Sayfa 2 Toplam 3 Sayfadan BirinciBirinci 123 SonuncuSonuncu
Toplam 21 adet sonuctan sayfa basi 11 ile 20 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Insan Beyninin Gücü

  1. #11
    Üyelik tarihi
    17.Ağustos.2008
    Mesajlar
    373
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Oğlum namaz hiç bu vakte bırakılır mı?

    Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında:

    -Oğlumnamaz hiç bu vakte bırakılır mı?

    Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmıştıama ezan okunduğu vakit yerinden
    sıçraryaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.

    Kendisi isenefsini bir türlü yenemiyordu.Hep ne oluyorsa?namaz son
    dakikalara kalıyorbu sebeple namazını alelacele edâ ediyordu.Bunu düşünerek
    kalktı yerindengözü saate kaydı.Yatsı ezanının okunmasına on beş dakika
    kalmıştı.Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak"Yine geciktirdim
    namazı."dedi kendi kendine...

    Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan
    kendini odasına attı.Mecburenhızlı hareketlerle namazını edâ
    etti.Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi...

    "Bu halimi görsetatlı-sert kızardı yine bana."dedi.Çok seviyordu onu...Hele
    öyle bir namaz kılışı vardı kionu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla
    seyrederdi.Namazda öyle bir mahviyeti vardı kihicabından renkten renge
    girerdi.
    O gün akşama kadar derse girmişti.Müthiş bir ağırlık vardı
    üzerinde...Duâsını yaparkenbaşını ellerinin arasına alıp secdeye
    durdu.Namazdan sonra bir süre bu şekilde tefekkür etmeyi severdi.Gözleri
    kapanır gibi oldu.
    "Ne kadar da yorulmuşum"dedi.Daldı gitti öylece...

    Kıyamet kopmuştu.Mahşeri bir kalabalık vardı.Her yön insanlarla doluydu.Kimi
    dona kalmışhareketsiz bir şekilde etrafı izliyor;kimi sağa sola
    koşuşturuyorkimisi de diz çökmüşbaşı ellerinin arasında bekliyordu.
    Yüreğiyerinden fırlayacak gibi atıyor adeta kafesinden kurtulmaya
    çalışıyorsoğuk terler döküyordu.Hayattayken kıyametsorgu sual ve mizan
    hakkında çok şey duymuş ve âhiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için
    köşe taşı olmuşlardı.Ama mahşer meydanındaki ürpertikorku ve bekleyişin bu
    denli dehşet vereceğini düşünmemişti.
    Hesap ve sorgu devam ediyordu.Bu arada onun ismini de okudular.Hayretle bir
    sağabir sola baktı."Benim ismimi mi
    okudunuz?"dedidudakları titreyerek...

    Kalabalık birden yarılmışbir yol oluşmuştu önünde...İki kişi kollarına
    girdi.Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi.Kalabalık arasından
    şaşkın bakışlarla yürüdü.Merkezi bir yere gelmişlerdi.Melekler her iki
    yanından uzaklaştılar.

    Başı önündeydi.Bütün hayatıbir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin
    önünden...Şükürler olsun dedikendi kendine ve devam etti;Gözlerimi dünyaya
    açtımhep hizmet eden insanları gördüm.Babam sohbetlerden sohbetlere
    koşturuyormalını İslâm yolunda harcıyordu.Annem eve gelen misafirleri
    ağırlıyoryemek sofralarının biri kalkıpbir yenisi kuruluyordu.Ben isehep
    bu yolda oldum.İnsanlara hizmete çalıştım.Onlara Allah'ı anlattım.Namazımı
    kıldım.Orucumu tuttum.Farz olan ne varsa yerine getirdim.Haramlardan
    kaçındım.

    Kirpiklerinden aşağıya gözyaşları dökülürken"Rabbimi seviyorumen azından
    sevdiğimi zannediyorum"diyordu.Ama bir yandan da "O'nun için ne yapsam
    azCennet'i kazanmaya yetmez diye düşünüyordu.Tek sığınağı Allah'ın
    rahmetiydi.

    Hesap sürdükçe sürdü.Boncuk boncuk terliyor;sırılısıklam olmuşzangır zangır
    titriyordu.Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi bekliyordu.

    Sonunda hüküm verilecekti.Vazifeli melekler ellerinde bir kâğıtmahşer
    meydanındaki kalabalığa döndüler.Önce ismi okundu.Artık ayakları tutmaz
    olmuştu.Neredeyse yığılıp kalacaktı.Heyecandan gözlerini kapamışokunacak
    hükme kulak kesilmişti.

    Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi.Kulakları yanlış mı duyuyordu?İsmi
    Cehennemlikler listesindeydi.Dizlerinin üstüne yığıldı.Hayretten
    donakalmıştı.

    "Olamaaaaz."diye bağırdı.Sağa-sola koşturdu.İnanamıyordu."Ben nasıl
    Cehennemlik olurum?Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte
    oldum.Onlarla beraber koşturdum.Hep Rabbimi anlattım."diyordu.
    Gözleri sağanak olmuştitrek vücudunu ıslatıyordu.Vazifeli iki melek
    kollarından tuttu.Ayaklarından sürüyerek ve kalabalığı yararak alevleri
    göklere yükselen Cehennem'e doğru yürümeye başladılar.Çırpınıyordu.Medet yok
    muydu?Bir yardım eden çıkmayacak mıydı?

    Dudaklarından kelimeler kırık dökükyalvarmayla karışık döküldü.

    "Hizmetlerim...Oruçlarım...Okuduğum Kur'an'lar...Namazım...Hiçbiri beni
    kurtarmayacak mı?"diyordu...
    Bağıra bağıra yalvarıyordu.Cehennem melekleri onu hiç
    dinlemedilersürüklemeye devam ettiler.Alevlere çok yaklaşmışlardı.Başını
    geriye çevirdi.Son çırpınışlarıydı.

    Resûlullah(s.a.v)"Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan
    bir insanı o ırmak nasıl temizlergünde beş vakit namazda insanı günâhlardan
    öyle temizler"buyuruyordu."Oysa ki benim namazlarım da mı beni
    kurtarmayacak?diye düşünüyordu.

    "Namazlarım...Namazlarım...Namazlarım."diye diye hıçkırdı.Vazifeli melekler
    hiç durmadılar.Yürümeye devam ettiler;Cehennem çukurunun başına
    geldiler.Alevlerin hareketi yüzünü yakıyordu.Son bir defa dönüp geriye
    baktı.Artık gözleri de kurumuştu.Ümitleri sönmüştü.Başını öne eğdi.İki
    büklüm oldu.

    Kollarını sıkan parmaklar çözüldü.Cehennem meleklerinden birisi onu
    itiverdi.Vücudunu birdenbire havada buldu.Alevlere doğru düşüyordu.Tam iki
    metre düşmüştü kibir el kolundan tuttu.Başını kaldırdı.Yukarıya baktı.Uzun
    beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı.Kendisini yukarıya
    çekti.Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı."Siz de
    kimsiniz?dedi.

    İhtiyar gülümsedi:
    "Ben senin namazlarınım"

    "Neden bu kadar geç kaldınız?Son anda yetiştiniz.Neredeyse
    düşüyordum."dedi...İhtiyar yüzünü gererektekrar güldü;başını salladı;

    "Sen beni hep son anda yetiştirirdinhatırladın mı?..."

    Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı.Kan-ter içinde kalmıştı.Dışarıdan
    gelen sese kulak kabarttı.Yatsı ezanı okunuyordu.Bir ok gibi yerinden
    fırladı.Abdest almaya gidiyordu...


    istedigini soyleyen istemedigini isitir

  2. #12
    Üyelik tarihi
    17.Ağustos.2008
    Mesajlar
    373
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Zahidem Türküsünün Hikayesi

    Halk arasinda “Zahidem” adiyla un yapan turkunun sairi Asik Arap Mustafa 1901 yilinda Cicekdagi’na bagli Orta Haci Ahmetli koyunde dunyaya gelmistir. Babasini annesini cok kucuk yaslarda yitirdi. Ilk once bir akrabasinin himayesinde daha sonralari da onun bunun yaninda buyudu.

    Arap Mustafa’nin babasi dugunlerde toplantilarda “Koca Oyunu” adi verilen oyunda “Arap” rolunu ustlenirdi. Bu nedenle Mustafa’ya da “Arap” lakabi takilmistir. Kimsesiz kalan Arap Mustafa 10 yasina gelince Yukari Haci Ahmetli koyunden Haci Burozadeler’den Mehmet’e ciftci durdu. Zaman icinde caliskan babayigit giyimine ozen gosteren yakisikli bir delikanli olan Arap Mustafa Agasinin yeni yetisen Zahide’ye gonlunu kaptirdi. Fakir ve kimsesiz oldugundan bu sirrini bir turlu aciga vuramadi.

    20’sinde askere giden Mustafa’nin akli deliler gibi sevdigi Zahide’de kalmisti. Koydeki dostlarina mektuplar gondererek Zahide’den haber almaya calisan Arap Mustafa Zahide’nin baska biriyle evlendirildigini ve dugunun’un de bir hafta sonra olacagini duyunca uzuntusunu asagida icli misralara dokmustur. Turkuyu Neset Ertas plaga okuyup tanitmistir. (1)

    Zahide Kurbanim n'olacak Halim
    Gene bir laf duydum kirildi belim
    Gelenden gidenden haber sorarim
    Zahidem bu hafta oluyor gelin

    Hezeli de deli gonul hezeli
    Cicekdagi doktu m'ola gazeli
    Dolastim alemi gurbet gezeli
    Bulamadim Zahidem'den guzeli

    Ay ile dogar da gun ile asar
    Zahide’mi gorenin tebdili sasar
    Iyinin kaderi kotuye duser
    Diken arasinda kalmis gul gibi.

    Zahide’m kurbanim kurtar bu dardan
    Baban anlamadi bizim bu haldan
    Kekiline surmus kokulu yagdan
    Derdin beni del’ediyor Zahide’m.

    Ziyaret’ten ciktim Cender’in ozu
    Kum gibi kayniyor Zahide’m gozu
    Aslini sorarsan esalet yerden
    Haci Burolardan Mehmet’in kizi.

    Gurbet ellerinde esinim esir
    Zahide’m kurbanim hep bende kusur
    Eger baban seni bana verirse
    Nemize yetmiyor el kadar hasir.

    Cicekdagi’nda da hic gitmez duman
    Zahide’rn kurbanim hallarim yaman
    Yapamadim su babayin gonlunu
    Fakir diye bana vermedi baban.

    Anamdan dogali cok cektim cefa
    Su yalan dunyada surmedim sefa
    Adimi namimi soran olursa
    Orta Haci Ahmetli Arap Mustafa.

    Arapoglu Mustafa’nin kendisine Mecnun gibi asik oldugundan etkilenen Zahide Mustafa icin siirler soylemistir. Bu siirin uc kitasini H. Vahit
    Bulut 1973 yilinda Yukari Haci Ahmetli koyunden Zahide’nin yakin arkadasi ve sirdasi Fatik’ten derlemistir.(2) Bastaki iki kita tarafimizdan derlenmistir.

    Bu nasil sevdaymis geldi basima
    Felek agu katti tatli asima
    Sevda cekenlere zor gelir gurbet
    Gece gunduz elim kalkmaz isime.

    Asagida sap kagnisi geliyo
    Derdin beni elik elik eliyo
    Kurbanlar olayim gara Mustafam
    Babam beni yad ellere veriyo.

    Arapoglu derler gayeten atik
    Gozleri kara da kaslari catik
    Git nazli y de bir haber getir
    Bastigin yerlere kurbanim Fatik.

    Aglayarak yayigimi yayarim
    Yarim gitti gunlerini sayarim
    Ciksa Buyukoz’e mendil sallasa
    Islik calsa isligini duyarim.

    Coskuna da deli gonul coskuna
    Askindan Zahide dondu saskina
    Sensiz edemiyom nazli civanim
    N’olur bir yol gorun Allah askina.
    Konu EDY tarafından (19.Mart.2009 Saat 10:37 ) değiştirilmiştir.
    istedigini soyleyen istemedigini isitir

  3. #13
    Üyelik tarihi
    17.Ağustos.2008
    Mesajlar
    373
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Boyayı mı beğenemedin, yoksa boyacıyı mı?

    Hep hikmetli konuşan Lokman Hekim’in derisi siyah, dudakları da kalınmış. Değerli sözlerini duyarak hayranı olan biri bir gün bakmış ki hayalinde büyüttüğü Lokman, siyah yüzlü, kalın dudaklı biri. Şaşkınlıkla yüzüne bakarken Lokman Hekim, adamın içinden geçenleri sezmiş olacak ki, şöyle çıkışmış:
    – Birader, neden öyle şaşkın bakıyorsun? Boyayı mı beğenemedin, yoksa boyacıyı mı?

    Sonra da ilave etmiş.

    – Bak, demiş, benim ne yüzümün siyahlığında, ne de dudaklarımın kalınlığında bir tesirim vardır. Onları Yaratan öyle yaratmış, öylesine uygun görmüş. Benim tercihim değil...

    Evet, insanların yüz güzelliği, yahut da çirkinliğiyle kendilerine bir pay çıkarmaları son derece yanlıştır. Ne güzellikte bir etkisi vardır, ne de çirkinlikte. Her ikisini de yaratan ve layık gören Allâh-ü azimüşşandır. İnsan kendi iradesiyle kazandığından sorumludur
    istedigini soyleyen istemedigini isitir

  4. #14
    Üyelik tarihi
    17.Ağustos.2008
    Mesajlar
    373
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır

    İsa aleyhisselam bir ağacın altında dua eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın ayakları yürümeyen bir kötürüm olduğunu anladı. İki gözü de görmüyordu. Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu. Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu:
    – Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!.. Hazret-i İsa kötürüm adama yaklaştı:

    – Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor? Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin. Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?

    Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki:

    – Efendi! Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple Onu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de ona şükrediyorum. Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde Onu tanıma sevinci, dilinde de Ona şükretme mutluluğu yoktur. Ama gel gör ki, ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim, bu sevgiyi ihsan eylemiş, bu nimetin farkına varma tefekkürünü nasip eylemiş. İşte bunu düşününce kendimi tutamıyor da:

    – Nice zenginlere vermediği nimeti bana veren Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun! Diye teşekkürden kendimi alamıyorum.

    Kafa gözü kapalı da olsa kalp gözü açık olan bu adama yaklaşan İsa aleyhisselam:

    – Ver şu elini öyle ise! diyerek elinden tutar, eğilerek görmeyen gözlerinden öper.

    Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır. Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam:

    – Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi Peygamber değil misin? der. İsa Peygamber:

    – Belli olmuyor mu? deyince:

    – Gözlerimden belli oluyor da ayaklarımdan henüz belli değil, der. Tebessüm eden Hz. İsa:

    – Sen hele bir ayağa kalkmayı dene! Deyince, silkinen kötürüm adam dimdik ayağa kalkar.

    Ayakları üzerine dikilebildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur:

    – Ey Allahın Nebisi, sendeki bu mucizeler de O’ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O’na şükredeyim, diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyar ve der ki:

    – Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak da lütfettin. Artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında?

    Bu sırada çevreden toplanan halk, gösterdiği bu mucizelerden dolayı İsa aleyhisselamın elini öpmek isterler. Ama Allahın Nebisi işaret eder:

    – Benim değil secdedeki şu kötürüm adamın elini öpün!..

    Derler ki:

    – Onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sahibiz. Ama hiç birimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık.

    – Öyle ise, der, tefekkür edin, siz de düşünün.

    Sözünü şöyle bağlar Allahın Nebi’si:

    – Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır. Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır!
    istedigini soyleyen istemedigini isitir

  5. #15
    Üyelik tarihi
    17.Ağustos.2008
    Mesajlar
    373
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Felsefenin sonu

    Kadızade Hızır Bey'in oğlu olan ve sonradan üstün zekâsı ve son derece kaabiliyeti sayesinde büyük ilim adamlarından olan Sinan Paşa, gençlik çağlarında felsefeye çok önem verirmiş. Babası Hızır Bey her ne kadar oğlunu bu yoldan çevirmeye çalışmışsa da bir türlü başaramazmış. Hatta öyle olmuş ki, bir gün baba-oğul beraber yemek yerlerken yine münakaşaya başlamışlar. Baba oğlunun her şey hakkında şüphe etmesine çok sinirlenmiş.
    Bir ara demiş ki:
    -Yahu Sinan, sende o kadar evham var ki, her şey için o kadar şüpheye düşüyorsun ki, neredeyse şu yemek yediğimiz tabağa bile bakır değil diyeceksin, demiş.
    -Doğru söylüyorsun baba! İnsanın hisleri bazan o kadar galip gelir ki, ben bu tabağa "bakır değildir" diyebilirim, demiş.
    Bunun üzerine son derece sinirlenen Hızır Bey, yemek yedikleri tabağı kaldırdığı gibi, oğlunun kafasına geçirmiş.
    Sinan Paşa, daha sonra ilmini ilerletip hakikatı anlayınca bu vehim sevdasından tamamen vazgeçip, değerli ilim adamlarından olmuştur.
    Hatta o kadar yükselmiş ki, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından Edirne medreselerinden birine, hadis müderrisi olarak tayin edilmiş, bilahare, Fatih onu sarayına alarak maiyetinde bulundurmuştur.
    istedigini soyleyen istemedigini isitir

  6. #16
    Üyelik tarihi
    17.Ağustos.2008
    Mesajlar
    373
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Zayiflama Ilaci

    İmam Şafiî Muhammed b. İdris Hazretleri anlatıyor:

    Eski zamanda pek şişman bir kral varmış. Şişko kral zeki hekimlerden birinden kendisini zayıflatacak ilaçlar talep etmiş. Doktor onu görünce şöyle demiş:
    - Allah seni ıslah etsin! Ben ilerisini gören bir doktorum. Sana bakınca anladım ki, senin ancak bir aylık ömrün kalmış! İlacın sana bir faydası olmaz ki!
    Bunun üzerine kral, söylediklerinin doğru olup olmadığını anlamak için hekimi hapsettirir. Kral da bu süre içinde halktan gizlenir. Fakat içini öyle bir üzüntü sarar ki, bir ay içinde iyiden iyiye zayıflar.
    Bir aylık zaman geçince kral sağ salim ortaya çıkar ve hapisteki hekimi de yanına çağırır. Der ki:
    - Yalanın ortaya çıktı. İşte ben ölmedim. Bu yalanın sebebiyle seni fena halde cezalandıracağım. Hekim ise telaşlanmadan cevap verir:
    - Allah kralı ıslah etsin! Ben geleceği bilmede Allah'ın en düşük kuluyum. Fakat ben anladım ki, senin şişmanlığını gidermenin tek ilacı, ancak keder ve üzüntüdür. İşte bu sebepten dolayı, sana söylediğimi söyledim!
    Bunun üzerine kral onu serbest bırakır ve kendisine iyiliklerde bulunur.'
    İmam Şafiî bu hikayeyi şu maksatla anlatmış: 'Fazla dert ve tasa, bedeni zayıflatan ve solduran şeylerdendir.' (Tabii ki sıkıntıdan fazla yeme durumu hariç)
    Yine o şöyle derdi:
    'Sana dininden bilgi verecek bir alimin ve beden durumundan bilgi verecek bir doktorun bulunmadığı bir memlekette oturma.'
    istedigini soyleyen istemedigini isitir

  7. #17
    Üyelik tarihi
    17.Ağustos.2008
    Mesajlar
    373
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Yalnız Allah bilsin

    Büyüklerden bir zat, ahaliden para toplamak istedi, düşmana karşı tedbir almak, bazı mevkileri tamir ve tahkim için... Hak bu parayı vermedi. o büyük zat, bundan mahzun oldu ve ağladı. Geceleyin, yatsı namazından sonra birdenbire bir adam peydahlandı ve o büyük zatın önüne bir kese içinde iki bin akçe bıraktı ve dedi.
    - Bu parayı dilediğiniz işe sarfediniz!...
    Bu meçhul insan, ebu Amr... O büyük zat parayı kabul ve ona iyi dualar etti.
    Sabahleyin o büyük zat, dostlarından ve yakınlarından ibaret bir kjalabalık topladı, keseyi meydana çıkardı ve sevinç içinde:
    - Biz, dedi; Ebu Amr hakkında çok ümide düştük. dün gece bana, müslümanların kendilerini düşmana karşı müdafaa etmeleri için iki bin akçe getirdi. Allah iyiliğin karşılığını versin.
    Birdenbire Ebu Amr'ın kalabalık içinde doğrulduğu görüldü. Ebu Amr haykırdı:
    - Dün gece size verdiğim para anneme aitti. Annem paranın bu işe sarfolunmasına razı değildir. Lütfen bana iade ediniz ki, ben de kendisne vereyim!...
    Büyük zat hemen elini keseye atıp Ebu Amr'a uzattı. Ebu amr keseyi aldı, uzaklaştı.
    Yine akşam, gece, yatsı namazından sonra... O büyük zat odasında bire köşeye çekilmiş düşüncede... Yine Ebu amr birdenbire peydahlanıyor... Yine elinde aynı kese ve kesenin içinde iki bin akçe... Ebu amr parayı o büyük zatın önüne koyuyor ve fısıldıyor:
    - Parayı getiriyorum ve sizden tek bir şey rica ediyorum: Bu parayı o türlü sarfediniz ki, ikimizden başka kimse birşey bilmesin... Onun nereden geldiğini yalnız Allah bilsin....
    istedigini soyleyen istemedigini isitir

  8. #18
    Üyelik tarihi
    17.Ağustos.2008
    Mesajlar
    373
    Teşekkür / Beğeni

    Standart İran Hikayeleri

    Bir gün sormuşlar ermişlerden birine. "Sevginin sadece sözünü edenlerle onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?"

    "Bakın göstereyim" demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.

    Ermiş

    "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş.

    "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler.

    Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar öylece aç kalkmışlar sofradan.

    Bunun üzerine "Şimdi..." demiş ermiş. "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe" Yüzleri aydınlık gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.

    "Buyrun" deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

    "İşte" demiş ermiş.

    "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz şunu da unutmayın. Hayat pazarında alan değil veren kazançlıdır her zaman..."
    istedigini soyleyen istemedigini isitir

  9. #19
    Üyelik tarihi
    17.Ağustos.2008
    Mesajlar
    373
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Her Kadın Bir Hikayedir

    Hayatınız boyunca kaç kadını tanıdınız? Ya da soruyu şöyle soralım kaç kadını GERÇEKten tanıdınız? Bir kadına bakarken aklınızdan geçenler neler? Her kadın kendi içinde bir yaşamdır.. Yaşamın iniş çıkışları onların da içindedir.. Eğer bir kadına baktığınızda aklınızdan göğüsleri bacakları ya da kalçaları geçiyorsa asla bir kadını tanıyamayacaksınız demektir.. Bir kadın duygularıyla vardır.. Güzellik gelip geçici olsa da içindekiler kalıcıdır.. Bir kadını tanıma serüveni hayatın en sürükleyici anıdır.. Kadın herkese sunmaz gerçek yüzünü.. Erkek egemen toplumun açmazları kadını da oyunculuğa iter.. Küçük yalanlar büyük yalanları doğurur.. Büyük yalanlar dev itiraflara yolculuktur.. İster 15 olsun ister 25 isterse 35 Her kadın bir hikayedir.. Kadının anlamı içindeki hikayelerdir.. Herşeyi bulabilirsiniz orda.. Aşkları.. Hayalleri.. Hayal kırıklıklarını.. Bırakıp gitmeleri.. Sevmeleri.. Çocuklukları.. Zekayı.. Yalanları.. Herşeyi.. Hikayelerin sonu mutlu ya da mutsuz olsun yıllar sonra bile orada kalacaktır.. * Erkeğin hayatı kadınları tanıdıkça yükselir.. Kadınları tanıdıkça hayata bakışı değişir erkeğin.. Komplekslerinden arınır erkek kadınlara değer vermeyi öğrenir.. Değer verdikçe kendi değerinin yükseldiği hisseder.. Değer verilen erkek sürprizlere hazırlıklı olmalıdır.. Herşey vardır bir kadının yüreğinde.. Erkekşüncelerinin tek düzeliği içinde anlayışsız olur.. Onlar için yaşam sadece içinde yaşananlardır.. Kadınların yaşamı uzun bir süreçtir.. Bu yüzden farklıdırlar.. Kadınlar oyun oynamayı da severler.. Mesajlarının ardında küçük gizemler yerleştirilmiştir.. Üşüdüm diyen kadın gerçekten üşümüştür belki.. Ama istediği bir palto ya da mont değildir erkeğin sevgisiyle ısınmak ister.. Hikayeler devam eder.. Hayattaki en güzel yolculuklarsa bir kadını tanıma evresindekilerdir.. Hayatın sırrı bir kadının küçük yüreğinde saklanmıştır.. Her erkek kadınların kendisinde bıraktığı izleri yaşamak zorundadır.. Kadını tanıdıkça izleri artar.. İzler arttıkça sürüklenen yerlerin derinliği de yükselir.. İzlerin kendisini sürüklediği yerler ne kadar derin olursa olsun adım atmaktan çekinmemelidir.. Orda hayatın özü vardır çünkü.. Hayatın her evresi kadının iç dünyasında saklıdır.. Kadın çocuktur. Kadın annedir Kadın sevgilidir Kadın gizemdir.. Kadın hayattır.. Kadın herşeydir.. Şimdi tekrar sorun kendinize.. Kaç kadını tanıyorsunuz?
    istedigini soyleyen istemedigini isitir

  10. #20
    Üyelik tarihi
    17.Ağustos.2008
    Mesajlar
    373
    Teşekkür / Beğeni

    Standart 1999 marmara depreminde yaşanan bir olay

    Her şey güzel olacaktı. Sen ben ve hayatımız... Hayallerimiz ve hedeflerimiz... Seni tanıyıp sevdikten sonra hayatıma dair verdiğim sözler… Hepsi çok güzel olacaktı sen de olsaydın…
    Seni tanımak bana hayatı tanımak gibi geldi. Seni tanımak ve senin ideallerini hayata taşıma yolunda beraber olmak için söz vermiş ve bu . beraberliği ömür boyu sürdürme kararımızı nikâhla noktalamıştık. Daima mutlu olacağız ve bir gün gelip ölüm muvakkaten ayırsa bile birbirimizi unutmayacağız. diye nikâh memuruna söz verdik. Önce kilometre taşımdın şimdi ise hayat arkadaşım…
    Henüz üç aydır seninle aynı evi paylaşıyordum. Henüz üç aydır seninle kitap okuyor çay içiyor ve hayata aynı pencereden bakıyordum. Evet henüz üç aydır inanç ve ideallerimizi birlikte paylaşıyor ve henüz üç aydır yaşıyordum.
    Mutluydun… Bunu biliyor ve görüyordum. Senin mutluluğun beni de mutlu ediyordu. Seninle sevginin tılsımını çözmüştük. Evet ebedî bir sevginin kaynağının irbirine bakmak değil irlikte aynı yöne bakmak olduğunu anlıyorduk... Senin baştan beri . kalıcı güzelliklere olan bağlılığındı seni bana sevdiren. Allahın kalblerimize koyduğu muhabbetullah hissi ve oradan yayılan varlık sevgisi etrafa dalga dalga yayılıyordu. Gece ve gündüzümüz hep o sevgiyle aydınlanıyordu sanki. Huzurluyduk… Ve yuvamızın huzur kaynağı belki de senin geceleri sessizce yaptığın o dualardı. Tâ ki o geceye kadar…
    17 Ağustos günü seninle alışverişe çıkmış epey yürüdükten sonra dönüşte annenlere uğramıştık. Onların dualarını almıştık iki dünya mutluluğu adına. Bulaşıcı bir yanı vardı mutluluğun bizi görenler de neredeyse bizim kadar mutlu oluyorlardı. Eve geç dönmüştük. Yorgun olmamıza rağmen uyumaya pek niyetimiz yoktu. Sen birer kahve yaptın ve uzun uzun sohbet ettik. Önümüzdeki günler hakkında hedeflerimiz adına niyetlerimiz adına konuştuk. Etrafımızdaki insanlara daha çok nasıl faydamız olur bildiklerimizi nasıl daha çok anlatabilir bilmediklerimizi nasıl daha iyi anlayabiliriz diye eserleri nasıl okumalıyız diye düşündük… O gece bir kez daha inandım senin gönül dünyandaki güzelliklere ve bilmenin sevginin başlangıcı olduğuna…
    Saate bakmıştım bir an üçe geliyordu. "Artık uyumalıyız." diye düşündüm. Sen her gün biraz okuduğun baş ucu kitabından birkaç sayfa okumak istedin. Ben ise tam sana iyi geceler dilemiştim. İşte o an… Ömrümde ilk defa duyduğum o uğultu koptu. Hiç bilmediğim bu uğultu korkunç bir sallantıya dönüştü. Bu neydi Allahım… Sehpanın üzerindeki bardağı bile anında yere fırlatan bu sarsıntı neydi? Evet Allahın Celâl isminin bir tecellisi olan bu sarsıntıyı kabullenmek gerekiyordu bu bir zelzeleydi… Gözlerindeki mânânın adı ise acziyetten gelen şaşkınlıktı… Hemen elinden tuttum ayağa kalkıp kapının eşiğine gittik; ama boşunaydı gayretlerimiz… Sallantı toz bulutu haline gelmişti. Biz dışarı çıkamadan tavan üzerimize çökmüştü. Ben senin üzerine düştüm portmanto ise benim üzerime… Ve sen acı çekiyordun. Çünkü kırılan camlar bacağına batıyor üstüne üstlük ben de hareket edemiyor ve sana acı veriyordum. Sen o kadar ince ruhluydun ki beni üzmemek için kendi acını unutup bana hissettirmemeye çalışıyordun.
    On sekiz saat bizi fark etmelerini feryadımızı duymalarını bekledik. On sekiz saat birbirimizin ellerini tutup birbirimize teselli verdik. O durumda iken bir aralık bana Eğer ölürsem seni orada bekleyeceğim. dedin. Ve on sekiz saat kim bilir belki de on sekiz ölümü bekledin.
    Aradan dört gün geçmişti. Şehir o şehir değildi. İzmit bambaşka bir mekân olmuştu. Ben felâketi biraz olsun atlatmıştım. Senin durumun ise kötüydü. Doktor bacağının kesileceğini söyledi. Bunu duyar duymaz ikinci bir zelzele ile dünya başıma yıkıldı sandım. Ama sen hâlâ gülümsüyordun. Sen nasıl bir insandın? Ne dünyaya ne de dünyalığa önem veriyordun. Senin için maddenin ve kaybedecek olduğun bir bacağın hiç önemi yok muydu? Hattâ hayatta kalmanın bile…
    Sekizinci gündü… Bir kibrit kutusu gibi yıkılan evler evlerin altında kalan canlar ümitler... Çığlıklar Sesimi duyan var mı?lar... İsyanlar sabırlar… Nice hikâyeler mucizeler ve gönüllerde derin bir fay hattı… Şehirde keskin bir ceset kokusu ve insanlarda büyük bir hüzün hâkim… Boş arsalar kireçlenmiş toplu mezarlarla dolu… Evini annesini kendisini kaybetmiş insanlar… İnsanların dilinde tek kelime: Deprem.
    Fakat sadece bacağın gidecek derken sen birlikte olacağımız ebedî âleme gittin geride dolu dolu yaşanmış üç ay ve ideallerini yaşatma azmi kaldı… Elimde senin en çok sevdiğin çiçek naif bir kırmızı gülle mezarının başındayım. Artık sen yoksun yanımda ne . de gönül pınarının heyecanları… Sen gittin geride hüzün geride ben gâye-i hayâllerimiz… Şimdi omzumu sıvazlayan yakınlarım Bırakma kendini. Unutur yeni bir yuvayla yine mutlu olursun. diyorlar. Aslâ!.. Sen bana o zor dakikalarda ne demiştin? Biz seninle " ötelere" sevdalandık.
    Şimdi mezarının başında seninleyim. Bu bize yeter…
    Ey benim ötelerdeki eşim ve eş ruhum bana unutursun diyenlere sadece acı bir tebessümle bakıyorum. Biz seninle sürekli "öteleri" aradık. Sen buldun aradığını. Ben ise yoldayım hâlâ.
    İmtihanın bu en zor anında sabır diliyorum Rabbimden. Ne olur seni sevdiğimi her an dua ettiğimi ve sana kavuşacağım günü şafak sayar gibi beklediğimi bil.
    Vekillerin En Güzeli e emanet ol...

    alıntı
    istedigini soyleyen istemedigini isitir

Sayfa 2 Toplam 3 Sayfadan BirinciBirinci 123 SonuncuSonuncu

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
YASAL UYARI
Ekonomi, Borsa ve Para piyasaları" bölümünde yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yayımlanan Seri:V, No:52 Sayılı "Yatırım Danışmanlığı Faaliyetine ve Bu Faaliyette Bulunacak Kurumlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ" çerçevesinde aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çevresinde sunulmaktadır. Burada ulaşılan sonuçlar tercih edilen hesaplama yöntemi ve/veya yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmakta olup, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabileceğinden sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir.Yatırımcıların verecekleri yatırım kararları ile bu sitede bulunan veriler, görüş ve bilgi arasında bir bağlantı kurulamayacağı gibi, söz konusu yorum/görüş/bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan www.keyborsa.com web sitesi ve/veya yöneticileri sorumlu tutulmaz.
Google Privacy Policy
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193