Toplam 2 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 2 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Namazim

  1. #1
    Üyelik tarihi
    22.Mart.2007
    Mesajlar
    5
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Namazim

    Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında:

    — Oğlum, namaz hiç bu vakte bırakılır mı?

    Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmıştı, ama ezan okunduğu vakit yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.

    Kendisi ise, nefsini bir türlü yenemiyordu. Hep ‘ne oluyorsa?’ namaz son dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına onbeş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, “Yine geciktirdim namazı,” dedi kendi kendine....

    Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendini odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazını edâ etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi.... “Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine bana.” dedi. Çok seviyordu onu... Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi. Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki, hicâbından renkten renge girerdi.

    O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde... Duasını yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu şekilde tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. “Ne kadar da yorulmuşum.” dedi. Daldı gitti öylece...

    Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; kimi sağa sola koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu.

    Yüreği, yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor, soğuk soğuk terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer meydanındaki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti.

    Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. “Benim ismimi mi okudunuz?”, dedi, dudakları titreyerek....

    Kalabalık birden yarılmış, bir yol oluşmuştu önünde... İki kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler her iki yanından uzaklaştılar.

    Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden.... “Şükürler olsun.” dedi, kendi kendine ve devam etti; “Gözlerimi dünyaya açtım, hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere koşturuyor, malını İslâm yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise, hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah’ı anlattım. Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim. Haramlardan kaçındım.”

    Kirpiklerinden aşağıya gözyaşları dökülürken, “Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum.” diyordu. Ama bir yandan da “O’nun için ne yapsam az, Cennet’i kazanmama yetmez.” diye düşünüyordu. Tek sığınağı Allah’ın rahmetiydi.

    Hesap sürdükçe sürdü. Boncuk boncuk terliyor; sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi bekliyordu.

    Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli melekler ellerinde bir kâğıt, mahşer meydanındaki kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti.

    Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulakları yanlış mı duyuyordu? İsmi Cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten donakalmıştı.

    “Olamaaaaz.” diye bağırdı. Sağa-sola koşturdu. İnanamıyordu. “Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla beraber koşturdum. Hep Rabbimi anlattım.” diyordu. Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak alevleri göklere yükselen Cehenneme doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı?

    Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü.

    “Hizmetlerim... Oruçlarım…Okuduğum Kur’ân‘lar... Namazım... Hiçbiri beni kurtarmayacak mı?” , diyordu...

    Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem melekleri onu hiç dinlemediler, sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı.

    Resûlullah, “Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insanı günahlardan öyle temizler.” buyuruyordu. “Oysa ki benim namazlarım da mı beni kurtarmayacak?” diye düşünüyordu.

    “Namazlarım... Namazlarım... Namazlarım.” diye diye hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp geriye baktı, Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu.

    Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birdenbire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu.

    Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu. Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. Kendisini yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı. “Siz de kimsiniz?” dedi.

    İhtiyar gülümsedi:

    “Ben senin namazlarınım.”

    “Neden bu kadar geç kaldınız? Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum.” dedi... İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; başını salladı;

    “Sen beni hep son anda yetiştirirdin, hatırladın mı?..”

    Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kan-ter içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu. Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu...

  2. #2
    Üyelik tarihi
    22.Mart.2007
    Mesajlar
    5
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Beklenen Misafir


    O günün diğer günlerden pek de farkı yoktu. Yine her zamanki saatte kalkıp çocukların kahvaltısını hazırlamış, onları okula gönderdikten sonra kendimi rutin ev işlerine vermiştim. Çamaşır, bulaşık, sil, süpür derken yine öğle olmuştu.
    Bir tuhaflık hissediyordum. Ev işleriyle uğraşırken dalıp dalıp gidiyordum âdeta. Hasta değildim! Pekiyi sebebini anlayamadığım bu ağırlık da neyin nesiydi?

    Birkaç gün öncesinden, bugün için; arkadaşlarla sözleşmiştik, mahallemize taşınan yeni gelinin evine hoşgeldine gidecektik. Dip komşum, "Haydi, gelmiyor musun?" diye kapıyı çaldığında, neredeyse ona: "Hayır gelemeyeceğim, kusura bakmayın." demek geldi içimden. Ama verilen söz tutulmalıydı. Yeni komşumuzun evinde de ara ara dalıp gitmekteydim... Neyse ki kısa sürdü ziyaretimiz.

    İşte yeniden evdeydim. Koltuğa kendimi bırakırken, duvardaki dedemin fotoğrafı ilişti gözüme. Siyah-beyaz, yer yer bazı yerleri çatlamış bir fotoğraf. Ne heybetli adamdı dedem! Şimdi bile, fotoğraf karesinden çıkıverecekmiş gibi geliyor insana. Sahi çıkıverse çerçeveden ne olurdu? Tam da koltuğa uzanmışken. Doğrusu o hayattayken, kimse onun yanında saygıda kusur etmez, değil böyle yatmak, ayağını bile uzatmazdı. Eskilerin tabiriyle çok öflü bir adamdı dedem. Gayri ihtiyari toparlandım.

    Söylendiğine göre, Yunanlılar, Anadolu'ya girip, önlerine gelen her köy ve kasabayı işgal ettiği yıllarda dedem, Akhisar'da Milli Mücadele'nin başını çekenlerden olmuş. Bir keresinde Halitpaşa Çiftliği'nde, sekiz arkadaşı ile toplantı yaptıkları sırada düşman askerlerinin baskınına uğramışlar. Halit Paşa ve yanındakiler toplandıkları yerden hemen ahıra yönelip atlarıyla uzaklaşmak istemişler. Şevket dedemse buna karşı çıkarak, Yunanlıların öncelikle atların olduğu yerleri muhasara edeceklerini söylemiş. Fakat o telâşe içinde onun sözlerini dikkate almayan arkadaşları, atların olduğu bölüme girdiklerinde kurşun yağmuruna tutulmuş ve ne hazindir ki hepsi şehit olmuş. Dedemse bulunduğu odanın arka penceresinden çiftliğin yanında uzayan bataklığa atlamış, çamur deryası içinde sürüne gizlene Akhisar'a kadar gelmiş.

    Savaş yıllarını düşününce bana anlatılan bu hâdiseler içinde daha da gerilere gittim. Büyük dayımı hatırlayıverdim birden. Onu hiç görmemiş, ama yufka yürekliliğini, yardım severliğini ve vatan sevgisini hep duyagelmiştim. Genç yaşlarda hayata gözlerini yummuş dayım. Anadolu'daki nice civanmert delikanlının, vatan, din, namus diyerek; ana kucağından kopup gittiği ve bir daha geriye dönmediği ardı arkası gelmez harplerden birine katılmış ve geriye dönememiş. Balkan Harbi'nde şehit olmuş... Anlatıldığına göre Şevket dedem nişanlıymış o zamanlar, tam düğün hazırlığı yaptıkları sırada Balkan Harbi patlak vermiş. Sabri dayım harbe gideceklerin arasına yazdırmış adını. Çevresindekiler: "İlle yeğeninin düğününü gör de öyle git." diye ısrar etmişlerse de, "Milletim şu an cephede savaşırken bize düğün yapmak yakışır mı? Hayırlısıyla savaşa gidip gelelim, o zaman yeğenimin düğününde, davulun önünde döne döne oynarım." demiş ve gitmiş. Harp bittiğinde askerler, evlerine kafile kafile dönmeye başlamışlar. Her gelen grubun yanına koşan yakınları, Sabri dayımı soruyor, onun şehâdetini bilen, ama bir türlü yakınlarına söyleyemeyen mehmetçikler ise; "Arkadan geliyor." diyorlarmış. Günler, haftaları kovalamış. Sabri dayım bir türlü gelmiyormuş. En nihayetinde, cephede sırt sırta savaştığı, aynı mahalleden arkadaşı da döndüğünde, acı gerçeği ondan öğrenmişler. Savaşın en çetrefilli anlarından birinde, bir şarapnel parçası sol kolunu omuzundan alıp götürmüş dayımın. Kolunun kopmasına aldırmayan dayım, derinden bir "Allah!" diyerek, bir adım öne atmış kendini. Olayı anlatan arkadaşı tutmuş onu ve, "Ne yapıyorsun? Dur, geri kal!" demişse de; "Tek kolla geriye dönüp de ne yapayım." diyerek kendisini ileri cephelere atmış. Az sonra da alnına isabet eden ikinci bir şarapnel parçası ile şehâdete ermiş.

    Ardından Şevket dedem ve Rüştü amcam da birer birer terketmişlerdi bu âlemi. O tayfadan şu an hayatta birtek Şevket dedemin kızkardeşi Kadriye halam kalmış. 90 yaşının üzerinde bu mübarek kadın. İki büklüm haliyle elinden Kur'an-ı Kerim'i düşürmez, her fırsatta bizlere dünyanın geçiciliğini anlatır, asıl gidilmesi gereken yere hazırlık yapmamızı öğütler. Bizler daha ortaokul sıralarındaydık o zamanlar, bazen Kadriye halamın yanına gider, çocuk aklımızla; "Halacığım, biz Allah'a dua ediyor, O'nun yardımıyla okulda başarılı oluyor, sınıf geçiyoruz. Sen sınıf geçmediğin halde niye bu kadar çok dua ediyorsun." derdik. Tebessüm eder, başımızı okşar ve; "Biz öbür tarafta sınıfı geçeceğiz yavrum..." derdi.

    ...

    Düşünceler, düşünceleri; hatıralar, hatıraları kovalarken dalıp gitmişim. Etrafıma baktığımda kendi evimde olmadığımı anladım. Sonra birden tanıyıverdim burasını. Dedemin eski evi burası. Çocukluk yıllarım burada geçti. Kayısı ağacı yine avlunun ortasında salınıyordu. Hattâ anneannemin, kuşlar, kayısı çiçeklerine zarar vermesinler diye ağacın etrafına dolandırdığı ipler bile dalların üzerinde durmaktaydı. Bir gün tahta merdivenleri gıcırdata gıcırdata üst kata çıktım. Tek kanatlı kapıdan sofaya, oradan da iç odaya geçtim. Evin en geniş odasıydı burası. Evdekiler genelde burada toplanırdı. Odanın kenarındaki teneke soba yine hararetle yanıyordu. Oraların tâbiriyle kap veya kupa denen sürahi, sobanın yanında duruyordu, süpürge de kapının tam arkasında. Odanın iki duvarı boyunca yer minderleri sıralıydı. İçi saman dolu olduğu için, "kıtık minder" derdik onlara. Diğer duvarda ise boydan boya ahşap bir yüklük vardı. Hani şu ortasında perde gerili olanlardan.

    Odanın ortasına mükellef bir yer sofrası kurulmuştu. Sofra üzerinde kapakları kapalı bakır sahanlar dizilmişti. Sahanların yanında siyah ve iri zeytinlerle dolu bir de tas vardı. Sofranın etrafına insanlar oturmuştu. Biraz daha yaklaşınca bu simaları tanımaya başladım. Evet tam karşımdaki Şevket dedemdi, yanında Rüştü amcam onun yanında ise eşi Şükriye yengem oturuyordu. Yanlarında onlardan biraz daha yaşlıca, nur yüzlü iki kişi daha oturmaktaydı. Evet, evet bunlar da dedemin anne ve babası olmalıydılar. Onları daha önce hiç görmemiş; ama çevremdekilerden defalarca dinlemiştim. Tıpkı bana anlatıldığı gibiydiler. Hiçbiri konuşmuyordu. O sırada sofraya yaklaştım ve sahanların kapaklarını kaldırarak içlerine bakmaya başladım. İlkinde yoğurtlu mantı, diğerinde yağlı yaprak sarması, diğerinde ise; keşkek vardı. Sofranın ortasındaysa, dumanı tüten, ocaktan yeni indirilmiş bir tas tarhana duruyordu. Herkesin önünde kalaylı kaşıklar vardı. Tanımadığım bir kişi dikkatimi çekti. Devamlı odaya girip çıkan, sofradakilere hizmet eden, genç, siyah saçlı, uzun boylu, esmer tenli bir delikanlıydı. Üzerinde yakasız uzun kollu, etekleri topuklarına kadar uzanan kefen gibi bir elbise vardı. Sol göğüs hizasından beline kadar kan içindeydi elbisesi. Kimdi acaba? Bunu düşünürken gaipten bir ses; "O senin Balkan Harbi'nde şehit olan Sabri dayındır." dedi. Şaşırıp kalmıştım. Karşımdaki bu civanmert delikanlı, demek daha hayatının baharında, ev-ocak sahibi olmadan vatana kendini feda eden büyük dayımdı. Tam ona yönelecekken ilk kez sofradakilerden biri konuşmaya başladı. Konuşan, Şevket dedemdi. Yine her zamanki öfkeli haliyle söyleniyor; "Gelemedi, gelemedi kaldı." diyordu. "Kim gelemedi dede?" diye sordum. "Kim olacak Kadriye halan. O'nu bekliyoruz." dedi. Neden beklediklerini soracaktım ki birden gözlerim açıldı. Kendi evimdeydim. Karşı duvarda dedemin fotoğrafı hâlâ duruyordu ve ben az önceki hâdiselerin ışığında kafamı toparlamaya, gördüklerime bir mana vermeye çalıştım. Akşam evdekilere gördüklerimi anlattığımda kimse bir açıklama getiremedi bu rüyaya. O gece bu duygularla yattık.

    Ertesi gün, sabahın erken saatlerinde telefonun acı acı çalmasıyla yataklarımızdan sıçradık. Telefonu açtığımda karşımda Akhisar'dan arayan annem vardı. 'Kızım!' diyordu, 'Kadriye halanın başı bekleniyor'. Üç gün sonra Şevket dedemin kız kardeşi Kadriye halam vefat etti. O gün, herkes bir ölünün arkasından yapılması gereken rutin işlerle uğraşırken ben hep başka âlemlerde dolaşıyordum.

    Yüce Peygamberimiz'in: "İnsanlar uyumaktadır, ölünce uyanırlar." demesi gibi, Kadriye halam da, bizlere her zaman öğütlediği üzere bu geçici hayattan asıl mekâna, sevdiklerinin yanına gitmişti. İnşaallah kendisini bekleyenleri fazlaca bekletmeden, yemekler soğumadan yetişebilmiştir sofraya.

    Acaba, yarın bizler de buradan ayrılırken oralarda, bizim de bekleyenlerimiz olacak mı, şehitlerin hizmet ettiği kutlu sofraların etrafında?

    Not: Yukarıda anlatılan olayların hepsi yaşanan hâdiselerdir. Rüyayı müşahade eden ise; annem Fatma Uğurluel hanımdır.

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
YASAL UYARI
Ekonomi, Borsa ve Para piyasaları" bölümünde yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yayımlanan Seri:V, No:52 Sayılı "Yatırım Danışmanlığı Faaliyetine ve Bu Faaliyette Bulunacak Kurumlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ" çerçevesinde aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çevresinde sunulmaktadır. Burada ulaşılan sonuçlar tercih edilen hesaplama yöntemi ve/veya yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmakta olup, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabileceğinden sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir.Yatırımcıların verecekleri yatırım kararları ile bu sitede bulunan veriler, görüş ve bilgi arasında bir bağlantı kurulamayacağı gibi, söz konusu yorum/görüş/bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan www.keyborsa.com web sitesi ve/veya yöneticileri sorumlu tutulmaz.
Google Privacy Policy
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193