Sayfa 3 Toplam 4 Sayfadan BirinciBirinci 1234 SonuncuSonuncu
Toplam 36 adet sonuctan sayfa basi 21 ile 30 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Neyzen Tevfik

  1. #21
    Üyelik tarihi
    30.Ağustos.2008
    Mesajlar
    696
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    bu tatil gününde dolaşırken deryayı yakaladım.sn.yağmur çok güzel bir topic açmışsınız.en sadık ziyaretçisi ve katılımcısı olurum herhalde.
    sabır,şükür,tevekkül.

  2. #22
    Üyelik tarihi
    30.Ağustos.2008
    Mesajlar
    696
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    be arada NEYZEN üstadın hocam dediği ŞAİR EŞREF topiğini göremedim ve yeni topic açtım.
    sabır,şükür,tevekkül.

  3. #23
    Üyelik tarihi
    15.Aralık.2008
    Nereden
    Almanya-Çanakkale
    Mesajlar
    1,381
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    1950'lerin başında bir gece beyoğlu meyhanelerinden birine, elinde bir ney muhafazası taşıyan, 25-30 yaşlarında,iyi giyimli bir genç girer.
    şöyle bir etrafı kolaçan ettikten sonra,boş bulduğu bir masaya ilişip,havalı bir el hareketi ile garsonu çağırır;

    -şişşşt,bakar mısın buraya.

    garson seyirtir hemen masaya doğru;

    -buyrun beyim?

    -bir fahrettin kerim bana.biraz buz,az da badem.

    fahrettin kerim,o zamanların istanbul valisinin adı ile anılan minik rakı şişesi. büyüklerim bilir, hani "mini mini valimiz,ne olacak halimiz" sözleriyle anılan.

    -başüstüne beyim.

    sipariş gelmeden daha,mekanın sahibi gelir masaya;

    -delikanlı,bakar mısınız?

    delikanlı afili bir bakış atar;

    -buyurun?

    -o masadan kalkmanızı rica edecektim,şu arkadaki masaya alsak sizi.

    -ne münasebet efendim,boştu masa ben geldiğimde.

    -üstadın masasıdır bu,buraya gelen herkes bilir,kimse oturmaz!

    -ne üstadı imiş bu?

    patronun gözü masadaki neye ilişir ve gözüyle işaret eder;

    -üstad neyzen tevfik,tanıyor olmalısınız.

    -ben benden başka üstad tanımam, benim üstad diyeceğim adam bu aleti benden iyi üflemeli...

    patron sinirlenmeye başlar,iki de fedai hareketlenir masaya doğru.

    tam o sırada,az önce meyhaneye girip tartışanların haberi olmadan duruma şahit olan neyzen tevfik el eder patrona"bırak kalsın" anlamında.ne de olsa son demleridir artık hayatının,durulmuştur artık gençlik ateşi.yavaşça ilişir arkadaki boş masaya,bir fahrettin kerim de o söyler,az da badem.
    delikanlı ikinci şişeyi de bitirdikten sonra,neyi çıkartır muhafazasından,dudaklarına götürür.

    patron artık dayanamaz acele seyirtir masaya;

    -delikanlı ayıp yahu,üstadın yanında..herşeyin bir edebi,usulü var yahu!

    arka masadan kısık bir ses duyulur;

    -şşşşt bırak efendi,tamamdır.

    patron üstada hürmetten,geri geri çekilir karanlığa doğru,delikanlı başlar bir taksim üflemeye.herkes bırakır çatalı,bıçağı,kadehi;kulak kesilir.ustadır delikanlı hakikaten. ustadır da,çok tizden girmiştir,hem caka satma merakı,hem de içkinin tesiri ile.tıkanır kalır..

    tam fısıltılar başlamışken,ilahî bir ney sesi duyulur üstadın masasından,delikanlının çıkamadığı perdeden almış,devam etmektedir.şaşırır delikanlı,hem zordur o perdeye çıkmak,hem de alıcı gözle baktığı halde,ney görememiştir üstadın elinde o ana kadar.

    arkasına döner...bakar...gördüğü yeter ona..
    alelacele,kıpkırmızı bir suratla.. çeker gider.

    üstadın elinde ney değil,boş bir fahrettin kerim şişesi vardır,ona üflemektedir ney yerine.

  4. #24
    Üyelik tarihi
    15.Aralık.2008
    Nereden
    Almanya-Çanakkale
    Mesajlar
    1,381
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    ulu tanrı'm, akıl ermez sırrına,
    binbir ismi hakda pinhan edersin.
    içirirsin sabrın peymanesini,
    hikmetini sonra ayan edersin.

    gizlenirsin bir nüvenin içinde,
    ademin de şeytanın da cinin de,
    her milletin ayrı ayrı dininde
    şirke, küfre, rayhi bürhan edersin.

    aşk olursun, gönlümüzü yakarsın,
    leyla olur karşımıza çıkarsın,
    rakıyb olur canımızı sıkarsın,
    vuslatını bize hicran edersin.

    bozuktur düzenin, olmazsın akort,
    tavşana kaç dersin, tazıya aport,
    haham, papaz, hoca ettikçe zart zurt,
    alay eder, güler isyan edersin.

    sen indirdin yere şu dört kitabı,
    ayrı ayrı her birinin hisabı,
    her bir dinin sensin putu, mihrabı,
    yalanına kendin iman edersin.

    zerdüşt olmuş görünmüşsün ateşte,
    brahmen'in vişno'sısın güneşte,
    bir parlayış parladın ki kureyş'te
    mahbubunu zatına şan edersin.

    hem goncasın, hem bülbülsün, hem diken,
    hem canansın, hem de çileyi çeken,
    hikmetine def'ineler açıkken
    seyyah, derviş olur selman edersin.

    yok olmadan var olmanın yolu yok,
    kendin gibi seni arayan pek çok,
    hiç şaşırmaz kaderden attığın ok,
    sevdiğini aşka nişan edersin.

    çiftçi olur, öküzünü haylarsın,
    ağa olur, hizmetkarı paylarsın,
    yersin, göksün, yıllar, günler, aylarsın,
    asırları toplar bir an edersin.

    görünürsün her velide, delide,
    mustafa'da avram'da pandeli'de,
    bir maymuncuk gibi her bir kilide
    hem uyarsın hem de bühtan edersin.

    neşve olur, gizlenirsin şarabda,
    helal, haram yazılırsın kitabda,
    sevdalarla şu inleyen rebabda,
    sensin, aşıkları nalan edersin.

    zincir olur mecnunları bağlarsın,
    görür, acır, karşısında ağlarsın,
    irmak olur dere tepe çağlarsın,
    tufan olur, dehri viran edersin.

    bir ot idin, kamış oldun, ney oldun,
    feryadına karşılık hey hey oldun,
    su, kök, filiz, asma, üzüm, mey oldun,
    her katranı bana umman edersin.

    çıban olur, enselerde çıkarsın,
    yanar canın yine kendin sıkarsın.
    kendin yapar, kendin yakar yıkarsın,
    sigortadan ne kar, ziyan edersin?

    maymun olur, ısırırsın kralı,
    hala yunan canevinden yaralı,
    yıldızını o yar sardı saralı,
    venizelos'musun devran edersin, .

    bir iraden adam yapar eşeği,
    azlolurken batar ona döşeği,
    gazabındır şu felaket şimşeği,
    her nereye çaksan suzan edersin.

    çıkmayan bir candan umut kesilmez,
    rahmetinden zerre bile eksilmez,
    gözümüzü senden başkası silmez,
    güldürmeden önce giryan edersin.

    şımartırsın bir sonradan görmeyi,
    öğretirsin halka çorap örmeyi,
    o çalarken tam gözünden sürmeyi,
    yakalarsın, hapse ferman edersin.

    zengin olur kasaları kitlersin,
    fakir düşer garip başın bitlersin,
    deri, kemik, beden bizi ciltlersin,
    hicranlara canlı divan edersin.

    la'netin mi şu şin islam kapısı,
    yedi cehennneme bedel yapısı,
    zebanilerde mi bunu tapısı?
    bu çeteyi sen perişan edersin.

    dar-ün nedve midir şu dar-ül-hikme
    savurdular birbirine çok tekme.
    kuyruğu sakattır, pek hızlı çekme,
    eşeklerle bizi handan edersin.

    kudururlar arpalıkla, tiridle,
    girişirler kafa, göz, yüz, dividle;
    geğirirler, anırırlar, tecvidle,
    harf-ı meddi yular, kolan edersin!

    fitne için yeter izmir'li cüce,
    yelken takar devedeki hörgüce,
    kürek çeker akıntıya her gece,
    boklu dereye mi kaptan edersin?

    uçarken havada gaflete daldım,
    fena suretinden bir buse aldım,
    süleyman tahtının altında kaldım,
    cibril'i şaşırtan o burak benim.

    felek allem, kader kallem eyledi,
    hind'de buda tur'da musa eyledi,
    beni bana herkes nasıl söyledi?
    dillerde destanda bu merak benim.

    serseri bir kıdemliyim ocakta,
    kaynamışım nice kabda kucakta,
    buz kesildim sinirimden sıcakta,

  5. #25
    Üyelik tarihi
    15.Aralık.2008
    Nereden
    Almanya-Çanakkale
    Mesajlar
    1,381
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    gezindim saz-i hicranimla binbir perde ustunde
    su aheng-i hayatin darbini taksime yeltendim.
    karar verdim adem-abad-i gamda fasl-i hicide,
    sunu derkeyledim ancak ki barim kendime kendim!


    XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX


    ızdırabın sonu yok sanma,
    bu alem de geçer ömr-i fani gibidir,
    gün de geçer, dem de geçer,
    gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer,
    devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer,
    gece gündüz yok olur, an-ı dem adem de geçer…..

  6. #26
    Üyelik tarihi
    15.Aralık.2008
    Nereden
    Almanya-Çanakkale
    Mesajlar
    1,381
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    14 haziran 1879 tarihinde bafra’lı kolaylıoğulları’ndan bir imam çocuğu olan hafız hasan fehmi bey ile bolu’nun müstakimler nahiyesi’nden abdurrahman kızı emine hanım’ın oğlu olarak babasının ilk görev yeri bodrum’da dünyaya gelmiştir. kendi ifadesiyle “dünyaya geldiğim zaman, birisi çıkıp da kulağıma yeryüzünde beni bekleyen âkibeleri
    fısıldamış olsaydı, belki derhal dönmeye yeltenir, fakat aynı zamanda iki tesir altında bundan vazgeçerdim. birisi anamın ve babamın güzel yüzlerindeki riyasız, mâsum insanlık ifadesi, ikincisi de ege denizi’nin, doğduğum andan
    itibaren bütün hayatımda ruhumu kucaklayan nazlı feşafeşli yeşil enginliği” diyerek doğumundan söz eden neyzenin
    babası o yıllarda bodrum rüştiye mektebi’nin başöğretmenidir. müzikten anlar, nükteci, sanatsever ve kültürlü bir
    hocadır o’nun babası. güçlü bir belleğe sahiptir. çünkü bir gecede kur’anı iki kez hatmetmiş ve şeyhülislam hafız necip efendi’den icazet bile almıştır. ancak zamanın mektep hocaları gibi yobaz mollalardan değildir hasan fehmi bey. zaten öyle olmadığından da evlerinin çevresi hafiyelerle doludur.

    neyzen’in neyle ilk tanışması yedi yaşındayken mektebe başlamadan bir ay önce olur. bu tanışmayı şöyle anlatır:
    “henüz yedi yaşındaydım. bir yaz gecesi akşam yemeğinden sonra babamla beraber tepecik kahvesi denilen ve bodrum âyanının toplantı yeri olan deniz kenarındaki kır kahvesine gitmiştik. burası etrafı gemi payandaları ile çevrilmiş ve kaba hasırlarla döşenmiş bir meydancıktı. içlerinde son asrın osmanlı donanmasında çalışmış denizciler burada buluşur, ege enginlerinde mehtabın pırıltılarını seyrede ede konuşur, gülüşürlerdi.

    o gece, deniz ayın gümüşten ışıkları ile pırıl pırıl pırıldadığı gece bir aralık, oturduğumuz yere yaklaşan iki gölge -yüzlerinde aşkı hüda parlayan iki hayal-i garip- hazirunu selamlayarak bir köşeye oturdular. bunlardan biri biraz sonra koynundan uzun bir şey çıkardı ve “ya destur” dedikten sonra üflemeye başladı. yanındaki arkadaşı da yanık ve güzel sesi ile ara sıra gazel okuyordu.

    ben babamın dizinin dibinde çocuk ruhumun olanca kudretiyle dikkat kesilmiş, bu düdüğü dinliyordum. dinledikçe de –allahü âlem- bir daha aslıma rücû etmemek üzere kendimden geçmiştim. o gece ege denizi’nin cavidani dekoru içinde benliğimi saran o lahuti sestir ki beni bugünkü derbeder, ne aradığını, ne istediği bilinmez, bazen eflatun kadar akıllı, çok kere de tımarhaneye iltica edecek kadar bedmest neyzen tevfik yaptı”

    o gece neyzen kararını vermişti. ney üflemeyi öğrenecekti. oysa o yaşına gelinceye kadar neler öğrenmemişti ki? terzilik, demircilik, balıkçılık, kalaycılık, kunduracılık, avcılık, daha neler neler. şimdi de neyzenlik. bunu babasına sorduğunda babası kaşlarını çattı ve önce mektebe gidip okuması gerektiğini söyledi. ama neyzen bu konuşmanın ardından hemen dışarı çıktı bahçeden kestiği bir kamış parçasına sigara kağıdı bağlayarak onu üflemeye başladı. bunu duyan babası vakit kaybetmeden neyzen’i ölesiye korktuğu mektebe götürmüştü. hocası mehmet efendi öğrencileri falakaya yatırmasıyla tanınmıştı. hocası neyzen’in babasından korktuğu için o’nu hiç falakaya yatırmamıştı ancak o yaşta diğer öğrencilerin dövüldüğünü görmesi o’nda büyük etki yaratmıştı. her gece rüyasında mehmet hoca’yı görür olmuştu.

    yine o günlerde korkunç bir tesadüf kendi tabiri ile akıl tahtalarını bağlayan çivilerin birinin yerinden fırlamasına sebep olmuş ve bu olay, çok otoriter- mutaassıp bir zat olan babasının baskısını gevşetmesine, annesinin de bütün ömrü sonsuz bir şefkatle oğlunu kendi havasına terk etmesine kâfi gelmişti. bu önemli olayı yine neyzen anlatıyor:

    “babamın okuyup adam olmam hakkındaki emelleri, benim kabiliyetsizliğimden ziyade kader denilen nesnenin ben daha küçükken, evvela şuurumun bir burcunu yıkmak, daha sonraları da muhtelif sebep ve tesirler altında ruhuma derbederliği aşılamak sureti ile oynadığı oyunla daha başlangıçta akamete uğramıştı. henüz mektebe yeni başlamıştım, bir akşam paydos olmuş, ben babamla beraber eve gitmek üzere yola düzülmüştüm. tam çarşı hizalarına geldiğimiz sırada uzaktan akseden davul, zurna sesleri ile durakladık, ben daha o yaşta bile musikinin meclûbu, çılgınca zebunu idim. babamı elinden çekerek çalgı sesinin geldiği tarafa doğru adeta sürüklüyordum. nihayet alayın ucu köşkiçi meydanında göründü. biraz daha yaklaşınca zurna ve lavutaların âhengine tempo tutan davul tokmakları anki hep birden kafama inmeye başlamıştı. yaklaşan kalabalığın ellerinde on, on beş sırık, sırıkların ucunda da kesik insan kafaları vardı. gözlerim dehşetle yuvalarında fırlamış ve ben çığlığı basmıştım. şaşıran babam, güya o feci manzarayı bana daha fazla göstermemek için önünde bulunduğumuz demirci dükkânının içine dalıvermişti. halbuki olan olmuş ve çocuk ruhumda müthiş bir kasırga kopmuştu. eve dinmeyen titremeler içinde getirildim ve bir çok korku ilâçlarından geçirildim. fakat heyhat, şuurumun bir burcu göçmüş, akıl tahtamın bir çivisi demirci dükkânında düşüp kaybolmuştu.”

    bu olaydan sonra annesi neyzen’i babasının karşı çıkmalarına rağmen hacılara, hocalara götürmeye başladı. ancak hiçbiri fayda etmiyor, neyzen kâbuslardan kurtulamıyordu.

    yine o yıllarda gezgin saz şairlerinden “leyla ile mecnun”, “tahir ile zühre”, “arzu ile kamber”, “ferhat ile şirin”... gibi halk hikayelerini dinleyen küçük tevfik’te şiir ilgisi de başlamıştır.
    1892 yılında babasının tayinin urla’ya çıkması ile urla’ya göçmüşlerdir.

    urla’da kendini tamamen neyine vermişti neyzen. çünkü ne zaman karabasanlar görse, rüyasında mehmet hoca’yı sopasıyla görse uyanıp yavaşça neyini üflemesi rahatlamasına yetiyordu. böyle böyle nöbetler giderek azaldı. ancak henüz evin dışına çıkacak kadar değildi. bir gün biraz olsun evden çıkması gerektiğini düşünen annesi o’nu çarşıya gönderdi. çarşıda bir berber dükkanının önünden geçerken işittiği ney sesi, onu ilk hocası berber kazım ağa ile karşılaştırmış ve bütün hayatına yön veren ilk ciddi adımını –neyzenliğe doğru- urla’da atmıştır. aynı günlerde, 1893 yılı temmuz ayının 31. günü, ilk sar’a nöbetini geçirir. başvurulan doktorlardan olumlu bir sonuç alınamayınca, annesi ile istanbul’a gönderilir. istanbul’da doktordan doktora taşınır. sonunda pepo adlı bir doktor hastalığını kontrol altına almayı başarır. gerekli ilaçları verdikten sonra, bir de öneride bulunur: üzerine gidilmemesini ve en çok hoşlandığı şey ne ise, onunla uğraşmasına izin verilmesini söyler. öyle de olur. öğrenimine ara verir; gönlünce gezip tozmaya ve neyi ile ilgilenmeye başlar.

    geleceğinden kaygılanan babası o’nu izmir idadisi’ne verir. neyzen şöyle anlatıyor:
    “babam son bir ümitle beni o zaman yeni açılan izmir idadisi'ne leylî olarak yazdırdı. daha sınıfın kapısında girip bir sürü kalabalıkla karşılaşır karşılaşmaz, kendimi koyun ağılına kapatılmak istenilen bir boğa durumunda görmüştüm. dört duvar arasında ve bu kalabalık içinde kapalı kalmak benim, mevcudiyetimi duyduğum andan beri ege denizinin enginlerinde, urfa'nın dağ ve kırlarında başı boş, kayıtsız yaşamağa alışmış ruhum için, dayanılmaz bir eza hükmünde idi. ben buna katlanmak istesem bile, ruhum isyan edecekti. nitekim çok sürmedi (sar'a nöbeti) şeklinde kendini gösteren bu isyan tekerrür ede ede müdürü de, hocaları da, arkadaşlarımı da bıktırmış ve bir ay içerisinde beni mektepten kapı dışarı ettirmişti. maamafih ben bu akibetten müteessir olmamış değildim. kolumun altında, bir kerecik olsun açmaya vakit bulamadığım zavallı kitaplarımla eve döndüğüm zaman anacığımla beraber ben de ağlamıştım. fakat döktüğüm o göz yaşlan, mektepten çıkarılmış olmaktan ziyade, ana ve babacığımın okuyup adam olmamam hakkındaki son ümitlerini de suya düşürmüş bulunmaktan mütevellit çok içli bir teessür nişanesiydi.”

    bundan sonra neyzen evden kaçarak hayata ilk macera adımını atmış ceketinin altında sakladığı neyi ile izmir mevlevihanesi’nin yolunu tutmuştur.mevlevihanede merdiven ayağına ilişerek şeyh nurettin hazretlerinin karşısında kendi deyimi ile “korka korka üflediği “hicaz peşrevi”” ile sınavı kazanmış, şeyhin emri ile kardeşi neyzenbaşı ve üstad cemal bey o günden itibaren küçük neyzen’in hocalığına verilmiştir. böylece hayatında yeni bir dönem başlar onun. artık o, izmir mevlevihanesi’nin gönüllü çömezi ve neyzen cemal beyin çalışkan bir talebesidir.

    o yılların izmir’i sürgün yeridir. istibdat yönetimi rahatsızlık duyduğu aydınları oraya gönderir. izmir mevlevihanesi’de onların uğrak, dahası toplanma yeri gibidir. tanınmış bütün edipler, şairler ve en önemli âlimler her pazar ayinden sonra şeyhin kardeşi cemal beyin dairesinde toplanmakta ve devrin saz ve ses üstatlarının da katılmasıyla eşsiz meclisler kurulmaktadır. neyzen tevfik burada tokadizade şekip, bıçakçızade hakkı, tevfik nevzad, abdülhalim memduh, armenaklı hasan rüşdü hoca, bektaşi şeyhi ruhi bey, saz üstadı santo, tanburi ali efendi, kemani yaşuva, salamon elgazi... gibi ülkenin seçkin aydınları ile tanışır. ney yeteneği ve sevimliliği ile kısa sürede onların dostu olur. bir taraftan edebiyat sohbetleri, okunan şiirler, istibdat aleyhindeki hicivler beynine kazınırken, diğer yandan da başta hocası cemal bey olmak üzere musiki üstatlarının verdiği ziyafetlerle kulağını ve ruhunu doldurmuş, üç sene zarfında kapabildiği şeyleri sanki yutmuştur. şair eşref’in hicivlerini tekrarlaya tekrarlaya da özgürlük aşıklığı- istibdat düşmanlığı varlığına büsbütün sinmiştir. fırsat buldukça bu insanların hepsinden bir marifet kapmakta özellikle ermanaklı hasan rüştü hocadan türkçe, arapça ve farsça dersleri almaktadır. maddi manevi olgunlaşmalarla geçen bu üç yıl sonlarına doğru, tam “büyüklerin küçük dostu” unvanına erişmişken babası karşısına dikilerek onu istanbul'a (medrese tahsili için) göndermek fikrinde karar kılmıştır. babasını çok sayan, onu ikna edemeyen ve nihayet (sırtında latası bir cübbe, başında ince burma bir sarık, öne doğru yan kondurulmuş koyu renkli fesinin kenarına kıvrılmış kıvır kıvır saçları ile 19 yaşında kara yağız bir delikanlı) olarak istanbul rıhtımına ayak basmak zorunda kalmıştır. yanında bir yığın tavsiye mektubu vardır. bunların çoğu mevlevihaneden verilmiş ve bilhassa şeyh nureddin hazretleri, istanbul'da mevcut bütün mevlevihane şeyhlerine onu “değerli bir neyzen, sadık bir muhip” olarak takdim etmiştir. fakat o, öncelikle babasının verdiği mektubu “fethiye medresesinde müderris ulemayı benamdan fazılı muhterem musa kâzım efendi” hazretlerine götürmek zorundadır. nitekim öyle yapmış ve hemen o gün fethiye medresesindeki mollalar arasında bir odaya yerleştirilmiştir. medrese hayatına, ilk görüşle, asla uyum sağlayamayacağını anlamış ve ertesi günden itibaren yenikapı, galata mevlevihanelerinde izmirde bıraktığı havayı solumaya koşmuştur. galata mevlevihanesinde tanıdığı ve halâ “hayatımda dinlediğim en güzel, en üstat ses” diye bahsettiği bursalı hafız emin, ona istanbul'a ayak bastığının üçüncü günü bugün tarihe karışmış bulunan fatih camiin sırasındaki kahvelerde her akşam üstü “ziraat nezareti umuru baytariye başkâtibi akif bey” diye o zaman 28 - 30 yaşlarında güzel yüzlü bir zat tanıtmıştır. bu, meşhur ve mağfur, istiklâl marşımızın büyük şairi, mehmet akif'tir. bir iki saatlik konuşma, sonsuz bir sevgi ve dostlukla bağlanmalarına yeterli olmuş ve yeni evli olmasına rağmen koca şair, neyzeni hemen o akşam evine misafir götürmüştür.

    1900 yılında, gramofon ticaretini ilk yapanlardan “gülistan plâk mağazası sahibi hâfız âşir bey”le başarısız bir plak doldurma girişimi olur. başarısızlığın nedeni neyzen’in aşırı içkili olmasıdır. ama plaklar yine de basılıp piyasaya verilmiştir. (1949’da yayımlanan azab-ı mukaddes’e yazdığı önsözde belirttiğine göre de, “yüze yakın plak” doldurmuştur.)

    1901 yılında medreseden setre pantalon giyiyor, sarık ve cübbe taşımıyor diye, mevlevihaneden de, namaz kılmadığı ve abdest almadan âyine katıldığı iddiası ile jurnal edilerek atılan hayâl kırıcı anlarda akif’in müşfik sevgisinden kuvvet almış ve henüz çok genç olmasına rağmen istanbul'un tanınmış birçok fikir adamıyla tanışmasına, saz; ve ses üstatları ile buluşup görüşmesine, damat ve sultan saraylarına, valdepaşanın saraylarına girip çıkmasına hep (mehmet akif) önderlik etmiştir. kısa zamanda hersekli arif hikmetler, ibnilemin mahmut kemaller, şair halil edipler neyzenin başdostları olmuş ve tevfik fikret, uşşakîzade, ahmet rasimler, hacı arif, tanburî cemil beylerle meşhur kemençeci vasil, udî nevresle de tanışmıştı. sultan v.mehmet reşat, hidiv abbas hilmi paşa, sadrazam sait halim paşa, kardeşi abbas halim paşa, ii. abdülhamit’in kızı zekiye sultan, damadı gazi osman paşa’nın oğlu nurettin beyîn de beğenisini kazanmıştı.

    daha önce medreseden nefret etmiş olmasına rağmen, musa kâzım efendinin derslerine devamı bırakmamış ve o zamanın ünlü ulemasından şeyh vasfi, mustafa hayri ve nasuhizade gibi kişilere de sokulmayı ihmal etmemiştir. çukurçeşme’de “babil kulesi” adını verdiği ali bey hanı’nda bir odası olmakla beraber hemen her gece bir davette zamanın en meşhur musikişinasları ile bir arada ney üflemektedir. bebek’te ve kuruçeşme’deki saraylar, yıldız civarında istanbul tarafındaki bir çok konaklar ona kapılarını açmış ve şöhreti adamakıllı yayılmıştır. fakat o yukarda isimlerini saydığımız kişilerin özel toplantılarını daha çok tercih etmekte ve akif’le beraber daha çok buralara gitmektedir. çünkü orada ruhunun hürriyet aşk ihtiyacını tatmine, istibdat aleyhinde konuşmaya daha fazla imkân olduğu için memnundur. istanbul'a geldikten ve istibdat idaresini yakından gördükten sonra zaptedilmez bir hürriyet aşığıı olmuş, saltanat idaresine büsbütün düşman kesilmiştir. şehzadebaşı’ndaki iki çayhane ile sirkecideki güneş kıraathanesi de bu sebeple başlıca devam ettiği yerlerdir. bilhassa güneş kıraathanesinde tıbbiyeli gençlerden mefkure arkadaşları, tokadî zade şekib'in müritleri, babanzade naim, müstecabîzade ismet, izmir’li ahmet cemil, yunus nadi, giresun’lu şair hamdi, filibelizade nizami, fehmi ve yusuf cevat gibi değerli ve hürriyetperver dostları vardır. pervasız konuşmaları, dilinden düşürmediği hicivleriyle daima aranıp sevilmekte, o da buralarda istediği gibi içini dökmektedir, istibdat aleyhindeki atıp tutmaları artık onda bağımlılık yaratmış ve neticede saraya mensup çevrede de, ağızdan fırlayan sözler yüzünden mimlenmiştir. kendisini sevenlerin, bilhassa hocası arifin biraz dilini tutması yolundaki ikaz ve ihtarlarına rağmen, - hele kafayı çektiği zamanlar- ulu orta konuşmakta devam etmesi neticesinde, bir gün tevkif edilmiş ve zaptiye nezareti’nde hayli sıkıntılı sorgu sualler arasında daha önce tam 35 kez jurnal edilmiş olduğunu öğrenir.

    bu karanlık mevkufiyetten kurtulduktan sonra, onu galata ve beyoğlu'nun dar ve karanlık sokaklarında derbeder ve sermest dolaşırken görüyoruz. artık istibdat zabıtası tarafından tanınmış olduğu için münevver dostlarına zararı dokunmaktan korkmakta ve onların muhitine sokulmamaktadır. çok geçmeden bu başıboş halinden, süflî muhitlerden, serseriyane yaşamaktan da bıkmış ve sonunda istanbul'dan kaçmaya karar vermişti. bunu da yine kendisi anlatıyor:

    “artık benim için bu şehirde kalmaya imkân ve sebep kalmamıştı. uzaklaşmaya mecbur edildiğim şiir ve edep mahfellerinden serseriler âlemine karışmış, fakat orada da rahat edememiştim. zaten son zamanlarda benimsediğim o süfli ve derbeder hayat o zaman, kahırla ızdırap ve elemle içme daldığım çıkmaz bir yoldu. devrin istibdadına karşı duyduğum gayz ve nefret; aziz ve sevgili arkadaşlarımdan uzak durmak mecburiyeti karşısında; büsbütün artmış ve beni o çıkmaz yola atmıştı.. ruhumda duyduğum hüsran ve isyan hislerinin şevki ile girdiğim yol; beni esasen hedefime ulaştıramazdı. ben yaradılışımın meyelânına uygun hür, serazat, hudutsuz bir ufka muhtaçtım. bu ufuksa herhalde galata ve beyoğlu'nun dar ve karanlık ve mülevves sokaklarında karşıma çıkamazdı. aradığım ışığı olsa olsa afrika'nın uçsuz bucaksız çöllerinde bulabilirdim. bunun için istanbul'dan kaçarak mısır'a gitmeye karar verdim ve 1319 (1902) senesi kânunusanisinin (ocak) 13'ncü perşembe günü mesajeri vapurunun güvertesine postumu serdim. içinde dört yıl geçirdiğim koca istanbul; o sabah da sisine bürünmüş; için için ağlıyor gibiydi. yahut halime kıs kıs gülüyordu da ben gözlerimi perdeleyen iki damla yaş arasında onu ağlar görüyordum.”

    vapur marmara'nın koynunda enginlere süzülürken neyzen'in hayalinde zekiye sultan, damat nurettin paşa sarayları’nda geçirdiği şahane gün ve gecelerden sayısız ekâbir konaklarındaki cümbüş ve ahenklerden ziyade, daha evvel isimlerini saydığımız aziz dostların hayalini, izlerini görüyoruz.

    mısır'da yedi sene maceradan maceraya sürüklenen neyzen; kâh saraylara girip çıkarak, kâh kendi tabirince havalanıp en yüksek şahikalardan yer altında haşhaş kokulu esrar bodrumlarında yuvarlanarak tamamen serazat bir hayat yaşıyor; bazen emrinde köleler, zengin konaklarında kuş tüyü karyolalarında, bazen de iskenderiye'deki eski kalenin bir burcunda fakir ölüleri sarmaya mahsus kaba hasır üstünde yatmaktadır. prens ve prenses saraylarında olduğu kadar, serseriler âleminde de meşhur olmuştur. mısır asilzadelerine refakat, memleketten oraya kaçmış bir çok tanınmış hürriyetperver türklerle arkadaşlık ettiği gibi azılı sabıkalılarla da düşüp kalkmaktadır. bu arada özbekiye saz bahçesi’nde çalarken plak da doldurmuş, jön türklerle ilgili.bir dost toplantısında sarhoşlukla tabancasını ateşlediği ve duruşmada yargıca “haksızlık yapıyorsunuz” dediği için altı ay hapse mahkum edilmiş, ancak yaptığı itiraz kabul edildiği için bir buçuk ay yatıp çıkmış, feride adlı lübnanlı bir bar yıldızıyla iki ay birlikte yaşıyor.

    böylece akla hayale gelmez maceralar yaşayan neyzen bu arada “camiülezher” de ders almayı, mısır'ın yüksek sazendelerine ders vermeği de ihmal etmiyor. artık mısır'da yaşamaktan da usanmış, vatan gözlerinde tütmeye başlamıştı. bu hislerle kabına sığmamaktadır. kahire’ye dönüyor ve bir kahvede asılı olan sultan hamid'in cansız portresinin ağzına bir sigara yerleştiriyor. hidiv aleyhinde eşrefin yazdığı bir hicviyeyi gazetecilere okuyor. kendisinden istenilen aleyhte bir yazıyı da on mısır lirası mukabili yazıp imza ediyor. şimdi mısır zabıtası tarafından da yakalanmak üzeredir. aklına kahire'ye üç saat mesafedeki “kaygısız sultan mağarası” geliyor. burada bir bektaşi tekkesi vardır, hemen yola çıkıyor. şeyh arnavut lütfi baba; bu istanbul'lu misafiri hoş karşılıyor. hele akşam demlenirken üflediği ney, itibarını derhal ve büsbütün arttırıyor. fakat o teşhis edilip yakalanmaktan korktuğu için gündüzleri tekkeden çıkıp akşamleyin kararırken dönmektedir. bunu da enteresan bir hikayesi ile beraber kendisi anlatıyor :

    “gerçi bu dağ ve orman gezintisi benim için güç olmuyor değildi. çünkü oruç tutmak zorunda kalıyor, tekkeye dönüp meydan kuruluncaya kadar, ağzıma bir lokma ekmek koyamıyordum. henüz nim resmî bir durumda olduğum için, sabahları çıkarken kimseden kumanya istemezdim, istesem, derhal, saklambaç oynadığım anlaşılacak ve haklı olarak yakamda bityeniği açılacaktı. şüphe ve hesap vermektense oruçlu gezmek daha iyiydi. zaten ben de öyle yapıyordum ama aksi gibi günler de uzundu. ve bu sahursuz, niyetsiz; oruç, beni fena sarsıyordu. saklanmaktan da aç gezmekten de bıktığım sıralarda bir, gün, mutat gezintiyi bitirmiş, koruda yorgun argın tekkenin arka cephesine nazır bir ağaç altına uzanır gibi oturmuştum. vakit ikindiye yakındı ve yemeğe bir hayli zaman vardı. bir aralık karşımda bir köpek peyda oldu. uzandığım yerden şöyle bir doğruldum, evet, yanılmıyordum; köpeğin ağzında kocaman bir parça ekmek vardı ve yan gözle bana bakarak duruyordu. sesime mümkün olduğu kadar tatlı bir ahenk vermeye çalışarak gel, kuçu kuçu vezninde:

    — taal taal demeye başladım. bir elimle de, daha güzel bir şey verecek misim gibi parmak çakırdatıyor, niyazkâr iğfalkâr “taal”lere sesimin en muhis ahengiyle devam ediyordum. nihayet, zavallı hayvancık davetimdeki zalimane maksadı örten samimî edaya aldanmış, mahut yandan çarklı vapurların iskeleye yanaşması gibi ağzında ekmek yan yan yaklaşmaya başlamıştı. sıçrama menziline sokulur sokulmaz, beşer cibilliyetinin bariz vasıflarından biri olan haksız bir hamle ile üstüne atıldım. atılmamla beraber zavallı köpek, korkudan ekmeği bırakmış, beş metre ileri fırlamıştı. kuyruğu kısık, yan gözle bana bakıyordu. ekmeği düşürdüğü yerden aldım. dişlediği kısmı koparıp yanıma koyarak, üst tarafını yemeye başladım. o esnada hafiften mi, köpekten mi geldiğini anlayamadığım bersani bir seda; kulağıma akseden bir ses işittim:

    — allah belanı versin herif. bu ne insanlık. hem iki ayakla geziyorsun, hem köpeğin ağzından ekmek kapıyorsun. allah’ın tekrim ettiği edepsiz; diyordu. buna rağmen ben, saygısızlığımı devam ettirerek; bir taraftan da ileri sürdüğüm hissesini gösterip, ona:

    — « gel sen de ye » diyordum. yerinden kıpırdamadığını görünce yalvarmaya, gönlünü almak için ne kadar maruzat arzetmek mümkünse sıralamaya koyuldum. nihayet yavaş yavaş yanıma geldi. bu gelişte yalvarışımın tesirinden ziyade muhakkak ki bana kıymet vermemesi, beni de kendisinden farksız görmesi âmil olmuştu. kısmetine ortak çıkışımdaki lâubalilikten o da cesaret almış ve bir kapıyoldaşı teklifsizliğiyle gelip ayırdığım hissesini yemeğe başlamıştı. ekmeklerimiz bitince karşılıklı uzandık. aramızda gizli bir dostluk başlamış gibiydi. dergâha dönmek için yerimden kalkınca o da kalktı ve peşime takıldı. demek ki tahminim doğruydu. bana darılmamış. ekmeğine ortak oluşumdan mütevellit ruhî yakınlık, âşinâ bir dostluğa inkilâp edivermişti. beynimizde teessüs eden bu ani arkadaşlığa daha çok kıymet vermiş olmak için:

    — gel bakalım, « çakar almaz » - dedim ben nereye sen de oraya.. bu suretle ismi de konmuş ve hitabımdan anlamış gibi, yanıma daha çok sokulmuştu.”

    onu neyzenin yanında gören şeyh'in emir ve müsaadesi ile tekkeye yerleşen (çakar almaz) mutfak artıkları ile beslenerek gelişip güzelleşiyor. zeki ve cins bir mahlûk olduğunu, pek çabuk terbiye olması ile efendisi ile iş birliği yapacak kadar feraset göstermesi ile ispat ediyor.

    tekkeden ayrıldıkları gün, neyzen onu, civarda çiftlik sahibi bir fellaha 10 mısır lirasına satmış, fakat o arabın yedeğinde çiftliğe götürülürken ipini kopararak kahire yakınlarında neyzen'e tekrar ulaşmıştır. mısır'dan ayrılacakları güne kadar tam dört kere tekrarlanan bu “manitacılık” üstadın çok işine yaramış, hattâ son satıştan vurdukları 25 mısır lirası ikisinin vapur parasını sağlamıştır.

    neyzen, kaygısız sultan tekkesinden kahireye döndükten pek az sonra memlekette “hürriyet” ilân edilmiş ve mısır görülmemiş bir coşku içinde bayram yapmaya başlamıştı. vatana dönmek için üstad, hocası şair eşrefi göreceğini ummaktadır. halbuki o, bir meyhanedeki köşesine çekilmiş, sokaklardaki coşkuya lakayt demlenmektedir. neyzenin sonsuz bir heyecan içinde:

    — hadi, ne oturuyorsun, gitmiyor muyuz? sualine sadece: «hayır» demekle iktifa edişi ve sonra mevzu ile hiç münasebeti olmayan:

    — sen kedi ile fare hikâyesini bilir misin? diye bir sual soruşu, üstadı fena halde şaşırtmıştı. bunu da neyzenden dinleyelim:

    “merhumun bu suali karşısında âdeta sinirlenmiştim. fakat kendisine olan derin sevgi ve saygım ters bir cevap vermeme mâni idi. bir kaç (kedi-fare) hikâyesi bilirdim. lâkin bunu ondan dinlemek ve bu arada maksadını öğrenmek için:

    — hayır, bilmiyorum, dedim. koca eşref, yüzünde, belli belirsiz tebessüm, elini kadehe uzattı, rakısından bir yudum çekti. biraz da meze aldı, sonra başını kaldırarak, ağır ağır anlatmaya başladı:

    — kedinin biri, odanın ortasına kurulmuş, bermutat uyuklar gibi görünerek, duyduğu tıkırtıya kulak kabartmış. kenardaki deliklerden birinde küçük bir fındık sıçanı da, başını uzatıp çekerek, etrafa bakınmış. kedi bakmış ki, uyuklar gibi görünmek, farenin oradan çıkmasına kâfi gelmiyecek; konuşmaya mecbur olmuş:

    — hadi, hadi, demiş, oradan korka korka başını çıkarıp durma, acıdım sana. o delikten çık, şu deliğe gir. içerde kelle kelle kaşarlar, bir anbar da buğday var. afiyetle yer, sağlığıma dua edersin. bir müddet yine uyuklar gibi bekledikten sonra bakmış ki berikinde yine hareket yok:

    — ne duruyorsun, dediğimi yapsana! fare ezile büzüle cevap vermiş:

    — kusura bakma ama yapamıyacağım.

    — neden? demiş kedi.

    fare şu cevabı vermiş:

    — bana o delikten çık, şu deliğe gir. kaşar peyniri, buğday var, afiyetle ye diyorsun, bakıyorum teklifin küçük, nimet büyük. bu işte mutlaka bir bokluk var.

    eşref bu hikayesiyle, sultan hamidin böyle kolay kolay meşrutiyet idaresi kabul edeceğine inanmadığını, altından mutlaka bir çapanoğlu çıkacağını anlatmak istemişti. üstadın tecrübesi muhakkak ki benden fazla ve bu tarzda düşünüşü ihtimal ki haklı idi. fakat ben o kadar aşkın ve taşkın bir sevinç içindeydim. vatanı o kadar özlemiştim ki, fare kadar bile düşünemezdim. hocama:

    — peki sen sonra gel, ben ilk vasıta ile gidiyorum, dedim, elini öperek yanından ayrıldım.

    mısırda son günlerini, meyhaneden meyhaneye dolaşıp dostlarımla beraber «hürriyeti tes'id» etmekle geçiriyordum. bu bayram şenliği için lüzumlu akçeyi yine “çakaralmaz”ın hizmetiyle sağlamış, onu üçüncü defa olarak kasap süleyman isminde bir zata yine 10 mısır lirasına satarak, hürriyet şerefine kadeh kaldırmak zevkinden mahrum kalmamıştım. fakat şimdi, vatana dönmek için yol parası bende ise bermutad metelik yoktu. bir gece bizimkilerin toplantı merkezi olan istanbul gazinosunda oturmuş, dostlarla yarenliğe koyulmuştum. fakat zihnim hep “harcırah meselesiyle” meşguldü. zavallı kasap süleymana ancak 48 saat tesahup zevkini tattırarak yine kaçan “çakar almaz” da oturduğum masanın biraz ilersinde neş'e ve inşirahımdan hisseyab olur gibi tatlı tatlı şekerleme yapmakla meşguldü, bir aralık yattığı yerden birden bire fırlaması ile bacaklarımın arasından süzülerek arkadaki kanapenin arkasına girmesi bir oldu. bu anî kaçış ve saklanışın elbetteki bir sebebi olacaktı? fazla aranmama lüzum kalmadı. gazinodan içeri kasap süleyman girmiş ve bizim manitacı kokusunu alır almaz kanapenin altına dalıvermişti. korktumu? utandı mı bilmiyorum, fakat zeki hayvan lâhzada ortadan silinmiş, öyle bir saklanış saklanmıştı ki, kuyruğu bile görünmüyordu.

    ben şeriki cürüm olduğumu unutarak makaraları koyvermiş bu hale kahkahayla gülmeye başlamıştım, bereket versin kasap uzaktaydı. ayak üstü birisile konuştuktan sonra, beni görmeden çıkıp gitti.

    çakar almaz tehlikenin uzaklaştığına emin oluncaya kadar yerinden kıpırdamadı. neden sonra saklandığı yerden çıkıp yanıma geldi. “nasıl beğendin mi?” der gibi kuyruğunu sallayarak yüzüme bakıyordu. yanımda oturanların hiç biri işin farkına varamamıştı. onun gösterdiği bu feraset o kadar hoşuma gitmişti ki, hemen kallavi bir pastırmalı sandüviçi getirerek elimle yedirmeye başladım. yammdakiler, bu itinalı ikramın “mükâfat” olduğunu anlamadan ifrat sevgisi nişanesi sanarak bize bakıyorlardı. bir aralık, pusuya yerleşmiş arapla türk melezi tatlıcı mehmet şükrüyü şeytan dürtmüş olacak ki:

    — sen istanbul'a gidiyorsun! bunu ne yapacaksın? diye sordu. zorla değil ya kısmet ayağımıza geliyor, tavlanacak zavallılar kendiliğinden hep karşımıza çıkıyor.

    — ne yapacağım, dedim, onu da götüremem ya. isteyen birisine bırakacağım..

    — bana ver, ben onu beslerim.

    çakar almaz’ın yüzüne baktım, maskara yarım oturmuş bana sanki göz kırpıyor ve bu haliyle «gider ayak sokacağımız zoka kuvvetlice olsun» demek ister gibi şeytanatkâr bir tavır gösteriyordu. fakat bu sefer vaziyet biraz nazikçe idi. çünkü ben elime para geçer geçmez hemen vapura atlayarak, mısır'dan ayrılacaktım. oradan geçecek en kısa zaman zarfında ya tatlıcıyı atlatıp kaçamazsa satış katiyet kesbederek, ayrılık ebedileşecekti. halbuki onun bu firarlarından ben dolandırıcılık gayretinden ziyade bana karşı bir bağlılık seziyordum. onun için, satış bedeli ne kadar okkalı olursa teessürüm o miktar hafifleyecek, manevî kaybımı maddî kazanç kısmen telâfi edecekti. bu mülâhazalarla söze kıyasıya başladım:

    — sana onu vereyim, fakat şimdiye kadar çok masraf ettim. masrafımı alırım.

    — ne kadar?

    —yirmi beş mısır lirası..

    keşke elli deseymişim. adam bir kelime bile söylemeden elini cebine daldırdı ve yirmibeş mısır lirasını önüme koyuverdi. bir daha çakar almaz’a baktım. bu kendisini dördüncü satışımdı. fakat hiç birinde bu kadar eza duymamıştım. paraları önümde görünce şaşırmıştım. paranın sevincinden çok içime birden bir hüzün çökmüştü. bu teessür onu bir daha görememek ihtimalinin kuvvetli olmasından mı yoksa hüsnüniyetle teklifime ram olan tatlıcıya acıdığımdan mı anlıyamıyordum.

    — tasmasına iyi yapış, arkamdan gelmesin., diyerek masadan kalktım ve bir daha çakar almaz’la göz göze gelmeden oradan çıktım.»

    o gecedeen tam bir hafta sonra neyzen’i izmir mevlevîhanesinin bahçe kısmında dedelerden biriyle konuşurken görüyoruz:

    — en ufak bir istiklâl bana demektir. allah aşkına sen bizzat alâkadar ol, yetimliğini hissettirme!

    — hiç merak etme erenler, ben ona bakayım. adı neydi bunun?

    — çakar almaz..

    böylece yalnız gittiği mısır'dan yedi sene sonra neyzen yalnız dönmemiş ve satış gecesi evinin kapısında kendisini bekler bulduğu vefakâr dostu çakar almaz kapısında ona kollarını açarken (biz evde köpek istemeyiz.) demişler ve onu mevlevîhaneye müracaat zorunda bırakmışlardır. izmirde 25 gün kalan neyzen, eski dostlarının arasında “yaşasın hürriyet” bağırtılarını dinleyerek neş'eyle vakit geçirmekte iken o sırada üstadı eşref mısır'dan çıkagelmiş ve ona basiretli görüşüyle bir kaç “ibret alınacak levha” göstermiştir. hürriyet şenliklerine önder olanlar arasında seciyesi ve şeceresi bozuk, istibdat devrinin çakalları vardır ve şimdi yakalarında ittihat ve terakki kokardı taşımaktadırlar. bunların farkına varır varmaz hocası eşref gibi onun da neşesi kaçmıştır. bu sebeple onu istanbul'a götüren vapurun güvertesinde dalgın ve düşünceli görüyoruz. içinde yedi yıl hasretini çektiği istanbul'a ve dostlarına kavuşacağını hayal etmenin verdiği sevinçle beraber eşrefin aşıladığı endişe vardır. bunu şöyle anlatır:

    “yolculuğumun devam ettiği müddetçe vapurda birbirine zıt hislerin tesiri altındaydım. acaba eşrefin dediği gibi milletin yıllarca hasretini çektiği bu hürriyet, sadece bir göstermeden mi ibaretti. yeni idareyi kuranlar onu sonuna kadar aynı saffetle idame edebilecek miydi. yoksa izmir'de gördüğüm gibi bu işi başarmak için bir takım yılanları iş başına geçirerek vatanı büsbütün içinden çıkılmaz bir badireye mi sürükleyecekti. ben bunları düşünürken meğer beni bekleyen ne akıbetler, ne serencamlar varmış?

    vapurun güvertesinde marmara kıyılarını seyrede seyrede sürgünden dönen bir hürriyet fedaisi zihniyetiyle yürüttüğüm mülâhazalar, kafamda geçirdiğim endişeler, meşrutiyet devrinde başımdan geçecek hesapsız serencam yanında gurbette devenin kulağında daha küçük şeylermiş. bereket versin koynumdan hiç ayırmadığım “sihirli düdük”e. yoksa ne gurbette edindiğim tecrübeler ne cami ikmaline çalıştığım ilim ve marifet beni o karma karışık devrin zebunu ve kâselis bir bâziçesi olmaktan kurtaramıyacaktı. gerçi “ipliği pazara çıkarmış derbeder”lik rütbesi omuzlarımdan düşmedi. amma bu benim, kaderle el ele veren dizgin kabul etmez ruhumun, gönülden taşıdığım ezel' ve zatî rütbemdi. yıllarca uzun ayrılıktan sonra mısır'dan istanbul'a dönerken orada geçirdiğim serâzad hayatın gönlümde kalan izleri bir avuç külden ibaretti.

    zaman zaman âvâre ruhumu tutuşturan bir sürü yangının o bir avuç muhassalası içinde hiç sönmeden için için yanan bir tek kıvılcım vardı ki, ben istanbul'dan onunla ayrılmış ve şimdi yine onunla dönüyordum: «vatan ve hürriyet aşkı..» ”

    yine kendi anlatımı ile "devr-i dilâra-yı meşrımyet'in ilânından tam 28 gün sonra, 8 ağustos 1324'te (1908) sirkeci rıhtımına ayak basıyor.

    çemberlitaş'ta bir han odasına yerleşen neyzen tevfik'in "iiân edilen hürriyefle karşılaşması pek de parlak olmaz. seyretmek için gittiği ve ferah tiyatrosu'nda sergilenen "sabah-ı hürriyet" adlı oyunun ittihat ve terakki'ce yasaklanması üzerine yaptığı konuşma yüzünden tutuklanır. neyzen tevfik, 1910 yılında "sarıklı bir zâtın kızı olan cemile hanımla", kardeşinin ve babasının karşı çıkmasına karsın, annesinin ısrarı ile evlenir. bir kız çocuğu dünyaya gelir. ancak evliliği yürümez. kızı leman henüz üç aylıkken kayınbabası eşini alıp götürür. birinci dünya savaşı yıllarında, askeri müze'nin kurucusu muhtar paşa'nın emrinde ve mehter başı olarak askerlik yapar. ancak düzence ile başı hoş olmayan neyzen tevfik'in askerliği de kendincedir. herhangi bir meseleden muhtar paşa ile kavga eder ve çıkar gider. “istanbul merkez komutanı albay cevat bey”, sık sık yinelenen bu kavgalarda araya girer ve “muhtar paşa ile neyzen’i barıştırır”. mehter takımının dönemin harbiye nazırı enver paşa'nın yalısında verdiği konseri izleyen almanya'nın romanya'daki kuvvetlerinin komutanının ilgisini çeker. bazı kaynaklara göre onun çağrılısı olarak romanya'ya gider. romanya'da piyano eşliğinde konser verir.

    1919 yılında, ilk kitabı hiç'i yayımlar. sık sık alkol komasına girmeye başlar.

    1920'lerde, yaşamının ileriki yıllarında gediklisi olacağı, "tımarhane" ile tanışır.

    1923'de ankara'ya gider ve kardeşi şefik kolaylı'nın yanında 4-5 ay kalır. ulusal kurtuluş savaşı'nı yücelten şiirler yazar. cumhuriyet devrimlerine bağlı, onları savunan bir şairdir artık. geçmişe, geçmişin kalıntılarına karşı acımasız bir savaşıma girişir.

    1924 yılında, arkadaşı hasan sait çelebi'nin de yardımları ile verimlerini azâb mukaddes adı altında forma forma yayımlamaya kalkışır. ancak girişim başarılı olmaz. iki formadan sonra noktalanır.

    1926 yılında atatürk'le tanışır.

    1927 yılında sa'ra nöbetleri ve alkol yüzünden toptaşı tımarhanesi ve zeynep kâmil hastahanesi'nde tedavi görür.

    1928 yılında dresden opera müdürü kurt schtringler ile tanışır. ney çalışına hayran kalan schtringler, neyzen tevfik'i yücelten sözler söyler. aynı yıl, eski dostu mehmet akif görmek için mısır'a gider. bir yıla yakın bir süre yanında kalır.

    1929 yılında döndüğü izmir'de, arkadaşı avukat refik ince'nin ısrarı ile ilk konserini verir. tarihleri belli olmamakla birlikte, sonraki yıllarda başka konserler de verir neyzen tevfik. tanıyanlarından refi' cevad ulunay, biri gazeteciler cemiyeti adına olmak üzere, katıldığı ya da tek başına verdiği iki konserden söz ediyor örneğin. öte yandan kemal sülker, istanbul tekstil sendikası'nca açıkhava tiyatrosu'nda düzenlenen “sanat gecesi”ne neyzen tevfik'in de katılıp katkıda bulunduğunu belirtiyor, '30'lu yıllarda, ekonomik destek olsun diye, "vali ve belediye reisi" muhiddin üstündağ'ın girişimi ile konservatuvar'da görevlendirilir. '40'lı yıllarda doktoru olduğu kadar dostları da olan mazhar osman ve rahmi duman'ın aracılığı ve valiliğin oluru ile bakırköy akıl hastahanesi'nin 21 nolu koğuşu ona ayrılır. istediği zaman gelir, yatar, dinlenir ve çıkar gider.

    9 mart 1946'da, basın yararına düzenlenen bir konserde çalar. yaptığı taksimlerle izleyicileri büyüler. konser öncesi neyini merak edenler, konser sonrası onu dinlemenin bir şans olduğunu dile getirirler.

    1949 yılında, dostlarından ihsan ada, neyzen tevfik'in erişilebilen verimlerini, onun gözetimi altında, azâb-ı mukaddes adı ile kitaplaştırır.

    1951 yılında onu atlettim adlı bir filmde önemli bir rolde gözükür. oldukça da başarılı olur. ağlayan şarkı adlı bir başka filmde ise, suzan yakar'la oynar.

    1952 yılında, arkadaşlarının ısrarı ile şehir komedi tiyatrosu'nda jübilesi yapılır.

    neyzen tevfik, söylenceleşen yaşamını neyi ile, meyi ile, düzü ile 27 ocak 1953'te noktalar. cenaze törenine katılanların bileşimi, söylencenin niteliğini çok iyi yansıtmaktadır. tanıyan!arından ve dostlarından hakkı süha gezgin, "neyzen'in cemaati" başlıklı yazısında şöyle yazıyor:

    "sinan paşa camii, içiyle, dışıyla, anacadde karşıki barbaros meydanı, bütün kahveler, kıraathaneler tıklım tıklım. her gelen otobüs, tramvay, otomobil katarları, bu kalabalığa yeni insan yığınları döküyor.
    neyzenin huzurundayız. bu kalabalık, onun cemaatidir. kimler yok ki!. başta vali hasta döşeğinden kalkıp gelmiş. muavinler, daire müdürleri, kalburüstü memur sınıfı. sonra, üniversite kadrosu, profesörleri, talebesiyie, orda. edebiyat ve san'at adamları, isim yapmış büyük şahsiyetler, her biri yolunda yeni fetihlere, yeni ganimetlere ermiş meşhurlar, şairler, romancılar, münekkitler, sahne adamları. sonra musiki çevremiz, dergâh erenlerinden sokak kemancılarına varıncaya kadar hepsi orda.

    bunlardan başka sarhoşlar, esrarkeşler, ayyaşlar, serseriler.. onlar da derlenmişler, toparlanmışlar, kılıklarını düzeltmişler, 'neyzen baha'nın tabutuna sarılmışlar. 'tevfik'in cenazesi altında işte bunlar yan yana, omuz omuza birleşmişlerdi."

    Kaynak

  7. #27
    Üyelik tarihi
    15.Aralık.2008
    Nereden
    Almanya-Çanakkale
    Mesajlar
    1,381
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    hicran kucaginda tuttugun sirdas
    caglamis bulanmis durulmus olsun
    sozune sazina guven de yanas
    kulagi ezelden burulmus olsun

    taban tepmis olan gam kervaninda
    dostunu konuk et tatli caninda
    koclar gibi durur pir meydaninda
    aslanlar yurdunda kurulmus olsun

    duysun askin elindeki rebabi
    okunsun alninda cile kitabi
    neysen gibi gunahinin hesabi
    mezara girmeden sorulmus olsun

  8. #28
    Üyelik tarihi
    29.Nisan.2008
    Mesajlar
    4,717
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Urla çarsisinda önünden geçtigi bir berber dükkanindan kulagina yansiyan bir ney sesi,bütün hayatina yön veren "Neyzen'lige" dogru attigi ilk ciddi adim olmustur.Disiplinli egitim ve ögretime karsi olmustur.19 yasinda Istanbul'a geldi ve Fethiye medresesine yerlesti.Bu sirada ününün bayraktari, her bakimdan hocasi,yol göstericisi Mehmet Akif ile tanisti.Akif o zamanlar 28-30 yaslarindaydi.

    Medresede "setre ve pantolon giyiyor,sarik ve cübbe tasimiyor", mevlevihanede ise "namaz kilmadigi,abdest almadigi" iddialariyla çogu kez jurnal edilmistir.Hür düsünceli ve pervasiz bir insan olan Neyzen,çok defalar Zaptiye Kapisi denilen yerde hapsedilmis ve hafiyelerin takibinden kurtulamamisti.Onu koruyan Mabeyn katiplerinden Evranoszade Sami Bey de ilgisiz kalinca, 1903 yilinda Misir'a kaçmaya mecbur oldu.Misir'da yedi yil kaldi sonra tekrar Istanbula döndü.

    Bir konusmasinda Münir Süleyman Çapanogluna sunlari anlatti: "Birinci dünya harbine kadar 1868 okka (2400 kg) raki içtim.Ondan sonrasini hesap etmedim.Bir mandalina,bir dilim portakalla 1 okka (1283 gr) raki içtigim çok olmustur.Aylarca degil yemek,bir lokma ekmek bile agzima koymadim.Rakidan baska 3-4 ton esrar içtim.Bir o kadar da afyon yuttum.Bu üç azametli hükümdarlar,
    kafamin üstünde saltanat kurdular,senelerce kimildamadilar.Bu üç büyük kuvvetin sayesinde her renge girdim,her boyaya boyandim.Sürttüm,sefi loldum,serserilerle gezdim,parasiz kaldim.Sokaklarda,Yeni Camii'nin arkasindaki merdivenlerin üstünde köpeklerle koyun koyuna yattim.Tas,soguk,yagmur bana hiç birsey yapmadi,sapasaglam gezdim.Fakat bazen timarhaneyi boyladim,hem kaç kere.Mazhar Osman Beyle bunun için aramiz çok iyidir.Velhasil her ne türlü hayat sekli varsa hepsinin üstüne çadir kurup oturdum." "Dostlarim hirsizlar,yankesiciler,esrarkeslerdi.Yeni Camii'de Arnavut Isa'nin kahvesinde gece isçileri (hirsizlar),dizdizcilar (dolandiricilar),mantarcilar (düzenbazlar) arasinda yattigim zamanlar, hayatimin mutlu anilariydi.Orada efsanevi bir hayat sürdüm.Bir padisah,bir derebeyi gibi yasadim.Rakimi,mezemi,esrarimi hep bu adamlar sagliyorlardi.Çaliyorlar,çirpiniyorlar, bana bakiyorlardi.Ya ben onlara ne yapiyordum, hiç...Birkaç taksim iste o kadar.

    Kahvenin bir kösesinde,tavana yakin bir yer yapmislardi,iste ben burada yatardim.Bazi geceler,söyle basimi kaldirip asagi baktigim zaman,yerde,malta taslari üzerinde bir yigin insan gözüme çarpardi.Bunlar, yattiklari yerin mevkiine,sinifina göre on kurustan yüz paraya kadar gecelik yatma ücreti verirlerdi."
    "Bazen midemi ispirto ile isladiktan sonra,kafama da kuvvet vermek için bir "çifte telli" (iki sigara kagidindan yapilan esrarli sigara) yapar,sari kizdan (esrar) bir iki nefes çeker,yola çikardim.Dogru Sadrazam Talat Pasa'nin kapisina,kendisine haber yollardim.Dünyaligimi gönderirdi hemen rahmetli."
    Neyzen Tevfik'in bundan sonraki hayati da içkiyle,bilinç ve cinnet,dost çevreleriyle meyhane ve akil hastanesi,bekar yada otel odalariyla,kahvehane ve sokak arasinda geçecektir.

    " Hangi islahata basvursan düzelmez bu memleket,
    Bir giderse fiskirir bin mürtekib,bin muhtelis.
    Kanli hendekler kazar devlete millet beynine,
    Saltanattan yadigar-i mel'anettir her..."

    1910 yilinda Erenköy Sahrayi Cedit'te sarikli bir zatin kizi olan Cemile Hanimla,annesinin israri üzerine evlenmistir.Neyzen'in babasi,sarikli hocaya her ne kadar "Neyzen evlenecek adam degildir" dediyse de,hayatinda üç defa evlenmis olan sarikli hoca,bu evliligi gerçeklestirmistir.Ancak Neyzen yobaz düsmani oldugundan sarikli hoca ile geçinememis,kizi Leman üç aylikken hoca Neyzenin esi olan kizini kaçirmis ve yalanci sahitlerle ser-i mahkemede Neyzenden bosanmasini saglamistir.

    Askerlige,askeri Müze'yi açan Muhtar Pasa'nin yaninda baslar ama herhangi bir nedenden dolayi Pasa ile kavga eder ve çikar giderdi.Mütareke döneminde Ankara'ya gider.Oradan Eskisehir'e geçer, bir süre orda kaldiktan sonra Istanbul'a döner.1919'da "Hiç" adli kitabini yayimlar.


    Mustafa Kemal ile ilk kez Balikesir'de karsilasir.Atatürk Neyzeni çagirdi ve Neyzen'in elini kalbinin üstünde uzun bir süre tuttuktan sonra:
    --Ne büyük,kuvvetli ruhun var, dedi.
    --Neyzen ne istersin.söyle?
    --Sayende herseyim var,Tesekküer ederim.
    --Bir sey iste canim!
    --Bir nüfus tezkeresi versinler,emrediniz.
    Mustafa Kemal hayretle; "Senin nüfus tezkeren yokmu?"
    --Hayir,bundan evvel hükümet yoktu ki nüfus tezkerem olsun!
    Soyadi kanunundan sonra "Tapmaz" soyadini almissa da.bunu hiç kullanmamistir.

    Geçim sikintisi içinde bulundugundan,Istanbul Belediye Konservatuari kadrosunda gösterilerek 40 Lira maas baglanir.
    Konservatuara gitsede gitmesede bu bu ayligi alir.Daha sonra Belediye reisi olan Dr.Lütfi Kirdar bu ayligi keser,bunu haber alan Neyzen Vilayet Özel Kalem Müdürlügüne gider,Valiyle görüsmek istedigini bildirir.Ama onu Valiyle görüstürmezler.

    Neyzen de sigara paketinin arkasina su dizeleri yazarak birakir.
    " Bagrima bir tekme savurdu vali
    Acisindan avlu,dere,kir dar geldi
    Kosacaktim dogru mahkemeye fakat
    Bu tesebbüs yüce milliyetime ar geldi."

    Son yillarini, Nuri Demirag'in kira almadan barinmasi için,yikilmaya yüz tutmus ahsap evinde geçirmek zorunda kaldi.
    Neyzen Tevfik, 28 Ocak 1953 de saat 19.10'da Besiktas'taki evinde öldü.Ölüm nedeni müzmin bronsit idi. Ölümünden önce etrafindakilere: "Evimden dogruca mezarliga girmek istiyorum,bana otopsi falan yapmasinlar" demistir. Kapi komsusu da : "Rahmetlinin vasiyeti var, cenazesine çiçek gönderilmemesini, o çiçek pararlarinin fakirlere ve hayir cemiyetlerine verilmesi için hepimize ayri ayri tembihte bulunmustur." diyor.Cenazesi Besiktas'taki Sinan Pasa Camii'nden kaldirildi ve Kartal mezarliginda topraga verildi.Cenazesinde bulunanlar arasinda, basta Vali,muavinler,daire müdürleri,kalburüstü memur sinifi,üniversite kadrosu,profesörler,talebeler.Edebiyatçi ve sanatçilar,sokak kemancilar.sarhoslar,esrarkesler,ayyaslar kiliklarini düzeltmis sekilde bulunuyorlardi.

    " Dinleyen her zerreye bir hitabim var benim
    Kainat isminde hiçten bir kitabim var benim.
    Ya hitabimdan okursun ya kitabimdan beni,
    Yazdigim efsanede on alti bâbim var benim!
    Heyetimde müteffik magrible masrik,veche yok,
    Gayr-i mer'i zerrede bin aftabim var benim!"

    Neyzen Tevfik,Sair Esref'i kendine "üstad" saymistir
    Birşeyi yapmak için, onu çok sevmelisiniz. Birşeyi sevmek için, ona delicesine inanmalısınız.

  9. #29
    Üyelik tarihi
    29.Nisan.2008
    Mesajlar
    4,717
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Neyzen'de Esref çapinda ayni kiratta bir sanatkârdir, ama Esref kadar etkili bir yergi Sairimiz degildir. Tevfik'de küfürün en müstehceni bulunur.Fakat Neyzen'in manzumelerinde,kitalarinda,siirlerinde düsündürücü bir tarafi vardir.Eserleri dudaklarda tebessüm yarattigi kadar,kafalarda düsünceler yaratir.Felsefi,sosyal taraflari hiciv taraflari ile atbasi yürür.
    Tevfik,sanatçi sifatiyla acimasizdir.Insanlari,onlarin kötülüklerini,iktidarin güçsüzlüklerini,ülkenin basina felaket getirenleri,yolsuzluklari (hiçbir merhamete kapilmaksizin) tasvir ettigi zaman daha büyük,daha essizdir.
    Neyzen,hayvan yaratiklara özgü unsura yaklastikça psikolojisi,daha dogrusu psiko-fizyolojisi essizdir,bir derinlik ve dogruluk kazanir.Özellikle ilkel insani tasvir ederken,dili akicilik ve uyum kazanir.Dehasi ne büyüme,ne gerileme ne de gelisme bilir,sanatinda ne çiraklik,ne olgunluk ne gerileme dönemleri vardir.
    Esref ise,tek cepheli kalmis,istibdadi,padisahi,zulmü,pasalarin ve hafiyelerin rezalet ve ahlâksizliklarini hirpalamis,ama Neyzen gibi sosyal sorunlarada deginmistir.
    Birşeyi yapmak için, onu çok sevmelisiniz. Birşeyi sevmek için, ona delicesine inanmalısınız.

  10. #30
    Üyelik tarihi
    29.Nisan.2008
    Mesajlar
    4,717
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Tabutta yatardi

    Hayri Yenigün anlatiyor: Bir gün Büyük Postane arkasinda, Tefeyyüz kütüphanesinin karsisindaki Ismail'in koltuk meyhanesine ugrar Neyzen'in nerede yatip kalktigini sorar.Meyhaneci Ismail: " Burada, Hocapasa Camii'nin bir tabutlugu var, oraya gider.Bir tabutun kapagini kaldirir, içine girer,kapagi da üstüne çeker vce rahat rahat uyur."

    Padisahçilik

    Abdülhamid döneminde,sariklilarin kahvehanelerde oturmalari yasaklanmis.Neyzen,Fevziye kiraathanesinde basinda sarik nargile içerken içeriye bir kaç polis,bir kaç komiser,bir kaç hafiye girer.Baslarinda da Mesihat (Seyhülislamlik) müfettisi...
    Neyzen'i karakola götürmek isterlersede bizimki yerinden kimildamaz.Bir yandan da o ünlü küfürlerinin hiç gün yüzü görmemislerini birbiri ardinca siralamaktadir.
    Cadde ana baba gününe döner.Seyre gelen gelene...Baska hafiye ve polisler de ortaya çikar;hep birlikte Neyzen'in kollarina yapisarak sürüklemeye kalkisirlar.Neyzen bir ara ellerinden siyrilip bir masanin üzerine çikar,caddeye dönüp avazi çiktigi kadar bagirir: " Padisahim çok yasa, Sevketinle bin yasa ! "
    Müfettis,komiserler,polisler çil yavrusu gibi dagilirlar.Neyzen masadan inip nargilesinden bir nefes çektikten sonra kendi kendine " Ulaaan, amma da enayi seylermis ha ! " der.

    Edep

    Tanidigi bir subayi ziyarete,kislaya gider.Subayin ricasi üzerine askerlere ney çalar.Sonunda aska gelip zeybek oynamaya durur.
    Pantolonun dügmelerini iliklemeyi unuttugunu gören erlerden biri " Efendi amca,edep yerin açikta kalmis " der.
    Neyzen oyunu kesip keserek ellerini kaldirarak Tanri'ya seslenir: " Çok sükür sana, nihayet karsima edebim oldugunu söyleyen bir kulunu çikardin "


    Hangisini içer

    Yesilayci bir profesör, "içkinin zararlari" konulu bir konferans veriyormus.Konusmasinin bir yerinde dinleyicilere sormus:
    " iki kovadan birine raki digerine su doldurup bunlari bir esegin önüne koysak, esek hangisinden içer acaba " Dinleyiciler hep bir agizdan " Suyu " demisler. " Neden suyu içer" demis profesör, Neyzen hemen atilmis " Esekliginden "

    Ahmet Rasim milletvekilligi döneminde bu espriyi Mustafa Kemal'e anlatmis.M.Kemal bunu çok begenmis.
    Atatürk beraberindekilerle bir aksam çiftliginde içerken,az ötede dolasan bir köylü çocugunu yanina çagirarak sormus :
    --Biz ne yapiyoruz ?
    --Raki içiyorsunuz.
    --Söyle bakalim, iki kovadan birine raki digerine su doldursak,bunlari esegin önüne koysak,esek hangisini içer ?
    --Rakiyi !
    --Aman,demis,sebebini sormayalim!!!


    Yiyip içmek için mi ?

    Neyzen,bir gün Mazhar Osman'la karsilasir.
    --içmeye devam ediyormusun,Neyzen ?
    --Neden sordunuz,Beni tedavimi edeceksiniz,yoksa yemege mi çagiracaksiniz ?


    Sise çekerken

    Neyzen,bel agrilarindan yakinmaktadir.Tanidik doktorlardan biri: "En iyisi sise çekmek" der, "agrilardan kurtarir seni"
    Ertesi gün bir dostu,Neyzen'i kaldirima uzanmis,elinde raki sisesini tepesine dikmis sekilde görünce :
    --Üstad,rakiyi birakacagini söyleyip duruyordun,bakiyorum azaltacagina ölçüyü büsbütün kaçirmissin.
    Neyzen,dostunu yattigi yerden söyle bir süzer:
    --Bu sefer doktor tavsiyesiyle içiyorum.Bel agrilarindan sikayet ediyordum;doktor "sise çek" dedi.


    Nasil görüyor ?

    Birinci dünya savasinda iki gözünü kaybeden bir tanidigiyla söylesmektedir.Tanidigi sorar:
    --Durumu nasil görüyorsun Tevfik'cigim?. Neyzen "karanlik" diyecekken vazgeçer,
    --Sizin gördügünüz gibi,diye cevap verir.


    Yol veririm

    Meyhanenin tuvaletine giderken,daracik koridorda bir kabadayi ile karsilasir.Birinden birinin kenara çekilmesi gerekmektedir.
    Neyzen, " Müsaade et,geçeyim " der.Sarhos kabadayi, "Sen kime kafa tutuyorsun babalik, ben senin gibi cigeri iki para etmezlere yol vermem " diye aksilenir.Bizimki hemen kenara çekilir, " Ben veririm " der.


    Herkesin Bildigini

    Basin çevrelerinde taninmis bir hanim,Neyzen'le karsilasinca,
    --Askolsun,benim için asifte filan gibi sözler söylemissiniz ?
    Neyzen elini sinek kovalar gibi sallamis;
    --Hanim,sen beni tanimiyorsun.Ben herkesin bildigi seyleri söylemem.


    Kime uygunsa...

    Moralinin bozuk oldugu bir gün,hoslanmadigi bir adam masasina çöker ve münasebetsiz laflarla Neyzeni kizdirir.Adam bir ara;
    --Üstad,bugüne kadar hiçbir yerde neden görev almadiniz acaba ? diye sorunca,dayanamaz !
    --Senin gibi himbillarin yerine geçmemek için der.


    Pislige bulasmamak

    Savas vurguncularindan birinin dedikodusu yapilmaktadir.
    --Tonla parasi var...Herifin bir eli yagda,bir eli balda...Nereye gitse,hemen yol açiyorlar.
    Neyzen sorar :
    --Gerçekten kenara çekiliyor mu herkes ?
    --Çekiliyor
    --Demek cebindeki pislige bulasmak istemiyorlar...


    Benzetmede hata olmaz !

    Kafayi iyice bulmus,yalpalayarak giderken bir tanidiga rastlar.
    --Yazik dostum,yazik,canina hiç acimiyorsun.Bu gidisle sen fazla yasamazsin.
    Neyzen adamin yüzüne bakip gülümser.
    --Ömür denilen,içi su dolu fiçiya benzer,içindeki,azar azar da kullansan,hepsini de bosaltsan,mutlaka biter.


    Bulunur ama ?

    Neyzen'in bir arkadasi meyhaneye girer ve garsona sorar ;
    --Bizim Neyzen burada mi?
    --Burada beyim,Sagdan besinci masa.
    O masada Neyzen'i göremeyen adam geri döner:
    --Gitmis...
    --Affedersiniz beyim,kabahat bende.Masanin altina bakin dememistim,size...


    Evin yolu


    Aksaray'da bir ev kiralar.Yeni tasindigi siralar,geceleri meyhaneden dönerken ara sokak içindeki evini bulmakta güçlük çekmektedir.Bir gece,karsisina çikan bekçi'ye:
    --Bekçi baba,Neyzen Tevfik buralarda bir yerde oturuyor.Sen evini biliyormusun?
    --Neyzen Tevfik sensin ama beyim!
    --Ben sana kimim diye sormadim,Neyzen Tevfik'in evini sordum...


    Agzina içki koymamis!!!

    Sait Halim Pasa,Neyzen'i seven bir kisiymis.Bu yüzden ona izaz ve ikramda bulunurmus.Pasanin sofrasinda fena sarhos olup sizdigi bir gecenin

    sabahinda,pasa,Neyzen'den bir daha içki içmeyecegine dair kesin söz istemis.Neyzen'de, Pasayi son derece saygiyla sevdigi için,istenilen sözü ciddiyetle vermek zorunda kalmis.Bu söze göre Neyzen agzina bir daha raki koymayacak!!!
    Bir dahaki çagrilisinda Pasanin karsisina zil zurna sarhos çikmis.Pasa onun bu halini görünce esefle sormus:
    --Hani söz vermistin?Bir daha agzina içki koymayacaktin?
    Neyzen,yemin ederek agzina bir damla içki koymadigini söyleyince,pasa derin bir hayrete düserek:
    --inanman,söyle yakin gel de bana bir "hoh" de,bakalim.
    Neyzen iyice sokulup.pasanin burnuna,olanca gücünle bir "hoh" demis.Lâkin hayret,gerçekten de Neyzen'in agzi içki kokmuyor! Pasa saskin,saskin:
    --Bu nasil is Neyzen? deyince,Neyzen onu kahkahadan kirdiran cevabi veriyor:
    --Sen kokusunu alip da anlamayasin diye içkiyi altimdan tenkiye ettirdim.Insan biraz kendine hükmedip de aldigini çikarmazsa,iste böyle,tipki yukaridan içmiscesine mest oluyor pasam!!!


    Kirk yillik ölü

    Dr.Fahrettin Kerim Gökay "içkinin zararlari" konulu konferansini vermektedir. Bir ara:
    --Rakinin her kadehi,hayatimizi bir saat kisaltir,der.
    Dinleyiciler arasinda olan Neyzen yerinden firlayip bagirir:
    --Eyvah,yandik!
    --Hayrola?
    --Hesap ettim,meger ben öleli tam kirk yil olmus!!!


    Kovmanin nazikçesi

    Bir arkadasiyla Beyoglu'nda gezerken Ubeydullah Efendiyle karsilasirlar.(Ubeydullah Efendi,ünlü Jön Türkler'dendi.Son yillarda Besiktas Evlendirma Memuruydu) Neyzen,Ubeydullah Efendiye sorar:
    --Hocam,Hazreti Adem'le Hazreti Havva'nin nikahlarini hangi imam kiydi?
    --Davetliler arasinda degildim,bilmiyorum.
    --Peki,Adam'la Havva cennetten niye kovuldular?
    --Bir münasebetsizlik etmislerdir.
    --Ne gibi?
    Ubeydullah Efendi dayanamaz:
    --Sizin bu aksam yaptiginiz gibi.
    --Peki,acaba nasil kovuldular?
    --Defol...Yoksa sana haddini bildiririm simdi!
    Neyzen,ardindan bastonunu sallayarak kosan Ubeydullah Efendi ile arayi açtiktan sonra durup seslenmis:
    --Böyle nazikçe kovmasini biliyordun da,benimle ne diye bir saat ugrastin üstad?


    Hangi Anahtar?

    Dini bütün geçinen bir dostu sorar:
    --Beni tanirsin...Cennetin anahtari sende olsa beni oraya almaz miydin?
    Neyzen,karsisindakini bastan ayaga söyle bir süzdükten sonra gülümser:
    --Bende Cennetin degil de Cehennemin anahtari olsaydi,senin için daha hayirli olurdu.Belki seni oradan çikarirdim!


    Gelin gibi...

    Son hizla giden taksinin soförüne sesleniyor:
    --Aman oglum,n'olur biraz yavasla.
    --Merak etme baba,biz bu taksiyle gelin tasiyoruz.
    --Desene biz de düzülecekler arasindayiz!!!


    Meyheneye girmeden...

    Es dostunun israri karsisinda,bir daha meyhaneye girmeye tövbe eder.Bir kaç gün sonra, vakt-i kerahet (demlenme zamani) zamani gelince dayanamaz.Bir at kiralayip solugu Langa'da Kosti'nin meyhanesinde alir.Attan inmeden,kapidan seslenip içkisini getirtir.Meyhanedeki tanidiklari seslenirler:
    --Hoca,böyle at üstünde içki içilirmi?Hele atini bagla gel de usulünce içki içip sohbet edelim.
    --Yoo,gelemem yaniniza.Meyhaneye girmeye tövbeliyim!


    Delilik ayricaligi...

    Sirkeci'de Necdet Rüstü Efe ile karsilasir.Ayaküstü konusurlarken Neyzen,cumhurbaskani Ismet Inönü'nün diktatörlügünden söz etmeye baslar.Necdet Rüstü,dönemin her tasin altindan çikan polislerinden birinin köse basinda durup kendilerine kulak kabarttigini görünce tedirgin olur,kisa kesmeye çalisir.O sirada polis biyik altindan gülümseyerek yanlarindan uzaklasir.Olup bitenler Neyzen'in gözlerinden kaçmamistir.
    --Polisten korktun degil mi?Bana bir sey yapamaz,çünkü ben deliyim.Bu yüzden dokunulmazligim var.Fakat bu delilik imtiyazini kazanip içimi rahat dökebilmek için neler çektim,bilemezsin.


    Adam yerine koymuyorlar...

    Hüseyin Sehsuvar anlatiyor:" ...küfürlere basladi.Sonra basini sola çevirip bana döndü:
    --Hüseyin,ben önüme gelene sövüyorum.
    --Söversin,
    --Bana bir sey yapmiyorlar???
    --Ne yapacaklar?
    --Ulan yoksa bunlar beni adam yerine mi koymuyorlar???


    Parasiz bilete karsilik

    Kadiköy'deki Opera sinemasinda bir hayir kurumu yararina konser verilmekteydi.Konsere ara verilince Neyzen eline bir sapka alarak siralari dolasir,para toplar.Sahneye çikar;sapkada toplanan büyük miktardaki parayi oradaki masanin üzerine bosaltir.Dinleyilere döner:
    --Muhterem topluluk,herbiriniz bu konsere bilet parasi ödeyerek geldiniz.Yalniz ben davetliydim,para ödemedim.Su masanin üstündeki,tarafimdan toplanmis paralari,bana verilen biletin karsiligi olarak hayir kurumuna birakiyorum..


    Iki kilo Raki

    Yüksel Bastunç,"bu fikra ne kadar dogrudur,bilinemiyor" diye yaziyor:


    "Atatürk bir aksam Neyzen'i Florya'daki kösküne çagirtiyor.Bir iddiasi vardir:
    --Senin çok fazla içki içtigini söylüyorlar.Benim kadar içermisin?
    --Ne kadar içersiniz? der Neyzen
    --iki tane kiloluk raki içerim.
    M.Kemal kelimelere basa basa bu sözleri söylemistir.Neyzen'in gözünü korkutmak istemistir. "Canim ne isterse,susuz,mezesiz" diye devam eder.

    Neyzen: "Bende iki kilo içerim ama,öyle içmem.Kâse geliyor,iki kiloluk rakiyi Neyzen kâseye bosaltiyor.Digerleri Neyzen'in basini kâseye daldirip lakir lakir rakiyi içecegini zannediyorlar.Fakat Neyzenin isi bitmemistir.Bir somun ekmek bir de irice bir kasik geliyor.Neyzen ekmegi lokma lokma koparip kâsedeki rakiya bastiriyor.Lokmalar rakiyi iyice çekince,Neyzen çalakasik yanasiyor bu bade tridine.

    Yine anlatilanlara göre; M.Kemal," Pes,pes " diye bagirarak ayaga kalkmis ve elleriyle yüzünü kapatmis...


    Geri gelmeyeceklerse?

    Birinci Dünya Savasi yillari.Mahalle bekçilerinin davul çalarak topladigi bir kafile,askerlik subesine gitmek üzere yola koyuluyor.Kaldirimlarda biriken halk gidenleri ugurluyor:
    --Allah selamet versin,Allah selamet versin.
    Yemen,Çanakkale,Filistin gibi cephelere gidenlerin geri dönmeyeceklerini bilen Neyzen de bu yolculuk törenine katiliyor:
    --Allah rahmet eylesin,Allah rahmet eylesin!!!


    Yüz karasi !

    Kadiköy'de Aksarayli Hamdinin gazinosunda bir yandan demlenir,bir yandan ney çalarken,yanina bir boyaci çocuk yanasir.
    --Amca,boyayim mi?
    Neyzen yerinde kalkar,para çikarip çocuga verdikten sonra yere sirtüstü uzanir:
    --Gel,yüzümü boya.
    Yüzü boyaninca,Kadiköy'deki baska bir meyhaneye,Papazin Bagi'na gider.Papazin Bagini mekan tutmus olan Ahmet Rasim,onu görünce:
    --Ne bu hal Neyzen?Kusdili Tiyatrosunda "Arabin Intikami'nimi oynadin?
    Neyzen güler:
    --Merhamet insanin yüzünü bazen kara çikarir.
    Boyaciya acidigini söyleyip olayi anlattiktan sonra ekler:
    --Kainata bir de bu heybette görüneyim,dedim.Allah'a sükür ki böyle bir yüz karam oldu.Ya çikmazina boyansaydim???


    Simdiden belli !

    Sadrazam Sait Halim Pasa Neyzeni Yeniköy'deki yalisina davet eder.Yenilip içildikten,Neyzen'n Ney'i dinlenildikten sonra Pasa Neyzen'e pirlanta islemeli essiz bir ney armagen eder.
    Bizimki neyi eline alip inceler ve Pasa'ya geri varir.
    --Hayrola üstad begenmedin mi?
    --Çok begendim
    --Peki neden almiyorsun?
    --Ben yolsuz kalinca bu neyi satarim,yazik olur.Iyisi mi sen bana bes Lira ver,bu ney sende dursun...


    Yüzü gülmez...

    Sert,kavgaci,geçimsiz bir adam olan komsusu Tahsin Bey'le karsilasir.Tahsin Bey:
    --Bugün hanimi disçiye götürecegim.Dün gülerken gördüm,ön dislerinden ikisi çürümüs.
    --Yalan söylüyorsun
    --Neden yalan söyleyecekmisim?
    --Seninle yasayan insanin yüzü gülermi hiç?


    Fasulyeye benziyor

    Ikinci Mesrutiyet döneminde nazirliga getirilen bir zat,çok geçmeden yegeninin vali olarak atanmasini saglar. Karsilastiklarinda,Neyzen:
    --Masallah,kardesinizin oglu tipki fasulyeye benziyor.
    --Genç yasta vali oldu,neden fasulyeye benzesin?
    --Iste bende onun için benzetiyorum ya.Fasulye de siriga sarilarak büyür.


    Çalarken..

    Soruyorlar:
    --Neyzen,çalarken mi neselenirsin,yoksa neseli oldugun zaman mi çalarsin?
    Maliye Bakani hakkinda yolsuzluk dedikodularinin dolastigi bir dönemidir.
    Neyzen: " Maliye Vekili degilim ki,çalarken zevk alayim "
    Birşeyi yapmak için, onu çok sevmelisiniz. Birşeyi sevmek için, ona delicesine inanmalısınız.

Sayfa 3 Toplam 4 Sayfadan BirinciBirinci 1234 SonuncuSonuncu

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Benzer Konular

  1. Neyzen Emin Efendi
    Konu Sahibi zerisz Forum Diğer tarihi ve dini sanatlar...
    Cevap: 32
    Son Mesaj : 30.Mart.2008, 15:13
  2. Tevfik Güngör
    Konu Sahibi simurg Forum Ekonomi Yazarları
    Cevap: 2
    Son Mesaj : 08.Temmuz.2007, 00:29

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
YASAL UYARI
Ekonomi, Borsa ve Para piyasaları" bölümünde yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yayımlanan Seri:V, No:52 Sayılı "Yatırım Danışmanlığı Faaliyetine ve Bu Faaliyette Bulunacak Kurumlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ" çerçevesinde aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çevresinde sunulmaktadır. Burada ulaşılan sonuçlar tercih edilen hesaplama yöntemi ve/veya yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmakta olup, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabileceğinden sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir.Yatırımcıların verecekleri yatırım kararları ile bu sitede bulunan veriler, görüş ve bilgi arasında bir bağlantı kurulamayacağı gibi, söz konusu yorum/görüş/bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan www.keyborsa.com web sitesi ve/veya yöneticileri sorumlu tutulmaz.
Google Privacy Policy
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193