Toplam 9 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 9 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Güven Sak

  1. #1
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Güven Sak



    Challenger nasıl düştüyse, bankacılık krizi de öyle çıktı

    23.02.2008 | Güven Sak | Yorum




    Uluslararası bankacılık krizi, finansal piyasaların giderek karmaşıklaşan ve de etkinleşen işleyişinden kaynaklanan bir 'normal kaza'dır. Challenger uzay mekiğini düşüren nasıl bir 'normal kaza' ise bankacılık krizi kazası da öyledir.


    Şimdilerde herkes etrafına bakıp, uluslararası bankacılık krizinin büyüklüğü karşısında, bir suçlu arama telaşı içinde görünüyor. Bernanke suçlu. Neden? Krize geç müdahale etti. New York Sigorta Başmüfettişi Eric Dinallo suçlu. Neden? İşi olmayan meselelerle uğraşıyor. Üstelik Wall Stree Journal'a inanırsanız, bir nevi servet düşmanı. Amerikan Kongresi harıl harıl bu kriz işinin nereden çıktığını anlamaya çalışıyor. Herkesi tek tek çağırıp dinliyor. Daha komplo teorileri ortalığı sarmadı. Bekleyin onlar da gelir. Yeni Siyonist ve hatta İslamcı ve dahası Marksist-Leninist buzağılar öküz altında aranır. Öyle ya bu kadar büyük bir felaket kendi başına normal yollardan olmuş olamaz. Halbuki tam da öyle olmuş olabilir. Hatta genellikle öyle olur. Uluslararası bankacılık krizi, finansal piyasaların giderek karmaşıklaşan ve de etkinleşen işleyişinden kaynaklanan bir "normal kaza"dır. Challenger'i düşüren nasıl bir "normal kaza" ise uluslararası bankacılık krizi de bir "normal kaza"dır. Son derece kaçınılmaz ve aynı derece de öngörülemezdir.

    Bir mıh bir orduyu bozguna uğratabilir
    Charles Perrow'un "normal kaza" ya da "sistem kazası" yaklaşımını biliyor musunuz? Perrow bu yaklaşımını ilk kez 1984'te formüle etmiş. Kendisi Yale Üniversitesi'nden bir sosyolog. Karmaşık organizasyonların işleyişi üzerine çalışıyor. Buna göre karmaşık sistemlerde birden fazla küçük hatanın öngörülemeyen etkileşimi normal olarak kazaya yol açıyor. Normal olarak yol açıyor, çünkü zamanlaması açısından öngörülebilir olsa bile gelişmeler, sistemin karmaşıklığı açısından bakıldığında kaçınılmaz ve nedenler son derece basit.
    Sistem birçok küçük parçanın karşılıklı etkileşimine dayanıyorsa, her bir parça diğerine bağlıysa, bunların bir tanesinde ortaya çıkan bir problem diğerlerine büyük bir hızla sirayet ediyor. İşlevini yerine getiremeyen parça, işlevini yerine getirmekte olanları da devre dışına çıkartıyor. İş felaketle sonuçlanıyor. Yerinden fırlayan bir kapı parçası, uzay mekiği Challenger'ın fırlatıldıktan 73 saniye sonra patlamasına neden oluyor. Aynı atalarımızın Perrow'dan çok önceleri dediği gibi. Hatırlıyor musunuz? "Bir mıh, bir nal; bir nal bir at; bir at bir adam; bir adam bir orduyu devirir". Eğer ortada birbirine sıkıca bağlı parçalardan oluşan, karmaşık bir sistem varsa, düşen bir mıh bir ordunun bozguna uğramasına neden olabilir. Olan tam da budur.
    İşte şu anda herkesin gözlerini yeniden New York Eyaleti Sigorta Başmüfettişi Eric Dinallo'ya çevirmiş olmasının nedeni tam da bu karşılıklı bağımlılık halidir. Dinallo tahvillerde "gelir akımı sigortalaması" ile uğraşan şirketleri kurtarmak için ortaya atıldığından beri neredeyse bir hafta geçti ama iş bir türlü bağlanamadı. Nedir buradaki problem? Tahvil satın alanlara, aldıkları tahvilin gelir akımını eğer tahvili ihraç eden ödeyemezse, ödeme sözü veren bir şirket finansal sistem içinde nasıl bu kadar kilit bir rol oynayabilir?
    Fiyatlandırma garanti verene göre yapılıyor
    Oynayabilir çünkü tahvili satın alanlar bir prim karşılığında gelir akımını garantileyenin sözüne uyarak güven içinde oturmaktadırlar. Tahvili ihraç edenin bilançosu ile hiç ama hiç ilgilenmemektedirler. İlgili tahvil arada o garanti veren olduğu için, tahvil ihraç eden şirketin kredi değerliliğine bakılarak değil, garantiyi verenin kredi değerliliğine göre fiyatlanmaktadır. Tahvil ihraç eden, gelir akımını garantileyene belli bir prim ödemesi yaparak, daha ucuza borçlanmaktadır. Alan da memnundur, satan da.
    Ama sonra birdenbire bankacılık krizindeki batıklar nedeniyle o "gelir akımı sigortalaması" ile uğraşan şirketler zarar etmeye başlayınca, herkes birdenbire telaşlanmaktadır. Çünkü zarar eden sigorta şirketinin kredi değerliliği notunun en yüksekten (AAA+) aşağılara doğru inmesi gerekmektedir. Bu durumda, garanti verdiği tahviller, ihraç eden şirketin değil de bu sigortacının notuna bakılarak değerlendiği için tüm portföylerin yeniden değerlenmesi gerekecektir. Ortalık birden karışır. İşte o anda, Eric Dinallo kapıdan girer ve bu konu üzerinde düşünmekte olduğunu söyleyerek dünyayı ilk kez kurtarır. Şimdi gözler hâlâ üzerindedir.
    Bu sigorta şirketleri aslında belediye tahvillerinin gelir akımlarını garantilemekte iken, birden bu yeni ve karmaşık finansal enstrümanların gelir akımlarını garanti etmeye de giriştiler. Şimdi ortadaki resmi bir kafanızda canlandırınız: Banka, bilançosuna ve gelir akımlarına bakmadan herkese borç para dağıtmaktadır. Neden? Çünkü riski sırtında taşıyacak değildir. Menkul kıymet haline getirip, bir başkasına satacak, bilançosundan çıkartacaktır.

    Mevcut sistemde kaza geliyor diyor
    Bu yeni menkul kıymeti alan, gelir akımlarının kaynağındaki şirket veya kişinin bilançosu ile ilgilenmemektedir. Neden? Çünkü arada bu menkul kıymetin gelir akımlarını sigortalayan bir şirket bulunmaktadır. Kredi değerlilik notu AAA+'dır. Bu menkul kıymet piyasalarda fiyatlanmamaktadır. Çünkü piyasası yoktur. Garanti edenin kredi değerlilik notuna bakılarak, menkul kıymeti bilançosunda taşıyan bankanın çalışanlarının kendi belirlediği bir formüle göre "kafadan" fiyatlanmaktadır.
    Bu fiyata göre bankanın değeri artmakta, banka yöneticileri tam da bu değer artışı nedeniyle bankayı iyi idare ettikleri için ikramiye almaktadırlar. İkramiyeyi alınca, kredi verecek yeni yoksullar bulmak için etrafı araştırmaktadırlar. Krediyi verince, yeni ikramiyeleri garanti olacaktır.
    Şimdi elinizi vicdanınıza koyup bir bakınız. Bu sistemde kaza kaçınılmaz değil midir? Öyledir ve de normaldir.
    Gelelim ikinci vicdan sorusuna: Sizce bu sistem yeniden eskisi gibi işlemeye başlar mı? Bizce başlamaz.
    Üçüncü soru: Peki, eğer hiçbir şey eskisi gibi olmazsa, Amerikan ekonomisinin 2008'i hasarsız atlatması düşünülebilir mi? Bize kalırsa düşünülemez.
    Dördüncü soru: Peki, "2008'in ikinci yarısı bahar" varsayımı normal midir? Krizin daha genişleme evresinde olduğu düşünülürse, bize kalırsa 2008'in ikinci yarısındaki bahar daha çok bir "olsa iyi olur" dileğidir. Efsanedir.
    Gelelim krizin bundan sonra nasıl derinleşeceği meselesine. Oradaki soru pek basittir. Kaza ihtimali yine normaldir. "Gelir akımı sigortalama şirketleri"nin kredi değerlilik notunun kırılması ne anlama gelir? Bilançolarda "kafadan" fiyatlanan menkul kıymetlerin yeniden fiyatlanması kaçınılmaz hale gelir. Çünkü o menkul kıymetler garanti verenin notuna göre fiyatlanmaktadır.
    İşte Eric Dinallo'nun engellemeye çalıştığı ama yaklaşık bir aydır çözmeyi başaramadığı mesele budur.
    İşte sistemde karşı taraf riskini artırıp, güven krizine neden olan da budur.
    Daha göreceklerimiz vardır.
    Tedbir almakta fayda vardır.

  2. #2
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Kriz neden hâlâ Avrupa bankalarını vurmadı


    22.02.2008 | Güven Sak | Yorum
    Etraftaki garip sessizlik epeydir dikkat çekiyordu. Avrupa bankalarından en son haber bu hafta İsviçre'den geldi. Credit Suisse, İsviçre'nin ikinci büyük bankası, 2008 yılının ilk çeyreğinde kârlarını 1 milyar dolar azaltacak bir gelişmeyi haber verdi. Bilançosundaki VDMK'lerin (varlığa dayalı menkul kıymetlerin) bir bölümü "yanlış" fiyatlanmıştı. Yanlışlık düzeltildiğinde, bilançonun varlık tarafından 2.85 milyar dolarlık bir değerin silinmesi gerekecekti. Açıklama İsviçre'nin bir numarası UBS'den gelen bir açıklamadan hemen sonra yapılmıştı. UBS, şubat ayının 12'sinde, kendisinin VDMK portföyü ve bu portföyün değeri konusunda "son derece şeffaf" olduğunu açıklamıştı. Böylece ortadaki problemin ne olduğunu da açıklıkla vurgulamıştı. Gelin bir bakalım.

    1997 yılındaki finansal krizden farklı olarak ülkeden ülkeye değil de piyasadan piyasaya yayılan bu son krizde manşetler genellikle ABD bankaları ve finansal piyasaları hakkında. Arada bir Avrupa bankalarının da adını duyuyoruz. Ama ortada ABD'deki gibi bir düzenlilik yok. Northern Rock, Societe General, UBS ve de en son Credit Suisse benzer nedenlerle manşete yerleştiler. Bunlardan sadece UBS ve Credit Suisse, ABD'de olup bitenlerle alakalı bilanço hasarı açıkladılar. Sizce bu kriz diğer Avrupa bankalarını da UBS ve Credit Suisse gibi neden hâlâ vurmadı? Ya Avrupa bankalarını krizden koruyan güçlü bir idari-yasal neden var ya da Avrupa bankaları yeterince şeffaf değil? İşte bu nedenle UBS yönetiminin bankanın "son derece şeffaf" olduğuna dair açıklaması esasen son derece önemli bir "tesadüf". Herkes aynı soruyu alçak sesle sorar ama açıklıkla sormazken, UBS aslında açıklıkla sorulmamış soruya bir cevap verdi galiba.

    Avrupa bankalarının bu krizden Amerikan bankaları gibi etkilenmemiş olması teorik olarak mümkün değil. Batı Avrupa ve ABD finansal piyasaları arasındaki entegrasyon ileri bir safhada. Bir ülkede başlayan bir finansal yeniliğin sınırları aşıp, diğer ülkenin bankalarına ulaşmaması mümkün değil. Geçenlerde "yoksa icat çıkarmayı idari kararlarla zorlaştıran Kıta Avrupası hukuk sistemi, krizin panzehiri mi?" diye sormuştuk. Ama zaten Avrupa'da sermaye piyasası düzenlemelerinin temel amacı hep Kıta Avrupası hukuk sisteminin, finansal yenilikler için getirdiği katılığı gidermek oldu. Aynı durum, Türkiye için de geçerli değil mi? Bakın SPK ile ilgili düzenlemelere.

    Avrupa bankalarından gelen dikkat çekici sessizliğin kaynağı hukuk sistemleri arasındaki fark değilse o vakit muhasebe ve raporlama sistemlerindeki farklılığa bakmakta fayda olabilir. Nitekim şubat ayının 9'unda Financial Times gazetesinde tam da bu konuda bir haber vardı. Habere göre Avrupa bankaları Amerikan usulü daha şeffaf raporlama standartlarını benimsemek için çalışma yürütüyorlardı. Bu muhasebe standartları farklılığını anlayabilmek için ne yapıldığına biraz daha yakından bakmak lazım. Aslında temel esaslar ve hesap yapısı ABD ve Avrupa arasında fazla değişmiyor. Değişen ABD'de dipnotlar vasıtasıyla hesap hareketleri ve değerleme usulleri hakkında daha ayrıntılı malumat verilmesi. Bu neden önemli? Bilançolarda varlıklar üçe ayrılarak sınıflandırılıyor ve de fiyatlanıyor. Birinci düzeyde, piyasası olan, kolaylıkla el değiştirebilen, fiyatı kolektif bir piyasada oluşturulmuş finansal varlıklar yer alıyor. Bunu kontrol etmek kolay. İkinci düzeyde, daha zor işlem gören, fiyatı her gün olmasa da yakınlarda kolektif bir biçimde belirlenmiş varlıklar yer alıyor. Bu da kontrol edilebilir. Üçüncü düzeyde ise kolektif bir fiyatı olmayan, bankanın kendi birimleri tarafından fiyatlanan varlıklar bulunuyor. İşte zurnanın zırt dediği yer tam da burası. VDMK'lar ve de diğer yapılandırılmış enstrümanlar hep bu bölümde yer alıyor. Hani Credit Suisse'in "Beceriksiz memurlarımız yanlış fiyatlamışlar" dediği varlıklar tam da bu bölüme ait. ABD'deki muhasebe normları ile daha ayrıntılı malumatın aktarıldığı bölüm de tam burası.

    Ne demiştik geçen yıl üçüncü çeyrek bilançoları açıklanırken? Önce herkes kendi riskini fiyatlayacaktı. Sonra herkes herkesin risklerini nasıl fiyatladığını görecekti. İşte bilanço dipnotları bu aşamada kamunun aydınlatılmasına hizmet edecekti. Ondan sonra bilançolar bu kez kolektif bir biçimde yeniden fiyatlanacaktı. Peki, iş neden geçen yıl bitmedi? Çünkü son kolektif fiyatlama esnasında "gelir akımı sigortalama şirketleri"nin bilanço hasarının bütün bilançoları yeniden sorunlu hale getirdiği görüldü. Ortaya yeni bir fiyatlama zorunluluğu çıktı. Peki, yeniden fiyatlama neden yapılamadı? Çünkü "gelir akımı sigortalama şirketleri"nin yeni kredi değerlilik notu halen belirlenmedi. AMBAC, MBIA hâlâ eski (AAA+) en yüksek kredi değerlendirme notunu taşıyorlar. Öyle değiller ama öyleymiş gibi yapıyorlar.

    Kredi notları düşerse ne olacak? Herhalde banka bilançolarından bir 100-150 milyar dolar daha havaya uçup gidecek. İsterseniz bu konuyu da bir anlatalım.

    Muhasebe standartları önemlidir.

    Başımıza gelecekler vardır.

    Etraftaki garip sessizlik epeydir dikkat çekiyordu. Avrupa bankalarından en son haber bu hafta İsviçre'den geldi. Credit Suisse, İsviçre'nin ikinci bü...

  3. #3
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Kriz neden hâlâ Avrupa bankalarını vurmadı

    Kriz neden hâlâ Avrupa bankalarını vurmadı

    22.02.2008 | Güven Sak | Yorum


    Etraftaki garip sessizlik epeydir dikkat çekiyordu. Avrupa bankalarından en son haber bu hafta İsviçre'den geldi. Credit Suisse, İsviçre'nin ikinci büyük bankası, 2008 yılının ilk çeyreğinde kârlarını 1 milyar dolar azaltacak bir gelişmeyi haber verdi. Bilançosundaki VDMK'lerin (varlığa dayalı menkul kıymetlerin) bir bölümü "yanlış" fiyatlanmıştı. Yanlışlık düzeltildiğinde, bilançonun varlık tarafından 2.85 milyar dolarlık bir değerin silinmesi gerekecekti. Açıklama İsviçre'nin bir numarası UBS'den gelen bir açıklamadan hemen sonra yapılmıştı. UBS, şubat ayının 12'sinde, kendisinin VDMK portföyü ve bu portföyün değeri konusunda "son derece şeffaf" olduğunu açıklamıştı. Böylece ortadaki problemin ne olduğunu da açıklıkla vurgulamıştı. Gelin bir bakalım.


    1997 yılındaki finansal krizden farklı olarak ülkeden ülkeye değil de piyasadan piyasaya yayılan bu son krizde manşetler genellikle ABD bankaları ve finansal piyasaları hakkında. Arada bir Avrupa bankalarının da adını duyuyoruz. Ama ortada ABD'deki gibi bir düzenlilik yok. Northern Rock, Societe General, UBS ve de en son Credit Suisse benzer nedenlerle manşete yerleştiler. Bunlardan sadece UBS ve Credit Suisse, ABD'de olup bitenlerle alakalı bilanço hasarı açıkladılar. Sizce bu kriz diğer Avrupa bankalarını da UBS ve Credit Suisse gibi neden hâlâ vurmadı? Ya Avrupa bankalarını krizden koruyan güçlü bir idari-yasal neden var ya da Avrupa bankaları yeterince şeffaf değil? İşte bu nedenle UBS yönetiminin bankanın "son derece şeffaf" olduğuna dair açıklaması esasen son derece önemli bir "tesadüf". Herkes aynı soruyu alçak sesle sorar ama açıklıkla sormazken, UBS aslında açıklıkla sorulmamış soruya bir cevap verdi galiba.
    Avrupa bankalarının bu krizden Amerikan bankaları gibi etkilenmemiş olması teorik olarak mümkün değil. Batı Avrupa ve ABD finansal piyasaları arasındaki entegrasyon ileri bir safhada. Bir ülkede başlayan bir finansal yeniliğin sınırları aşıp, diğer ülkenin bankalarına ulaşmaması mümkün değil. Geçenlerde "yoksa icat çıkarmayı idari kararlarla zorlaştıran Kıta Avrupası hukuk sistemi, krizin panzehiri mi?" diye sormuştuk. Ama zaten Avrupa'da sermaye piyasası düzenlemelerinin temel amacı hep Kıta Avrupası hukuk sisteminin, finansal yenilikler için getirdiği katılığı gidermek oldu. Aynı durum, Türkiye için de geçerli değil mi? Bakın SPK ile ilgili düzenlemelere.
    Avrupa bankalarından gelen dikkat çekici sessizliğin kaynağı hukuk sistemleri arasındaki fark değilse o vakit muhasebe ve raporlama sistemlerindeki farklılığa bakmakta fayda olabilir. Nitekim şubat ayının 9'unda Financial Times gazetesinde tam da bu konuda bir haber vardı. Habere göre Avrupa bankaları Amerikan usulü daha şeffaf raporlama standartlarını benimsemek için çalışma yürütüyorlardı. Bu muhasebe standartları farklılığını anlayabilmek için ne yapıldığına biraz daha yakından bakmak lazım. Aslında temel esaslar ve hesap yapısı ABD ve Avrupa arasında fazla değişmiyor. Değişen ABD'de dipnotlar vasıtasıyla hesap hareketleri ve değerleme usulleri hakkında daha ayrıntılı malumat verilmesi. Bu neden önemli? Bilançolarda varlıklar üçe ayrılarak sınıflandırılıyor ve de fiyatlanıyor. Birinci düzeyde, piyasası olan, kolaylıkla el değiştirebilen, fiyatı kolektif bir piyasada oluşturulmuş finansal varlıklar yer alıyor. Bunu kontrol etmek kolay. İkinci düzeyde, daha zor işlem gören, fiyatı her gün olmasa da yakınlarda kolektif bir biçimde belirlenmiş varlıklar yer alıyor. Bu da kontrol edilebilir. Üçüncü düzeyde ise kolektif bir fiyatı olmayan, bankanın kendi birimleri tarafından fiyatlanan varlıklar bulunuyor. İşte zurnanın zırt dediği yer tam da burası. VDMK'lar ve de diğer yapılandırılmış enstrümanlar hep bu bölümde yer alıyor. Hani Credit Suisse'in "Beceriksiz memurlarımız yanlış fiyatlamışlar" dediği varlıklar tam da bu bölüme ait. ABD'deki muhasebe normları ile daha ayrıntılı malumatın aktarıldığı bölüm de tam burası.
    Ne demiştik geçen yıl üçüncü çeyrek bilançoları açıklanırken? Önce herkes kendi riskini fiyatlayacaktı. Sonra herkes herkesin risklerini nasıl fiyatladığını görecekti. İşte bilanço dipnotları bu aşamada kamunun aydınlatılmasına hizmet edecekti. Ondan sonra bilançolar bu kez kolektif bir biçimde yeniden fiyatlanacaktı. Peki, iş neden geçen yıl bitmedi? Çünkü son kolektif fiyatlama esnasında "gelir akımı sigortalama şirketleri"nin bilanço hasarının bütün bilançoları yeniden sorunlu hale getirdiği görüldü. Ortaya yeni bir fiyatlama zorunluluğu çıktı. Peki, yeniden fiyatlama neden yapılamadı? Çünkü "gelir akımı sigortalama şirketleri"nin yeni kredi değerlilik notu halen belirlenmedi. AMBAC, MBIA hâlâ eski (AAA+) en yüksek kredi değerlendirme notunu taşıyorlar. Öyle değiller ama öyleymiş gibi yapıyorlar.
    Kredi notları düşerse ne olacak? Herhalde banka bilançolarından bir 100-150 milyar dolar daha havaya uçup gidecek. İsterseniz bu konuyu da bir anlatalım.
    Muhasebe standartları önemlidir.
    Başımıza gelecekler vardır.

  4. #4
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Daha sallantılı bir döneme hazır mısınız

    21.03.2008 | Güven Sak | Yorum

    Biz bu haftanın başında kısa bir süre için New York'taydık. Yalnızca pazartesi sabahı Amerikan televizyonlarına hızlıca bir bakabildik. Görmemek elde değildi. Eskiye göre bir fark vardı. Sabahın altı buçuğunda artık "finansal risklerden nasıl kaçınılır" konulu sabah sohbetçileri vardı. Sabah mavrası saatleri artık finansal sistemde olup bitenlerle alakalıydı. İlk sonuç herhalde ortada. Siz burada farkında olmayabilirsiniz ama onlar artık yalnızca bankacılık krizi ile yatıp kalkıyorlar. Sabahları oturup, "Bugün kaç kişi evlerini terk edip, çadırlara taşındı" sayımı yapıyorlar. Böyle bir ortamda "Yok canım, bu işi kolaylıkla atlatabiliriz" diye dolaşmak, mezarlıktan geçerken ıslık çalmaya benziyor. Dışarıda olup bitenler fena halde canımızı sıkacak gibi duruyor, haberiniz olsun.

    http://www.referansgazetesi.com/habe...2952&YZR_KOD=6


  5. #5
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Kriz bize doğru nasıl yürür? Vaziyet umutsuz mudur?

    18.10.2008 | Güven Sak | Yorum



    Daha önce birkaç kere altını çizdik: İçinde bulunduğumuz uluslararası bankacılık krizi, güzel mavi yerküremizin karşılaştığı ilk küresel krizdir. Buradaki "küresel"in manası, banka ve şirket bilançolarının, bugün, dün olmadığı kadar, birbirinin içine geçmiş olmasıdır. Böyle bir ortamda, finansal serbestleşme sürecinden geçmiş, dışa açık bir ekonominin bu ölçekte bir krizin etkilerinden kendisini tamamen soyutlayabilmesi ne yazık ki mümkün değildir. Siz gözlerinizi de kapatsanız, "endişelenmemeye" kararlı da olsanız, vakıa ortadadır. Vakıa ile kavga edilmez. Yalnızca gereken yapılır.
    Evet, gelişmiş ülkelerde krize artık doğru bir biçimde müdahale edilmiştir. Bugünlerde gelişmiş ülke finansal piyasalarında devam etmekte olan sarsıntılar, krizin, bir nevi artçı sarsıntılarıdır. Ne olduğu, bakılınca belli olmayan bir kontrattaki, işlem gününün gelmiş olması sebebiyle ortam yine karışabilir. Ama sonra tekrar durulabilir. Konut sahiplerine yönelik borç yeniden yapılandırması planını da gördükten sonra bu yangın esas olarak kontrol altına alınmış olacaktır. Peki, bu ne demektir? Kriz bitmiş, ortalığı saran yangın, bize gelmeden söndürülebilmiş midir? Keşke öyle olsaydı. Ama ne yapalım ki hayat acıdır abiler: Bu kriz, merkez ülkelerde, bankacılık sistemi yeniden sermayelendirilir, kriz artık etkisini reel kesime doğru yayarken, bizim buralara doğru yürüyüşünü sürdürecektir.

    Şirket ve bilançolar
    Peki ama bu kriz bizim buraya nasıl gelecektir? Elbette gelişmiş ülkelerdeki şirket ve banka bilançoları vasıtasıyla. Hayat artık bir karşılıklı bağımlılık ağıdır. Küreselleşmesinin manası tam da budur. Oranın bankası buranın bankasına doğrudan kredi açmaktadır. Bununla da yetinmemekte, buranın şirketlerine de kredi açmaktadır. Şimdi oranın bankasının bilançosundaki hasar nedeniyle buranın şirket ve bankalarına eskisi gibi kredi açmak istememesi halinde ne olacaktır? Elbette buranın bankaları da bilançoları, hiçbir hasar içermemesine rağmen, tutup kendi bilançolarını küçültmek zorunda kalacaklardır. Paris'teki bankanın riskli işlemleri, buranın bankalarının bilançoları vasıtasıyla buradaki şirketlerin bilançolarını ve de aktivitelerini olumsuz etkileyecektir. Bu kadarla da kalmayacaktır.
    Oranın bankalarından eskisi gibi kaynak bulamayan buranın şirketleri ne yapacaktır? Onlar da oturup, burada mallarını kimden tedarik ediyorlarsa onlara dönüp, "pardon" diyeceklerdir. "Pardon, biz artık eskisi kadar mal alamayacağız, çünkü artık eskisi kadar malı bir araya getirip satacak takatımız yoktur." Sonuçta ne olacaktır? Kökü dışarıda bir daralma zincirleme biçimde ülkemizin her tarafını etkisi altına alacaktır.

    Tüketicilerin tavrı
    Bu nedir? Bu kredi kanalı vasıtasıyla ülkemizdeki iktisadi aktivitenin giderek yavaşlamasıdır. Yanı sıra TL'de değer kaybı ve de faiz oranlarında artış da getirecektir. Peki, bu tek kanal mıdır? Hayır. Bununla beraber bizi dışarıya bağlayan iki kanal daha vardır: Bunlardan ilki şirketler arası ticari ilişkilerdir. Dışarıda iktisadi aktivitenin yavaşlaması, oradan buranın mallarına yönelen talebi daraltacak, sonuçta etki buranın şirketlerinin üretim miktarını daraltmasını zorunlu kılacaktır. Bir başka kanal da buranın tüketicilerinin orada olup biten olumsuz gelişmeleri takip etmekten mutsuz olmalarıdır. Mutsuz tüketici, gelecekten umutsuz tüketici, harcama kararlarını erteleyen tüketicidir. Harcama kararlarını erteleyen tüketici içerideki yavaşlamayı hızlandıran tüketicidir. Kötüdür.
    Bu kanalların hepsi yakın gelecekte Türkiye'de büyümenin geleceği için kötüdür. Peki, bir sıralama yapsak bunlardan hangisi daha kötüdür? En kötüsü kredi kanalındaki daralmadır. Neden? Çünkü buradaki daralma, ülkenin üretim kapasitesinin küçülmesidir. Ülkenin üretim kapasitesinin küçülmesi kısa vadede küresel bir yeniden canlanma olacaksa, ülkenin fırsat kaçırma ihtimalinin yükselmesidir.
    En az kötüsü ise morali bozulan tüketicidir. Morali bozulan tüketici, fiyatların yerine oturması ile pozitif bir servet etkisini hissedebilir. Dolayısıyla bozulan moral tersine dönebilir. Dün kazanılan servetler de yerindedir. Burada aklımızdaki fırsat ne olmalıdır? Unutmayalım ki, Türkiye, iç talebin her zaman için dış talepten daha önemli olduğu bir ülkedir. Dün de böyleydi. Bugün de öyledir. Bugün için bu durum umutlu olmak için bir nedendir.
    Bu kriz bize doğru yürüyecektir. Vaziyet umutsuz değildir.

  6. #6
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Sorunumuz, boş lafın boş laf olduğunu fark etmiş olmamızdır



    06.12.2008 | Güven Sak | Yorum

    function f_showLinks (li) { try { f_display(li); } catch (e) { }}
    Dünya milli gelirinin (Dünya Bankası'nın kalkınma göstergelerine göre) yaklaşık üçte biri iki ülkeden kaynaklanıyor: ABD ve Çin. Geçen 10 yıllık dönemde, ABD ve Çin'in tempolu büyüme performansı sayesinde, dünya ekonomisi, bir bütün olarak, hızlı bir büyüme performansı gösterdi. Ama geçen hafta gelen iki haber, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını ortaya koydu. Haberlerin ilki Amerikan Ulusal Ekonomik Araştırmalar Bürosu (NBER), diğeri ise Dünya Bankası kaynaklıydı. Bakın ne diyorlardı?
    NBER, Amerikan ekonomisinin, Aralık 2007'den beri bir daralma sürecine girdiğini "resmen" açıkladı. NBER'nin görevi bu durumda resmi açıklamayı yapmak. Kurum, gerekeni uzun süre beklemeden yaptı. Bu arada Dünya Bankası, Çin ekonomisi hakkında Aralık 2008 tarihli raporunu açıkladı. Buna göre Çin ekonomisi halen etkileri açıklıkla hissedilmese bile, yavaşlamaktaydı. Bu haberler Türkiye için de bir mana ifade ediyor. Müsaadenizle bu haberlerden bize ilişkin birkaç sonuç çıkaralım. Çıkaralım ki, yanlışa meydan verilmesin. İş dünyasındaki artan tedirginlik hemen öyle ilk elden "kriz fırsatçılığı" diye kategorize edilmesin.
    İlk tespitle başlayalım: Dünya ekonomisi önümüzdeki dönemde eskisi kadar tempolu büyümeyecek, çünkü küresel büyümenin iki motoru da aynı anda teklemeye başlamış bulunuyor. Dünya ekonomisi 2007'de %3,7 büyümüştü. 2008'de bu oran %2,6'ya düşmüş olacak. 2009 beklentisi ise %1 civarında. Böylece büyüme performansı yaklaşık dörtte birine inmiş olacak. Bunun Türkiye'yi etkilememesi düşünülemez. Bu birinci nokta.
    Gelelim ikinci tespite: Dünyamız, dış talep daralmasını henüz yoğun olarak hissetmedi ama 2009'da hissedecek. Dünya ekonomisindeki toplam ithalat 2007'de %7,4 artmıştı. Büyüme, dış mallara olan talebi de büyütmüştü. 2008'de bu oranın %5,8'e inmesi bekleniyor. Bu aslında şimdilik dışarıdan gelen etki az hissediliyor demek. 2009 beklentisi ise %2,5'lik bir küçülme. Dolayısıyla dış talebin daralmasını henüz tam olarak görmedik, yakında göreceğiz. Türkiye açısından bakıldığında biz Avrupa Birliği bölgesine ihracat yapıyoruz. Dolayısıyla ABD'de başlayan problemi en derin hisseden ve ilk tepki veren pazarla ilişki içindeyiz. ABD ve Çin'e, AB'yi de eklediğimiz zaman, zaten dünya ekonomisinin yarısından bahsetmiş oluyoruz. Biz burada, etkinin ilk bölümünü zaten hissetmiş durumdayız. Ancak bu etki bundan böyle yayılarak, derinleşecek. Mesela Çin artık daha fazla hissedecek daralan dış talebi. Hadi oradan hep beraber yeniden hissedeceğiz.
    Bugüne kadar, Avrupa daralırken gelişmekte olan ülkeler, küresel piyasaların daha kıyısında kalan ülkeler eski performanslarını sürdürmeye çalışıyordu. Ancak bu durum sürdürülebilir değil. 2009'da dış talep daralmasının daha da derinleşeceğini bugünden bilmekte fayda var. Bu durumda, dış ticaretteki daralmanın ticari finansmandaki daralma ile daha da derinleşmesini beklemek gerekiyor. Buyurun size ikinci tespitten türeyen bir üçüncü tespit.
    Peki, bu durumda ne beklemek gerekiyor? Bu durumda, müdebbir tüccarın şirketin geleceğini düşünerek, tedbir alması gerekiyor. İşte o tedbirlerin de daralmayı öne çekmesini beklemekte fayda var. Ama bakın 2001'de tam da öyle olmamıştı. Gelin farka bir bakalım: Önümüzdeki meselenin 2001'den farkını lütfen gözünüzde canlandırın. O vakit, şirketlerimiz "tünelin ucundaki ışık"ın farkındaydı. Bugün ise değiller. "Tünelin ucundaki ışık"ın farkında olan şirketlerimiz, 2000-2001 krizinin getirdiği zararı birden karşılamak yerine orta vadeli bir tavır alarak, o günkü zararlarını orta vadeye yaymaya karar verdiler. O gün orta vadenin "çok da uzak olmayan bir gelecek" olduğuna yönelik bir kanaat vardı. Ortada bir tedbirler seti vardı. O tedbirler bütünü güven artırıcı bir rol oynamıştı. Geleceğimizden umutsuz değildik. Şimdi olmayan işte tam da budur.
    Böyle bir ortamda, tek tek iktisadi aktörlerin alacağı tedbirler toplu olarak hepimiz için iyi olmayacaktır. Elinde parası olan "yarın ne olurum?" endişesi ile parasını harcamayacaktır. Şirketlerimiz "maliyet azaltıyorum" diye işinin işleyişini bozacaktır. Piyasa aksaklığı işte tam da budur. Tek tek bizim için iyi olanlar, her zaman, toplu olarak, bizim için iyi değildir. Burada koordinasyonu piyasa yapamaz, iktisat politikasının amacı budur.
    Vaziyet şudur: Bugün bu daralmadan nasıl ve ne zaman kurtulabileceğimiz konusunda bir işaret yoktur. Ortada yalnızca, en yetkili ağızlardan çıkan, "boş laf" vardır. Bu durumda ortadaki soru şudur: Boş lafa bakarak şirket yönetilebilir mi? Hayır. Boş lafa bakarak, gençler kariyerlerini planlayabilir mi? Hayır. Boş laf önümüzde ufuk açabilir mi? Hayır.
    Türkiye'nin problemi, herkesin, "boş laf"ın "boş laf" olduğunu fark etmiş olmasıdır. Felaket buradadır. Rakamlar ortadadır. Hayat, gözleri olup görmeyenlere, olup bitenlerin manasını pek yakında öğretecektir.

  7. #7
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart 'Bu krizin neresi psikolojik Allah aşkına!'



    31.01.2009 | Güven Sak | Yorum






    Ahir Zaman Hurafeleri Kataloğu; İki numaralı kayıt:
    'Bu krizin neresi psikolojik Allah aşkına!'

    Uluslararası bankacılık krizi bizim kıyılara vurduğundan beri etrafı gerçekle herhangi bir alakası bulunmayan bir açıklama biçimi sarmaya başladı. Ne zaman lafa "kriz" diye girecek olsanız daha alınması gereken tedbirlerden bahsetmeye başlayamadan, bilmeyenlerin o her zamanki bilgiçliğiyle, "Bak o tamamen psikolojik" diyorlar. Öyle bir diyorlar ki, sanki ortada esasen bir problem yokmuş da siz bir nevi kâbus filan görmüşsünüz de uyandığınızda içinde yaşadığınız sıkıntılar sona erecekmiş gibi. Öyle bir diyorlar ki, sanki siz problemden hiç bahsetmezseniz o problem olduğu gibi yok olacakmış gibi. Yoktur böyle bir şey. Var zannedenler, kriz tehlikesi karşısında, "devekuşu taktiği"nin işe yarayacağını zannedenlerdir. İşe yaramayacaktır. Gelin bugün "Ahir Zaman Hurafeleri Kataloğu"na ikinci Referans kaydını düşelim. İlk notu "Türkiye'de tekstil bitti, abi" başlığı altında düşmüştük. Bugünkü notun başlığı ise açıktır: "Bu krizin neresi psikolojik Allah aşkına."
    Şimdi şöyle bir rakamlara bakın öncelikle. Sanayide kapasite kullanım oranları Şubat 2008'den beri azalıyor. Aralık ayındaki azalış geçen yıla göre yüzde 22 oldu. En son açıklanan verilere göre eylülden ekime istihdam edilen kişi sayısı 263 bin azaldı. Kapanan işyerlerinin sayısı, 2008'de, yüzde 58 artarak 37 bine çıktı. İhracat pazarlarımız hızla daralıyor. Beklenti anketlerindeki ihracat sipariş eğilimi göstergeleri daralmanın süreceğine işaret ediyor. Tüketici güveni aralıkta hafifçe toparlansa da halen çok düşük seyrediyor. Bu durum iç pazardaki daralmanın devam edeceğini gösteriyor. Alışveriş vadesi sıfıra indi. İşlemler nakit para üzerinden yapılmaya başlandı. Yalnızca yüksek maliyetli girdiler nedeniyle, şirketlerin yazdığı zarar, milyarca doları buldu. Üstelik bunların tümü son üç ayda oldu. Şimdi söyler misiniz? Yukarıda sayılanların hangisi psikolojiktir? Hangisi uydurmadır? Hepsi devletin rakamlarından türetilme değil midir? Tümü de son derece gerçek değil midir? Öyledir.


    Psikolojik hurafesi
    "Bu kriz psikolojik" hurafesinin kataloğa eklenmiş olmasının nedeni açıktır: Amaç, ifadesi içinde bulunduğumuz fırtınayı küçümsemektir. Olup biteni küçümseyen, tedbir alma konusunda da son derece rahat davranacağı için, "bu kriz psikolojik" söylemi memleketimiz için son derece zararlıdır. Derdi eve ekmek götürmek olanlar için son derece büyük bir tehdittir. Yapılabileceklerin yapılmasını engellediği için son derece kötüdür. Halbuki bu kriz son derece ciddidir. İnsanlık tarihinin son yüzyılda gördüğü en önemli krizi gelip geçici bir meltem gibi görmemekte fayda vardır.
    Problem nerededir? İki yerdedir. Öncelikle şirketlerimiz ellerinde mal stoku olmasına rağmen, nakit ödeme yapmayan kimseye mal satmamayı tercih etmektedirler. Neden? Türkiye'de işlemler vadeli çekler vasıtasıyla görülmektedir. Bir işadamı, bir diğerine mal sattığında karşı tarafın değişik vadelerde ileri tarihli çeklerini almaktadır. Daha sonra bu ileri tarihli çekler bankalardan işletme sermayesi kredisi olarak, kaynak kullanmaya olanak verdiği için yoğun olarak kullanılmaktadır. Son dönemde, işte, ekonomimizde bu zincir kopmuştur. Bu birinci hadisedir ve de hiçbir biçimde psikolojik değildir. Olup bitenler, sonuçları açısından son derece reeldir.
    Peki, işin başlangıcı açısından bakıldığında ortada psikolojik bir hadise var mıdır? "Vardır" diyenin, iş dünyasının işleyişinden habersiz olması, gerçeklerden kopmuş olması gerekmektedir. Neden? Üretim yapan şirketler, sipariş toplarlar. Siparişler üretimin yapıldığı tarihten önce toplanır. Eğer siparişlerde bir azalma olursa, şirketin belli bir sipariş akışına göre tasarlanmış olan üretimini azaltmak gerekir. Aksi takdirde, şirketin stokları artar. Stok taşımak, o stoku sürekli finanse etmek gerekeceğinden maliyetlidir. Şimdi siparişlerinin azaldığını, stoklarının artmakta olduğunu gören bir firma ne yapar? "Aman canım, bu durum psikolojik, kocaman kocaman yöneticilerimiz de öyle diyor. Ben en iyisi üretime devam edeyim ve bir süre daha stok biriktirip, onu finanse etmeye devam edeyim" mi der. Yoksa "acaba herkesin işi de benimki gibi kötü olabilir mi?" diye merak etmeye mi başlar. Nedir cevabınız? Eğer "Bu iş psikolojik, ortada geçici bir daralma var" diyen kocaman kocaman yöneticiler işin neden geçici olduğunu "makul ve mantıklı" bir biçimde izah edemiyorlarsa, siz merak etmez misiniz, "Acaba herkesin işi de benimki gibi kötü olabilir mi?" diye. Her yerden benzer cevaplar alırsanız ve de tek başınıza olduğunuzu düşünüyorsanız, ne yaparsınız? Elbette üretiminizi azaltırsınız. Kimseye mal satmazsınız. Çünkü kimsenin bu krizden nasıl etkilendiğini bilmiyorsunuzdur.

    Nakit girişi azaldı
    İkincisi, bankalarımız ellerindeki nakti şirketlere vermek yerine Hazine'ye borç vermeyi tercih etmektedirler. Tam da bu nedenle, bakın memleketimizde faiz oranları nasıl seyretmektedir. Merkez Bankası kendi piyasa faiz oranını 12.75'e indirmiştir. Bankalar mevduat faizini yaklaşık yüzde 14'lere çekmiştir. Hazine bonosu faizleri yaklaşık yüzde 15-16 dolayındadır. En iyi şirkete kullandırılacak kredinin faizi ise yüzde 30'a çakılmış durmaktadır. Bankaların fonlama maliyetlerindeki azalma, şirketler kesimine kaynak maliyeti azalması olarak geri dönmemektedir. Neden? Merak edenlerin yukarıdaki iki paragrafı yeniden okumalarında yarar vardır. Bankalarımız da piyasanın içindedir. Şirketlerin nakit girişlerindeki azalmayı onlar da takip etmektedir. Azalan nakit girişi demek şirketlerin daha riskli olması demektir. Bu ne demektir? Merkez Bankası faiz indirimleri şirketler kesimine hiçbir fayda sağlamamaktadır. Şimdi bunun neresi psikolojiktir? Hiçbir yeri. Biz buna normal hayatta belirsizlik deriz. Belirsizlik artarsa yatırım ve üretim kararları alınamaz olur. Belirsizliği iş insanları kendi başlarına çözemezler.
    Peki, bu durumda işimiz Allah'a mı kalmış durumdadır? Hayır. Devlet işte böyle günler için lazımdır. Hükümetler böyle zamanlarda devreye girmek için para alırlar. Bu aygıta bu nedenle ödeme yapılır. İstikrarı temin etmek devletin görevidir. Tabii, bunların da becerikli olanları ve beceriksiz olanları vardır. İşte böyle bir ortamda, Amerikan Merkez Bankası (FED) şirketler kesimini doğrudan fonlamak için bir dizi yeni mekanizma geliştirmiştir. Problem orada da aynıdır. Şirketlerin nakit girişleri, azalan satışlarla birlikte azalmıştır. Bu durum, şirketlerin likidite ihtiyacını artırmaktadır. Bankalar artan riskler nedeniyle bundan kaçınınca FED devreye girmektedir. İngiltere'de özellikle KOBİ'lerin finansmana erişimi için kredilere kamu kefaleti verilmesini içeren mekanizmalar tasarlanmaktadır. Yapılanlara bakınca özellikle mevcut kredilerin bir bütün olarak yeniden yapılandırıldığı, pro-aktif olarak yeniden yapılandırıldığı görülmektedir. Kore'de benzer bir eğilim görülmektedir. Fransa'da şirketler arası işlemlerin güvenle devam ettirilebilmesi için devlet destekli alacak sigortası mekanizması tasarlanmaktadır. Bütün bu ülkeler pro-aktif olarak sistemin kılcal damarlarındaki tıkanıklığı çözmeye çalışmaktadır. Kimse bizdeki gibi "devekuşu taktiği"ne sarılmamaktadır. Düzeltelim: Sorumlu ve becerikli yönetimler ellerini taşın altına koymakta, iş dünyasının önünü açmaya çalışmaktadırlar. Orada yapılanın aynısının burada da yapılmasına ihtiyaç vardır.

    Yokmuş gibi yaşanmaz
    Böyle bir ortamda "bu kriz psikolojik" hurafesi, ortada geçici bir durum varmış kanısı yaratarak, kamu otoritesini, en gerekli anda, hareketsiz kılmaktadır. Bu yanlıştır. Bir boş inançtır. Yapılan esasen, "İçinde yaşadığımız küresel iktisadi kriz ortamını hiçbir tedbir almadan, yalnızca kriz yokmuş gibi yaparak, aşmamız acaba mümkün müdür?" diye sormaya benzemektedir. El cevap ortadadır: Hayır, devekuşu taktiği ile hiçbir şey yapmadan bu krizi hasarsız atlatmak mümkün değildir. Bu krizin bırakacağı hasar geçici olmayacaktır. Kalıcı olacaktır. Böyle giderse son derece kalıcı olacaktır. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Bildiğini söylememek kötüdür.
    Demek ki neymiş? Bu krize devekuşu taktiği sökmezmiş. Önümüzdeki ilk seçimlere kadar "cambaza bak cambaza" numarası ile dikkatler başka yerlere, örneğin, "Davos muharebesi"ne odaklanabilir. Ama sonuç değişmez: Bu krize karşı devekuşu taktiği sökmez. Bu kriz psikolojik değildir. Yokmuş gibi yapınca işler kendiliğinden halloluvermez. Kriz tedbir ister. Bir devlet büyüğümüzün yakınlarda veciz bir biçimde ifade ettiği gibi bu yıl için gerçek şudur: "Ufku yerel seçimle sınırlı olan, genel seçimlere kadar gidemez".
    İş ciddidir. Hazreti İsa'nın doğumundan sonraki 2009'uncu yılın ocak ayının 31'inci gününde, Ahir Zaman Hurafeleri Kataloğu'na iki sayısı ile işbu kayıt düşülmüştür.

  8. #8
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Balkanlar'dan bu kez ne kokusu yükseliyor



    21.02.2009 | Güven Sak | Yorum



    Rebecca West, 1930'larda, Balkanlar üzerine yazarken "imparatorluk cesetlerinin kokusu"nun dayanılmaz olduğunu söylüyordu. (Yazarımız tam tamına şöyle diyordu: "I hate the corpses of empires, they stink as nothing else.") O vakitler Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu daha yenilerde sona ermişti. Balkanlar karmakarışıktı. Bu günlerde yine karmakarışık. Balkanlar'dan yine yoğun bir koku yükseliyor. Bu kez yine biten bir dönemin kokusu havayı sarmış gibi duruyor Balkanlar'da. Havadaki koku aynı West'in söylediği gibi dayanılmaz. Balkanlar'da bu günlerde iktisadi kriz havası var. Bu iktisadi kriz ile birlikte küresel kriz ilk kez bizim gibi ülkelere özgü farklı bir yüzle ortaya çıkıyor. Türkiye'de oturup dikkatle Balkanlar'da ne olduğunu takip etmemiz gerekiyor. Tam üç nedenle dikkatle takip etmekte fayda var. Gelin bugün Balkanlar'da ne olduğuna bir bakalım.
    Balkanlar'da hava döndü. Halbuki, daha birkaç yıl öncesine kadar, keyifler son derece yerindeydi. Avusturya, İtalya, İsviçre bankacıları ordular halinde bölgede dolaşıyor ve de hem euro hem de İsviçre Frangı cinsinden kredi açıyorlardı. Kimi Avrupa Birliği (AB) üyesi olan, kimi AB üyesi olmayan ülkeler hızlı bir biçimde büyüyorlardı. İnsanlar geleceğe umutla bakıyorlardı. Sonra kriz geldi. Her ülkenin performansı krizden etkilendi. Kriz Balkanlar'a son dönemde bildiğimiz gibi yalnızca finansal kriz biçiminde, banka bilançoları vasıtasıyla gelmedi. Önce reel sektör etkilendi. Herkesin nakit dengesi bozuldu. Bozulan nakit dengesi ödemelerin yapılmasını zorlaştırmaya başladı. Bu arada, kredilerin niteliği nedeniyle herkes yabancı para cinsinden borçluydu. Herkes yabancı para talebini artırınca, yerel paralar hızla değer kaybetmeye başladı. O vakit yabancı para cinsinden borçları ödemek daha da zor hale geldi. Nakit dengesi iyice bozuldu. İşler şirazesinden çıkma eğilimi göstermeye başladı.
    "Bu işin sonu ne olacak?" diye ilk uyanan Avusturya bankaları oldu. Ama artık çok geçti. Yaklaşık 4 aydır Viyana'da toplantı üzerine toplantı yapılıyordu. Avusturya bankalarının Balkanlar'a açtığı kredilerin toplamı Avusturya'nın milli gelirinin yüzde 75'i civarındaydı. Yani çoktu. Bu oran İtalya için yüzde 30'lara doğru düşüyordu ama yine de çoktu. Balkanlar'daki reel sektör krizi, AB için bankacılık krizi anlamına geliyordu. AB'nin bankacılık krizini hatırlayalım lütfen. İş, önce, Amerikan bankalarının bilançolarından başlamıştı sonra bunlarla ilişkili operasyonlar nedeniyle problem, Avrupa bankalarına sıçramıştı. Şimdi tüm bunların üzerine bir tüy dikmek üzere, Balkanlar'daki reel sektörün krizi, AB için bir bankacılık krizi haline dönüşüyordu. İşte Almanya burada devreye girdi. Almanlar, AB'nin kaynak sağlayarak, bölgeye müdahale etmesi gerektiğini söylemeye başladılar.
    Balkanlar'da ortaya çıkan gelişmeler, Türkiye açısından, üç açıdan önem taşımaktadır. Birincisi, Balkanlar'daki kriz, küresel krizin Türkiye benzeri ülkeleri nasıl etkileyeceğini göstermektedir. Merkez ile çevrenin etkilenme biçimi birbiri ile aynı değildir. Kriz, orada banka bilançolarından çıkarak, reel kesimi etkilemiştir. Bizim gibi ülkelerde ise reel sektörden çıkarak, banka bilançolarını etkileyecektir. Bu, birinci noktadır. Balkanlar'daki gelişmeler ipucu vermektedir. İkincisi, gelişmekte olan ülkelerde başlayacak bir krizin nasıl çözülmesi gerektiğine ilişkin de bilgi edinmek mümkündür Balkanlar'dan. Bu alanda, Almanya'nın devreye girme sinyali son derece önemlidir. Çevrede başlayan krizin etkisini sınırlandırmak için gelişmekte olan ülkelerin devletten devlete kaynaklarla devreye girmesi gerekmektedir. Bu krizin piyasa mekanizması vasıtasıyla yönetilebilmesi mümkün değildir. Üçüncüsü ise Balkanlar'daki kriz, kısa vadede, Türkiye'nin risk priminin artmasına neden olacaktır. Balkanlar'da başlayan kasırga, yerlilerin bilançolarındaki yüksek yabancı para cinsinden borçlar nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bu gelişmenin Türkiye'deki yabancı para cinsinden borçları herkesin gözüne sokmasını beklemekte fayda vardır. Önümüzdeki dönemde, bugüne kadar, yeterince ön planda olmayan bu meselenin daha bir ön plana geçmesini beklemek gerekecektir.
    Yirminci yüzyılın başında olduğu gibi, yirmi birinci yüzyılın başında da Balkanlar'dan yükselen koku rahatsız edicidir. Bu kez karşımızda olan problemin kaynağı finansal büyücülük vasıtasıyla geliştirilen bir dizi araç değil, bildiğimiz kredilerdir. Kredilerin borçluları Balkanlar'dadır. Alacaklılar ise başta Avusturya olmak üzere bir dizi Batı Avrupa bankasıdır. Buradaki gelişmeler bizim yakın geleceğimiz açısından son derece öğretici olacaktır. Dikkatle izlemekte fayda vardır.

  9. #9
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Yoksa bu kriz sona mı eriyor, anacım

    19.03.2009 | Güven Sak | Yorum



    Yok canım. Nereden çıkardınız? Ona daha çok var. Hükümetimizin en sonunda doğru yolu bulmuş olması yetmez. Daha atılacak bir sürü adım, alınması gecikmiş bir dizi tedbir var. Vergi indirimleri sonrası otomotiv talebine bakıp "Yoksa bu kriz sona mı eriyor, anacım" demek mümkün değildir. Bu, bir saman alevidir ama içerdiği müjdeli bir mesaj da vardır. Keçiboynuzunu kemirmeye razıysanız, müjdeli haberi size iletelim efendim.


    Bu hafta otomobil ve beyaz eşyada Özel Tüketim Vergisi oranları üç aylığına düşürüldü. Hafta başından beri herkes otomobil satışlarını takip ediyor. Bayiler memnun, telefonları yeniden çalmaya başlamış. İlk kez siftah yapmaya başlamışlar. Geçen akşam bir televizyon kanalında haber şöyleydi: "İlk gün 600 araba satıldı." Bu, belli bir marka ürünle ilgiliydi sanırım. Şimdi bunlar fevkalade iyi elbette. Ancak gerçeği gözden kaçırmamak gerekiyor: Bu tedbir tek başına kaldığında bir saman alevi gibi gelip geçecektir.
    Gelin üç adet tespit yapalım: Otomotiv satışlarının artıyor olması, otomobil fabrikalarının tam kapasite çalışmaya başlayacağı anlamına gelmez. Bu bir. Daha önemlisi, bu tedbir tek başına, ülkemizin otomobil sektörünün ayakta kalmasının garantisi değildir. Bu da iki. "Arkadaşım, işte bakın, üzerimize düşeni fevkalade yaptık" diye bir kenarda oturma zamanının geldiğini ise kesinlikle göstermemektedir. Bu da üç.
    Birinciden başlayalım. Bugün otomobil satışlarının günlük birkaç yüze çıkması, otomobil fabrikalarının çalışan sayısını artırmalarına yaramayacak. Geçen yıldan beri stoklarda bekleyen otomobil sayısı yaklaşık 150 bin civarında. Şimdi bu stoku günde 1000 otomobil satsanız ancak bir yılda eritirsiniz de yeni araba yapmanıza gerek bile olmaz. Dolayısıyla bu tedbir fabrikaları çalıştırmaz. Olsa olsa firmalarımızın dayanma gücünü birkaç ay artırır. Birkaç ay ise iç pazarı canlandırmaz. Bu birinci noktadır.
    Şirketlerimizin sorununu tam kavramadan içinde bulunduğumuz soruna çözüm bulunamaz. İç ve dış talebin daralması sonucu şirketlerimizin mamul ve hammadde stokları vardır. Bu stokların problemi ikidir. Birincisi, hammadde fiyatlarındaki hızlı düşüşün de etkisiyle stoktaki malın fiyatı, piyasa fiyatının zaten altındadır. Bu stoktan yapılan her satış esasen zarardır. Şirketin işletme sermayesini götürür. İkincisi, malı stokta tutmak demek, o mala para bağlamak demektir. Aktifte stok tutulan malı, her gün pasiften fonlamak gerekir. Stokta mal tutmak demek, işletme sermayesi ihtiyacının artması demektir. Şimdi alınan tedbir ile yapılan her satış şirketin işletme sermayesinin bir bölümünü götürürken işletme sermayesi ihtiyacı baki kalacaktır. Bayilerle ilişkiler de ek işletme sermayesi gereği yaratmaktadır. Dolayısıyla iç pazarı tek başına canlandırmak, şirketlerimizin problemine çözüm değildir. Şirketlerimizin nakit dengesini yeniden tesis etmek önemlidir. Şirketlerimizin işletme sermayesi desteğine ihtiyacı vardır. Bu da olsun ikinci nokta.
    Vergi indirimi kararı bu çerçevede bakıldığında bir saman alevi kadar etkili olacaktır. Gelip geçecektir. Peki, alınan kararın müjdesi nerededir? Müjdeli haber şudur: Saman alevi kadar bile olsa bir etki yaratmak mümkündür. Topal da olsa tek başına da kalsa politika aktivizminin bir faydası olacaktır. Az olacaktır ama olacaktır. Ekonomide hiç değilse zarardan kâr elde etmek mümkündür. Kriz dışarıyı kasıp kavursa bile, içeride bir hareket alanı açılabilir. Yapılması gereken çok yönlü bir tedbir paketini bir an önce gündeme getirmektir.
    Gün aktif iktisat politikası günüdür. Gün, sürekli deney günüdür. En çok deneyen, sonucu en çabuk bulacaktır.
    Önkoşul, dünün kısıtlayıcı varsayımlarını bir an önce unutmaktır. Açık fikirle önümüzdeki meseleye bakmak önemlidir.

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
YASAL UYARI
Ekonomi, Borsa ve Para piyasaları" bölümünde yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yayımlanan Seri:V, No:52 Sayılı "Yatırım Danışmanlığı Faaliyetine ve Bu Faaliyette Bulunacak Kurumlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ" çerçevesinde aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çevresinde sunulmaktadır. Burada ulaşılan sonuçlar tercih edilen hesaplama yöntemi ve/veya yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmakta olup, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabileceğinden sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir.Yatırımcıların verecekleri yatırım kararları ile bu sitede bulunan veriler, görüş ve bilgi arasında bir bağlantı kurulamayacağı gibi, söz konusu yorum/görüş/bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan www.keyborsa.com web sitesi ve/veya yöneticileri sorumlu tutulmaz.
Google Privacy Policy
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193