Toplam 5 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 5 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Prof.Korkut Boratav

  1. #1
    Üyelik tarihi
    14.Mayıs.2009
    Mesajlar
    0
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Prof.Korkut Boratav

    Neredeyiz? Nereye Gidiyoruz? - Korkut Boratav

    31/05/2009 07:30

    Batı ekonomilerinin aksine, Türkiye, finansal krizi yaşamadan ekonomik bunalıma sürüklendi. Dolar ve avro’daki tırmanma sınırlı kaldı; döviz borçlularını, bankaları batıracak tempoda seyretmedi. Buna karşılık dış ve iç talepteki daralma üretimi hızla aşağıya, işsizliği çok yüksek düzeylere çekti. Ve uluslararası bunalımdan küçülerek etkilenen irili ufaklı çevre ekonomileri sıralamasında Türkiye en ön sıralarda yer aldı.
    Türkiye’nin “finansal” öğe taşımayan bir ekonomik bunalıma sürüklenmesi şaşırtıcı değildir. AKP’li yılları eleştirirken bu tür bir senaryonun gündemde olduğunu sık sık vurguladık. Ekonomik büyüme, sürekli olarak yükselen dış kaynak girişlerine kesin olarak bağımlı hale gelmişti. Uluslararası sermaye hareketlerindeki canlılık, beklendiği gibi son bulunca, Türkiye için en iyi ihtimal (dış kaynak girişlerinin sadece yavaşlaması halinde) kronik bir durgunlaşma olacaktı. Sermaye girişlerinin aniden durması halinde küçülme; girişlerin net çıkışa dönüşmesi durumunda finansal kriz gündeme gelecekti.
    ***
    Öngörüler böyleydi. Şimdi de bugünkü duruma bakalım.
    Kriz, gerçekten de, dış kaynak girişlerinin düşmesi ile Ekim 2008’de tetiklendi; sekiz ay boyunca sürüyor. Söz konusu olan, “sermaye girişlerinin aniden durması” mı; “girişlerin net çıkışa dönüşmesi” midir? Aradaki fark, sadece küçülme ile hem küçülme, hem finansal kriz içeren iki senaryo arasındaki ayrıma tekabül eder.
    Sermaye hareketlerini Mart 2009’a kadar izleyebiliyoruz. Krizin ilk altı ayını (Ekim 2008-Mart 2009), bir önceki yılın aynı dönemiyle karşılaştıralım. Bu iki dönem arasında yerli/yabancı aktörlere ait kayıt-içi ve kayıtsız tüm sermaye hareketlerinde, 24 milyar dolarlık net giriş, tamamen kaybolmuş; sermaye hareketlerinin net bilançosu aşağı yukarı sıfıra (tam olarak 153 milyon dolarlık net çıkışa) dönüşmüştür. Böylece, Türkiye ekonomisi “dış kaynak girişlerinde, net çıkış değil, ani bir durma” biçimi alan bir dışsal şok ile karşılaşmıştır. Bu şok, ekonomiyi hızlı bir küçülmeye sürükleyecek boyuttadır; ama, finansal bir krizi de tetikleyecek net kaynak çıkışı gerçekleşmemiştir.
    Daha önce bu köşede incelediğim bir “cankurtaran simidi” bu sonucu etkiledi: Son altı ayda ekonomiye nereden, kimden geldiği belirsiz, kayıt-dışı 17 milyar dolar girmiştir. Bu “esrarengiz” katkı gelmeseydi, dış kaynak hareketlerinde, 2007 milli gelirinin yüzde 6’sına denk gelen boyutta bir “tersine dönüş” gerçekleşmiş olacaktı. Kayıt-dışı para girişleri, döviz fiyatlarında aşırı bir tırmanmayı ve buna bağlı bir finansal krizi önlemiştir.
    ***
    Ekim’e girdiğimizde, Türkiye’nin krizi bir yılını doldurmuş olacak. Ekonomi küçülmeye devam edecek midir? Kamu harcamalarında dört nala bir tırmanma olasılığını dışlayalım ve iç talebin seyrini, geçmişte olduğu gibi, yine dış kaynak hareketlerine bağlayalım. 2008’in kriz-öncesi altı ayı (Nisan-Eylül ayları) boyunca yabancı sermaye hareketlerinin net bilançosu 28 milyar dolar net giriş olarak belirleniyor. 2009’un Nisan-Eylül dönemi boyunca Türkiye ekonomisine dış dünyadan bu boyutta net dış kaynak gelmediği takdirde, sermaye hareketleri ekonomiyi küçülme doğrultusunda etkilemeyi sürdürecektir. En güçlü olasılık budur.
    Peki, Türkiye’den “net sermaye çıkışı” ve buna bağlı daha da olumsuz bir senaryo söz konusu olabilir mi? Pek sanmıyorum. Son iki ay boyunca dolar artı avro’dan oluşan döviz sepeti yüzde 4.3 oranında ucuzlamıştır. Bu, ekonomiye net döviz girişi olduğunu gösteriyor. Ayrıca, bazı çevre ekonomilerine “carry trade” (buna, “taşıma suyla spekülasyon” da diyebilirsiniz) biçimindeki sıcak para girişlerinin başlamakta olduğu da anlaşılmaktadır. Nouriel Roubini’nin web sitesinde (26.5.2009) Edward Hugh şöyle yazıyor:
    “Gelişmiş ekonomilerde sıfıra yaklaşan faiz oranları, yatırımcıları faiz oranları çift haneli olan ülkelerin yerli paralı yatırım araçlarına yönlendiriyor. Basit bir “carry trade” işlemine örnek: Üç aylık libor oranıyla yüzde 1.13’ten dolar borçlanırsınız. Bununla real (Brezilya parası) satın alıp yüzde 10.51’lik orandan üç aylık vadeyle bir Brezilya bankasına yatırırsınız. Dönem sonunda dolarınızın getirisi yıllık yüzde 9.38 oranında olacaktır. Real dolara karşı değerlenirse getiri daha da artacaktır.”
    Yazarın Brezilya için verdiği faiz oranları, TL faizleriyle aşağı yukarı başabaştır. Son iki ayda doların Türkiye’de yüzde 8.6 oranında ucuzlaması, Türkiye üzerinden yapılan “carry trade”i daha da çekici hale getirmektedir. Deutsche Bank’ın müşterilerine önümüzdeki iki veya üç ay için ruble’ye, forint’e (Macaristan’a) ve TL’ye yatırım yapmalarını tavsiye ettiğini de Hugh’un yazısından öğreniyoruz.
    Kısacası, sıcak para geri geliyor. Deutsche Bank’ın açıkça söylediği gibi, iki-üç ayda çıkmak üzere…

    Seyirci kalınırsa, Türkiye’yi yönetenlerin krizden hiç ders almadıkları ortaya çıkacaktır.

  2. #2
    Üyelik tarihi
    14.Mayıs.2009
    Mesajlar
    0
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Batı’dan Kriz Manzaraları - Korkut Boratav

    07/06/2009 08:55




    Uluslararası finansal krizin Batı ekonomilerindeki “renkli” aşaması geride kaldı. Dev bankaların iflasları, borsa çöküntüleri, astronomik kurtarma paketleri, sınırsız likidite pompalamaları ile ilgili dramatik haberlerle bundan sonra çok fazla karşılaşmayacağız.

    Geride ne kaldı? “Dört başı mamur” bir ekonomik bunalım… Artık, emeğiyle yaşayan sıradan Batılının “geçim sıkıntısı, varlık içinde yoksulluk” hikâyeleri ön plandadır; ama, sıradan olgular olarak medyanın ilgisini çekmemektedir: Üretimdeki düşmeye bağlı olarak artan işsizlik, ödenemeyen kredi kartı borçları, konutlarından çıkarılan ipotek borçluları, borsaya bağlanmış emekli aylıklarındaki düşme, çocukların kolej masrafları için yapılan birikimlerin erimesi, Amerika’da “çorba mutfağı” (“soup kitchen”) diye anılan (bizim iftar çadırlarını andıran biçimlerde dağıtılan) yemek yardımlarındaki hızlı artış gibi öğelerden oluşan “insan manzaraları”…

    Elbette bu “manzaralar”, Türkiye’deki ekonomik bunalımın yol açtığı insanlık trajedileri yanında hafif kalır. Ancak, yoksulluk, görelidir. Bu nedenle, Amerika örneğini alırsak, bunalımın yol açtığı şiddet ve intihar olaylarının, bizim gazetelerin üçüncü sayfalarına yansıyan felâket haberlerine fark atacak boyutlara çıktığı anlaşılıyor. (Örnek olarak TomDispatch.com adresli web sitesinde Nick Turse tarafından “Tough Times / Güç Zamanlar” başlıklı dizi yazılar gösterilebilir.)

    ***
    Bir de, toplumsal kutuplaşmanın diğer ucunda yer alanlar var. Batı ekonomilerini krize sürükleyen dev bankalardan birinde çalışmış olan bir finans uzmanı (Philipp Meyer), kriz öncesi hayat tarzlarından bazı kesitleri şöyle aktarıyor (The Independent, 27 Nisan 2009):

    “Finansal piyasalar, özünde hepimizin bencil, ben-merkezci yaratıklar, kısacası pislik olduğumuz; sevgi, şeref gibi insanî duyguların aslında var olmadığı ilkesine dayanır. En kolay şey, sistemle bütünleşmek; başka türlü bir hayatın var olmadığına kendimizi ikna etmekti. Müşterilerimizi yemeğe götürünce, faturayı banka öderdi. İlk kez on bin dolarlık bir yemek faturası görünce şaşırmıştım; fakat kolay alıştım. İşin özü, kendimiz için çılgınca tüketim, başka herkes için kemer sıkmaya dayanıyordu. Benim işim zenginlerin ve büyük şirketlerin vergiden kaçabilmeleri için türev kâğıtlar oluşturup, bunların gelirlerini offshore holdinglere aktarmaktı. Şirket finansmanı bölümlerinde çalışanlar ise yüzlerce işçiye yol veren; fabrikaları kapatan anlaşmaları yaparlar; bunların sonunda ana şirketin borsadaki hisse senetlerinin değeri artardı. Finansal piyasaları yürüten insanları, milyonlarca dolarlık primlerle besleyip, kimsenin hayal edemeyeceği kadar zenginleştirin; bir de yol açtıkları yıkımı haklı gösterecek felsefi bir rasyonel oluşturun; bunlar tüm dünyayı rahatça uçuruma sürükleyebilirler.”

    Ve sürüklemişlerdir. Amerika’daki finansal krizin patlak verdiği ipotekli konut piyasasından, banka/şirket kurtarma operasyonlarına kadar uzanan tüm halkalar mercek altına alındığında ortaya çıkan yolsuzluk, ahlâksızlık, sahtekârlık örnekleri saymakla bitmiyor. Bu çarpıklıklar, bankacı Meyer’in anlatımında ortaya çıkan “insan malzemesi”nin bozukluğu olmasaydı, gerçekleşemezdi.

    Son çeyrek yüzyıl boyunca, Batı kapitalizminin en çok kuralsızlaştırılan; denetleme, sınırlama öğelerinden en çok arındırılan alanı finansal sistem olmuştur. Böylece “zincirlerinden kurtulan” finans kapital, kazanç hırsını, hiçbir sınır tanımadan kovalamaya başlamıştır. Bir yandan, her türlü ahlâkî iç-denetimden ve toplumsal sorumluluktan yoksun bir kâr/kazanç arayışı; öte yandan da, denetimsizleştikçe piyasa anarşisinin yıkıcı özellikleri sisteme egemen olmuştur. Ve bunlar, aslında, kapitalizmin de çıplak özünü ortaya koymuştur.

    ***
    Suçluların telaşı içindeki çevrelerde, “toplumsal patlama, yeniden sınıf kavgaları” fobileri birdendire yaygınlaşıyor. Wallerstein’in aktardığına göre, soğuk savaş yıllarında ABD’nin komünizmle mücadele politikalarının baş mimarlarından olan Brzezinski, bir TV programında sormuş: “Milyonlarca işsiz bunalım içinde debelenirken, benzeri görünmemiş servet transferlerinden yararlanmış olan paralı sınıflar nerededir; niçin hiçbir şey yapmıyorlar?” Ve eklemiş: “Sınıflar-arası çatışmalar artacak; kalkışmalar patlak verecektir.”

    Brzezinski’nin endişelerini başka bir doğrultuda körükleyebilecek bir bulgu ABD’de Rasmussen Raporları adlı kuruluşun telefonla yaptığı bir anket ortaya koymuş. “Sosyalizm mi, kapitalizm mi? Hangisi iyidir?” Anket, sadece bu sorudan oluşuyor. Yanıtlayan Amerikalıların yüzde 27’si kararsız kalmış; yüzde 53’ü kapitalizmi, yüzde 20’si ise sosyalizmi yeğlemiş. 30 yaşın altındaki gençlerde ise, tercihler neredeyse başabaşmış: Kararsızlar yüzde 30, kapitalizmi ve sosyalizmi yeğleyenler ise (aynı sırayla) yüzde 37 ve yüzde 33 oranlarında çıkmış.

    Sosyalist partilerin fiilen “namevcut” olduğu ABD’de ortaya çıkan bu “kendiliğinden” sonuçlar ne ifade ediyor? Bence, sistem karşıtı bir muhalefetin nesnel koşullarının Batı’nın en tutucu toplumu olan ABD’de dahi oluşmakta olduğunu gösteriyor. Ancak, siyaset ve ideoloji alanlarında sermaye hegemonyasını sarsacak gelişmeler Batı’da henüz filizlenmemektedir.

  3. #3
    Üyelik tarihi
    14.Mayıs.2009
    Mesajlar
    0
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Okumanın faydası olacağına inandığım yazıları da bu topiğe kopyalamak istiyorum, sakıncası yoksa. Aşağıdaki yazının okunmasında büyük fayda var,çünkü dünyaca ünlü bir yazar 3.Dünya'nın ne olduğunu oldukça iyi anlatmış.









    Jan 01, 2008 04:30 AM
    Be the first to comment on this article...
    Arthur Donner
    Doug Peters

    "What we're seeing (in the U.S.) isn't the rise of a fairly broad class of knowledge workers. Instead, we're seeing the rise of a narrow oligarchy: Income and wealth are becoming increasingly concentrated in the hands of a small, privileged elite ... It's time to face up to the fact that rising inequality is driven by the giant income gains of a tiny elite, not the modest gains of college graduates."

    – Paul Krugman, New York Times, Feb. 27, 2006.

    In the mid-1990s, the Wall Street Journal delivered the classic insult to this nation when it called Canada an honorary Third World country.
    Indeed, at that time Canada's economy was coming out of a period of relative difficulty.
    Our balance of payments was shaky, the federal government had posted a long string of budget deficits and the Canadian dollar was weak.
    Adding to these economic woes, as of the mid-1990s, Canada also had a long history of posting substantially higher inflation rates than in the United States.
    Now, however, the trade and fiscal deficits situation has been turned on its head, with the United States incurring huge fiscal deficits and borrowing enormous amounts of foreign capital to balance its hefty international trade deficit. In fact, in a relatively short time span, the U.S. has become the largest debtor nation in the world.
    And as Paul Krugman and many other economists have pointed out, U.S. income disparity is obscenely large and increasing, while higher education is not overcoming the polarization of income and the shrinking of the middle class.
    The latter point is somewhat surprising, since most Western democracies see the elimination or reduction of economic inequality as a good idea. Indeed, it is a generally accepted principle that the underlying causes of economic inequality based on such non-economic differences as race, gender, or geography should also be minimized or eliminated.
    In other words, there is a strong predilection in most Western countries to level the economic playing field as much as possible. This seems not to be the case in the United States.
    The United Nations publishes a Human Development Index that ranks countries in terms of life expectancy, literacy, education and standard of living. The latest published data were based on 2005 statistics. The U.S., despite its vast wealth and power, placed only in the 12th position among industrial countries. The top four countries were Iceland, Norway, Australia and Canada. These top four countries still pay some lip service to income distribution as an important economic and social goal.
    Ironically, the U.S. today has many more features in common with Third World status than Canada ever did back in the mid-1990s.
    What is usually meant by a Third World economy? A half-century ago, the term was associated with the economically underdeveloped countries of Africa, Asia, South America and Oceania. The common characteristics of these Third World countries were high levels of poverty, income inequality, high birth rates and an economic dependence upon the advanced countries. Third World countries were simply not as industrialized or technologically advanced as Western countries.
    But what are some of the distinguishing characteristics of contemporary Third World countries? They go beyond these nations' fiscal position or undue concentration on natural resource exports.
    The glaring features today include poverty, lack of democratic institutions, controlling oligarchies and the unequal distribution of income and wealth. In other words, the few enjoy a rich lifestyle while the many share subpar incomes and poverty.
    Another characteristic of Third World countries is that a major portion of their fiscal expenditures is allocated to the military. In many Third World countries, the military is controlled by an elite or a small collection of the wealthy.
    Finally, in many Third World countries one finds that leadership is passed from one generation to the next, often via a close relative.
    Guess what country we are talking about now?

  4. #4
    Üyelik tarihi
    31.Mayıs.2009
    Nereden
    Avatarımdaki resmin olduğu yer.
    Yaş
    60
    Mesajlar
    220
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Giderek bir elinde konsantre oluyorlar "biz, ABD () ne görüyorsunuz bilgi işçilerin oldukça geniş sınıfın yükselişi değildir. Bunun yerine, dar bir oligarşi The Rise of: Gelir ve servet görüyorsunuz küçük, ayrıcalıklı elit ... Bu da artan eşitsizlik küçük bir elit bir dev gelir artışları ile tahrik olduğu yüzleşmek zamanı üniversite mezunlarının değil mütevazı kazanır. "

    - Paul Krugman, New York Times, Feb 27, 2006.

    1990'ların ortalarında, Wall Street Journal of zaman Kanada fahri Üçüncü dünya ülke olarak adlandırılan bu ülke için klasik hakareti yapmıştır.
    Nitekim, o zaman Kanada ekonomisi göreli zorluk bir süre dışarı geliyordu.
    Bizim ödemeler dengesi, federal hükümet bütçe açıklarının uzun bir dize ve Kanada Doları gönderilen vardı zayıf zayıf oldu.
    Bu uzun uzun dert için ekonomik olarak orta 1990'ların, Kanada da Amerika Birleşik Devletleri daha önemli ölçüde daha yüksek enflasyon oranları mesajın uzun bir geçmişi vardı ekleme.
    Şimdi, ancak, ticaret ve mali açıkları durum kendi başına, Amerika Birleşik Devletleri büyük mali açıkları incurring ile döndü edildi ve etkili uluslararası ticaret açığını dengelemek için yabancı sermaye büyük miktarlarda borçlanma. Aslında, nispeten kısa süre içinde, ABD, dünyanın en büyük borçlu ülke haline gelmiştir.
    Ve Paul Krugman ve diğer pek çok ekonomist işaret varsa, ABD gelir farkı obscenely büyük ve artan, sırasında yüksek öğretim ve orta sınıf bir daralma gelir ve kutuplaşmanın üstesinden değildir.
    Bu ikinci nokta biraz, çoğu Batılı demokrasiler kaldırılması ya da iyi bir fikir gibi ekonomik eşitsizliğin azaltılması görmek beri şaşırtıcıdır. Nitekim, bir genel kabul görmüş ilke, ekonomik eşitsizlik altında yatan neden bu olmayan dayalı ırk, cinsiyet, ekonomik farklılıkları veya coğrafya da minimize edilmelidir veya elenirse.
    Diğer bir deyişle, bir çok Batı ülkelerinde mümkün olduğunca ekonomik oynarken alanı düzeyinde güçlü bir tercih olduğunu. Bu, Amerika Birleşik Devletleri bir durum değil gibi görünüyor.
    Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi bir yaşam süresi, okuma-yazma, eğitim ve yaşam standardı açısından ülke sıralamasında yayınlar. En son yayınlanan veriler 2005 istatistiklerine dayanıyor. ABD, kendi büyük zenginlik ve güç, sanayi ülkeleri arasında 12. pozisyon sadece yerleştirilir rağmen. Ilk dört ülke İzlanda, Norveç, Avustralya ve Kanada oldu. Bu ilk dört ülke hala gelir dağılımı önemli bir ekonomik ve sosyal hedef olarak bazı sözde ödemek.
    Üçüncü dünya durumu ile ortak Alaylı, ABD bugün çok daha fazla özellik daha Kanada kadar 1990'ların ortalarında geri yaptım.
    Ne genellikle Üçüncü Dünya ekonomisi ile anlamı nedir? Bir yarım yüzyıl önce, terim Afrika, Asya, Güney Amerika ve Okyanusya ve ekonomik açıdan az gelişmiş ülkeleri ile ilişkili idi. Bu Üçüncü Dünya ülkelerinin ortak özellikleri yoksulluğun yüksek düzeyde, gelir eşitsizliği, yüksek doğum oranları ve gelişmiş ülkelerin üzerinde ekonomik bağımlılık vardı. Üçüncü Dünya ülkeleri olduğunu basit olarak veya teknolojik sanayileşmiş Batı ülkeleri gibi gelişmiş.
    Ama bazı çağdaş Üçüncü Dünya ülkeleri ve ayırt edici özellikleri nelerdir? Bu ülkelerin mali pozisyonu veya doğal kaynak ihracat yersiz konsantrasyon ötesinde.
    En göze batan özellikleri bugün oligarchies ve gelir ve servet ve eşitsiz dağılımı demokratik kurumların yoksulluk, yoksun, kontrol içerir. Bir başka deyişle, birkaç zengin bir yaşam tarzına sahip ise çok payı subpar gelir ve yoksulluk.
    Üçüncü Dünya ülkeleri bir özelliği kendi mali harcamalarının önemli bir bölümünü askeri tahsis edilmektedir. Pek çok Üçüncü Dünya ülkeleri olarak, askeri bir elit ya da küçük bir toplama tarafından denetlenmektedir zengin.
    Son olarak, pek çok Üçüncü Dünya ülkeleri bir bir liderlik bir nesil bir sonraki genellikle ile yakın akraba aktarılır bulur.
    Biz şimdi konuşuyoruz ne ülke Tahmin?
    Alıntı yaparak Cevapla

    herkes malum ingilazca bilmiyor sayın borazan,ancak yeryer cümle aksaklıkları olsada translatör çevirisi böyle.....
    Yakutun,incinin,elmasın ne kıymeti vardır ki;bir sevgili uğruna harcanmadıktan sonra.
    *Hz.Mevlana*

  5. #5
    Üyelik tarihi
    14.Mayıs.2009
    Mesajlar
    0
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    ABD, Çin ve Dolar’ın Geleceği - Korkut Boratav

    21/06/2009 07:30



    Aşağıdaki ifadelere dikkat çekerek başlayalım:
    ABD’ye çok fazla borç vermiş durumdayız. Açıkçası biraz endişeliyim. ABD’nin kendi itibarını gözetmesini, ahde vefa göstermesini, Çin’in alacaklarını güvence altına almasını talep ediyorum.” (Wen Jiabao, Çin Başbakanı).
    Sermaye piyasalarının kuralsızlaşması, kontrolların kaldırılması konularında Amerika’nın hatalarından çok şey öğrenmekteyiz. (Dolara dayalı) rezerv paraları kullanmanın maliyeti giderek artmaktadır. Dünya para sisteminin düzeltilmesi için, herhangi bir ülkeyle bağlantısı kopan; böylece uzun vadede istikrar kazanabilecek bir uluslararası rezerv para yaratmak hedeflenmelidir.” (Zhou Xiaochuan, Çin Merkez Bankası Başkanı)
    Bugünkü durumda, IMF’nin özellikle rezerv para ihraç eden ülkelerin (yani ABD’nin) ekonomik ve finansal politikaları üzerindeki gözetimini pekiştirmesi gerekmektedir.” (Hu Xiaolian, Çin Merkez Bankası Başkan Yardımcısı)
    İki savaşı birden sürdürmenin maliyeti, (diğer) giderlerin esneklik taşımaması ve durgunluk nedeniyle vergi hasılatının artamayacağı dikkate alınırsa, ABD Hazine Bakanı Çin’e geldiğinde, kendisine ABD’nin tasarruflarını artırabilmesi için öncelikle askeri bütçesinde kısıntıya gitmesi tavsiye edilmelidir.” (Yu Yongding, Çin Merkez Bankası eski danışmanı, Çin Bilimler Akademisi üyesi)
    Peki, Çin yetkililerinin “dünya ve Amerikan ekonomisinin nasıl yönetilmesi gerektiği” hususunda “çizmeden yukarı çıkan” bu söylemlerine Amerikalılar nasıl tepki gösterdi? Önce Obama’ya kulak verelim: “Biriktirmiş olduğumuz borç ve uzun vadeli açığı sürdürmemiz mümkün değildir. Çin’den sürekli olarak borçlanıp duramayız.”
    Beyaz Saray sözcüsü Robert Gibbs de, “Başka Obama, kriz geçincde ülkeyi malî istikrara yöneltmeyi istemektedir. Dünyada en güvenceli yatırım, Amerika’ya yapılan yatırımdır” diyere doların geleceğinden şüphelenen Çinlileri teskin etmeye çalıştı.
    Hazine Bakanı Geithner’e gelince, göreve başlarken Çinlilere, “ulusal paranızın (renminbi veya yuan’ın) değerini yükseltmeniz gerekiyor, rekabet gücümüzü bu nedenle yitiriyoruz” mesajını vermişti ama Çin’e gittiğinde gözleri açıldı. Çin ekonomisi, astronomik dış fazla verirken, Merkez Bankası dolar (veya ABD Hazine bonolarını) satın alıp rezervlerini artırdığı içim renminbi’nin değerini dolara karşı sabit tutabilmekteydi. Eğer, döviz piyasalarına bu müdahaleyi yapmasaydı, hem doların uluslararası fiyatı çökecek; hem de ABD faizleri yukarı tırmanacak; böylece Amerikan ekonomisi çifte darbe yemiş olacaktı. “Jötonları düşmüş” olsa gerek, Geithner, durumu gecikerek de olsa algıladığı için olsa gerek, Çin’de renminbi’nin değeri konusunu es geçti; Çin hükümetinin dünya ekonomisini canlandırmak için sarfettiği çabaları alkışladı.
    Elbette alkışlayacaktı. Zira, Amerikan ekonomisini canlandırmak için dünya piyasalarına akıtılacak olan 787 milyar dolarlık borç kâğıtlarının önemli bir bölümünün Çin tarafından alınması umulmaktaydı. Çin hükümeti bu beklentiyi karşılamakta; krizden bu yana kısa vadeli ABD Hazine bonosu alımlarını sürdürmekte ve Obama’nın krizle mücadele programını doğrudan desteklemekte idi.
    ***
    Nasıl olup da, emperyalist sistemin patronu, birdenbire en büyük alacakalısı haline gelmiş bulunan yoksul bir çevre ekonomisine karşı, “borcuma sadakatim tamdır; er veya geç alacaklarınızı ödeyeceğim; yeter ki şu güç günleri geçirinceye kadar kredilerinizi sürdürün” diye yakaracak duruma düşmüştür?
    Dünya ekonomisinin tek rezerv parasını ihraç etme tekeli sayesinde, Amerikan emperyalizmi dış dünyadan (başta Çin’den) her yıl milli gelirinin ortalama yüzde 5’i civarında net kaynak alabilmiştir. Ne var ki, bu ayrıcalık dönmüş-dolaşmış (Dr. Frankenstein’ın yarattığı canavar gibi) Amerika’nın korkulu rüyası haline gelmiştir.
    Çin Başbakanı, “Amerika’ya çok fazla borç verdik” derken bu olguyu kastediyor. Emperyalist saldırganlığın beslediği kamu açıkları ve Amerikalıların doymak bilmeyen tüketim tutkusundan kaynaklanan tasarruf açığı, ABD’nin astronomik dış kaynak gereksinimine yol açtı. Bu açıkları karşılama işlevi de en başta Çin’e düştü. Bu da dolar rezervlerini (öncelikle de ABD Hazinesi’nin borç senetlerini) biriktirerek (yani borç vererek) gerçekleşti.
    Bugün gelinen noktada ABD’nin dış borçlarının tahminen dörtte biri Çin’e aittir. Çin’in 2 trilyon (2000 milyar) dolarlık resmi rezervlerinin dörtte üçünün dolara bağlı olduğu tahmin ediliyor; 768 milyar dolarının ise doğrudan doğruya ABD Hazine bono ve tahvillerinden oluştuğu biliniyor.
    Krize karşı mücadele ederken hem dış borcun “döndürülmesi”, hem artan bütçe açığının yol açacağı yeni borçlanmanın karşılanması ve bunların doların değeri çökmeden ve faizler turmanmadan gerçekleşmesi için Amerikan kapitalizmi Çin’e “ fena halde” bağımlı hale gelmiştir.
    Bu iş nereye gider? Çin’in seçenekleri nelerdir? Fırsat buldukça tartışmak üzere…

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Benzer Konular

  1. Prof. Dr. T. Güngör URAS
    Konu Sahibi ilker Forum Ekonomi Yazarları
    Cevap: 2
    Son Mesaj : 24.Aralık.2007, 12:39
  2. Prof. Dr. Salih Neftçi
    Konu Sahibi ilker Forum Ekonomi Yazarları
    Cevap: 4
    Son Mesaj : 12.Eylül.2007, 10:49
  3. Prof. Dr. AYDIN AYAYDIN
    Konu Sahibi Timur Forum Ekonomi Yazarları
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 11.Temmuz.2007, 22:23

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
YASAL UYARI
Ekonomi, Borsa ve Para piyasaları" bölümünde yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yayımlanan Seri:V, No:52 Sayılı "Yatırım Danışmanlığı Faaliyetine ve Bu Faaliyette Bulunacak Kurumlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ" çerçevesinde aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çevresinde sunulmaktadır. Burada ulaşılan sonuçlar tercih edilen hesaplama yöntemi ve/veya yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmakta olup, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabileceğinden sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir.Yatırımcıların verecekleri yatırım kararları ile bu sitede bulunan veriler, görüş ve bilgi arasında bir bağlantı kurulamayacağı gibi, söz konusu yorum/görüş/bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan www.keyborsa.com web sitesi ve/veya yöneticileri sorumlu tutulmaz.
Google Privacy Policy
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193