoban çocuk: “ Tabii gel gel, buyur þöyle “ dedi. “ Hem bak acýktýysan hiç çekinme ye bir þeyler karnýný doyur. Yemezsen, darýlýrým. “
Mustafa çocuðun yanýna oturdu. Sessizce ikisi birlikte yemeklerini yediler. Daha sonra Mustafa: “ Arkadaþ, çok güzel kaval çalýyorsun. Kendi kendine mi öðrendin yoksa bir öðreten mi oldu? “ diye sordu.
Çoban çocuk: “ Köylük yerde böyle eften püften iþleri öðreten olmaz “ dedi. “ Benim dedem de çoban, babam da çoban, eh, ben de çoban. Beþ yaþýna bastýðýmda babam, haydi bakalým Ali, al güt þu koyunlarý, deyip on tane koyun verdi bana. O günden bu yana çoban olup çýktýk iþte. Dedemi, babamý kaval çalarken dinledimdi. Bir gün caným sýkýldý, bu kavalý yaptým. Öyle böyle derken öðrendim çalmasýný. Güzel çaldýðýmý az önce sen dediydin. Sað olasýn. “
“ Peki arkadaþ, çoban olarak yaþamýný sürdüreceðini söylüyorsun. Tabiatla iç içesin, koyunlarýný güdüyorsun, dilediðince kavalýný çalýyorsun. Ýþine pek karýþan olmaz. Özgürsün, belki mutlusun da. Fakat senden öncekilerden gördüðün, onlarýn yaþadýðý yaþam tarzýnýn dýþýna çýkarak, dýþarýya taþarak, daha aktif bir hayat yaþamayý arzulamaz mýsýn? Kendine bir hedef seçersin ve hedefine varmak için yeterli bilgiyi öðrenmeye okula gidersin. Bu ön bilgiyi öðrendikçe, öðrendiklerinin ýþýðýnda fikirlerini geliþtirirsin. Eðer isterse kiþi vatanýna, milletine faydalý olabilecek pek çok iþ baþarýr. “
“ Ne yalan söyleyeyim, söylediklerinin bazý yerlerini tam olarak anlayamadýysam da çoðunu anladým. Ýyi güzel diyorsun da bizim köyde okul yok ki. Þehirdeki okula gitmeye kalksam, hiç tanýdýðýmýz yok orada, kalacak yerim yok. Zaten babamlar býrakmazlar gideyim. Belki onlar da isterler Ali amir-memur olsun ama þu gördüðün koyunlarýn baþýna bir çoban lazým. Herkes amir-memur olsa, çobanlýðý kim yapacak? Boþ ver beni be, düþünme beni be, býrak ben çoban kalayým. Sen asýl kendinden haber ver, buralarda kimlere misafir geldin ki? Hem senin geldiðin þehir büyük mü? Sizin okulda çok çocuk var mý okula giden? “
“ Bak arkadaþ, hayatta insanýn eline birtakým fýrsatlar geçer. Önemli olan ele geçen bu fýrsatlarý en iyi þekilde deðerlendirebilmektir. Bunun için de gayret gereklidir. Eðer biz seçtiðimiz hedefe ulaþmak için yeterli gayreti göstermezsek, zaman içinde, hedefimize gittikçe yaklaþtýðýmýzý deðil, bilakis hedefimizden giderek uzaklaþtýðýmýzý fark ederiz. Kimsenin kimseye zorla meslek seçtirmesine taraftar deðilim. Severek yapýlmayan bir iþ, bir uðraþ, kiþiye hayatý anlamsýz kýlar. Böyle biri de, eðer çýkýþ yolu bulamazsa yani hayatýný anlamsýzlýktan kurtaramazsa vatanýna, milletine gerektiði þekilde faydalý olamaz. Þimdi arkadaþ, sen þehirdeki okula gitmeye kalksan orada yatýlý bir okula girerdin ve kalacak yer diye bir sorunun olmazdý. Az önceki sözlerinden bunun için birtakým engeller çýkabileceðinden çekindiðini anladým. Ayrýca da, senin buradaki yaþantýndan pek þikayetçi olmadýðýný fark ettim. Fakat okuma-yazma isteði ile yanýp tutuþtuðun belli. Benim okuduðum okulda okuyan çocuklarý merak etmen bunu gösteriyor. Ben, annem ve kýz kardeþimle birlikte Selanik’ten dayým Hüseyin Aða’nýn yanýna geldik. Kýz kardeþimle birlikte dayýmýn bakla tarlasýnda bekçilik yapýyoruz. Fýrsat buldukça çevrede gezintiye çýkýyorum. Ýþte böyle bir gezinti anýnda seni gördüm, yanýna geldim, oturduk, konuþuyoruz. Ýki ay kadar dayýmýn çiftliðinde kalacaðýz. Yani iki ay seninle bir arada olabiliriz demek istiyorum. Arkadaþ, eðer istersen sana okuma-yazma öðretmek istiyorum. Biz buradan giderken sen okuma-yazma öðrenmiþ olursun ve sana býrakacaðým ders kitaplarýný okuyup iyice öðrenirsin. Bu arada boþ durmayýp arkadaþlarýna da okuma-yazma öðretmek için çaba sarf edersin. Yakýn bir gelecekte sizin köyün öðretmeni olursun. Ne dersin arkadaþ, ister misin okuma-yazma öðrenmek? “
“ Tabii ki, isterim istemesine de, becerebilir miyim dersin okuma-yazma öðrenmeyi? “
“ Becerirsin, becerirsin. Sen istedikten, biraz da gayret gösterdikten sonra baþarýlý olmaman için hiçbir neden göremiyorum. “
Mustafa daha sonra konuþmasýnýn bir bölümünde Selanik’te Þemsi Efendi’nin Ýlkokulunda okuduðunu fakat babasý Ali Rýza Efendi’nin ölümü üzerine, annesi ve kýz kardeþiyle dayýsýnýn yanýna geldiklerini anlattý. Ýlkokulu bitirdikten sonraki amacýnýn Askeri Rüþdiye’nin imtihanlarýný kazanarak oraya girmek, Rüþdiye’yi bitirdikten sonra yüksek öðrenimine devam ederek sonunda subay olmak olduðunu belirtti. Mustafa ile Ali bir süre daha konuþmalarýna devam ettiler ve yarýn ayný yerde buluþmak üzere birbirlerinden ayrýldýlar.
Mustafa fýrsat buldukça Çoban Ali ile bir araya geldi; ona okuma-yazma öðretebilmek için çýrpýnýp durdu. Mustafa’nýn bu iyi niyetli çabalarý boþa gitmedi. Bir süre sonra Ali, okuma-yazma öðrenmeye muvaffak oldu. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra Mustafa: “ Arkadaþ, annem beni Selanik’e teyzemin yanýna gönderiyor. Yarýn gidiyorum. Selanik’te okumaya devam edeceðim. Ýþte ders kitaplarýmý getirdim. Ýlk tanýþtýðýmýz günkü konuþtuklarýmýzý unutmadýn sanýrým. Bu kitaplarý iyice oku, öðren. Fakat öðrendiklerin sende kalmasýn. Öðrendiklerini arkadaþlarýna da öðret, onlara da okuma-yazma öðret. Bir ülkede cahiller ne kadar çoksa, o ülke, o kadar geri kalmýþ demektir. Ülkemizin medeni milletler seviyesine eriþebilmesi, her ferdin, üzerine düþen görevi yapmasýyla gerçekleþir. Sadece ben okuma-yazma biliyorum, ben bilgiliyim demekle olmaz. Baþkalarýna da okuma-yazma öðretmedikçe, eðitmedikçe, bilgilendirmedikçe görevin tamamlanmýþ sayýlmaz, yarým kalýr. Bunu sakýn aklýndan çýkarma. En güzel günler senin olsun arkadaþ, hoþça kal. ” dedi ve elini uzattý.
Çoban Ali, kendisine uzatýlan dost eli sevgiyle sýktýktan sonra: “ Seni subay olmuþ yürürken görür gibi oluyorum, Mustafa. Ýnþallah vatana, millete yararlý olursun. Mustafa adýný hiç unutmayacaðým, sen de, Çoban Ali adýný unutma. Subay olunca fýrsat bulursan gel gör beni, ben hep buralardayým, olur mu Mustafa? “ derken göz pýnarlarýndan akan yaþlarý silmek gereðini duymuyordu.
SON
ATATÜRK'ÜN LÝDERLÝK SIRLARI
Tutku Yayýnevi
7. Basým Haziran 2011
Sayfa 40 - 53
YAÞAMA YÖN VERENLER
Atatürk'ün Çocukluk Anýlarý
Ata Yayýncýlýk - Ankara 2012
Sayfa 15 - 36