Barkın Karslı

“Bizi ters çevirdikleri zaman Batı, Batıyı ters çevirdikleri zaman biz çıkarız.”1
Türkçe’nin en büyük romancılarından biri sayılabilecek Kemal Tahir, yaşamının hiçbir döneminde herhangi bir ideolojiye doğrudan bağlanmamakla birlikte sosyalizm düşüncesini usu ve mantığıyla benimseyen bir edebiyatçı olmuştur. Aile yapısı, çocukluğu, aldığı eğitim, cezaevinde geçirdiği yıllar ve çok önem verdiği ahlak anlayışının olağan bir çıktısı sayılabilecek siyasi çizgisi, sürekli sorgulamalarla geçen yıllar içerisinde sosyalizme evrilmiştir.
1910 doğumlu Kemal Tahir’in neden sosyalist olduğunu daha iyi anlayabilmek için çocukluğuna ve gençliğine bakmak gerekir. Babası Yıldız Sarayı özel marangozluğuna getirildikten sonra II. Abdülhamit’in güvenini kazanarak onun hünkar yaverliğini yapmış, annesi II. Abdülhamit’in kızı Naile Sultan’ın hizmetinde çalışmış Kemal Tahir’in ailesinin yaşamı II. Meşrutiyet’in ilanı ve 31 Mart Vakası ile baştan aşağı değişir. 8-10 yaşlarındayken I. Paylaşım Savaşı’nı yaşar, çocuk yaşında İstanbul’dan Kuvayı Milliye güçlerine malzeme taşınmasına yardım eder, 1923-1926 yılları arasında okuduğu (Türkiye’nin Batı’ya açılan kapılarından) Galatasaray Lisesi’ni annesinin vefatı üzerine baş gösteren geçim kaygısıyla 8. sınıfta terk etmek zorunda kalır. Dindar sayılabilecek bir ailesi olan Kemal Tahir, Nâzım Hikmet, Kerim Sadi ve Mustafa Börklüce (Sarı Mustafa) gibi kişilerle tanıştığı 1935’lere değin rejimin –CHP’ye muhalif olan arkadaşlarıyla yumruk yumruğa kavga edip Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafını hep yanında taşıyacak kadar– inançlı bir savunucusudur. Aynı yıllarda sol eğilimli Tan gazetesinde yazıişleri müdürü olarak çalışır. Türkiye solundaki kişilerle yakınlaşması da aynı döneme rast gelir. 1930ların ortalarından itibaren içine girdiği çevrelerin tetiklediği dönüşümü 1935’te yazdığı bir mektupta, “Yarım yırtık bilgili kafama birçok kocaman meseleler yığdılar. Kant, Dekart, Niçe, Engels, hatta Marks bomboş kafamda koşmaca oynuyorlar. Demokrasi, liberalizm, Komünizm, Bolşevizm, Faşizm, Hitlerizm, Emperyalizm fır dönüyor kafamda. Gözleri yeni açılan anadan doğma bir kör gibiyim,” 2 sözleri ile niteler. Aynı yıllarda Kemal Tahir’in Fatma İrfan’a yazdığı bir mektuptaki keskin gözlemler onun Kemalizmden kopmakta oluşunun işareti kabul edilebilir:
“…Kadın Konferansı Yıldız Sarayı’nda şampanya açtırıyor da, Beyoğlu Caddesi’nde saat ondan sonra vur aşağı tut yukarı Türk kızları satılıyor; imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz de, herifçioğlu 10 yıllık metresini on kurşunda öldürüp Şifa Yurdu’na yan geliyor; fikirlerini serbest konuştu diye tombul bir delikanlı hapse tıkılıyor da, vatan delikanlılarını, nefes nefes zehirleyen muhterem eroinci çeteleri köşe başlarını kesiyor.” 3

1938’de Nâzım Hikmet ve Hikmet Kıvılcımlı gibi isimlerle birlikte komünizm propagandası yaptığı gerekçesi ile tutuklanan Kemal Tahir için zorluklarla dolu cezaevleri, onu daha fazla okumaya ve mevcut düzeni sorgulamaya iterken, öğretici bir okul işlevi görür. 1950’de hapisten çıkan Kemal Tahir, 1955’te Millî İstihbarat Teşkilatı’nın gerçekleştirdiği sonradan ortaya çıkan bir komplo (6-7 Eylül Olayları) sonucu yüzlerce sol görüşlü kişiyle birlikte bir süre tutuklu kalır, bu onun son cezaevi deneyimidir. Bu ayrıntısız özetin ardından, Kemal Tahir’in sosyalizm düşüncesi ile ilintisine; bu bağlamda Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti’ne bakışına ve Kemalizme getirdiği eleştirilere geçebiliriz.

Kemal Tahir Marksçı anlamda diyalektik materyalist düşünceyi ve Marksist tarih çözümleme yöntemini, olabilecek “en son, en gerçek bilimsel dünya görüşü” olarak değerlendirir 4, sosyalist olmak ise öğrenilebilecek bir şey değildir:

“Sosyalist olmak demek o sınıfın içinden gelerek düşünmek demektir. İşçi sınıfının içinden gelmiyorsan, istediğin kadar sosyalizmi öğren, sosyalist olamazsın ve sosyalist işçi gibi düşünemezsin!.. Sosyalist, teorisini tıpkı şoförün arabasını kullandığı gibi kullanır; yani, bilinçaltına indirerek… Şoför, arabasını kullanırken bir dönemece rasladığı sıra, ‘Şimdi gazdan ayağımı hafifçe çekeceğim, direksiyonu kıracağım, dönemeci içerden alacağım,’ diye düşünmeden bütün bunları bilinçaltı yığıntısı ile nasıl yaparsa, bir sosyalist de olaylar karşısında ‘Marx şöyle demişti, Engels’in açıklaması böyle, Lenin bu durum karşısında şu yolu tuttu, öyleyse ben böyle davranmalıyım,’ gibi şeyler düşünmeden, bilinçaltı davranarak sosyalizme denk düşer. Çünkü sosyalizm, işçi sınıfının düşünce biçimidir. Eğer bir insan işçi sınıfından gelmiyorsa işçi sınıfı ile özdeşleşmedikçe sosyalist olamaz ve sosyalist gibi düşünemez.” 5

Türkiye gibi Doğu toplumlarını “Batılı” sosyalist düşünceyle ele almanın yanlış olacağını belirten Tahir, gerek Türkiye gerekse Osmanlı İmparatorluğu’na ilişkin çözümlemeler yaptığı romanlarında –tam benimsememekle birlikte– Marksist literatürde yer alan “Asya Tipi Üretim Tarzı”na göndermelerde bulunur. Buna göre bireysel sermaye ve iyelik duygusunun fazla gelişmediği Osmanlı İmparatorluğu’ndakine benzer Doğulu toplumlarda, derebeylik ve burjuvazi de kök salamadığı için, merkezî devletler büyük yatırım gerektiren (sulama vb.) işlerin gerçekleştirilmesinde temel güç konumundadır. Tahir, “Soyadı kurumu olmayan Osmanlı’da Tanzimat’a kadar bir tek toprak alım satımı kaydına rastlanmaması”nı bu duruma örnek gösterir 6. Mülkiyet kavramına atfedilen önemden ötürü Batı’nın sosyalizme geçmesinin ancak “çok kanlı ve uzun ihtilaller” ile mümkün olabileceğini düşünen Kemal Tahir, Asya tipi (Doğulu) toplumların yapıları itibarı ile sosyalizme daha yakın olduklarını savlar. “Asya tipi toplumların kurtuluşu[nu] bilimsel sosyalizmde” gören Kemal Tahir, “[b]ilimsel sosyalizm[in], her topluma, gerçek, yerli, bilgili sosyalistlerce uygulanacak bir metod” olduğunu belirtir7. Tahir’e göre Türkiye’de çalışanların, devleti, sosyalist amaçlarla ayaklanıp ele geçirmesi söz konusu değildir; sosyalizmi devlet getirecektir. Emekçiler tepeden inme yöntemiyle gelecek bu sosyalizmi bilimsel sosyalizm ölçülerine göre geliştirip yaşatmakla yükümlü olacaktır.

1965’te yayımladığı Yorgun Savaşçı romanında Mustafa Kemal’e fazla eleştirel yaklaşmamakla birlikte, resmî tarihte yer alan Kurtuluş Savaşı söylemini sorgulayan ve Kurtuluş Savaşı olarak nitelenen olaylar bütününe ilişkin gerçeklerin resmî söylemle bire bir örtüşmediğini dile getiren Kemal Tahir, kendilerini solcu addeden Kemalistler tarafından giderek dışlanmaya, olumsuz anlamda eleştirilmeye ve yok sayılmaya başlar. Bir yıl sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu üzerine binlerce belgeyi tarayarak belki de en kapsamlı öznel çalışmayı (Devlet Ana, 1966) ortaya koyarken, şüpheci ve araştırmacı kişiliğinin bir sonucu olarak yine Türkiye’deki Kemalist solcular arasında kabul gören görüşlere ilişkin ezber bozan yaklaşımlar sergilemiştir. Nâzım Hikmet’in öne çıkardığı ve sosyalist bir nüve taşıdığı savlanan Şeyh Bedreddîn İsyanı’nı ihanet hareketi olarak değerlendirmenin pek de yanlış sayılmayacağını düşünürken, Köroğlu’yu da Bedreddîn gibi halk adına hareket etmeyen bir “yarı soyguncu” olarak niteler. Celalî İsyanları da, Kemal Tahir için halkla ilgisi olmayan bir kesimin “kapı kapma” mücadelesi, hattâ bir çeşit “eşkiyalık”tır. Yazarın Osmanlı tarihine ilişkin genel görüşleri hakkında ipucu verebilecek –çoğu Türkiye’deki sosyalistlerin düşünceleri ile örtüşmeyen– bu düşüncelerde ortak olan nokta Kemal Tahir’in Osmanlı İmparatorluğu’nu güçsüz düşürmeye, yıkmaya yönelik her türlü girişimi olumsuz görmesidir. Kemal Tahir’in kendisini 13 yıl cezaevinde tutan Cumhuriyet’in ceza yasalarını yanlış görmediğini ifade etmesi de 8, ondaki devletçi ve devletçiliği sosyalizmle bağlantılı görmeye eğilimli yana işaret etmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını yaşayan Kemal Tahir, etkisini ailesiyle birlikte derinden hissettiği bu yıkılışta yine “kapı kapma” mücadelesindeki İttihatçıların büyük payı olduğunu düşünür. Milliyetçilik düşüncesinden hep uzak durmuş Tahir’e göre II. Meşrutiyet’i getirenlerin yıkılışa yol açan temel yanılgıları milliyetçilik düşüncesini kabul etmeleri olmuştur. Ailesinin yazgısını derinden etkileyen 31 Mart Vakası’na yol açanların da Almanların güdümündeki İttihatçılar olduklarını düşünür. İttihatçılar hakkındaki düşüncelerini geliştiren yazar, halifeliğin bir anda kaldırılıvermesine dikkat çeker:

“Batılılardan daha laik olamayacağımıza ve tarihteki serüveni Halife’likten daha parlak sayılamayacağına göre, heriflerin Papalığı ortadan kaldırmayı akıllarından geçirmedikleri halde, hele de Fener Patrikliğini yerinde bırakarak Halife’liği ortadan kaldırmaya çabalayışımız, akıl alır aptallıklardan –hatta ihanetlerden– değildir. Tarih içinde uzun gayretlerle kurulup geliştirilmiş hiçbir müessese, kendisi kendiliğinden ortadan kalkmadıkça, sahipleri olduklarını iddia edenler tarafından, düşmanlarının işlerini kolaylaştırmak için ortadan kaldırılmazlar. Eğer böyle bir durum karşısında bulunursak, bir ihanet karşısındayız demektir.” 9

Buna ve İngiltere, İtalya ile Fransa’nın Mustafa Kemal’e neredeyse dostça yaklaşmasına ilişkin izleri de göz önüne alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiye edilmesi karşılığında olur verildiğini ifade eder. Türkiye Cumhuriyeti’ni aynı zamanda “200 yıldır içinde debelendiğimiz Batılılaşma bataklığı” ile ilintilendiren yazara göre, nasıl ki Osmanlı İmparatorluğu zamanında Batı’dan devşirdiği insanları kendisine kattıysa, Batı da benzer bir süreci Türk aydınlarına uygulamaktadır. Cumhuriyet devrimlerinin çoğu ise Osmanlı zamanında başlatılan yenileşme hareketlerinin bir devamıdır. Tahir aynı zamanda, kendilerini solcu addeden birçok Kemalist karşısında, Yunanistan’la yapılan savaşın “Millî Kurtuluş Savaşı” ya da “antiemperyalist savaş” olarak nitelenmesine itiraz ederek şimşekleri üzerine çeker:

“Misak-ı Milli salt Türklerin oturduğu bir vatanı kapsasaydı, Yunanla yapılan savaşa neden Milli Kurtuluş Savaşı denilecekti. Bu savaş herhangi bir savaştan başka bir nitelik taşımıyordu. Bütün öteki savaşlar gibi, bir milletin toptan ortadan kalkması sonucu da elbette veremezdi. Yenilir, biraz toprak kaybeder, tazminat öder, sonra da öç almağa hazırlanırdık. (Söz gelimi Almanya’da olduğu gibi. Nitekim Almanya’da Kayser müessesi yıkılmış, yerine Cumhuriyet gelmişti. Fakat hiç kimse Hitler hareketine milli kurtuluş hareketi demedi.) Eğer söz konusu olan durum salt Türkle meskun olan toprakları değil, başka milletlerin de (söz gelimi Kürtlerin) oturduğu toprakları da kapsıyorduysa, 1918/23 arasındaki Türklere bir çeşit sömürge vermek nasıl bir oyundu, biz milli kurtuluş savaşımızın nasıl sonuçlanacağını bilemediğimiz bir durumda Kürdistan’ı Misak-ı Milli sınırları içine almayı nasıl düşünebildik? Dış sömürücülerle, büyük emperyalistlerle iyice anlaşmadan, onların hizmetine girmeden İmparatorluğu yıkılmış Türklerin ayrıca sömürge sahibi olabilmeleri elbette söz konusu olamazdı. Hem büyük emperyalistlere sımsıkı bağlanıp onların hizmetlerine girmek, hem de antiemperyalist olabilmek olur canbazlık değildir.” 10

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, tıpkı Osmanlı’da daha önceki isyanlarda olduğu gibi, “kapıdan uzak düşenlerin” kişisel heveslerinin bir sonucudur ve bu nedenle başarısızlığa yazgılıdır. Kemal Tahir’e göre Türkiye SSCB’ye karşı Batı için tampon görevi görmesi amacıyla kurdurulmuştur:

“Türkiye’nin bu tampon ödevini gerek emperyalistlere, gerek Bolşeviklere ilerde zarar vermeyecek bir hale getirilmesi için Osmanlı İmparatorluğu ile İslam Halifeliği’nin ortadan kaldırılması da şarttı. Bunu, emperyalistler, kendileri Hıristiyan güçlerle yapmayı, İslam sömürgelerine karşı uygun bulmadılar. İçerden bu işi kıvıracak adam aradılar. Mustafa Kemal ve arkadaşları buna hemen talip oldular. Bu talip oluş aslında –hele ilk zamanlar– bu Mustafa Kemal ve arkadaşları çetesi için hiçbir şeyi garanti etmiyordu. Çünkü emperyalistlerle yapılan bütün anlaşmalar gibi, bu anlaşma da, şeytanla çuvala girmekti. Kahbelik emperyalizmin ahlak kurallarının ana temeli olduğu için kendi memleketine ne kadar gaddarca ihanet ederse etsin, kiralık hainler için kesin garanti hiçbir zaman söz konusu olamazdı.” 11

Buna göre İstiklal Mahkemeleri de Osmanlı’nın mirasının yok sayılmasına karşı çıkanların yok edilmesi operasyonunun bir parçasıdır:

“Emperyalistler, Anadolu Savaşı boyu Kuvayı Milliyeciler’e, doğrudan doğruya hiçbir zorluk çıkarmamışlar, hatta bu takımı para bakımından, silah bakımından desteklemişlerdir. Fransızlar, Fransızlara söğmemek şartiyle Sivas Kongresi’nin kurulup başarıya ulaştırılmasından yana idiler. İtalyanlar, Anadolu çetecilerini Yunanlılara karşı açıktan desteklemişler, İngilizler İstanbul’u sıkboğaz ederek –hele Millet Meclisi’ni basmak suretiyle– Padişah-Halifeyi soluk alamaz hale getirmek ve Ankara’ya bir de Millet Meclisi ikram ederek durumu meşrulaştırmanın yolunu bulmuşlardır. Bu arada, Federasyon teklif eden Suriye’yi, Mustafa Kemal-Faysal anlaşması Misak-ı Milli dışarsında bırakıyor, Fransızlara bir sömürge hediye etmiş oluyor, bu arada Sivas Kongresi’nde sadece Padişahın lafını edip Halifeden hiç söz açmıyordu. İngiliz-Kuvayı Milliye anlaşmasının iki temel dayanağı ve şartı vardı: Birisi Osmanlılıktan-Osmanlı mirasından vazgeçmek, öteki Halifeliği tamamıyle bırakmak… […] Bütün bu işlerin gürültüsüz patırtısız çevrilmesi için ilk iş olarak, İhaneti Vataniye Kanunu çıkarılmış, İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur.” 12

Daha önce belirtildiği üzere yirmili yaşlarının sonlarına kadar CHP ve Kemalizme derin bir hoşgörü ile yaklaşan yazar, –Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın başına gelenleri görmesi ve– gelişen düşünsel ve yaşamsal deneyimlerinin de etkisi ile Cumhuriyet’e birçok açıdan eleştirel yaklaşmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun kültürel ve tarihsel mirasını yok saymanın yanlışlığına işaret eden Kemal Tahir’e göre “Tarihsiz toplumların büyük sanatı olamaz. Elli yıllık tarihle sanat olamayacağı gibi, uydurma tarihle de sanat yapılamaz.”dı 13. 1962’de, 1923’ten o yana “Kemalizm[in] Türkiye’de, Mithat Paşa Jöntürkleri’yle başlayan burjuva yetiştirme çabalamasının devamı olarak, kapitalizmin doğup kökleşmesini temine çabala”dığını savlar. Ayrıca Kemalizmin teklif ettiği politikaların, bu politikalar kapitalizme hizmet ettiği için, “gericilik” olduğunu ve artık geriye dönmenin mümkün olmadığını dile getirir 14. Atatürk’ün dilde sadeleştirme ve Güneş Dil Teorisi yaklaşımlarını eleştirirken “bir gece sofrada otururken ‘hadi biraz da dil devrimi yapalım’ diyerek dil devrimine başlan”amayacağını düşünür. Ona göre, “Türk dilini sadeleştirme hareketi de, aslında bir cehalet hamlesinden başka bir şey değildi ve “Osmanlılar bizim kadar ahmak olsalardı, sadeleştirecek Türkçe” bile zor bulunurdu 15. “Osmanlıcanın temelinde, Arapça ve Farsça kelimelere nasıl tasarruf edildiği üstünde hiç durulmadan, dil bilimi bir kenara itilerek, görmezden gelinerek bu yol tutulmuştur 16. Ne var ki, Kemal Tahir’e göre “Umumi konuşma ve yazı dilinde inkılap olmaz. Milyonların kullandığı kelimeler ve deyişler attırılıp yerine başka kelimeler kullandırılamaz.” 17, çünkü “bir toplum oluşurken şu veya bu dili alması, gönül isterlerinden gelmez, tarihsel zorunluluklarından gelir.” 18

Köy Enstitülerini bütün bütün olumsuz olarak değerlendirmese de, bu enstitülerin kurulması ve kapatılması Kemal Tahir’e göre doğrudan İsmet İnönü’nün II. Paylaşım Savaşı’nda önce Almanya, sonra SSCB’den medet ummasının ve CHP’ye köylerden adam kazanmayı amaçlamasının sonucudur. Ne var ki, halkı kandırabileceğini düşünen İnönü baltayı taşa vurduğunu geç fark eder. Tahir’e göre “İmam Hatip Okulları ile Köy Enstitüleri arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de aynı zümreler tarafından aynı kötü amaçlarla kurulmuştur.” 19

27 Mayıs 1960’ta yapılan ve solcuların büyük bölümünün bugün bile olumsuz yaklaşmadığı askerî darbe karşısında ilk anda Kemal Tahir de sessiz kalmış, fakat bir iki hafta gibi kısa bir süre içinde darbeye ve uygulayıcılarına karşı sert ve alaycı bir tutum geliştirmiş, hemen her politikasını eleştirdiği Adnan Menderes ve arkadaşlarına uygulananları insanlık dışı olarak değerlendirmiş, yaşananları “rezillik” olarak nitelemiştir 20. 27 Mayısçıların gündeme getirdiği toprak reformu konusundaki özgün görüşleri Kemal Tahir’in sol çevrelerde yalnız bırakılmasında önemli bir mihenk taşı olmuştur. Tahir’e göre altyapıdan yoksun ve gerçek güçlere dayanmayan “topraksız köylüyü topraklandırmak meselesi de sadece Devlet adamlarımızla, orta sınıftan gelen Aydınlarımızın kaygusu olarak sürüp” gitmektedir. Toprak reformuna ilişkin görüşleri üzerine Fethi Naci ile başlayan sol linç kampanyası Kemal Tahir’in yakasını hiç bırakmaz 21. Kemal Tahir ölene değin –hattâ öldükten sonra da– yakasını bırakmayan ve çeşitli sol çevrelerden gelen bu türden insafsız ve sert eleştirilere karşın onunla iletişimini sürdüren entelektüelleri “Tahiriler” küçümsemesi ile niteleyenler olmuştur. Cemil Meriç’e göre bu durum “putları kırılanlar”ın Kemal Tahir’e “öfke”sinin yansımasıdır 22.

Türkiye’deki sosyalist girişimleri hep halktan kopuk olarak niteleyen Kemal Tahir, bu açıdan 1960’larda biraz serpilmeye başlayan Türk solunu da, tıpkı 1910’larda Osmanlı İmparatorluğu’nda gelişen sosyalist hareket gibi halktan kopuk ve seçkinci bulur. Kemal Tahir sol hareketin en önde gelen isimlerinden Behice Boran’ı şu sözlerle eleştirir: “Sosyalizmin alfabetik temel kitaplarından ibaret yalınkat bilgisini neden bir türlü bırakamıyor? Bunların vasıta olduğunu, aslında bunların aracılığı ile kendi gerçeklerimizi bulmak olduğunu neden unutmuş gibi görünüyor?” 23 Türk sosyalistlerini kendi ülke gerçeklerini anlamamakla suçlayan yazar bilimsel sosyalizmi kastederek, “Dünyada, tek bir buğday vardır ama, her milletin kendi ekmek çeşnisi başkadır,” 24 derken bu duruma eleştirel bir göndermede bulunur.

1965’le birlikte dillere yerleşmeye başlayan “Ortanın Solu” kavramı ise ona başlangıçta umut vaat eder gibi görünür 25. Ama Tahir sonradan Ortanın Solu için, “Temel güçler bakımından dayanıksızdır ve amacına giden yol bakımından yönsüzdür. Doktrinsizdir. Yani temelsizdir. Temelsiz olduğu için ister istemez, temelden yukarıya doğru değil, yukardan aşağıya doğru işler. […] [D]oktrinden yoksul olduğu için sapmaları önleyerek amaca doğru, kestirmeden gidebilmesi […] imkansız,” 26 diyecektir. Yine aynı yıllarda gelişen silahlı sosyalist gençlik hareketlerini de asla onaylamaz. Solcuların askerle işbirliği yaparak sosyalist bir devrim düşü kurmalarını ise, “sosyalist geçinen akıldanelerimiz… birkaç teğmeni aldatmakla bu memlekette sosyalizm kurabileceklerine inanıyorlar,” sözleri ile eleştirir. Ne var ki, Türk sosyalistlerinin “Türk burjuvalarıyla işbirliği yapmadan hiçbir varlık” gösteremeyeceklerini savlarken 27 eleştirdiği Kemalistler’inkini çağrıştıran ve Marksist sayılması çok tartışmalı bir yaklaşım benimsediği belirtilebilir. Benzer bir biçimde 1950lerin sonlarında Kemal Tahir’in statükocu ve kemalist bir parti olan CHP’yi hâlâ solda bir parti olarak görebilmesi 28 onun sosyalizm anlayışının eleştirilebilir bir başka yönüne işaret etmektedir. 1960 tarihli bir sohbetinde “Sovyetlerde Burjuva sınıfının kaldırıldığını, fakat onun yerine teknokratların yepyeni bir sınıf oluşturduklarını, işçi sınıfının da –dağılmak şöyle dursun– perçinlendiğini” 29 belirtir. Ona göre, 1968’de SSCB’den gelen bir davetle bu ülkeye trenle yaptığı gezide gördükleri de sosyalizmin ruhuna terstir: “bürokrasiye, hele teknokratlara (bunların içinde fen ve teknik üstünde çalışan Akademisyenler de vardır) hürriyet sağlayabildiği halde, insana değgin bilimlerle uğraşanlar, hele her çeşit sanatçılar için –bunların kapıya bağlanabilenlerinin dışında kalanlar için– hür düşünceyi, hür çalışmayı hemen hemen imkansızlaştır”an bir “despotluk.” 30

1960larla birlikte Türkiye’de CHP’den koparak gelişmeye başlayan gençlik hareketlerini de olumsuzlayan Kemal Tahir, özellikle banka soyma ve adam kaçırma benzeri eylemlerin devrimci kuramlarla bağdaştırılamayacağı görüşündedir 31. Deniz Gezmişler’in devlet tarafından idam edilmelerinden üzüntüyle söz ederken, onları devletin oyununa gelerek arkalarında hiçbir güç olmadan intihar ettiklerini savlarken, aynı ortamda bulunan ve onun görüşlerine büyük değer veregelmiş Oğuz Atay’ın “bu evde faşizm propagandası yapılıyor” diyerek evi terk ettiği iddia edilmiştir 32. Diğer yandan Kemal Tahir’in bu yıllarda kimi sosyalist örgütlerin banka soygunu eylemlerine ilişkin “banka soymak, soygunun harcanma yerini her istediğinde denetlemeye hazır bulundurmanın mümkün olamaması yüzünden namuslu bir iş sayılamaz,” 33

Bu çalışmada kısaca Kemal Tahir’in sosyalist düşünceye ve bu bağlamda Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye Cumhuriyeti ve Kemalizme bakışı ele alınmıştır. Sosyalizme her zaman yakın durmuş bir Türk aydını olan Kemal Tahir; çalışkan, sistemli ve üretken bir yaşam yaşamasının bedelini görmezden gelinerek ödemek zorunda bırakılmıştır. Kemal Tahir’in düşünceleri doğru ya da yanlış vurgulara sahip olabilir, ne var ki yaşamı boyunca çoğu aykırı ama sistemleştirilmiş düşüncelere doğrudan sistemsel eleştiriler getirilmeden görmezden gelinmesi ve yok sayılmaya çabalanması onun değil, Türk düşünce tarihinin kayıp hanesine yazılmıştır 34. Benzer bir biçimde, söylediklerinde ya da düşüncelerinde olaylara ve olgulara sistemli bir şekilde ve ahlak anlayışını temele koyarak yaklaşan Kemal Tahir’i keskin yargılarla değerlendirmek onun değil, söz konusu yargılarda bulunacakların ufkunu daraltma işlevi görecektir. Onun ölmeden bir gece önce kendisine yoğun eleştiriler getiren Mete Tunçay’a söyledikleri, bundan sonra da Kemal Tahir’in düşüncelerini inceleyecek insanlara bir çağrısı olarak değerlendirilebilir:

“Sizler, gençsiniz, size önce şunu belirtmek istiyorum. Hayatım boyunca bir sistem dahilinde düşünmeye çalıştım. Sistemden ayrılmadım. Yazdıklarım bir rastlantının sonucunda değil, sistemli düşüncenin sonucunda bulunmuştur. Bundan ötürü doğrultumda yanlışa düşmedim; olaylar söylediklerimi doğruladı. El yordamıyla değil, bir sistem içinde düşünmelidir insan… İnsanlar yanlış yapabilir. Ama çok çekmiş insanlar talihlidir bir bakıma. Yanlış yapmaları daha zordur. Benim geçtiğim yollarda kendini tüketen ve benim çektiğim acılardan geçen insanlar doğrulara daha kolay erişebilir. Yazdıklarımı bir gün tarih yargılarsa, bu ilişkiyi mutlaka görecektir. Romanlarımın doğruluğunu ortaya koyacaktır. Ben romanlarımda dünü yazdım. Ama romancı dünü yazarken kendi gününü yansıtır bir bakıma. Hatta, gelecek için yazar…” 35

* Bu yazı Fayrap dergisinin Nisan 2010 sayısında yayımlanan aynı başlıklı yazının biraz daha geliştirilmiş hâlidir.



İsmet Bozdağ, Kemal Tahir’in Sohbetleri, İstanbul, Emre y. 2006, s. 142. ↩
Fatma İrfan, Kemal Tahir’den Fatma İrfan’a Mektuplar, İstanbul, Sander y. 1979, s. 122. ↩
İrfan, a.g.e., s. 93. Mektupta sözü edilen metresini öldüren katil Atatürk’ün yaveridir ve işlediği suçun ardından edindirildiği deli raporu ile serbest bırakılır, daha sonar da milletvekili seçilir. Ayrıca belirtmek gerekir ki Türkiye 1930ların ortalarına değin İstanbul’daki üç eroin fabrikası ile dünyada eroinin serbest kaldığı birkaç ülkeden biriydi. Söz konusu fabrikalar, Mustafa Kemal’in de isteği ile kapatıldı ve eroin ticareti – Şükrü Kaya ve Hasan Saka başta olmak üzere birçok güçlü bürokrat ve işadamının muhalefetine karşın – resmen yasaklandı. ↩
Kemal Tahir, Notlar 13: Sosyalizm, Toplum ve Gerçek (Yayına Hazırlayan: Cengiz Yazoğlu), İstanbul, Bağlam y. 1992, s. 35. ↩
Bozdağ, a.g.e., s. 118-119. ↩
Sezai Coşkun, “Kemal Tahir – Şahsiyeti, Eserleri, Fikirleri” (Yayımlanmamış Doktora Tezi) Marmara Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı, 2006, s. 378. ↩
Tahir, Notlar 11: Batılaşma, s. 66. ↩
Mustafa Çobanoğlu, “Kemal Tahir’in Düşüncesi, Son Akşamı ve Vasiyetnamesi”, Kemal Tahir’in 30. Ölüm Yıldönümü Anısına, Sosyoloji Yıllığı-Kitap 10 (Yay. Haz. Ertan Eğribel ve Ufuk Özcan), İstanbul, Kızılelma y. 2003, s. 365. ↩
Tahir, Notlar 12: Çöküntü, s. 272. ↩
Tahir, Notlar 12: Çöküntü, s. 194-195. ↩
Tahir, Notlar 12: Çöküntü, s. 263. ↩
Tahir, Notlar 12: Çöküntü, s. 282-283. ↩
Cemil Meriç, Bu Ülke, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 252. ↩
Tahir, Notlar 12: Çöküntü, s. 74, 120. ↩
Kemal Tahir, Notlar 3: Sanat Edebiyat 3, Dil Dosyası, İstanbul, Bağlam y., 1989, s. 298. ↩
Tahir, Notlar 11: Batılaşma, s. 135. ↩
Tahir, Notlar 3: Sanat Edebiyat 3, Dil Dosyası, s. 45. ↩
Tahir, Notlar 10: Osmanlılık/Bizans, s. 455. ↩
Tahir, Notlar 10: Osmanlılık/Bizans, s. 393. ↩
İsmet Bozdağ, a.g.e., s. 11-18, 28 vd. ↩
Naci-Tahir arasında 1961 Şubatında patlak veren toprak reformu tartışması için bkz. Bozdağ, a.g.e., s. 44-57. ↩
Meriç, a.g.e., s. 251. ↩
Tahir, Notlar 10: Osmanlılık/Bizans, s. 118. ↩
Tahir, Notlar 13: Sosyalizm, Toplum ve Gerçek, s. 157. ↩
Hulusi Dosdoğru, Batı Aldatmacılığı ve Putlara Karşı Kemal Tahir, İstanbul, Tel y. 1974, s. 17. ↩
Tahir, Notlar 12: Çöküntü, s. 184. ↩
Tahir, Notlar 12: Çöküntü, s. 158. ↩
Bozdağ, a.g.e., s. 30. ↩
Bozdağ, a.g.e., s. 22. ↩
Tahir, Notlar 4: Sanat Edebiyat 4, s. 456. ↩
Tahir, Notlar 13: Sosyalizm, Toplum ve Gerçek, s. 166. ↩
Leylâ Erbil, “Oğuz Atay’la Bir Akşam”, Virgül Dergisi, sayı 114, 2008 – Ocak, s. 49. ↩
Tahir, Notlar 13: Sosyalizm, Toplum ve Gerçek, s. 167..9 savındaki ‘namus’ yaklaşımının yine Kemal Tahir’in sözleri ile “devrimci teori” açısından ne denli devrimci olduğu sorgulanmaya açıktır. ↩
Bu konuda tartışılmaya açık iki istisna için bkz. Mete Tunçay, Bilineceği Bilmek, İstanbul, Alan y. 1983; Murat Belge, Edebiyat Üstüne Yazılar, İstanbul, İletişim y. 1988. Eklemek gerekir ki Tunçay’ın kitabında savunulan görüşlerden biri Kemal Tahir’in kitaplarının toplatılması gerektiğidir (s. 68) ↩
Çobanoğlu, a.g.m., s. 361-362. Krş. Dosdoğru, a.g.e., 417-418. ↩