Sayfa 1 Toplam 2 Sayfadan 12 SonuncuSonuncu
Toplam 19 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 10 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Necip Fazıl Kısakürek

  1. #1
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Necip Fazıl Kısakürek


    Necip Fazıl Kısakürek
    Necip Fazıl Kısakürek'in Hayatı (1905 - 1983)


    --------------------------------------------------------------------------------

    1905 yılının 25 Mayıs'ında İstanbul'da doğdu.

    Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyükbabasının İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti. Maraş’lı bir soydan gelen şair, ilk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile Heybeliada’daki Bahriye Mektebin'de (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı. Lisedeki hocaları arasında dönemin pek çok ünlüleri vardı: Yahya Kemal, Ahmet Hamdi(Akseki), İbrahim Aşki gibi...

    İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten (1924) sonra gönderildiği Fransa'da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümünde okudu. Paris'te geçen bohem günlerinden sonra, Türkiye'ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Robert Koleji, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde hocalık yaptı (1939-43). Sonraki yıllarında fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı.

    Şairliğe ilk adımını on yedi yaşında iken, annesinin arzusuyla başladı ve ilk şiirleri Yeni Mecmua'da yayımlandı. Milli Mecmua ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirdikten sonra, Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta çağdaşı şairlerin en önüne çıkararak edebiyat çevrelerinde büyük bir hayranlık ve heyecan uyandırdı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile en az öncekiler kadar takdir toplamayı sürdürdü.

    Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten de hayatının yeni bir dönemine başlangıç olur. Bohem hayatının en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz.

    Necip Fazıl'ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar. Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri büyük ilgi görür. Bu eserlerden Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarındandır.

    Necip Fazıl'ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar önemli yönü, çıkardığı dergilerle düşünce hayatımıza kattığı zenginlik ve bu dergilerde çıkan yazılarla sürdürdüğü mücadeledir. Haftalık Ağaç dergisi (1936,17 sayı) dönemin ünlü edebiyatçılarının toplandığı bir okul olmuştur. Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi. 163. maddeye aykırı bulunan yazıları ve kimi zaman da bulunan bahanelerle birkaç yılda bir hapse mahkum oldu. Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır.


    Sık sık kapatılan ve çeşitli bahanelerle toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlandı. Büyük Doğu'da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi müstear isimler kullandı. 1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde verdiği konferaslarla büyük ilgi topladı. Başta İdeologya Örgüsü (1959) olmak üzere düşünce eserleriyle kültür hayatımıza verdiği büyük hizmet, diğer tüm yönlerini bile geride bırakacak üstünlüktedir.

    1980'de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü, 'İman ve İslam Atlası' adlı eseriyle fikir dalında Milli Kültür Vakfı Armağanı'nı (1981), Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü'nü (1982) almıştır. Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) ünvanını kazanmıştır.

    Necip Fazıl Kısakürek, 1983 yılının (doğduğu gün olan) 25 Mayıs'ında vefat etti.
    Konu zerisz tarafından (09.Haziran.2007 Saat 12:16 ) değiştirilmiştir.

  2. #2
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Kaldırımlar 1
    Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
    Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
    Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
    Sanki beni bekleyen bir hayâl görüyorum.

    Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
    Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
    İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
    Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

    İçimde damla damla bir korku birikiyor;
    Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
    Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
    Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

    Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
    Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
    Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
    Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

    Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
    Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
    Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
    Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

    Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
    İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
    Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
    Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

    Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
    Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
    Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
    Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

    Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
    Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
    Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
    Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..

    (1927)


    Necip Fazıl Kısakürek

  3. #3
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Sakarya Türküsü

    İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
    Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
    Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
    Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
    Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
    Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
    Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
    Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
    Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
    Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
    Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
    Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
    Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
    Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
    Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
    Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..

    Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
    Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

    İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
    Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
    Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
    Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
    Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
    Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
    Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
    Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
    Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
    Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
    Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
    Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
    Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
    Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

    Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
    Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

    İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
    Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
    Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
    Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
    Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
    Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
    Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun,
    Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
    Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
    Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
    Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
    Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
    Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
    Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

    Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
    Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!

  4. #4
    Üyelik tarihi
    11.Mart.2007
    Mesajlar
    527
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Ağlayan Çocuklar
    Kafesli evlerde ağlar çocuklar,
    Odalarda akşam olurken henüz.
    O zaman gözümün önünde parlar,
    Buruşuk buruşuk, ağlayan bir yüz.

    Ne vakit karanlık kaplasa yeri,
    Başlar çocukların büyük kederi;
    Bakınır, korkuyla dolu gözleri:
    Ya artık bir daha olmazsa gündüz?

    Gittikçe kesilir derken sedalar,
    Gece; bir siyah el gözümü bağlar;
    Duyarım, içime sığınmış, ağlar,
    Bir ufacık çocuk, bir küçük öksüz...

  5. #5
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Alıntı Yeşil Zeytin Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Bakınır, korkuyla dolu gözleri:
    Ya artık bir daha olmazsa gündüz?
    N. Fazıl'ın iç dünyasına ait izleri taşıyan mısralardan diyebiliriz.
    Konu zerisz tarafından (09.Haziran.2007 Saat 12:12 ) değiştirilmiştir.

  6. #6
    Üyelik tarihi
    11.Mart.2007
    Mesajlar
    38
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Anneciğim

    Ak saçlı başını alıp eline,
    Kara hülyalara dal anneciğim!
    O titrek kalbini bahtın yeline,
    Bir ince tüy gibi sal anneciğim!

    Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
    Gecenin ardında yine gece var;
    Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
    Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!

    Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
    Kanadın yayılmış çırpınmak için;
    Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
    Beni de beraber al anneciğim!..

    1926 -Necip Fazıl Kısakürek
    :) "Güzel gören, güzel düşünür;güzel düşünen hayatından lezzet alır.":)

  7. #7
    Üyelik tarihi
    11.Mart.2007
    Mesajlar
    38
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Zindandan Mehmed'e Mektup

    Zindan iki hece. Mehmed'im lafta!
    Baba katiliyle baban bir safta!
    Bir de geri adam, boynunda yafta...
    Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
    Kavuşmak mı?.. Belki... Daha ölmedim!

    Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
    Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
    Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
    Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak
    Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!

    Bir alem ki, gökler boru içinde.
    Akıl, olmazların zoru içinde
    Üstüste sorular soru içinde.
    Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
    Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

    Bir idamlık Ali vardı, asıldı;
    Kaydını düştüler, mühür basıldı.
    Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı
    Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
    Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

    Müdür bey dert dinler, bugün "maruzat"!
    Çatık kaş... Hükümet dedikleri zat...
    Beni Allah tutmuş kim eder azat?
    Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem...
    Anlamaz! ruhuma geçti bilekçem!

    Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil
    Sayım var, maltada hizaya dizil!
    Tek yekün içinde yazıl ve çizil!
    İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
    Urbalarla kemik, mintanlarla et.

    Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat;
    Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
    Yalnız seccademin yönünde şefkat
    Beni kimsecikler okşamaz madem
    Öp beni alnımdan, sen öp seccadem!

    Çaycı getir ilaç kokulu çaydan!
    Dakika düşelim, senelik paydan!
    Zindanda dakika farksızdır aydan
    Karıştır çayını zaman erisin
    Köpük köpük, duman duman erisin!

    Peykeler, duvara mıhlı peykeler
    Duvarda, başlardan yağlı lekeler
    Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
    Duvar, katil duvar yolumu biçtin
    Kanla dolu sünger... Beynimi içtin

    Sükut... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar
    Tek nokta seçemez dünyadan nazar
    Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
    Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz?
    Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?

    Ses demir, su demir ve ekmek demir...
    İstersen demirde muhali kemir.
    Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
    Garip pencerecik, küçük daracık;
    Dünyaya kapalı, Allah'a açık

    Dua, dua, eller karıncalanmış;
    Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış
    Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış
    Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu
    İplik ki incecik, örer boşluğu

    Ana rahmi zahir, şu bizim koğuş
    Karanlığında nur, yeniden doğuş...
    Sesler duymaktayım; Davran ve boğuş!
    Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
    Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

    Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
    Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
    Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
    Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!
    Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

    1961

    Necip Fazıl Kısakürek
    :) "Güzel gören, güzel düşünür;güzel düşünen hayatından lezzet alır.":)

  8. #8
    Üyelik tarihi
    27.Haziran.2007
    Yaş
    54
    Mesajlar
    2,545
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Çile'de Ölüm

    Atilla Yaramış

    17.11.2005 - 14:26




    Ölümü düşünmeyen hiçbir insan ve onu şiirine konu etmemiş hiçbir şair hemen hemen yoktur. Çünkü "ölüm", dünya görüşü ne olursa olsun, her sanatçı için bitmez tükenmez bir kaynaktır. Materyalist bir şair onu varlığın sonu olarak görürken inançlı şair için ise o, yeniden doğuş, ebedi hayata giriştir. Nitekim her ikisi de onda büyük şeyler bulur ve onu işler.

    Çağdaş edebiyatımızın büyük şairlerinden Necip Fazıl da şiirinde "ölüm"e büyük yer ayırır. Onun ölüme bakışını da tıpkı hayatı gibi ikiye ayırabiliriz: Mürşidini* tanımadan önce (1934 öncesi) ve Mürşidini tanıdıktan sonra (1934 sonrası). Şairin bütün şiirlerini topladığı Çile kitabında** toplam 14 bölüm var. Bunlardan üçüncüsü olan "ölüm" bölümünde ise 39 şiir yer alıyor. Ama bu demek değildir ki sadece bu bölümdekiler ölüm şiiri. Kitabın diğer 13 bölümündeki şiirlerden birçoğunda ona bir dokunuş yahut da dayanak noktası bulmak mümkün.

    Şimdi yazıldığı devreye göre bazı şiirleri inceleyelim.

    İLK YILLAR (1934 ÖNCESİ)

    Daha şairliğinin ilk yıllarında bile onda ölüm düşüncesinin önemli bir yeri vardır. Fakat bu yıllarda şaire hakim olan duygu korku ve tedirginliktir. Mesela 1925 tarihli "Ölünün Odası" adlı şiiri buna bariz bir kanıt olarak gösterebiliriz. İlk mısralar bir cesedin bulunduğu odayı tasvir eder:

    "Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş
    Yerde çıplak bir gömlek korkusundan dirilmiş
    Süt beyaz duvarlarda çivilerin gölgesi
    Artık ne bir çıtırtı ne bir ayak sesi" [1]


    Ardından yine aynı ürpertici üslubuyla cesedi tasvire başlar:

    "Yatıyor yatağında, dimdik upuzun ölü
    Üstü boynuna kadar bir çarşafla örtülü
    .......
    Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an
    Belli ki birden bire gitmiş çırpınamadan"


    Ama son iki mısraya baktığımızda dışardan bir gözlemci edasıyla tasvir ettiği ölü bir anda kendisi oluverir:

    "Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm
    Bana geldiği zaman böyle gelecek ölüm"


    Henüz 21 yaşındaki bir gencin ölümü bu kadar yakınında hissetmesi onu şuuruna ne denli işlediğinin bir kanıtıdır.

    Şairin meşhur olmasını sağlayan 1927 tarihli 'Kaldırımlar' da bu noktada ele alınabilir. Şiirin geneline hakim olan duygular, yalnızlık bunalım vs görünse de Kaldırımlar 1'in son kıtası ölüm temennisiyle biter:

    "Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya
    Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi
    Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya
    Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi" [2]


    Şiirin genelinde dile getirilen buhranın çaresi ölümdür. Yine aynı şiirin ikincisinde de (Kaldırımlar 2) ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğunu vurgular:

    "Yağız atlı süvari koştur atını koştur
    Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları" [3]


    Şairin en bilinen şiirlerinden "Anneciğim"de de ölüm düşüncesinin kendisini belli ediyor. Uzaklarda, gurbette olan gir gencin annesine duyduğu özlem, çok değişik duygular içinde terennüm eder. Müthiş bir karamsarlık ve kadercilik şiire apayrı bir hava katıyor. Ve de tahmin edileceği gibi sonuç ölümle bağlanıyor. Fakat burada ölüm anneye bağlı. Onun içinden gelen sese tam bir teslimiyet var:

    "Gözlerinde aksi bir derin hiçin
    Kanadın yayılmış çırpınmak için
    Bu kış yolculuk var diyorsa için
    Beni de beraber al anneciğim" [4]


    Yine gurbetteki bir gencin annesine duyduğu özlemi dile getiren 1924 tarihli "Anneme Mektup" şiiri de ölüm korkusuyla bitirilir. Yalnız burada korkulan ölüm değil anneyi göremeden ölmektir. Nitekim şiire göre de ölüm kapıya dayanmıştır:

    "Son günüm yaklaştı görünesiye
    Kalmadı bir adım yol ileriye
    Yüzünü görmeden ölürsem diye
    Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim" [5]


    Evet, 30 yaşına kadar "arayış devresi"nde"ki bir şairin ölüme bakışı ve onu dile getirişi... N.Fazıl'ı tanımayan ve okumayan kimi insanlar, görüyoruz ki onun 30 yaş öncesini bir "inkar devresi" olarak adlandırıyor. Tam tersine kendisini mistik bir dünyaya doğru ta başından yönlendirdiğini anlıyoruz. İnkar devresindeki biri ölüme bu yakınlıkta durabilir mi? Elbette hayır. O, 30 yaşına kadar birçok şeyden habersiz "Gerçek Haber"i, "İlahi Nefes"i arayan biriydi. Hatta 1926'da;

    "İnsanın unuttuğu
    Allah'ı zikredelim" [6]


    diyecek kadar O'nu arıyordu. Mürşidi vasıtasıyla da aradığını buldu ve inancını bayraklaştırdı. Hülasa, o hiçbir zaman münkir olmadı.


    1934 SONRASI

    Bu tarihten 1943'e kadar yani dokuz sene, şairin ömrünün sonuna kadar savunacağı fikirlerinin şekillenmesi ve özümsenmesi söz konusudur. 1943'te Büyük Doğu'nun doğmasıyla artık şair kimliğinin yanına cumhuriyet tarihinin en gözü kara fikir ve aksiyon adamı sıfatını da alıyor. Dolayısıyla yazmış olduğu şiirler de bu bağlamda değerlendirilebilir. Bu dokuz senelik zaman diliminde şair ölümü ve hayatı kendi merkezinden tanımaya çalışır:

    "Hep ben, ayna ve hayal, hep ben pervane ve mum
    Ölü ve Münker Nekir, baş dönmesi uçurum" [7]


    Yukarıdaki şiirin tarihi 1939. Yine bu tarihte yazılmış "Çile" şiiri de onun için bir yoğruluştur. Hayatla, ölümle, nefisle, sualle... Nitekim kainat nizamını anlamaya çalışırken "son"u merak eder:

    "Niçin küçülüyor eşya uzakta
    Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl
    Zamanın raksı ne bir yuvarlakta
    Sonum varmış, onu öğrensem asıl" [8]


    1964 tarihli "Zeybeğin Ölümü" ise şairin fikir ve aksiyon cihetinin bir ürünüdür. Burada zeybek, Adnan Menderes'tir. 20, asırda demokratik(!) insanların astıkları bir lidere yakılan ağıttır bir nevi. Necip Fazıl'ın bu olaydan üç yıl sonra kaleme aldığı şiir, duyduğu teessürün ne denli derin olduğunu gösterir:

    "Zeybeğimi birkaç kızan vurdular
    Çukurda üstüne taş doldurdular
    Bir de ya kalkarsa diye kurdular..." [9]


    "Mezar" mefhumu N.Fazıl'da ayrı bir sima kazanır. Onu varlığa yol veren geçit olarak görür. 1969'da yazdığı "Karacaahmet" şiirinde mezarlık adeta canlıdır. Ve hatta gelip geçen insanlar hakikatte gaflettedirler. Çünkü dünya bir "oyun"dan ibarettir:

    "Kavuklu, başörtülü, fesli başaçık taşlar
    Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar
    Kum dolu gözlerle süzüyor insanları
    Süzüyor sahi diye toprağa basanları" [10]


    "Mezar" başlığındaki 1978 tarihli şiir ise bir nevi orasını tanıtır. Bu dünya ve bu dünyalıklardan çok farklı bir yer olduğunu şöyle anımsatır:

    "Kapıya ne icra memuru gelir
    Ne Birinci Şube Sivil Polisi
    İçerde kimine kuş tüyü sedir
    Yüzüstü toprağa düşer kimisi" [11]


    1972 tarihli "Orada" şiiri kaçınılmaz son'un artık yaklaştığını söyler. Ufka yaklaşıp batmaya yüz tutmuş güneş gibi ömür de batmaya yüz tutmuştur:

    "Güneş mızrak boyu yaklaştı ufka
    Camlarda renklerin veda cümbüşü
    Ey gönül madenin ne kadar yufka
    Yeter ağlamana bir kuş ötüşü" [12]


    Lakin bu kıt'anın ardından bir ümidi dile getiriyor. Ölüm korkusu ancak ölünceye kadar ve "Gerçek" ölümle başlıyor:

    "Ölüm dedikleri ölünceye dek
    Dünya, balı zehir yalancı petek
    Orada bulursun biraz bekle tek
    Burada yaşamak sandığın düşü" [13]


    Biraz önce de belirttiğimiz gibi N.Fazıl, şair kimliğinin yanında büyük bir fikir ve aksiyon adamıdır. O, ömrünün sonuna kadar mukaddes davasına hizmet etmiş ve onun yükselmesi için 'madden ve manen' gözünü budaktan esirgememiştir. Bundandır ki kimi şeyler onda bir ukde olarak kalmıştır. 1975 tarihli "Hasret" şiiri de 'hasret' duyduğu şeyleri yapamadan, ukdelerine kavuşamadan ölmenin vereceği bir üzüntü anının ürünüdür:

    "Ölecek miyim tam da söyleyecek çağımda
    Söylenmedik cümlenin hasreti dudağımda" [14]


    Ömrünün son yılları onu ölüme o kadar ısındırmıştır ki ölmek artık bayram demektir. Bayrama nasıl girilirse ve o nasıl karşılanırsa ölüm de öyle olmalıdır. 1982 tarihli Bayram şiiri:

    "Ölüm ölene bayram bayrama sevinmek var
    Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var" [15]


    Yukarıdaki şiirden beş yıl önce yazdığı '"üzel Şey" ise tarifi imkânsız bir şekilde ölümü güzelleştiriyor. Müjdecinin, Kurtarıcının başına da gelen ölüm, ancak 'güzel ' olur:

    "Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber
    Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?" [16]


    SON ŞİİR...

    Gerek edebiyatımız gerekse fikir hayatımızda doldurulamayacak bir yere sahip N.Fazıl için de Gerçek'e yürüme zaamanı gelmişti. Yazmış olduğu onlarca eser, muhakkak makaddes davaya hizmetten başka bir şey değildi. 79 yıllık ömrünün büyük bir bölümünü uğruna harcadığı gençlik, artık onu omuzlarında sevgiliye götürecekti. İşte, "Sevgili"ye kavuşmadan önce yazdığı son şiiri, bizleri düşünmenin kapısına bir kez daha bırakıyor. Asla yerine oturmamış fakat ilk önceleri beynini ısırmış bir "yokluk" düşüncesinin olduğu anlaşılıyor bu şiirde. Ama mütakip mısrada, materyalistin beynine bir balyoz gibi inecek soru geliyor:

    "Sonum yokluk olsa bu varlık niye?"

    Şiirin ikinci kıt'asında ise "yokluk" çok farklı bir anlam buluyor onda. Belki de 'Var' olanın tecellisi konumunda. Hepsi iki kıt'alık şiir şöyle:

    ZEHİR


    Çocukken haftalar bana asırdı
    Derken saat oldu derken saniye
    İlk düşünce, beni yokluk ısırdı
    Sonum yokluk olsa bu varlık niye?

    Yokluk sen de yoksun, bir var bir yoksun
    İnsanoğlu kendi varından yoksun
    Gelsin beni yokluk akrebi soksun
    Bir zehir ki hayat özü faniye [17]

  9. #9
    Üyelik tarihi
    27.Haziran.2007
    Yaş
    54
    Mesajlar
    2,545
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    25 yıl sonra hala kitleleri etkiliyor


    25 Mayıs 1983'te aramızdan ayrılan Şairler Sultanı, Üstad Necip Fazıl Kısakürek, tüm Türkiye'de ve dünyada etkinliklerle anılıyor.



    ORHAN TURAN / İSTANBUL
    Türk edebiyatının köşe taşı olarak kabul edilen şair ve düşünür Necip Fazıl Kısakürek vefatının 25'inci, doğumunun 104'üncü yıldönümünde düzenlenen çeşitli etkinliklerle anılıyor.
    1904'te dünyaya gelen ünlü şair, düşünür ve yazar Necip Fazıl Kısakürek, 1983 yılında 79 yaşındayken yaşamını yitirmişti. Yazın hayatına aralarında Ağaç, Büyükdoğu, Borazan gibi dergiler, 67 kitap ve birçok ödül bırakan Kısakürek, hayatı, felsefesi ve eserleriyle bugün de milyonları etkilemeyi sürdürüyor.

    Bir dönem Türk gençliğinin 'Üstad'ı Necip Fazıl Kısakürek hakkındaki bazı görüşler şöyle:

    KİTLELERİ ETKİLEMEYE DEVAM EDİYOR


    Şair Ömer Erdem
    Necip Fazıl Kısakürek'in, Türkiye'nin yetiştirdiği büyük bir fikir adamı, şair ve yazar olduğunu belirten Erdem, şunları söyledi: “Necip Fazıl, kitleleri etkilemiş ve halen etkilemeye devam eden, ölümünden sonra dahi eserleri ilk günkü heyecanla takip edilen ender şahsiyetlerden biridir. 30'lu yaşlarında bohem hayatını en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz. Daha sonraları onun için “Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız; Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!” diyeceği bu büyük insan, onun hayatında yeni bir devrin başlamasına vesile olur.

    DEMEK BÖYLE ÖLÜNÜRMÜŞ


    Yazar Turan Koç
    Yazdığı yazılar nedeniyle defalarca hapse giren şair, pek çok eserini orada yazan, 1943 yılında siyasi, fikri ve edebi mücadelesini işlediği “Büyük Doğu” dergisini yayımlayan Kısakürek'in çok yönlülüğüne dikkat çeken yazar Turan Koç, Kısakürek'in edebiyatın her alanında büyük başarılara imza attığını dile getirdi. Koç, şunları söyledi: “Makalelerinden senaryo yazarlığına, şairliğinden diğer alanlara kadar Kısakürek, içindeki müthiş dağarcığı okurlarıyla paylaştı. 26 Mayıs 1980'de Türk Edebiyat Vakfı tarafından “Şairler Sultanı” seçilen, 1981 yılının başlarında, “İman ve İslam Atlası”nı yazmak için, bir daha çıkmamak üzere evine kapanan üstad, 25 Mayıs 1983 günü elâ gözlerini pencereden dışarıya dikti ve “Demek böyle ölünürmüş!..” diyerek Hakk'a yürüdü. Şiiriyle edebiyatımızı, fikirleriyle düşünce hayatımızı etkileyen Necip Fazıl geride 60'ın üzerinde eser bıraktı. Bu onun ne denli büyük bir derya olduğunu gösteriyor.”

    BUGÜN TARTIŞTIĞIMIZ KONULARI AŞMIŞTI


    Şair, Yazar Mustafa Miyasoğlu
    “Türk edebiyatının nadir şahsiyetlerinden biridir. Bazı kesimler onu sağlığında 'unuttular'. Bu kesimlerin bugünkü çağdaşları da yine onu unutacaklar. Türkiye'de mahalle baskısı ve diğer her türlü meseleyi Necip Fazıl'sız tarif etmek mümkün değildir. Türkiye'de CHP zihniyetine karşı 60 yıl mücadele vermiş dehanın ölüm yıldönümündeyiz. Necip Fazıl, son dönemlerde tartışılan birçok konuya yaşadığı dönemde nokta koydu. Mesela 'mahalle baskısı' kavramı bunlardan biridir. Ona göre mahalle baskısı bu milletin kültür baskısıdır ve ruh kökümüzün varlık davasıdır. Yaratılış ve tabiatın isyanıdır. Necip Fazıl böyle yorumlardı. Bu toprağın hakiki sahipleri onlardır. Biz bu sözcülüğü miras olarak devralmış durumundayız. 68 kuşağının Paris'ten başlayarak dünya gençliğini intihara sürüklediği bir ortamda, Türkiye'nin önünü açacak kadroların söz sahibi olacağını o öğretmiştir.

    AYNI ZAMANDA FİKİR ADAMI

    Kısakürek'in sadece edebiyat adamı olmadığını, aksine onun aynı zamanda bir fikir ve felsefe adamı olduğunu belirten Tiyatro sanatçısı Ulvi Alacakaptan ise eserlerinde seçtiği dilin kendini çok iyi ifade ettiğini dile getirdi.


    Anma programı



    Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) eski binasının (Eminönü Halk Eğitim Merkezi) konferans salonunda bugünkü programda “Üstad - Necip Fazıl Kısakürek Belgeseli” saat 18.00'de gösterilecek. Araştırmacı Yazar D. Ali Taşçı, 'Vefatının 25. Yılında Necip Fazıl Kısakürek' konulu konferans veriyor. Çarşamba günü yapılacak etkinlik, Ümraniye Alemdağ Caddesi'ndeki nikah salonunun üstünde.

    (Tel: 0216 443 56 00)




    25.05.2008

  10. #10
    Üyelik tarihi
    11.Mart.2007
    Mesajlar
    527
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Takvimdeki Deniz

    Hasreti denizlerin,
    Denizler kadar derin.
    Ve o kadar bucaksız.
    Ta karşımda yapraksız
    Kullanılmış bir takvim.
    Üzerinde bir resim;
    Azgın, sonsuz birdeniz.
    Kaygısız, düşüncesiz,
    Çalkanıyor boşlukta
    Resimdeyse bir nokta;
    Yana yatmış bir gemi,
    Kaybettiği alemi
    Arıyor deryalarda.
    Bu resim rüyalarda
    Gibi aklımı çeldi,
    Bana sahici geldi.
    Geçtim kendi kendimden,
    Yüzüme o resimden,
    Köpükler vurdu sandım.
    Duymuş gibi tıkandım,
    Ciğerimde bir yosun.
    Artık beni kim tutsun.
    Denizler oldu tasam,
    Yakar onu bulmazsam
    Beni bu hasret dedim
    Varırım elbet dedim.
    Bir ömür geze geze
    Takvimdeki denize.
    Ne var bana ne oldu
    Odama nasıl doldu
    Birden bire bu meltem
    Ve dalgalandı perdem
    Havalandı kağıtlar.
    Odamda kıyamet var.
    Ah yolculuk yolculuk
    Ne kadar baygın soluk
    O gün bizde betbeniz
    Ve ne titrek kalbimiz.
    Ve eşyamız ne küskün.
    Yola çıktığımız gün
    Bir sıraya dizilmiş
    Gözyaşlarını silmiş,
    Bakarlar sinsi sinsi
    Niçin o anda hepsi
    Bir kuş gibi hafifler
    Arkandan geleyim der
    Niçin o güne kadar
    Dilsiz duran ne kadar
    Eşya varsa dirilir
    Yolumuza serpilir
    Ufak böcükler gibi
    Gezer onların kalbi
    Üstünde döşemenin
    Gizli bir didişmenin
    Saati çalar o an
    Birden bakar ki insan
    Herşey karmakarışık.
    Ayırmak olmaz artık
    Bir kalbi bir taraktan
    Ve kalb ağlayaraktan
    Çekilir geri geri
    Terkeder bu mahşeri.
    Bu mahşerin içinden
    O gün ben de geçtim ben,
    Nem varsa evim, anam,
    Çocukluğum, hatııram,
    Ve ne sevdalar serde
    Bıraktım gerilerde
    Kaçar gibi yangından.
    Rüzgarların ardından
    Baktım da süzgün süzgün
    Kurşun yükünü gönlün
    Tüy gibi hafiflettim.
    Denize hicret ettim.






    beni yaktı bu şiir sizi yakmaz inşallah
    bu şiirin teması ne?

Sayfa 1 Toplam 2 Sayfadan 12 SonuncuSonuncu

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
YASAL UYARI
Ekonomi, Borsa ve Para piyasaları" bölümünde yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yayımlanan Seri:V, No:52 Sayılı "Yatırım Danışmanlığı Faaliyetine ve Bu Faaliyette Bulunacak Kurumlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ" çerçevesinde aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çevresinde sunulmaktadır. Burada ulaşılan sonuçlar tercih edilen hesaplama yöntemi ve/veya yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmakta olup, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabileceğinden sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir.Yatırımcıların verecekleri yatırım kararları ile bu sitede bulunan veriler, görüş ve bilgi arasında bir bağlantı kurulamayacağı gibi, söz konusu yorum/görüş/bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan www.keyborsa.com web sitesi ve/veya yöneticileri sorumlu tutulmaz.
Google Privacy Policy
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193