Sayfa 1 Toplam 2 Sayfadan 12 SonuncuSonuncu
Toplam 12 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 10 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Yaşanmiş Iki Hikaye!!

  1. #1
    Üyelik tarihi
    29.Nisan.2008
    Mesajlar
    4,717
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Yaşanmiş Iki Hikaye!!

    STANFORD
    Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından firlayarak önlerini kesti..

    Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?

    Adam, yavaşça
    rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı..

    Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu..
    Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; "Bekleriz" diye mırıldandı..

    Nasıl olsa bir sure sonra gideceklerdi.. Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü.. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi. Sonunda sekreter, dayanamayarak yerinden kalktı. "Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalıştı.

    Anlaşılan çare yoktu..
    Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıstı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu? Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti.

    Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard´da okuyan ogullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi.

    Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki onun anısına okul sınırları içinde bir yere bir anıt dikmek istiyorlardı.
    Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi.
    "Madam" dedi sert bir sesle, "Biz Harvard´da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner..."
    "Hayır, hayır" diyerek haykırdı, yaşlı kadın.. "Anıt değil.. Belki, Harvard´a bir bina yaptırabiliriz". Rektör yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak "Bina mı?" diyerek tekrarladı. "Siz bir binanın kaça mâl olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptıgımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı.."

    Tartışmayı noktaladıgını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi...

    Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü :

    "Üniversite inşaatına başlamak için gereken para buymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?"

    Rektor´un yüzü karmakarısıktı.. Yaslı adam başıyla onayladı. Bay ve bayan Leland Stanford, dışarı çıktılar. Doğru Californiaya´ya, Palo Alto´ya geldiler. Ve Harvard´ın artık umursamadıgı oğulları için onun adını ebediyyen yaşatacak üniversiteyi kurdular.

    Amerika´nın en önemli üniversitelerinden birini
    STANFORD´u.
    ADOLPH VE RUDOLPH'un ÖYKÜSÜ


    İkinci Dünya Savasi'nin hemen öncesinde Almanya'da bir kasabada iki kardes ayakkabi yapip satmak üzere bir atölye açarlar; Adolph ve Rudolph Dassler.

    Savas sonrasi Adolph, Rudolph'a artik birlikte çalismak istemedigini, kendine ayri imalathane açacagini söyler. Rudolph saskindir. Ufacik kasabada iki kardes ayri imalathanelerde rekabet edeceklerdir.

    Kardesine bunun mantikli olmayacagini, bu ufak kasabada zaten insanlarin sayili ayakkabi satin aldiklarini, ikisinin birden iflas edecegini söylese de Adolph bu uyariyi dikkate almaz ve kendine yeni bir ayakkabi imalathanesi açar.
    Gerçekten de aralarinda kiyasiya bir rekabet baslar. Rekabetleri dogduklari kasaba sinirlarini dahi asar.
    Iki kardes ayrildiktan sonra birbirlerine küsmüslerdir ve Adolph 1978 yilinda öldügünde tam 29 yildır darginlardir.

    Bugün iki firmanin genel merkezi de bu ufak kasaba Herzogenerauch'tadir. Adolph Dassler'in ayakkabi sirketinin adi
    ADIDAS, Rudolph'un ki ise PUMA'dir.

  2. #2
    Üyelik tarihi
    29.Nisan.2008
    Mesajlar
    4,717
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Güven

    İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.

    Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. 'Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli… Benimle Paylaşmak ister misin?' diye sordu yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da, 'Sana yardım edebilirim' dedi. Çek defterini çıkardı. İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: 'Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al' dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.

    İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller' e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına. 'Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim' diye düşündü. John Rockefeller' e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı. Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.

    Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü. Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire 'Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir' dedi. 'Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor' diye ekledi. Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.

    İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı.
    Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti.
    Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.

    başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok.


    düşünün elinizde 100 000 lot garanti hissesi var
    Birşeyi yapmak için, onu çok sevmelisiniz. Birşeyi sevmek için, ona delicesine inanmalısınız.

  3. #3
    Üyelik tarihi
    28.Temmuz.2008
    Mesajlar
    4,807
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Alıntı yagmur Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    düşünün elinizde 100 000 lot garanti hissesi var
    Siz benim hesabıma 100 bin lot GARAN virmanlayın.1 yıl sonra geri veririm, güvenin bana...

  4. #4
    Üyelik tarihi
    02.Şubat.2009
    Mesajlar
    438
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Bana da güven.
    Söz veriyorum, herhangi bir daha cazip durumla karşılaşıncaya kadar

    =)

    .........
    EGO SUM QUİ SUM........3.5 - 4........

  5. #5
    Üyelik tarihi
    23.Mart.2009
    Yaş
    60
    Mesajlar
    40
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Hiç bir insana rastlamadım ki, onda öğrenilecek bir şey olmasın.
    (Alfred de Vigny)
    Artık aşinayız; günümüzde basılı ve görüntülü neşriyatta herkes biribiriyle tartışıyor. Konu bulmak zor değil, zira en basit meselede bile insanlar adedince farklı ve orijinal (?) düşünce bulmak mümkün gibi görünmekte. Tartışma dediğimiz iletişim biçiminde, eğer buna bir iletişim türü diyebilirsek, bir konu üzerinde bir biribirinden farklı yahut tamamen karşıt görüşlerin karşılıklı üstün gelme çabaları öne çıkıyor. Tarafların amacı biribirinden bir şeyler öğrenmek değil çoğu zaman; bir punduna getirip haklılığını isbat, yahut yeri geldiğinde, muhteşem bir hamleyle taşı gediğine koyuvermek. Ortada paylaşılan bilgi, yeni öğrenilen bir şey yok çoğu zaman. Konuşulanlar havada uçuşuyor, en iyi bağrılan sloglanlar akılda kalıyor çoğu kez.
    Belki de o yüzden bir çok tartışmanın ardından konunun bütün tarafları kendilerini muzaffer hissediyorlar.
    Tartışmaların Genel Portresi
    Özellikle televizyonlarınızda yayınlanan yahut doğrudan tanık olduğunu tartışmaları izlerken, tartışmacıların vücut dillerine dikkat etmenizi öneririm. İlk dikkatinizi çekecek şey muhtemelen, bir karşıt görüş savunulurken, diğer tartışmacıların adeta sinek vızıltısı savuşturur gibi bir yüz ifadesiyle muhatabını “dinlemesi” olacaktır sanırım. Dikkat buyrun, hemen herkes, söz sırasının kendisine geleceği anı “sabırla” beklemekle yükümlü gibi duruyorlar (bazıları buna bile tahammül edemiyor ya…). Görünen o ki, karşı tarafın ne dediği, ne anlattığı, muhatabının hiç de umurunda değil.
    Bir de bir başka (hadi terbiyesizlik demeyeyim de) nezaketsizlik sıklıkla yaşanıyor tartışırken. Birisinin konuşmasını aniden bölen yekdiğeri, “Tamam, ben sizi anladım fakat…” diyerek sözü almaya girişiyor. Bilmem bunun derin anlamını hiç düşündünüz mü? Bence bu ifade şöyle tercüme edilebilir: “Tamam tamam; senin ne diyeceğin belli, zaten ne dediğini bildiğin de yok, zamanımızı boşa israf etme. Senin dediklerini de diyeceklerini de ben zaten düşündüm yıllar önce, kes sesini de dinle, BENDEN bir şeyler öğren!”. Ya da buna benzer bir şey… En basit tabiriyle, ayıp değil midir bu? Fakat biz bunu maalesef hep yapıyoruz…
    Fazlaca gözden kaçan bir nokta daha var; tartışmacılar çok zaman birbirlerini ‘hatalı’, ‘yanlış düşünen’, ‘eksik bilgili’ yahut ‘tutarlılıktan yoksun’ olmakla itham ediyorlar. Birbirlerinin söylemlerini (elbette genellikle daha kibar ifadeler kullanarak) “saçma” kategorisine sokup, kendi savlarının daha akılcı ve daha doğru olduğunu isbata çalışıyorlar. Yukarıda işaret ettiğim karşıdakini dinle(ye)meme hastalığıyla da birleşince bu durum aslında ciddi bir mantık hatasını gözler önüne sermekte: Bir insan, özellikle de halka açık bir tartışmada bir fikri savunmaya aday olan bir insan, savunduğu fikre dair asgari bir iç tutarlılığa (temel bir mantıksal bütünlüğe) genellikle sahip olmak durumundadır (istisnalar dışında). Bu kişi velev ki, karşısındakilerin tüm hayat felsefelerine tamamen zıt, ahlaksız yahut asla kabul edilemez bir görüşü dillendirse bile, çoğu kez yeterince kulak verdiğimiz takdirde, o kişinin nasıl bir zihinsel birikimle bu sonuçlara vardığını anlama imkanımız doğabilir. Zira her insan, düşünce dünyası itibariyle ayrı ve yeganedir. Kendince fikirleri, nedenleri, yaşanmışlıkları ve çıkarımları vardır. Fakat amacımız anlamak ve karşılıklı iletişim (diyalog) değilse, elbette ki böyle bir zahmete katlanmanın da hiçbir pratik faydası gözükmeyecektir.
    Ya Sohbet?
    Halbuki kadim kültürümüzün temel sac ayaklarından birisi olan sohbet kültürü nasıldır? Hatırlayan var mı acaba? Çok şükür, benim halen “sohbet” edebildiğim dostlarım, bilgili tanıdıklarım var. Sohbetle tartışmanın çarpıcı farklarını da özellikle sohbetlerim sırasında farkediyorum.
    Sohbetlerde esas olan dinlemektir. Konuşanın bir konuda uzman olmasına gerek yok; dinleyenler genelde söylenenlerden kendilerince bir şeyler çıkartmaya gayret gösterirler. Konuşma sırası kendiliğinden gelir; konuşan, ilgili konu yahut kavramla ilgili kendince yakaladığı bir açılmı paylaşır sakince. Birbirini tutuşturan mumlar misali, fikri aydınlık keskinleştikçe keskinleşir…
    Demokrasi dediğimiz şey esasen sohbette işler; orada herkes fikrince vardır, fikri olan herkes de söz sahibidir.
    Konuşmak aslında çok da arzulanmayan bir durumdur sohbetlerde; yahut öyle olmalıdır; zira orada amaç “istifade”dir. Düzeysiz tartışmalardan sonra damakta kalan o lezzetsiz muzafferlik hissine mukabil, sohbetlerden sonra dimağlarda bir doygunluk hissi, zihinlerde yeni fikirlerin tohumlarının yeşermeye başladığı duygusu hakim oluverir çoğu zaman. Tartışma sizi hasmınıza yönlendirirken, sohbet sizi size döndürür. Kendinizle hasbihaldir bir yerde sohbet. Sohbet bittiğinde siz artık başka bir insansınızdır. Fakat bu başkalık, bir adım daha olgunlaşmaktır, bunu bir şekilde farkedersiniz. Zira düşünce, düşüneni değiştiren bir eylemdir.
    Belki de bu yüzden sohbetler tebessümle, tartışmalar çatık kaşlarla yahut alaylarla sürer genelde… Kimbilir belki de inkişafa programlı insan zihninin yeknesaklıktan ve bildiklerini tekrarlamaktan duyduğu azaptır tartışmanın o boğucu havası…
    Birkaç nesil geçmeden koca sohbet kültürünün özellikle basın-yayın dünyasının menfi örnekleri sayesinde hayatımızdan silinip gitmesine seyirci kalmak zorunda değiliz. Yapacağımız şey basittir. Sohbet edelim, tartışmayalım. Arkadaşlarımızla, çocuklarımızla, eşimizle, aile büyüklerimizle sohbet etmek için bilinçli ve planlı zaman ayıralım. Bacak kadar çocuğumuzu dahi dinleyelim, dinleyelim ki, anlatacak fikirler yeşersin o minik kafasında. Sohbetin lezzetini tadalım ve tattıralım ki, tartışmanın acılığı dillerde daha bir şiddetli hissedilsin.
    Göreceksiniz, sohbetin tadına doyum olmaz…
    [Haber Ajanda Dergisi, 2006]
    Ben edebi edepsizlerden öğrendim.*Hz.Ali.*

  6. #6
    Üyelik tarihi
    23.Mart.2009
    Yaş
    60
    Mesajlar
    40
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Diyelim ki, beyaz duvarda koyu renkli bir böcek yürüyor. Evin 2-3 yaşlarındaki sevimli çocuğu bunu görünce, tüm ilgisi ne olduğunu bilmediği bu hareketli şeye doğru dönüyor. Dokunmak istiyor ona. Tam uzanacakken, babası (yahut annesi-teyzesi vs.) sesleniyor sertçe: Elleme kızım/oğlum; aaa, pis o, cısss! Çocuk bir kaç kez daha benzer hadiselerle karşılaşıyor büyürken; ellemesini istemedikler şeylere “pis” diyorlar, “zehirli” diyorlar, “cıss” diyorlar büyükleri. Annesi, babası, büyük bildiği herkes söyler de çocuk itiraz eder mi? İstemeyerek de olsa kabulleniyor o şeylerin (her neyse onlar) pis ve zararlı olduklarını.
    Peki acaba çocuğu bu varlıklardan ve nesnelerden uzak tutmaya çalışan büyükler gerçekten biliyorlar mı o şeyin “pis” yahut “tehlikeli” olduğunu? Zehirli olabilme kapasitesine sahip örümcekleri, hastalık taşıyabilen tahtakurularını, çıyanları falan anlarım da; uğur böceğinden bile korkan, her eklem bacaklıyı “pis” ve “zararlı” bilen yetişkinlerimiz yok mu sanki? Veya tehlikesiz olduklarını bilmelerine rağmen, çocuklarını ilerideki “muhtemel” tehlikelerden korumak için küçük beyaz yalanlar mı söylüyorlar sadece? Evet, anne-babalar genelde böyle davranıyor; çünkü onların da öyle davranan anneleri-babaları olan anne-babalara sahip anne ve babaları vardı muhtemelen. Kuşaktan kuşağa bir “tecrübe” aktarımı! Gerçeklikle çoğu zaman ilgisi bile olmayan, özellikle şehirli insanları hareket eden neredeyse her şeyden korkar hale getiren o hurafelerin kaynağı biraz da işte bu basit yalanlar.
    Bu bildik öyküyü sadece böceklerle mi ilgili sanıyorsunuz? Eğer öyleyse büyük bir yanılgı içindesiniz demektir.
    Bu ülkenin insanı, kendi düşünme geleneğini geliştirememiş maalesef; yahut buna (muhtelif nedenlerle) hiç fırsatı olmamış. Düşünme eylemi anlamında ülke insanımızın büyük çoğunluğu ergenlik öncesi çocukluk halleri sergiliyor. Bu nedenle, kulağı “anne-baba” yahut “âkil kişi” bildiği insanların sözlerindedir genelde. Baştan sona bütün eğitim sistemi ve bu tuhaf ideolojik yapı, ona böyle öğretmiştir zira: Onun düşünmesine hacet yoktur, birileri düşünür, ifade eder, o da böylece bilgilenmiş olur.
    Böyle insanlardan oluşan bir ülkede belki de en önemli güç, malum sebeplerle basın-yayın organlarına, güncel ifadesiyle “medya”ya ait olacaktır. Öyledir, çünkü ister yalan, ister çarpıtma olsun; uygun yönlendirme teknikleri ile birlikte sunulduğunda insanlar bunu kolaylıkla yutar. Şimdi bolca yaşadığımız gibi “bütün hareketli nesnelerin tehlikeli olduğuna” birilerini gayet rahat ikna edeceklerdir.
    Elbette bu gün basın-yayınımız bizi sadece eklembacaklılar taifesi ile ilgili “bilgi”lendirmiyor; aynı taktiği hemen hemen her şey için kullanıyor. Bir yazarın yayınından hoşlanmadı mı? Hazır etiketlerden üç beş tanesiyle avaz avaz bağırarak o şahsı yaftalamak, hedef alınan düşünceden ve kişilerden insanları soğutmak için çoktandır kullanılan bir teknik. Bir siyasi oluşum sinirine mi dokunuyor? Kanıta falan ihtiyaç duymayacak şekilde, ülke insanının bilinçaltına yıllardır itinayla yerleştirilmiş o meşhur suçlamalardan bir kaç tanesini arka arkaya dizivermesi yetiyor da artıyor! Vatanı satan, işbirlikçi, şeriatçı, kominist, hain, ikinci cumhuriyetçi, terörist, yobaz, tarikatçı… ne “sıfatlar” gördük bu güne kadar, hatırlasanıza! Dünün baş tacı edilen, ünlü ve laikliğinden kimsenin şüphe duymayacağı birçok siması, bu günlerde açıkladıkları düşüncelerinden ötürü tarikatçı ve benzeri damgaları çoktan yemiş durumdalar. Bağırdıkça haklı olacaklarını sanıyorlar…
    Bu boş lafları basın-yayın organlarından edinerek sağda solda satan sıradan vatandaşa bakın bir de. Evde anne-babasından “pis” olduğunu öğrendiği böcekleri arkadaşlarına irileşmiş gözler ve heyecandan titreşen bir ses tonuyla anlatıp onları mutlak tehlikeye karşı uyarmak çabasındaki o masum çocuktan ne farkları var? Hiçbiri dillendirdikleri iddialara dair nesnel bir kanıt görmüş değil. Bakınız o kişiye; sadece “koskoca gazete/koskoca hoca/koskoca bilmem ne, yalan mı söyleyecek canım!” safsatası, bütün zihinsel yönetimi ele geçirmiş vaziyettedir. Öyle ki, silahlı güçlerden yana tavır koymayı “muhalefet” diye yutturabiliyorlar bazılarına bu ülkede! İnanılmaz ama gerçek!
    Annesi bir böcek için “pis” diyen çocuk bilmez ki, annesi böcekler hakkında hiç bir şey bilmez; hepsi dünyadan yok olsa kılı bile kıpırdamaz. Ve yine bilmez ki aslında böcekler olmasa, dünyada yaşam mümkün olmaz! Annesi de bu masum yalanı çocuğunu korumak için söylediğine inanmıştır; belki yalan olduğunun bile fakında değildir; zira ona da öyle söylemişlerdir zamanında. Bilmez ki bu lafın ucu nereye gider, çocuğun hayatını nasıl etkiler, gelecek nesillere nasıl sirayet eder…
    Öte yandan, zihinleri yalanlarla yönlendiriliyor diye insanlara üstenci bir edayla kızmak da büyük haksızlık aslında. Böcek korkusunu nasıl doğal karşılıyorsak, bunu da öyle karşılamamız lazım. Sağlıklı değil, ama doğal. Yıllardır eğitim adı altında dayatılan ezberci ve efsaneci güdümleme sisteminden ve ülkeye sürekli dayatılmaya uğraşılan kısır ideolojimsilerin rahle-i tedrisinden geçmiş, silahlı güçlerden darbe üstüne darbe yiyerek, devleti kafasına her an inmeye hazır tokmak gibi bir nesne olarak algılamaya koşullanmış bu insanların, hakikat yolunda fazla bir şanslarının olmadığı aşikar. Kafaları bu biçimde formatlamayı amaç edinmiş bir sistemin ürünleriyiz bizler. Fakat neyse ki, hiç bir şey gibi bu formatlamayı da doğru dürüst becerememişiz. Artık birçok insan, haber aldığında kanıt soruyor; haberi getirene durup şöyle bir bakıyor; aklını mantığını kullanıp kendince bir karar vermeye çalışıyor.
    Velhasıl, şimdiki çocuklar akıllı; bazıları ana-babalarını dinlemeyip böceklere dokunmaya başladılar. Alıyorlar, ellerinde evirip çevirip sağlarına sollarına bakıyorlar. Nadiren sokulsalar, ısırılsalar bile, ciddi bir yaralanmaya maruz kalmadıklarını gördüler ya, aynı dünyayı paylaştıkları bu tabii mahlûkatı şimdi daha bir cesaretle ve dikkatle inceliyorlar.
    Böyle devam ederse yakında bu dünyada hareket eden şeylerden boşuna korkmadan, gayet huzurlu bir hayat yaşayacaklar. İnceledikçe görecekler ki, o hareketli unsurlar sadece kendileri gibi doğal sürecin bir parçası… Artık onlara ve kendilerine daha başka bir gözle bakacaklar…
    Birlikte hareket edecekler, birlikte yaşayacaklar…
    (Sinan Canan 2008; Haber Ajanda Dergisinde yayınlanmıştır)
    Ben edebi edepsizlerden öğrendim.*Hz.Ali.*

  7. #7
    Üyelik tarihi
    16.Nisan.2009
    Mesajlar
    355
    Teşekkür / Beğeni

    Standart anne

    ''Gecenin geç bir saatinde telefon çalar. Adam uyku sersemliği ile
    'Alo' der. Karşısında annesi vardır. 'Oğlum nasılsın?',
    'Anne sen misin?',
    'Benim',
    'Anne gecenin bu saatinde neden telefon açtın?,
    Delirdin mi sen, hastalandın mı, bir ihtiyacın mı var?'... Adam uyandırıldığına kızmaktadır aslında. 'Oğlum hatırını sormak istedim,
    hamdolsun sağlığım ve sıhhatim yerinde'. 'Anne sen deli misin Allah aşkına, gündüz aramıyorsun da niye gecenin bu saatinde arıyorsun',
    'Oğlum işte bu saatte aramak istedim. Oğlum seni özlemiştim de bir telefon açayım dedim'. ''Anne bırak Allah aşkına, u ykumu böldün, beni perişan ettin, yani başka telefon açacak zaman bulamadın mı?' diyen
    oğlan iyice edepsizleşmiştir. Gecenin bir yarısı annesi karşısında, oğlu gece nasıl yattı Allah bilir, annesi ile konuştuğuna teşekkür edeceğine annesini azarlamaya başlıyor. Anne iyice ezilmeye başlamıştır. Oğlan hala gevezelik ediyor. 'Gecenin bu saatinde, ben gündüz ne kadar yoruldum bilmiyor musun?' sözleriyle annesi neredeyse ağlayacaktır. Anne sonunda 'Seni çok mu rahatsız ettim' der.
    'Tabii çok rahatsız ettin'.
    Sonra annenin verdiği cevaba bakın. 'Oğlum sadece hatırını sormak için aramıştım. Bundan 30 yıl önce yine bu saatte, gece 02.30-03.00 gibi çok zahmetli bir biçimde doğurmuştum. Bugün senin 30. doğum
    günün. Sadece 'doğum günün kutlu olsun' demek için aramıştım.
    "Şerefli bir ölüm yaşamanın en güzel ifadesidir."

    'Tecrübe;istediklerinizi elde edemediginizde kazandıklarınızdır..'

  8. #8
    Üyelik tarihi
    09.Şubat.2009
    Nereden
    Eskişehir
    Yaş
    53
    Mesajlar
    773
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    O gün adliye binasının önü ana baba günü gibiydi.Bütün gazeteciler toplanmıştı.Konu 80 yaşındaki bir neneyle 84 yaşındaki bir dedenin boşanma
    davalarına tanıklık etmekti.Tamda hani şu evlenmeden beraber yaşamanın daha iyi olduğunu savunan sapık zihniyetin türediği andı. mahkeme başlamıştı.Hakim önce neneyi çağırdı.
    -Anlat bakalım anne derdin ne?Bu yaştan sonra neden boşanmak istiyorsun?
    Nene anlatmaya başladı:
    -bak hakim bey evladım şu görmüş olduğun ihtiyar admla ben tamı tamına 60
    yıllık evliyim.Birbirimizi severek evlenmiştik.ben ankarada yaşıyordum ve
    bu adam çankayada askerlik yapıyordu.askerliği bitince evlendik.
    ben bi çocuğumuz olmasını çook istiyordum.ama eşimden olan bir problem
    yüzünden çocuğumuz olmuyordu.bende üzülerek kendisinden boşanmak istediğimi söyledim.O da:
    -biz birbirimizi çok seviyoruz çocuk için ayrılmayalım.Nasip değilmiş.Ben
    sana çiçek getiririm sende onlarla uğraşırsın.Onlarda çocuk gibidir sevgi
    ister,ilgi ister,konuşmak ister.Gel yuvamızı yıkmayalım.
    dedi bende gerçekten seviyordum kabul ettim.o çiçekler getirdi zaten
    bahçıvandı kendisi,bende o çiçeklerle sanki çocuğum gibi davrandım.ta ki bi
    akşam yeni bir çiçekle gelinceye kadar.SEDEF ÇİÇEĞİ.
    Bak hayatım dedi sana yeni bir çocuk getirdim.Ama bu çocuğun huyu biraz
    kötü.Bunu her gece saat 3 te sulaman gerekiyor.Yoksa ölür dedi.
    Bende her gece saat 3 te kalkıp o çiçeği suladım.Bir gece olsun şu adam
    kalkıp sulamadı.Bende kendi kendime adadım ki eğer bu çiçek ölürse bende bu adamdan boşanırım.dün baktım çiçek ölmüş bende doşanma davası açtım.
    Beni boşa bu duygusuz adamdan hakim bey evladım.
    Hakim olanları dinledikten sonra dedeye yönelir.
    -eşini dinledin baba gel bide seni dinleyelim.Söylemek istediğin bişey
    varmı? dede suçlamalardan yüzü kıpkırmızı olmuş bir şekilde utanarak hakimin
    karşısına çıkar:
    -söylenenleri dinledim evlat.Eşim haklıdır ancak bilmediği bir nokta var.
    Ben bahçıvanım çiçekleri çok iyi bilirim.Sen sedef çiçeğinin huyunu
    bilirmisin evlat?
    hakim:
    -Nedir baba söylede bilelim.
    dede:
    -sedef çiçeği suyu hiç sevmez.Ayda bir defa sulasan yeterlidir.Eğer birden
    fazla sularsan yaşamaz kurur. Eşimin boynunda ağrılar vardı doktora götürmüştüm.Doktor bana dediki bak dede nenenin boynunda kireçleme başlamış.4 saatten fazla yatmaması lazım yoksa Allah vermesin felç bile olabilir. uyku tatlıdır hakim bey oğlum ona gece kalk dolaş sonra tekrar yat deseydim yapamazdı.Benimde aklıma böyle bir oyun geldi. O her gece kalkar çiçeği sular geri gelir yatardı.Ben o zamana kadar numara yapar onun uyumasını beklerdim. O uykuya dalınca gece kalkar çiçeğin toprağını değiştirirdim.İnsanlık hali işte dün bende uyuya kalmışım çiçek ölmüş...
    Meşhur bir filozofa: - "Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz?" diye sorulduğunda: - "Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan" demiş. :)

  9. #9
    Üyelik tarihi
    09.Şubat.2009
    Nereden
    Eskişehir
    Yaş
    53
    Mesajlar
    773
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Biraz duygulanmak, yaşadığımız hayatın değerini anlamak istiyorsanız. indirip seyredin.

    .
    ..
    ...
    ....
    http://www.dosya.tc/kucukitfayeci.PPS.html
    ....
    ...
    ..
    .
    Meşhur bir filozofa: - "Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz?" diye sorulduğunda: - "Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan" demiş. :)

  10. #10
    Üyelik tarihi
    09.Şubat.2009
    Nereden
    Eskişehir
    Yaş
    53
    Mesajlar
    773
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    ÖYKÜ BU YA..
    Yaşlı bir bey, sabah erken evden çıkmış, yolda ilerlerken, bir bisikletlinin çarpmasıyla yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış.
    Sokaktan geçenler yaşlı beyi hemen en yakın sağlık birimine ulaştırmışlar. Hemşireler, önce pansuman yapmışlar ve “biraz beklemesini ve röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini” söylemişler.
    Yaşlı bey huzursuzlanmış;”acelesi olduğunu, röntgen istemediğini” söylemiş.
    Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar:
    “Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum” demiş.
    “Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz” deyince. Yaşlı adam üzgün bir ifade ile “Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor, hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor” demiş. Hemşireler hayretle “Madem sizin kim olduğunuzu
    bilmiyor neden hergün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?”diye sormuşlar.
    Adam buruk bir sesle“Ama ben onun kim olduğunu biliyorum” demiş...
    ******************************************
    “Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
    Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,
    Bebek ağladığı kadar bebektir.
    Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin,
    Bunu da öğren,
    Sevdiğin kadar sevilirsin.”

    Can Yücel


    hayallerle gerçekler yarışır, hayaller hep önde gider ama her zaman gerçekler kazanır
    Meşhur bir filozofa: - "Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz?" diye sorulduğunda: - "Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan" demiş. :)

Sayfa 1 Toplam 2 Sayfadan 12 SonuncuSonuncu

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
YASAL UYARI
Ekonomi, Borsa ve Para piyasaları" bölümünde yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yayımlanan Seri:V, No:52 Sayılı "Yatırım Danışmanlığı Faaliyetine ve Bu Faaliyette Bulunacak Kurumlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ" çerçevesinde aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çevresinde sunulmaktadır. Burada ulaşılan sonuçlar tercih edilen hesaplama yöntemi ve/veya yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmakta olup, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabileceğinden sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir.Yatırımcıların verecekleri yatırım kararları ile bu sitede bulunan veriler, görüş ve bilgi arasında bir bağlantı kurulamayacağı gibi, söz konusu yorum/görüş/bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan www.keyborsa.com web sitesi ve/veya yöneticileri sorumlu tutulmaz.
Google Privacy Policy
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193