Selim Somçağ
Günümüzde sıkça boygösteren paparazzimsi ekonomistlerden ,tarihçilerden ,stratejistlerden artık gına geldi...
Bunların dışında bir de toplumda pek bilinmeyen ama bir elmas madeni kadar değerli insanlar var..İşte bence onlardan biri ,Selim Somçağ...Tarih üzerine ve ekonomi üzerine o kadar değerli kitapları var ki...Tekrar tekrar okuyorum..
Bu değerli insanın kendi sitesinde ,ortalama 2 ayda bir yayınladığı yazılarını keyborsada paylaşmak istedim...Ki gerçekleri daha çok insan görsün....
Yararlı olması dileğimle....
DÜNYA KAOSA GİDERKEN NOTLAR
21 Ocak 2009
Şu anda dünyanın ve Türkiye’nin gündemi çok yüklü. Onun için âdetim olmadığı halde muhtelif konulara kısa kısa değinen bir yazı yazmak zorundayım.
IMF Meselesi
Önceki yazımda IMF’nin dümenini tutan bütün gelişmiş ülkeler ekonomik durgunluğu aşabilmek için kamu harcamalarında artışa giderken, 2001 krizinde Türkiye’nin başına ekonomi valisi tayin edilen Cottarelli dahil IMF’nin birçok yetkilisi krizin aşılması için bütün hükümetleri kamu harcamalarını arttırmaya davet ederken, Türkiye IMF ile anlaşmaya kalkacak olursa IMF’nin kamu harcamalarının azaltılmasını şart koşacağını, bunun da krizin etkisini iyice derinleştireceğini yazmıştım. Nitekim bu öngörüm doğrulandı, hükümet IMF ile görüşmelere başladığını ve bu çerçevede 2009 bütçe harcamalarında kesintiye gidileceğini açıkladı. Yani başta bize IMF üzerinden bu talimatı veren ABD olmak üzere bütün dünya hükümetleri bütçe açıklarının büyümesine aldırış etmeden kamu harcamalarında gaza basarken biz zaten daralan ekonomimizi kendi elimizle daha da daraltacağız. Bir kere daha görülmüştür ki IMF’nin Türkiye hakkındaki kararları herhangi bir ekonomik mantığa dayanmamakta, ABD adına, Batı adına Türkiye’nin ekonomi üzerinden denetim altına alınması amacını gütmektedir. Türk halkı maalesef hükümetin bu basiretsiz kararı yüzünden ağır bir bedel ödeyecektir.
Krizden En Çok Etkilenen Ülke Türkiye’dir
Başlık sizi şaşırttı mı? Şaşırtmasın, çünkü finansa değil de, reel ekonomiye bakacak olursak bu başlık tamamen doğru. Kasım ayında sanayi üretimi ithalatçı ülkelerden ABD’de % 2, İngiltere’de % 3, ihracatçı ülkelerden Almanya’da % 4, Japonya’da % 8 geriledi. Türkiye’de ise sanayi üretim hacmi Kasım ayında % 14 oranında geriledi. Bilumum yerli ve yabancı Amerikan nüfuz ve propaganda ajanlarının, IMF avukatlarının “Teğet geçecek, az etkilenecek, 2001’de çok direnç kazandı” martavallarına rağmen şu anda Türkiye üretim cephesinde dünya krizinden en çok etkilenen ülke!
Bu neden böyle? Beni izleyenlerin hatırlayacağı gibi, benim 2003’ten beri hemen her TV programında slogan gibi tekrarladığım bir söz vardır: “Türkiye bu döviz kuruyla yaşayamaz!”. İşte Türkiye’nin yapısal bir zorunluluk olmadığı halde krizden en ağır etkilenen ülke olmasının sebebi IMF tarafından dayatılan düşük kur ya da aşırı değerli TL politikasıdır. Kriz şu ana kadar ABD ve İngiltere gibi kredi balonuyla iç talebi şişiren ülkelerde daha çok iç talebi, Çin, Hindistan, Almanya, Japonya gibi ihracatçı ülkelerdeyse dış talebi azalttı. Türkiye’de ise hem iç, hem de dış talebin eşit boyutta darbe aldığını görüyoruz. Bunun sebebi şudur: Türkiye’de 2002’den beri aşırı değerli TL politikası izlendiği için Türk sanayiinin hem ihraç pazarlarında, hem de iç piyasada, ithal mal karşısında rekabet gücü giderek azaldı. Bu durum karşısında rekabetçi fiyat tutturabilmek amacıyla Türk sanayiinde ücretler baskılandı. Yine aynı sebepten istihdam da yıllar boyunca çok yavaş arttı. Bu yüzden Türkiye’deki iç talep 2001’den sonra çok uzun süre eski düzeyine ulaşamadı. İç talepte 2005’ten itibaren gözlenen canlanma ise küresel kredi balonu sayesinde yurtdışından daha kolay fon bulabilen bankaların tüketici kredisi dağıtmasıyla ortaya çıkabildi. Dolayısıyla, Türkiye’nin iç talebi de, dış talebi de küresel kredi balonuna bağlı hale geldi. Tabii şimdi balon patlayınca her iki kanalda da değirmenin suyu azalmaya başladı. Dünya pazarlarında talep daralması sonucunda rekabet artıp fiyat kırmalar başlayınca Türk sanayiinde kâr marjları aşırı değerli TL yüzünden çok düşük olduğu için biz bu yarıştan da hemen elendik. Böylece IMF’nin Türkiye’ye dayattığı düşük kur politikası yüzünden Türkiye şu an itibarıyla üretim/reel ekonomi cephesinde krizden en ağır etkilenen ülke oldu.
Hal böyleyken Türkiye yine Atlantik ötesinden gelen talimat ve TÜSİAD’ın, medyanın, siyasetin ve bürokrasinin zirvelerine çöreklenmiş Amerikancı örgüt sayesinde IMF’den destek alarak döviz kurlarını düşük tutmaya kalkışıyor. IMF emriyle kamu harcamalarının kısılması da devreye girince bu yıl içinde Türkiye’nin durgunluk, işsizlik ve bunların yarattığı toplumsal çalkantıyla yangın yerine döndüğünü göreceğiz.
(Bu arada, Amerikancı yapı hakkında ibretâmiz bir olay da Deniz Baykal’ın ipliği pazara çıkmış bir ABD görevlisi olan Kemal Derviş’in CHP’nin İstanbul Belediye Başkanı adayı olması için nabız yoklaması yaptırmasıdır. Derviş ABD tarafından UNDP başkanlığına getirildiğinde kendisinin oraya ileride Türkiye’de kullanılmak üzere park edildiğini söylemiştim.)
Obama-Gazze
Barack Obama henüz Demokrat Partinin başkan adayı bile olmamışken ve Türk medyasında kerameti kendinden menkul bazı “istihbarat ve strateji uzmanı” yazarlar “Amerika’da bir zenci başkan olamaz” diye fetva verirken, ben 19 Haziran 2008 tarihli yazımda (Türkiye Hangi Gezegende) Obama’nın yeni Amerikan başkanı olacağını, bunun Amerikan devletinin başlamış olan ekonomik kriz sürecinin yaratabileceği toplumsal kargaşaya, hatta ayaklanmalara karşı savaş düzeni alması olduğunu yazmıştım. Washington’da iki gün önce yapılan devir teslim töreninin dev bir gösteriye dönüştürülmesi, bu törende Obama’nın Amerika’nın farklı etnik gruplardan meydana geldiğini vurgulayarak bunları milliyetçi bir söylemle birliğe davet etmesi yedi ay önceki tespitlerimi tamamen doğrulamıştır. Obama’nın yurtiçine dönük misyonu Amerika’da katlanılmaz boyuta ulaşacak olan işsizliğin, yoksullaşmanın yaratabileceği toplumsal patlama ihtimaline karşı ekonomik durumu daha zayıf, şiddet potansiyeli ise daha yüksek olan zencileri ve diğer azınlıkları devlete bağlı tutmaya çalışmaktır. Hem zenci, hem göçmen, hem Müslüman, hem de beyaz ve Hristiyan kökenleriyle Obama tam bir sentetik kimliktir, bir “Halkla İlişkiler” görevlisidir. Hiçbir şekilde bağımsız hareket etme gücüne sahip olmadığı, Bush’dan daha kişiliksiz bir başkan olacağı görülecektir. Çöken imparatorluklarda devlet başkanlığının içinin boşaltılarak yönetimi bir oligarşinin ele alması tarihin değişmez bir kanunudur.
Gelelim Obama’nın yurtdışına yönelik misyonuna. Burada da Obama’nın Irak’ın işgal edilmesi sonucunda ABD’nin üçüncü dünyada, özellikle İslâm ülkelerinde çok kötüleşen imajını düzeltmesi beklenmektedir. Babasının Müslüman olduğu iddiası da buna yöneliktir. Bu çerçevede Amerikan medyası son zamanlarda ABD’nin Irak’ı işgalini eski Başkan Bush’la özdeşleştiren ve Bush’u yerin dibine batıran bir kampanya yürütmüştür. Bunu ilkel toplumlarda görülen bir canlıyı toplum adına kurban ederek günahlardan arınma törenlerine benzetebiliriz. ABD dünya kamuoyunu kendi haksız saldırganlığına ait hesaplaşmanın Bush’un görevinin son bulmasıyla tamamlandığına, Obama’yla bir “beyaz sayfa” açıldığına inandırmaya çalışmaktadır. Ne var ki Amerikan işgal ordusu Irak halkının üstünde lök gibi oturmaya devam ederken buna kimseyi inandıramayacaktır. Dün Obama’nın yemin töreninin NTV ve CNNTürk adlı iki televizyon kanalında saatlerce yayınlanması Amerikan devletinin Obama imajından Türkiye’de de ne kadar çok şey beklediğinin bir göstergesidir. Bu arada ABD hesabına propaganda yayını yaptıkları gerçeği paçalarından akan bu iki televizyon acaba Türkiye’deki hangi olay için bu kadar uzun süre yayın yapmışlardır diye de sormak lâzım. Sanki Obama Amerika’ya değil de, Türkiye’ye başkan seçildi!
Tabii sempatik zenci Obama’nın uluslararası misyonu dünya milletlerinin kalbini fethetmekten ibaret kalmayacaktır. Obama ABD içinde iç savaşı önlemeye çalışırken, dünya arenasında ise Amerikan hegemonyasının çöküşünü engellemeye yönelik bir savaş çıkarmakla görevlidir. Bu savaş ABD ile Rusya-İran arasında olacaktır. ABD’nin neden böyle bir savaş çıkarmak zorunda olduğunu daha önceki yazılarımda açıkladığım için bu konuya yeniden girmiyorum. ABD ile Rusya-İran savaşında taraflar doğrudan karşı karşıya gelmek zorunda değildir. Bu ABD’nin birinci tercihi ve büyük temennisidir, çünkü tek başına böyle bir savaşı kazanma gücü yoktur. ABD’nin A planı, daha doğrusu hayali Rusya-İran blokunun ABD’nin müttefiki olan ülkelerle savaşa tutuşmasıdır. Böyle bir savaşa ABD ancak müttefikleri Rusya ve İran’ın belini kırdıktan sonra muzaffer kurtarıcı edasıyla girecektir. Aynen II. Dünya Savaşında olduğu gibi...
ABD hesabına Rusya-İran’la savaşa tutuşması umulan ülkeler genel olarak Avrupa, fakat özellikle de Türkiye’dir. Gürcistan’ın Rusya’ya saldırması bir Türk-Rus savaşı çıkarma girişimiydi. (Olayların ilk gününde Hürriyet gazetesinin attığı “Gürcistan Türkiye’den Yardım İstedi” manşetini önemle not edelim. Hem kışkırtma, hem nabız yoklama...) Hâlâ da bu kazan kaynatılmaktadır. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü katliam ise İran-Suriye-Hizbullah ekseninin İsrail’e saldırmasını sağlamaya yönelik bir provokasyondur. Bunun delilleri pek çoktur: Normal şartlarda her türlü İsrail vahşetini gizleyen Amerikan medyasının başta CNN olmak üzere İsrail vahşetini her gün 24 saat dünyanın gözüne sokması, Türkiye dahil ABD güdümündeki bütün İslâm ülkelerinde kamuoyunun galeyana getirilmesi, her zaman İsrail aleyhine atıp tutan İran’ın oyunu görerek dut yemiş bülbüle dönmesi, bunun üzerine İsrail’in iki defa Lübnan’dan Hizbullah’ın İsrail’e roket attığını öne sürmesi, Hizbullah’ın bunu derhal reddetmesi, vs., vs. Düşünmeyi bilenler için senaryo apaçıktır. ABD başka ülkeleri kendi hesabına Rusya ve İran’la kapıştırmayı umduğu için Rusya ve İran’ı saldırgan ülkeler konumuna sokmaya çalışmaktadır.
Bu bağlamda sahneye konan başka bir tiyatro da İsrail saldırısının Bush-Obama arasındaki devir teslim dönemine denk getirilmesidir. Böylece ABD dünyanın gözünde bu saldırının kendi emriyle yapıldığını gizleyeceğini sanmaktadır. İsrail ABD’nin Ortadoğu’daki ileri karakolundan başka bir şey değildir. İsrail’in bütün dünya kamuoyunu ayağa kaldıran ve uluslararası imajını yerle bir eden böyle vahim bir olayı ABD’nin onayı olmadan başlatması mümkün değildir.
Bu konudan yola çıkarak Türk medyası hakkında başka bir not düşeyim. İsrail saldırısı başladığında Yeni Şafak’ta Fehmi Koru’dan Cumhuriyet’te Mustafa Balbay’a kadar sayısız kalem erbabı İsrail’in bu saldırıyı ABD'den ve Obama’dan habersiz yaptığını iddia eden yazılar yazdılar. Hatta bir tanesi “Bu Filistin’e değil, Obama’nın barış planlarına yapılmış bir saldırıdır” diyecek kadar coştu. Bu tipiktir. Görünüşte sağ-sol diye ikiye ayrılıp birbirinin gözünü oyar gibi yapan Türk medyası ABD için hayatî önem taşıyan konularda hep aynı doğrultuda dezenformasyon yapar, çünkü hepsi aynı yerden yönlendirilir.
BİR SOĞAN SOYULUYOR, YAŞARIYOR GÖZLER, BİR DEVLET SOYULUYOR, ALDIRMIYOR ÖKÜZLER....