Sayfa 2 Toplam 2 Sayfadan BirinciBirinci 12
Toplam 20 adet sonuctan sayfa basi 11 ile 20 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Komplo teorileri 2007+Simurg+

  1. #11
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Artik tuz yemeyin yedirmeyin !

    Artik tuz yemeyin yedirmeyin !

    Nedenine gelince asagidaki yaziyi okuyun.

    Neden yememeniz gerektigini anlayacaksiniz.

    TUZ GOLU

    Lutfen dagitima yardimci olun!

    Asagidaki bilgiler maalesef dogru... Sonra ' Turkiye neden

    kanserden kiriliyor..' diye soruyoruz..! ?

    Tuz Golu, Van Golu'nden sonra ulkemizdeki ikinci buyuk

    goludur...

    Uzunlugu 80 km olan Tuz Golu'nun genisligi 48 kilometreyi

    bulur...

    Genis bir alani kapsamasina karsilik cok sig bir

    goldur...

    Dunyanin en tuzlu gollerinden biridir... Litresinde 329

    gram gibi cok yuksek oranda tuz ihtiva etmektedir.. .

    Golun bu ozelligini degerlendirerek tuz elde etmek amaciyla

    kiyilarinda Cok sayida tuzla kurulmustur. .. Bu tuzlalardan

    elde

    edilen tuz Turkiye'nin gereksinimi olan tuzun buyuk

    bolumunu karsilamaktadir. ..

    Turkiye'nin oldukca kurak bir yerinde yer almasi nedeni ile

    bu sig bolgelerde cok yogun bir sekilde buharlasma gorulur... Dogu

    kismindaki korfez disinda tumuyle kuruyan golun tabaninda,

    kalinligi yer yer 30 cm.' i bulan mevsimlik bir tuz katmani

    olusmaktadir. .. Tuz Golu'nun en derin yeri sadece 2 m.'dir.

    Oteki kesimlerin

    Derinligi sadece santimetrelerle

    olculebilmektedir.

    Gole dokulen en onemli akarsular? Pecenekozu Deresi" ile

    Melendiz Cayi"dir. Cografya bilgileri aynen boyle diyor

    Cografya bilgilerine girmemis aci gercek ise sudur: Tuz

    golune dokulen en buyuk akarsu Konya' nin sehir

    kanalizasyonudur. ..

    Cumra yonune verilen kanalizasyon bu dogrultu uzerinden

    maalesef

    herhangi bir aritmaya tabi tutulmadan dogrudan Tuz Golu'ne

    akitilmaktadir. ..

    Bir milyonu gecen sehir nufusunun sanayi artiklarini da

    tasiyan sehir kanalizasyonu bizlere iyotlu ya da iyotsuz tuz olarak

    geri donmektedir. ..

    Bu faciaya dur demek ve tuzun kokmasina firsat vermemek

    icin her sorumlu vatandasin uzerine dusen gorevi yerine

    getirmesi

    gerektigi

    inanci ile bu mesaji ulasabilecegimiz her kisiye gonderelim

    ve ilgilileri goreve davet edelim...

    Yoksa hepimizin yemeginde Konya'lilarin katkisi olmaya

    devam edecek."

    Yrd. Doc. Dr. MUSTAFA DURAN

    PAMUKKALE UNIVERSITESY FEN-EDEBIYAT FAK. BIYOLOJI BOL.

    20017

    DENIZLI

    TEL:+90 258 2134030-1178

    CEP:05334361297

    FAX:+90 258 2125546

  2. #12
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Kuzey Irak yeni bir İsrail mi olacak?

    Kuzey Irak yeni bir İsrail mi olacak?

    Kürt liderlerin, merkezi hükümetin de desteğiyle Kerküklü Arapları sürmesi kabul edilemez. Böyle giderse, Kuzey Irak azınlıklarını ezen, komşularından korunmak için ABD'ye muhtaç, faşist, petrol zengini küçük bir devlete dönüşecek. ABD de petrol nedeniyle Kürtlere sırtını çevirmez




    Bu yıl bitmeden Bağdat'ın yaklaşık 250 kilometre kuzeyindeki Kerkük'ün sakinleri kaderlerini belirlemek için düzenlenecek bir referandumda oy kullanacak. Mesele, petrol zengini kentin, adına Kürdistan denen bölgenin bir parçası mahiyetinde ilhak edilip edilmeyeceği. Kerkük'ün tarihi, daha geniş anlamda Irak'ın tarihinin de simgesi gibi: Daima işgallere hedef olmuş, hasım imparatorluklara karşı stratejik bir savunma noktası gibi görülmüş, etnik ve dinsel açıdan son derece karışık ve elbette muazzam petrol kaynaklarının hem lanetini hem faydasını yaşamış bir kent bu. Bu özeti doğrularcasına Kerkük bir kez daha stratejik kaygıların ve Irak'taki mevcut kukla rejimin odaklandığı yer haline geldi; ki bu rejim 'yeniden iskân' kararı çerçevesinde Arapları evlerinden çıkarıp 'yerlerine' Kürtleri yerleştirecek. Referandumdan hemen önce bu adımın atılması ilhakı ve Kürtlerin Irak'ın kalanından fiilen ayrılmasını neredeyse kesin kılıyor.

    İsrail faaliyetleri şüpheli
    Bugün Kerkük'le ilgili mesele Iraklı Kürtlerin kente tekrar yerleştirilmesi değil. 1980'lerde Saddam'ın kentte 'Araplaştırma' diye bilinen bir proje yürüttüğü kuşkusuz doğru. Baas projesi binlerce Arap'ı güneyden alıp Kerkük'e yerleştirmiş, Arap olmayanlarıysa güneye sürmüştü. 'Araplaştırma' büyük ölçüde etnik azınlıkların belli kesimlerde teşkil ettiği yoğunluğu ortadan kaldırıp onları ülkenin dört bir tarafına yayarak ulusal Irak kimliğini sağlamlaştırma çabasıydı. Bugün, nasıl Filistinli mültecilerin dönüş hakkını tüm kalbimle destekliyorsam, Kürtlerin dönüş hakkını da inkâr etmem imkânsız. Fakat bu noktada mevzu Kürtlerin dönüş hakkı olup olmaması değil, Kerkük'ün bir 'Kürt kenti' ve daha da genişletirsek, 'Kürdistan'ın siyaseten yaratılması için elverişli olup olmadığı. Baas rejimi Kerkük'te gerçekten de demografik bir değişime girişti, fakat bu siyasi kampanya sadece Kürtleri değil, kentteki bütün Arap olmayanları etkiledi. İşgal altındaki Irak'ta neredeyse yapılan veya söylenen her şeyle ilgili sorunlardan biri, bu hikâyelerin basitleştirilmesi ve içeriklerinin belli çıkarlara uyacak biçimde çarpıtılması. Kerkük'teki demografik değişimden Asuriler, Türkler, Kürtler, hatta Ermenilerin hepsi etkilendi.

    Bugün Kerkük olarak anılan kent MÖ. 8. ve 9. asrın Asuri imparatorlukları için hayati öneme sahipti. Hıristiyanlığın doğuşuyla birlikte Kerkük'ü çevreleyen bölge ilk Hıristiyan topluluklarının bazılarının yanı sıra köklerini Babil sürgününde arayan Yahudi topluluklarına ev sahipliği yaptı. MS. 7. asırda İslam'ın doğumundan hemen önce kent Bizans ve Pers imparatorluklarının sürekli değişen sınırları arasında sıkışmış buldu kendisini. Arap halifelerinin Bağdat'ta 8. ve 13. asırlar arasında yürüttüğü hükümranlık sırasında bölgeye birçok etnik Türk yerleştirildi ve Halifeliğin hizmetinde askerlik yaptılar. Ve Kürtler de yakınlardaki dağlardan inip büyük kalabalıklar halinde kente yerleşti. Kerkük'te bugün karşı karşıya olduğumuz şey büyük bir çeşitlilik; Bağdat'taki mevcut rejimin sistemli olarak ortadan kaldırmaya çalıştığı bir çeşitlilik bu.

    İşgalden bu yana efsaneler tarihsel olguların önüne geçti ve Kürt siyasetçiler, petrol zengini kent üzerinde hak iddia etmek için bölgedeki bir diğer efsaneye dayalı ulus-devlet olan İsrail'in yöntemlerini benimsedi. İşgal sırasında peşmergeler Kerkük'e girdi ve kontrolü fiilen ele aldı. O zamandan beri, Küreselleşme Araştırmaları Merkezi'nin de rapor ettiği üzere, Kürt milisler insanları zorla evlerinden çıkardı, cinayetlere, suikastlere ve yavaş bir etnik temizliğe girişti. İlk kurbanlar Araplardı. Zira büyük ölçüde Baas politikalarıyla bağlantılandırılıyorlardı ve Bağdat'daki rejimden destek bulamıyorlardı. Daha az göz önünde olansa, bölgedeki Asurilerin ve diğer etnik azınlıkların hedef alınmasıydı. Fakat kentteki en büyük ve Kürt saldırılarına karşı en dirençli olması beklenen grup Türkmenler. Türkmenler bu bölgede sekiz asırdır yaşıyor ve Türkiye'yle güçlü bağları var.

    İsrail istihbaratının da Kürt liderlerle yakın çalışma içinde olduğu ve bölgede kök saldığı söyleniyor. Bu gelişme, sözüm ona Kürdistan'ın ülkenin kalanındaki İsrail operasyonları için kalkış noktası işlevi görmesine yönelik kaygıları da artırıyor.

    Kerkük'ü kuşatan söyleme baktığımızda, sanki İsrail'in sahnelediği bir oyunla karşı karşıya gibiyiz. Bugün Kerkük'e 'Kürtlerin Kudüsü' deniyor. Veya bir Kürt yazarın söylediği gibi: "Nasıl Necef ve Kerbela Şii Müslümanlar için kutsalsa, Kerkük de daima Kürtler için kutsal olmuştur." Bu sözde inancın etkisinde kalan on binlerce Kürt, 'sahadaki' demografik gerçekliği değiştirmek için Kerkük'e geldi. Bu politika İsrail'in Batı Şeria'daki faaliyetlerini çok andırıyor; orada da Yahudiler bölgenin statüsünü değiştirmek amacıyla yerleşimci olmaya teşvik ediliyor. Petrol zengini bir bölgenin Kürtler için şimdi 'kutsal' hale gelmesi de şaşırtıcı değil. Peki söz konusu iddiaların geçmişte karşılığı var mıydı?


    1957'de Kürtler çoğunluk değildi

    Gerçek şu ki, Kerkük etrafında modern dönemde dönen tartışmalar, Kürt liderlerin kabul etmeyi yeğlediğinden daha karmaşık. Birincisi, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağıtılmasını öngören Sevr Anlaşması'na yönelik müzakereler, 1921'de referanduma sunulacak bir Kürt bağımsızlığını içeriyordu. Bu öneri, Kürt heyetinin isteğiyle öne sürülmüştü ve Kerkük bu devletin sınırlarına dahil değildi. Bu tarihsel olgu bilhassa önemli, zira o yıllarda Kürtler Kürdistan'ı kurmaya en yakın durumdaydı ve bunu yapmak için ellerinde en büyük gücü taşıyorlardı. İkincisi bu, Kerkük'ün 'kutsal' olduğu iddialarının gerçekdışılığının boyutunu da ortaya koyuyordu. Bölgede 1957'de yapılan resmi nüfus sayımı, Kürtlerin kentte çoğunluğu teşkil etmediğini gösterdi. Ki 1957, Saddam iktidarı veya onun Araplaştırma politikasından çok önceydi.

    Bu olgular Kerkük'ü çevreleyen çok daha karmaşık gerçekler olduğu anlamına gelse de, Kürt milislerin saldırgan faaliyetleri, ABD'nin ve Bağdat'taki kukla rejimin himayesi altında sürüyor. Fakat en fazla rahatsız eden şu: Kerkük'le ilgili gelişmeler, Irak'a dayatılan kurumsallaşmış ırkçılık ideolojisinin bir başka kanıtı. İşgalin başından bu yana ABD etnik şovenizmi teşvik ediyor ve ülkeyi etnik veya mezhepsel hatlar üzerinden bölme niyetinin işaretlerini veriyor.

    Bu politika sürerse Kürdistan bol bol petrole sahip, çok büyük azınlık nüfusunu ezmekle meşgul ve ABD'ye kendisini 'farklı' komşularından 'koruması' için yalvaran küçük bir faşist devlete dönüşür. Ve elbette ABD de bu isteğe bayıla bayıla icabet eder, aynı petrolden dolayı Körfez ülkelerinin isteklerini kırmadığı gibi.
    Leyt el Suud


    * * *
    Counterpunch İnternet gazetesi, 13 Nisan 2007


    Radikal
    17/04/2007

  3. #13
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Çin'in Ekonomik Etki Alanı ABD'nin Kabusu

    Çin'in Ekonomik Etki Alanı ABD'nin Kabusu

    Erdoğan Ilgaz - Global Yorum

    Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra ABD’nin tek kutuplu güç haline geldiği şeklindeki değerlendirmeler, ortaya çıkan yeni durumlar karşısında yeniden revize edilmek zorunda kalınmıştır. Zira yeni ekonomik, siyasi ve askeri dengeler bazı ülkelerin “yeniden”, bazılarınınsa “bundan böyle” dikkate alınmasına neden olmuştur.
    Hantal devlet yapısını terk eden Rusya, SSCB’nin dağılmasından sonra adeta geri çekilerek güç toplamıştır. Özellikle enerji üretimi ve dağıtımı konusunda yeni açılımları devreye sokarak gücünü ve bunun paralelinde ülkeler üzerindeki kontrolünü tüm dünyaya yeniden deklare etmiştir.
    Güç dengeleri konusundaki arenada artık açık/seçik yerini alan ülke ise, coğrafyasındaki nüfus yoğunluğuna rağmen ekonomisinde sağladığı kalkınmayla ÇİN olmuştur.
    Çin, yeni dünya dengesindeki gelişmeleri etkileyebilecek politikasını oldukça kurnazca uygulamıştır.

    Başlangıçta aktör ülkelerin birer müttefiki gibi çalışmalarına başlamıştır. Rakip/hedef ülke olarak algılanması halinde güçlü/büyük ülke olmasına izin verilmeyeceğini tahmin eden Çin, özellikle ABD ile ekonomik ve siyasi ilişkilerine önem vermiş, bununla birlikte diğer aktör ülke RF’yi de ihmal etmemiştir.
    Çin, önlenemez yükselişi sırasında ilişkilerini sadece bu iki ülke ile sınırlı tutmamıştır. Tarihi husumetleri bir yana bırakarak ilişkilerini normalleştirdiği Japonya ile ticaret hacmini rekor düzeylere (207 milyar 360 milyon dolar) çıkarmıştır. Japonya bu ilişkiler neticesinde Çin’in 3.büyük ticaret ortağı, aynı zamanda da 2.büyük yabancı sermaye kaynak ülkesi konumuna gelmiştir.

    Çin, Afrika kıtası ülkeleri dahil bütün devletlerle geliştirdiği ilişkileri yanı sıra Orta Asya ülkeleri ile ilişkilerine özel önem göstermiştir.

    Orta Asya Cumhuriyetlerinden Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ile 2006 yılı itibariyle; "askeri ve stratejik işbirliği", "ekonomik-ticari işbirliği", "iç güvenlik ve sınır güvenliği", "terörle mücadele işbirliği", "gıda ve sağlık işbirliği", "sınır ticareti", "gümrük", "vize uygulaması", "enerji kaynakları ve doğal kaynaklar yatırımı işbirliği" "kara ve demir yolları", "tarım ve hayvancılık işbirliği" gibi anlaşmaları imzalamıştır.
    Başta ABD olmak üzere hemen hemen bütün batılı ülkelerle kavgalı olan İran’la bile ilişkilerini geliştirmekte sakınca görmeyen Çin, Petrol arama/çıkarma konusunda faaliyet gösteren CNPC şirketi vasıtasıyla İran’ın Mescid-i Süleyman petrol havzasındaki çalışmaları için yatırımlarını artırmıştır.
    Son dönem itibariyle ABD ile ilişkilerindeki gelişmeler, Çin’in 2006 yılında oluşturulan Çin-Rus stratejik partnerliği anlayışından hızla uzaklaştığı şeklinde değerlendirilmektedir. Bunun aksini düşünen bir grup bölge uzmanı ise “Çin-Rus ittifakının teflon kaplı” olduğunu ve ABD’nin bu ittifakı bozma yerine olsa olsa “gölge” yapabileceğini kaydetmektedirler.
    Küresel piyasalarda 1 trilyon dolarlık dev birikimi ile belirleyici güç olan Çin’in yapacağı her hamle ABD’yi yakından ilgilendiriyor.

    Çin’e yapılan ziyaretler ve bu ziyaretler sırasında kullanılan ifadeler bunun en güzel emareleridir. Son olarak 3 Nisan 2007 tarihinde Pekin’i ziyaret eden ABD Dışişleri Eski Bakanı Henry Kissinger’ın söyledikleri buna güzel bir örnek teşkil etmektedir.

    H.Kissinger konuşmasında;

    “Çin’in uluslar arası bir güç olarak yükselişinin kesin olduğunu, ancak yeni dünya düzeni konusunda Pekin ve Washington arası dayanışma olmazsa bu yükselişin bir mücadeleyi beraberinde getireceğini

    dile getirmiştir. Bu ifade birçok açıdan ele alınabilir.

    Kimileri bu ifadenin bir tehdit olduğunu söyleyebilir. Ancak gelişmeler bütünüyle ele alındığında ifade “dayanışma/birlikte hareket etme” talebini içermektedir.

    ABD’nin Çin karşısındaki –aman dileyen- tavrı, üzerinde hassasiyetle durulmasını gerektirecek kadar önemlidir.

    Zira Birleşmiş Milletlerin kararlarına rağmen, dünyanın değişik bölgelerine ordusuyla müdahale edecek kadar fütursuzca ileri giden ABD, Çin karşısında “dayanışma” teklifi götürecek ölçüde nazikleşebilmektedir.
    ABD’nin politikasındaki bu ani ve çok önemli değişikliğin sebebi, Çin’in veya bir başka aktör ülkenin sağladığı/geldiği konumla ilgili değildir. Çünkü geçmişte ABD’nin karşısında mutlaka birileri olmuştur ve ABD hiçbir zaman şimdi Çin’e yaptığı gibi “aman” dilememiştir.

    O halde bu tavır değişikliğinin başkaca bir sebebi olmalıdır.
    ABD’nin dış politikada Çin’e karşı takındığı tavır değişikliği tamamen Çin’in son dönemdeki bir tutumundan kaynaklanmaktadır ve bu tutumda “para politikaları” ile ilgilidir.
    ABD’nin dünyayı şekillendirme/yönlendirme konusundaki ikna araçlarının “Film sektörü” ve “Silah Sanayi” olduğu herkesçe malumdur. Bu malumun ilanı hiçbir zaman ABD’yi rahatsız etmemiştir. Ancak Çin’in ortaya çıkardığı husus bunlardan farklı ve fazla dikkate alınmayan “dünya üzerinde dolar etkisinin kırılması”dır.
    Dünya ticaretinin %75’inde kullanılan ve bütün coğrafyada geçerli değer olan “Dolar” bugüne kadar ABD’ye hiçbir enstrümanın/unsurun/silahın sağlayamayacağı avantajları sunmuştur. ABD süper güç olmanın getirdiği rahatlıkla kimseye hesap vermeden “Kağıt ve Mürekkebi” sonuna kadar kullanmıştır. Ortadoğu’da bir devletin inşası için inanılması güç boyutta doları bölgeye nakletmiştir. İşte bu etkili silahın, önlem alınması halinde kuru-sıkı tabancaya dönüşeceği ortaya çıkmış, hatta uygulamaya konulacak önlemlere/kararlara ilişkin sinyaller verilmiştir.
    Rusya’nın, döviz rezervindeki dolar cinsinden değerlerin oranını azaltacağına ilişkin karardan sonra, Çin de Mart 2007 ayı son haftası içersinde aldığı bir kararla artık uluslar arası ticari ilişkilerinde dolar’dan ziyade euro’yu kullanacağını açıklamıştır.
    Öldürücü Vuruş” Çin yapımı eski karate filmlerinde sıkça rastlanılan bir enstantanedir.

    Dövüşçü mücadele boyunca çeşitli/değişik teknikler uygulayarak rakibinin en zayıf/hassas bölgesini tespit eder ve en müsait zamanda işi bitirici “Son Vuruş”u yaparak rakibini etkisiz hale getirir.

    ABD ile çok yönlü ilişkiler içersinde bulunan ÇİN’in durumu eski karate filmlerini hatırlatıyor.

    Çin şimdilik ABD üzerinde bazı teknikler deniyor ve kuvvetle muhtemel rakibi ABD’nin zayıf bölgesini (doların etkisinin kırılması) tespit etti.

    Ancak son vuruş’u bu aşamada uygun görmüyor, çünkü 1 trilyon dolarlık dev birikiminin önemli kısmını ABD hazine bonolarına yatırarak değerlendirmişti. Bu nedenle öncelikle ABD’deki yatırımlarını başka adreslere taşıması gerekiyor.

    Zira rakibinin işini bitirecek “Son Vuruş”, yüksek dozda uyuşturucu alarak kendi ölümüne yol açan “Altın Vuruş”’a dönüşecektir.

  4. #14
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Malatya'da Yaşanan İkinci Hrant Dink Olayıdır

    Malatya'da Yaşanan İkinci Hrant Dink Olayıdır

    Miktat Algül

    Bugün, Malatya'da faaliyet gösteren Zirve yayınevine baskın yapılmış ,yayınevi çalışanları olduğu söylenen biri Alman ikisi Türk Sandalyeye bağlanıp boğazları kesilerek öldürülmüşlerdir.
    Olay anında güvenlik güçleri zirve yayın evine gittiklerinde dört kişiyi şüpheli görerek göz altına almışlardır.
    Zirve yayınevi isim değişikliği yapmadan önceki ismi Kayradır.
    Bu yayınevi bir dönem Mersinde faaliyet gösteren sonra emniyet güçlerince misyonerlik faaliyetleri yaptığı için kapatılan, Kayra yayıneviyle bağlantılar içindeydi.
    Önce Mersin'de örgütlenen Kayra gurubu Hıristiyanlığın Protestan kanadıdır.
    Mersin'de; Yeni Zelanda dan ,Güney Afrika dan ve Kore den gelen misyonerlerin önderliğinde faaliyet yürüttüler.
    Özellikle Kürt gençlerini örgütlemeye çalışıp vaftiz ettikten sonra politize olmuş bir Hıristiyan Kürt gurubu oluşturdular.
    Yanlarına önce ateist,sonra hıristiyan olan kişileri de alarak faaliyet yürüten bu gurubun finansmanı AB ve ABD'den çeşitli kiliselerden gelmektedir.
    Ayrıca Hıristiyanlaştırdıkları bazı kişilere turizm şirketleri kurdurdular.

    İnanç turizmi işini yaptıklarını ifade ederek, hem misyonerlik işini yaptılar hem de küresel kapitalizmin ajanlarının giriş ve çıkışını kolaylaştırdılar.
    Sonradan. Özellikle Koreli sermayeyi Mersin'de yaş sebze ve meyve sahasına sokarak bu alanda işletmeler kurdular.
    Bu kurulan işletmeler aracılığıyla Irak'taki ABD askerlerine yaş meyve ve sebze taşımacılığı yaptılar.
    Gene bu işin başında sonradan Hıristiyan olan Müslümanlar yer aldı.
    Bu dönemlerin ardından Malatya'da görevlendirilmek üzere, Mersin Kayra yayınevinden insanlar bu kente gittiler.
    Kente giden misyonerler, Malatya'nın o muhafazakar yapısı karşısında problemler yaşadılar.
    Mersindeki gibi rahat çalışamadılar.
    Bunun farkında olan Küresel Kapitalizm,

    özellikle Genel Kurmay Başkanın açıklamaları ve Türk askerinin Irak'a girme karalılığı karşında ve bunların dışında en önemlisi de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin arifesinde kendini BOP'un eş başkanı sayan RTE'nin seçilmesi için suni gündem yaratmak adına böyle bir eyleme girmiştir.

    Yani bu eylemde insanlığın vicdanını rahatsız eden öldürme olayını o çocuklar yapmış olabilir.
    Yapana değil yaptırana bakmak gerek.
    Bu işin arkasında AB ve ABD emperyalizmi vardır.
    Bu olay Santaro cinayeti ve Ding cinayetlerinin birer devam eden süreçlerinden başka bir şey değildir.

  5. #15
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Exclamation Avrupa Birliği'nin Yeni Karadeniz Operasyonu

    AVRUPA BİRLİĞİ'NİN YENİ KARADENİZ OPERASYONU
    Yeni hedef Lazlar - 1 -
    FATİH ERBOZ sordu
    FUNDA ÖZYURT TORUN cevapladı
    ARSLAN BULUT yorumladı

    FUNDA ÖZYURT TORUN:
    ‘Türk Kültür Mozayiğinde Lazların Yeri’ni anlatacağız. Farklı etnik bir kültürü bu kültürün zenginliğine artı değer olarak görüyoruz.
    ARSLAN BULUT:
    Farklılıkları ayrıntılarına kadar tespit ederek, farkındalık yaratmak, ulus devletleri parçalama stratejisinin uygulamasıdır.

    Avrupa Birliği, Türkiye’de yeni azınlıklar oluşturma çabasına etnik unsurlara, farklı milliyet bilinci vermeyi hedefleyen projeler üreterek veya bu yönde hazırlanan projeleri destekleyerek devam ediyor. Son projelerden biri “Türk Kültür Mozayiğinde Lazların Yeri” adlı belgesel! Arkadaşımız Fatih Erboz, belgeselin koordinatörü Funda Özyurt Torun ile projenin amaçlarını konuştu. Torun, bu tür çalışmaların Türk toplumunu ayrıştırmak isteyenlerin çabalarına ket vuracağını savundu. Özyurt’un açıklamalarını aynen vermekle birlikte, hemen altında yorumunu da yazarımız Arslan Bulut yaptı ki gerçekler sadece sunulduğu gibi değil, bütün açıklığıyla ortaya çıksın.

    * ERBOZ: Niçin böyle bir belgeseli çekmek için proje hazırladınız? Belgeselin ana ekseni etnik farklılık mı olacak? Örneğin dil konusunun üzerinde duracak mısınız?

    TORUN: Belgesel insan odaklı bir belgesel olacak. Daha sonra tarihe, sosyolojik yapıya, Lazların kendine ait anaerkil yapısına odaklanacak. Farklı etnik bir kültürü bu kültürün zenginliğine artı değer olarak görüyoruz. En azından ben kendi adıma bunu söyleyebilirim ki Çivi yayınları da bundan farklı düşünen bir yayınevi değil. Onlar da zaten Türkiye’de bu etnik kültürlere dair ve onlar hakkında farkındalık yaratmaya dair basılan eserlerin yüzde 90-95’ine sahipler kendi skalalarında. Bu önemli bir şey.

    MENSUBİYET BİLİNCİNE DARBE

    ARSLAN BULUT:

    Lazların veya başka bir kavmin elbette kendine özgü farklılıkları vardır. Fakat, milli devletler, bu farklılıkları değil, ortak yönleri öne çıkarmaya çabalar ki, milli birlik sağlansın! Farklılıkları en ince ayrıntılarına kadar tespit ederek, farkındalık yaratmak, küreselleşme projesinin ulus devletleri parçalama stratejisinin taktik uygulamasıdır. Etnik farklılıkların farkına varılması için basılan eserlerin hemen hiçbiri bilimsel değildir, aksine küreselleşme ideolojisinin etkisiyle yazılmıştır. Bu ideolojinin yöntemi, 2002 yıllarında Bartın’da sürdürülen Paflagonya projesi sırasında eğitilen kişilere şöyle anlatılmıştı: “Amacı ulusal devletlerin iç federasyonu (devletler federasyonu) şeklini gerçekleştirmek olan, politik şekilli, Avrupa karakterli bir fenomen geliştiriliyor. Globalizeleşme ve kimliği arama çalışmaları aynı paralelde seyreden iki muhakemeyi birleştiriyor. Orijinin bulunması, kişinin bölgeler ve devletler üstü bir kimlik kazanması olarak yorumlanıyor ve temelinde kişinin birçok ülkenin yurttaşıymış gibi düşünülmesi fikrine ulaşılıyor. Sonuçta, en ideal biçimine çoklu kimlik (çok kimlilik) araştırması olarak dönüşüyor, yani tüm insanların tek, aynı büyük genetik kökten geldiği orijinde, bir çeşit uluana ve ulubaba isminde birleşiyor; Adem ve Havva; ya da Homo sapiens, ya da Austrolopitecus.” Proje, etnik araştırmalarla, özellikle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Türk Milleti’ne mensup olma bilincini yok etmeyi amaçlıyordu.

    TORUN:
    Öncelikli olarak tarihçeden başlanacak. Lazlar kimdir? Celiyrum, cidiyrumdan öte Lazların kendine ait bir dili vardır... Lazca, Doğu Kafkas dilleri arasındadır. Gürcüce, Megrelce ile kardeş dillerde değerlendirilmektedir. Bu dilin aykırı bir takım yapısal özellikleri var. Türkçe sondan eklemeli bir dildir. Lazca ise hem baştan hem de sondan ekleme alır. Lazca üzerine çok fazla araştırma yapan yok. Bugün artık Lazlar kendi dillerine biraz daha fazla sahip çıkıyorlar ama ana dili olarak Lazca’yı konuşan insanlar bile artık dillerinin yüzde 70’ini kaybetmiş durumdalar. Bazı kelimelerin Lazca karşılığını artık yaşlılar bile hatırlamıyor.

    Lazlıkla İlgisi yok


    ARSLAN BULUT:

    Lazların tarihçesi, böyle kesin ifadelerle ortaya konulacak kadar açık değildir. Torun’un iddiaları, Gürcistan’ın resmi ideolojisinden alınmadır. Gürcistan, Lazların Gürcülerle akraba olduğunu öne sürerek, kendi içinde bulunan Lazları eritmeye, Türkiye’deki Lazları da kalben kendisine bağlamaya çalışmaktadır. Doğu Karadeniz Türkçesi’ndeki k/c veya g/c değişmesi, yani celiyrum, cidiyrum gibi ifadelerin Lazlıkla ilgisi yoktur. Bu konuşmalar, eski Tebriz Türkçesi’nin yansımalarıdır. Lazların bir Kafkas kavmi olduğu doğrudur. Hem Heredot’ta, hem Kesenefon’un Onbinlerin Dönüşü eserinde Lazlar olduğu tahmin edilen kavimlerden bahsedilmektedir. Fakat o tarihlerde Gürcü kelimesi yoktur! Lazlar ile İskitler arasında da sarı saçlı, mavi gözlü olmaları ve gelenekler açısından bağ kurulmaktadır. Tabii bütün iddialar bilimsel olarak araştırılmalıdır. Lazca, o kadar başka dillerden etkilenmiştir ki, hangi kuralın Lazca’ya ait olduğunu bugünkü Lazca’dan çıkarmak mümkün değildir. Tarihte Türk devletlerini yönetenlerin Lazca’yı yok etmek gibi bir düşüncesi olmamıştır. Lazca kendiliğinden gelişen bir süreçte unutulmuştur. Kaldı ki Lazlar, Türk Milleti içinde en sevilen etnik gruptur.
    TORUN: 1965 yılı Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) verilerine baktığınız zaman, Türkiye’de yaşayan 2 milyona yakın Laz var. Sadece Lazca konuşan insan sayısı 3 bin 964.

    ARSLAN BULUT:
    1965 yılı DİE verilerinde böyle bir rakam yoktur. Bu iddia tamamen yanlıştır. Fakat 1965 nufus sayımına göre, o tarihte Lazca konuşan nüfus 20 bindir! 20 bin nerede, 2 milyon nerede? 1965’te nüfusu 20 bin olan Lazların bugün nüfusları 2 milyona ulaşmış olabilir mi? Bu iddia, akla ve mantığa uyar mı? Bu kadar Laz varsa nerede yaşıyor bu vatandaşlarımız?

    TORUN:
    Yani bu insanlar 1965’de hem Türkçe’yi mükemmel konuşuyorlar, hem Lazca’yı. Bundan sonra da zaten DİE’nin yapmış olduğu bir araştırma yok. İnsanların sadece Lazca konuşmak gibi bir beklentisi yok. Türkçe de biliyorlar, hatta Osmanlıca biliyorlar. Bir de aidiyet duygusu olarak Türkiye’yi ve Türkçeyi asla sorgulamamış bir topluluk Lazlar. Lazlar kendini soyutlayarak ben başka bir topluluğum demiyor. Kendini Türk olarak görüyor. Türk olmaktan da gurur duyuyor. Bu projeyi yaparken de arkasında direk durabilmemin nedeni budur. Söyleşi yaptığımız bir çok insan, biz onlara Lazca soru sorsak dahi bize Türkçe cevap verdiler. Genele hitap edecek bir şey olması neticesiyle Türkçe olmasının daha doğru olacağını düşündüler.

    Bu bir AYRIŞTIRMA PROJESİDİR


    ARSLAN BULUT:

    Lazların kendilerini Türk olarak gördüğü doğrudur. Torun’un projenin arkasında durmasına gelince; bu bir ayrıştırma projesidir. Projenin neye hizmet ettiğini yukarıda açıkladık.

    TORUN:
    Lazlarda, Lazca’ya ve Laz Kültürüne ait bir farkındalık yaratma telaşı var. Ama üzerine çok fazla araştırma yapılmamış, ya da yapılan araştırmalar nokta atışı şeklinde kalmış. Laz diliyle yapılan araştırmalar, 8-10 sayfanın ötesine geçmemiş. Bu nedenle projenin önemli bir bölümü araştırmayla ilgili. Bu arada, araştırmayı karşılayan AB, bu bağlamda Gürcistan’da yapılacak araştırmaları karşılamıyor. Her ülkenin kendine göre bir duruşu var. Nasıl Türkiye’de bugüne kadar Lazlarla ile ilgili olarak yapılmış araştırmalar varsa, Gürcistan ve Rusya’da da yapılmış araştırmalar var. Bu araştırmaların bizim yaptığımız araştırmalara tezat düşen yönleri de var. Bir anlamda bizim yaptığımız belgesel ve araştırmalar, bu araştırmalara yönelik olarak da bir farkındalık yaratacaktır.

    HEDEF MİLLİ BİRLİĞİMİZ


    ARSLAN BULUT:

    AB, Gürcistan’ın milli birliğini bozmak istemiyor. Aksine oradaki milli birliği korumaya çalışıyor. Çünkü Gürcistan turuncu devrimle, küreselleşme ideolojisinin gereğini yerine getirmiş durumdadır. Bu durumu korumaya çalışıyorlar. AB’nin hedefi, Doğu Karadeniz’deki milli gücü çökertmektir. Bunun için Türkiye’deki Lazlarla ilgili araştırmaların Gürcistan araştırmaları ile paralelize edilmesi süreci yaşanıyor. Bunun için Türkiye’deki Lazların, Türk Milleti’nden tamamen farklılaştırılması esas alınıyor.
    Trabzonlu gençlere İngiliz oyununa gelmedi
    Türkiye’ye gelen bazı yabancı gazeteci ve karanlık kişilerin, halkın hassasiyetleriyle oynadığını gözler önüne seren bir olay daha yaşandı. El Cezire Televizyonu adına çalışan iki İngiliz gazeteci, Trabzonsporlu taraftarları atış talimi yapmaya ve Galatasaray maçına beyaz bereyle girmeye ikna etmeye çalışarak provokasyon tuzağı kurdu. Bugün gazetesinin haberine göre yabancı gazetecilerin içinde yer aldığı çirkin bir provokasyon Dink cinayetinden hemen sonra Trabzonspor taraftarlarına karşı yürütüldü. El Cezire adına Türkiye’ye gelen baba-oğul iki İngiliz gazeteci, belgesel çekimi bahanesiyle Trabzonspor kulübünün İstanbul’daki ateşli taraftarları ’Gurbetçi Gençler’ ile buluştu. Gençlerden Erden Sağlam, olayı şöyle anlattı:

    El Cezire Televizyonu adına çalışan iki İngiliz gazeteci, provokasyon tuzağı kurdu

    ’Samast şov’ istediler

    “Bize Trabzon şehrini ve Trabzonspor’u dünyaya tanıtacak bir belgesel yapmak istediklerini söylediler. Biz, takımımız ile ilgili konuşmak istedikçe onlar alakasız sorular sordular. Kürt-Türk çatışmasına yöneltecek sorular sordular. Kendilerine Türk olduğumuzu ve milliyetçi eğilimleri olan bir grup olduğumuzu söyledik. Bu sefer de, milliyetçi şiddet gibi tuhaf sorular yönelttiler. Bazı arkadaşlarımızdan Ogün Samats tarzı bere giymelerini istemişler. Tüm görüşmelerimize Paul ve Sam bere giyerek geldiler. Galatasaray maçına 500 bereyle gidin dediler. Biz kabul etmedik.” Daha sonraki gelişmeleri anlatan Gurbetçi Gençler grubunun lideri Turan Reis ise, şöyle devam etti: “Ormanda atış talimi yapmamızı isteyince bardak taştı. Bizden ormana giderek silahlı atış yapmamızı istediler. Yarın görüşmek üzere diyerek ayrıldık. Endişelenip kaseti isteyince ortadan kayboldular.” Tuzağı fark eden Türk gençlerinin tavrı üzerine apar topar İstanbul’dan kaçan İngiliz gazeteciler, daha önce Kandil Dağı’ndaki PKK’lıları ’özgürlük savaşçıları’ diye belgesel olarak dünyaya tanıtan El Cezire ekibinden çıktı. Benzer ekipler, Batman’da “Kürt vatandaşlar” ile Anadolu’nun değişik kentlerinde “Alevi vatandaşlara” da aynı şeyi yapmak istemiş.

  6. #16
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Genelkurmay Açıklamasındaki En Büyük Hata

    Genelkurmay Açıklamasındaki En Büyük Hata

    Prof. Dr. Osman Özsoy

    Ben ara ara Genelkurmay'ın www.tsk.mil.tr adresini ziyaret ediyorum. Sizlere de tavsiye ederim. Gazetelerde her zaman göremeyeceğiniz ilginç bilgiler var. Mesela yasadışı sınır geçişleriyle ilgili günlük istatistikleri, uluslar arası alanda son günlerde yaşanan gelişmeleri, teröristlerle yaşanan çatışmalara ilişkin günlük bilgileri saat saat görebilirsiniz. Hatta hangi maksatla konulduysa, içeriği oldukça güzel olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 43. Münih Güvenlik Konferansında yaptığı konuşmanın tam metni bile sitede yer alıyor. Neyse biz gelelim konumuza…
    Genelkurmay'ın 27 Nisan tarihli bildirisi internete düştüğü dakikalarda ilk tıklayanlardan biriydim. Bildiriyi olurken aklıma ilk gelen ne oldu biliyor musunuz?
    Herhalde dedim, işi gücü muziplik olan birkaç hacker bir araya geldiler, zaten hassas olan ülke gündemini daha da karıştırmak ve olan biteni tiye almak için alelacele bir metin yazarak Genelkurmay'ın sayfasına attılar. Genelkurmay'da bu oldu bitti karşısında geri adım atamadı ve bu metni sahiplenmek zorunda kaldı.

    Çünkü Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt medeni ilişkileri güçlü, cesur bir insan. Eğer bildiride yer alan konular üzerinde konuşmak isteseydi, 12 Nisan'da yaptığı sürpriz basın toplantısında lafı eğip bükmeden doğrudan söylerdi.
    Hatta şu da geldi aklıma.

    Hackerler biraz anti sosyal kişilikler olduğu için, sosyal olayları analiz gibi bir dertleri ve kaygıları olmadığından, herhalde dedim bu konuda Cumhuriyet gazetesinde yeni işe başlamış stajyer bir gazeteciden de yardım istemiş olmalılar.

    Çünkü metinde yer alan benzer haberlerin tıpa tıp aynılarını her gün Cumhuriyet'ten zaten okuyorum ben. Aradaki tek fark, bildirinin Cumhuriyet'te yer alan haberlere göre kendi içinde daha çok tutarsızlık barındırması ve çok şeye temas edelim derken tam olarak neyi ifade etmek istediğini net olarak ortaya koyamamış olması.
    Mesleğim gereği 20 yıldır sınav kâğıdı okuyorum…

    Metnin kendi içindeki tutarlılık, örneklendirme, sebep sonuç ilişkileri gibi tüm unsurlar birlikte değerlendirildiğinde bu metne 100 yüz üzerinden vereceğim not kesinlikle 20 puanı geçmezdi. Onu da, zahmet edip o kadar şeyi üşenmeden yazmışlar diye emeklerine sayardım.
    Bu sene Kutlu Doğum Haftası neye denk geldi?
    Meslekte büyüklerimiz anlatıyorlar, ben denk gelmedim. Hani her fırsatta dine ve dindara saldırmayı adet haline getirmiş gazetelerden biri bir zamanlar,

    “Hac, bu sene de Kurban Bayramı'na denk geldi”

    diye yazmış ya… Genelkurmay'ın bildirisindeki bir ifade onu çağrıştırdı bana. Dilerim böyle bir şey değildir diye düşündüm.
    Bildiride, Kutlu Doğum Haftası vesilesiyle yapılan etkinlikler sıralanırken,

    “Bu bağlamda; Ankara'da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile aynı günde kuran okuma yarışması tertiplenmesi… 22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa'da yapılan bir etkinlik örnekler olarak sıralanmış ve metnin hemen başında şu tespitte bulunulmuş: “Bu faaliyetler; milli bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.”

    Dilerim bu metni hazırlayanlar, Kutlu Doğum etkinliklerinin neden nisan ayı içinde yoğunluk kazandığını biliyorlardır. Malum, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (sav) doğum tarihi miladi olarak 20 Nisan'a denk geliyor. Eleştiriye konu olan Kutlu Doğum etkinliklerinin bu tarihlerde yoğunlaşması 23 Nisan'da kutladığımız Milli Bayramımıza alternatif kutlamalar üretmekten değil, her iki tarihin birbirine yakın olmasından kaynaklanmaktadır.
    Ben Kutlu Doğum etkinliklerine katılan vatandaşlarımızın hiçbirinin, Kurtuluş Savaşımızı yürüten ilk Meclisimizin açılışı olan 23 Nisan tarihi ile zerrece problemi olabileceğini düşünmüyorum. Çünkü bugüne kadar böyle düşünen birine hiç denk gelmedim. Bildiride yer alan kimi ifadelerin bu etkinliklere katılan milyonlarca vatandaşımızı incitebileceği ve yanlış algılamalara neden olabileceği endişesi taşıyorum.
    Herkes birbirini anlamalı…
    16 Nisan'da burada yayınlanan bir yazımda Ankara Tandoğan'da yapılan ve yüz binlerin katıldığı mitingle ilgili şunları yazmıştım:

    Bu mitinge katılanları kuru kalabalıklar olarak nitelemek ve hassasiyetlerini tamamen göz ardı etmek, insan denilen varlığı yeterince ciddiye almamak olur ki, bunun sağlıklı bir yaklaşım olacağını düşünmüyorum. O kalabalıkların arasında, kendi ideolojilerinin dışında hiçbir düşünceyi biran için de olsa dinleme zahmetinde bulunmayan, öteki düşünceye karşı tamamen hazımsız ve kapalı çok sayıda marjinal insan olabileceği varsayılsa bile, geride kalan diğer yüz binlerde oluşan güvensizliğin nedenleri göz ardı edilmemelidir. Başbakan Erdoğan'dan AK Parti'nin her bir üyesine kadar herkes, bu kitlelerde böylesine güvensizlik oluşturan unsurların neler olduğunu irdelemeli ve iletişim kanallarını gözden geçirmelidir. Türkiye'de toplumsal barışı tesis için böylesine bir özeleştiri herkesin üstüne vazifedir”

    demiştim.
    Başbakan Erdoğan'ın bu mitinge yönelik eleştirilerini ve yaklaşım biçimini başından beri tasvip etmedim.

    Eğer o kitlenin hassasiyetlerini algıladığı ve herkese eşit mesafede olduğu mesajını verseydi, pazar günü İstanbul'da yapılan mitingdeki öfke bu kadar derin olmazdı.

    Hatta mitingde atılan

    “Ne şeriat ne darbe”

    sloganları Baykal'ı bile o kadar rahatsız etmiş ki,

    “Ben askeri göreve davet etmedim”

    diye bir kanala açıklama gönderme gereği duymuş. Artık gelinen noktada tüm liderler otursun hallerine kına yaksın.
    Vatandaş bile onlardan daha basiretli çıktı.
    Kısacası ben, Genelkurmay bildirisinde Kutlu Doğum Etkinliklerinin dolaylı yoldan da olsa eleştirilmesini toplumu yeterince algılayamama sorununa bağladığım gibi, Başbakan Erdoğan'ın bu mitinglere yaklaşımını da toplumun belli kesimlerinin hassasiyetlerini yeteri ölçüde ciddiye almadığı gibi bir izlenim edindim.

    Her iki yaklaşımı da ülke açısından yararlı görmüyorum.
    Görmek isteyene toplum çok güzel mesajlar veriyor…
    Lütfen kulak veriniz…


  7. #17
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Şifreci mühendisler öldürüldü mü?

    Şifreci mühendisler öldürüldü mü?3 mühendisin birbiri ardına ölümünü şüpheli bulan mahkeme, soruşturmanın yeniden yapılmasını istedi

    15.05.2007 17:08 ASELSAN'ın ölü bulunan ODTÜ'lü mühendislerinden Hüseyin Başbilen'in ölümünün yeniden araştırılmasına karar verildi. Sincan Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararı, Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na gönderildi. Başbilen'in aile avukatı Birgül Güven,

    "Mühendisler NASIL ÖLDÜLER?

    ODTÜ mezunu Makina Mühendisi Hüseyin Başbilen:
    Geçtiğimiz yıl 7 Ağustos günü Pursaklar Ayancık yolu üzerinde otomobilinde bileği ve boğazı kesilmiş halde ölü bulunmuştu. Başbilen'in bileği ve boğazındaki kesikler ile 'elveda' başlıklı mektubu, ölümün intihar şeklinde gerçekleştiği yönünde olmuştu. Ancak ailesi ASELSAN'da önemli projeler üzerinde çalışan Başbilen'in intihar ettiğini düşünmüyordu.
    ODTÜ mezunu Elektrik Mühendisi Halim Ünsem Ünal:
    ASELSAN'da bir süre çalıştıktan sonra 2000 yılında görevinden ayrılan mühendis Ünal, 17 Ocak 2007 tarihinde, Eymür Gölü kenarında ölü bulundu. Kafasından aldığı tek kurşunla öldüğü belirlenen Ünal'ın intihar ettiği yönünde rapor verildi.
    ODTÜ mezunu Elektrik Mühendisi Evrim Yançeken:
    26 Ocak 2007'de Batıkent'teki oturduğu binanın 6. katından atlayarak intihar ettiği ileri sürülen Evrim Yançeken, olay yerinde hayatını kaybetmişti. ASELSAN'da görev yapan Yançeken'in psikolojik sorunları olduğu ve intihar mektubu yazdığı ifade edilmişti.

    SORUŞTURMA GENİŞLETİLECEK
    Kamuoyuna ilk kez Hürriyet'in duyurduğu ASELSAN'lı mühendislerin ölümünün üzerindeki şaibeler bir türlü kalkmıyor. ODTÜ'lü 3 mühendisin art arda ölü bulunması, Türkiye gündemine bir anda otururken, ölümler Meclis gündemine dahi taşınmıştı. 7 Ağustos 2006 tarihinde Ankara Ayancık yolu üzerinde otomobilinde sol el bileği iki ve boğazı 20 santim kesilmiş halde bulunan Hüseyin Başbilen'in (30) ölümüyle ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı "intihar" kararı vererek dosyayı kapattı. Ancak, oğullarının intihar etmediğini ve kuşkularının olduğunu söyleyen Başbilen ailesi, avuklatları Birgül Güven aracılığıyla, Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ne itirazda bulundu. İtirazı değerlendiren Sincan mahkemesi, başsavcılığın aldığı "intihar" kararını bozdu ve soruşturmanın genişletilerek incelenmesini talep etti. Mahkemenin bu kararı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na da gönderildi.
    ÖLÜMLER ÜZERİNDEKİ ŞAİBE KALKMALI

    Ailenin avukatı Birgül Güven, Başbilen'in ölümü üzerinde şaibe olduğunu düşündükleri için kararın bozulmasını talep ettiklerini ifade ederek hurriyet.com.tr'ye şöyle konuştu:
    "Soruşturmanın genişletilmesinde nasıl bir yol izleneceği konusunda henüz bir fikir sahibi değiliz. Ancak taleplerimiz arasında, Başbilen'in telefon kayıtlarının geçmişe yönelik tamamen incelenmesi, bilgisayarlarının en ince ayrıntısına kadar kontrol edilmesi ve ASELSAN'da yaptığı görevlerin ayrıntılarıyla incelemeye alınması da vardı. Mühendislerin art arda intiharlarının üzerinde bir şaibe olduğunu düşündüğümüz için bu başvurumuzu yaptık. Mahkemenin izleyeceği yola göre yeniden otopsi yapılması da gündeme gelebilir. Bekleyip göreceğiz."
    OĞLUMUZUN İNTİHARINA İNANMIYORUZ
    Anne Kezban Başbilen, oğlunun intahar etmediğini düşündükleri için mahkemeye itirazda bulunduklarını hatırlatarak, "Yargı bu olayı yeniden incelemeye aldı. Kararı bizler de merakla bekliyoruz. Biz ilk gün olduğu gibi bugün de oğlumuzun intihar etmiş olduğuna inanmıyoruz" dedi.
    ADIM GİBİ EMİNİM HÜSEYİN ÖLDÜRÜLDÜ
    Başbilen'in ikiz kardeşi Hasan Başbilen İSE, kardeşinin intihar etmediğini, “öldürüldüğünü” yineledi. "Hüseyin'in ölümüyle ilgili aklımıza her şey geliyor" diyen ikiz kardeşi, kamuoyunda yapılan spekülasyonları da eleştirerek, "Bazı gazeteler, Hüseyin'in ölümünü Mossad ve CIA'ya bağladı. Biz bu kadar net ve açık konuşamıyoruz. Ama her şeyi de düşünüyoruz. Sonuçta devletin çok önemli projelerinde çalışan üst düzey bir isimdi. Onunla her zaman gurur duyacağız" dedi.
    OĞLUN ASELSAN'I ÇOK SEVİYORDU
    26 Ocak 2007 tarihinde Batıkent'te oturduğu binanın 6. katından atlayarak öldüğü belirlenen yine ASELSAN'ın başka bir mühendisi Evrim Yançeken'in (26) annesi Melek Yançeken ise oğlunun bu kurumda çok mutlu olduğunu ve çalışmak istediği tek yerin ASELSAN olduğunu söyledi. Oğlunun ölümüyle ilgili konuşmak istemediğini söyleyen anne Yançeken, "Acımız çok yeni. Ancak oğlumun hayali her zaman ASELSAN'da çalışmaktı" dedi.
    3 MÜHENDİS TE ŞİFRE ÇÖZÜCÜYDÜ
    ASELSAN mühendisleri, uçak tanıma sistemlerinin ''millileştirilmesi'' konusundaki başarısından sonra, benzer bir başarıyı ABD güdümlü elektronik sistemlerinin kontrol dışı bırakılması, uydu müdahalesini bertaraf edecek yeni elektronik sistemlerin geliştirilerek silahlı gücümüzün millileştirilmesi için çalışıyorlardı. Böylece ABD'nin havadaki tahtı sallantıya girmişti. Her üçü de ODTÜ mezunu olan Hüseyin Başbilen, Halim Ünsem Ünal ve Evrim Yançeken, özellikle şifre çözme konusunda oldukça uzman mühendislerdi.

  8. #18
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Türkiye-ABD savaşı an meselesi mi?

    Türkiye-ABD savaşı an meselesi mi?Amerika ve Türkiye, Irak'ta çatışmaya girecek mi? Her şeyden önce, Metal Fırtına bir ABD-Türk savaşının tarihi olarak 2007'de öngörülmüştü. Metal Fırtına kurgusu sağ olsun, ancak kitabın hikayesi ABD Savunma Bakanı Robert Gates'in Türkiye'yi, Irak sınırına geçerek tek taraflı bir askerî operasyon yapmaması konusunda uyardığında zihnimde çaktı.
    Türkiye'nin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, "Irak'ta saklanan ve saldırılar gerçekleştiren PKK gerillalarını ezmek için Kuzey Irak'a girmeye hazırız." dedi ve Başbakan Erdoğan bu açıklamaya destek verdi. Metal Fırtına kitabında da, Türkiye'nin Amerika ile bir savaşın, PKK'nın Türkiye'de saldırılar düzenlemesini müteakiben Türk ordusunun Kuzey Irak'a girmesi nedeniyle vuku bulacağı belirtiliyordu. Ben, Türkiye ve Birleşik Devletler arasında bir savaş olacağını ummuyorum; ancak Amerika'nın Kürt meselesine dahil olması iki ülke arasında zaten sorunlu olan ilişkileri daha da kötüleştirebilir. Amerikan dış politika planlayıcıları, Ortadoğu'yu Iraklı Kürt liderlerin tarihî yakın bağları bulunduğu İsrail'in gözlerinden görüyor. Kürdistan Demokratik Partisi lideri Mesud Barzani'nin babası son Molla Mustafa Barzani, peşmerge gerillalarını İran silahlarını İsrail'e taşıması için kullanırdı. O dönem, İran Muhammed Rıza Pehlevi tarafından yönetiliyordu, yani Amerika'nın Ortadoğu'daki en büyük polisi.
    Türk-ABD ilişkilerinde en sorunlu dönem
    1991 yılındaki Körfez Savaşı'nın sonlarına doğru, neo-muhafazakar stratejist, dönemin Savunma Bakanı Dick Cheney'nin yardımcısı Paul Wolfowitz, Irak'ın Kürt bölgelerinde dizginleri ele alması için patronunu ikna etti (güney Irak topraklarıyla birlikte) ve Irak güçleri için bu bölgeleri 'uçuşa kapalı bölge' ilan ettiriverdi. 12 yıl boyunca, Amerikan gazeteci Seymour Hersh ve diğerlerinin de işaret ettiği gibi, İsrail peşmergeleri eğitirken Amerikan ve İngiliz savaş uçakları da Kürt bölgesini Irak ordusu ve hükümetinin ulaşım kordonu dışında tuttu. Ortadoğu için uygulanan neo-muhafazakar strateji, Kuzey Irak'ta Amerika ve İsrail ile müttefik otonom bir 'Kürdistan'ı planlıyordu.
    Türkiye'nin Kuzey Irak'ta otonom ya da bağımsız bir Kürdistan'ın kendi ülkesinde Kürt ayrılıkçılığını kızıştırabileceği kaygıları konusunda hassas olan Amerikalılar, Iraklı Kürt liderliğin bağımsızlık taleplerine karşı baskı oluşturuyor. Ancak, Türkiye'deki İslamcı politik güçlerin nüfuzu ve üstünlüğü, ABD dış politikası ve entelektüelleri arasında bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Bir grup -Wolfowitz, Richard Perle ve Douglas Feith, Iraklı Kürtlerin Türkiye, Amerika karşıtı devletler ve Ortadoğu'daki gruplar üzerinde yular olarak kullanılmasına 'büyük sadakatle' destek veriyor. Bu güçlü politik kodamanlar, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Türkiye'de iktidara gelmesi ile alarm durumuna geçtiler. 2 Aralık 2002'de AKP, Türk parlamento seçimlerini henüz kazanmışken Erdoğan, Washington'da Stratejik Araştırmalar ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi'ndeki bir resepsiyondu konuşuyordu. O dönem, ABD Savunma Bakan Yardımcısı olan Wolfowitz, Türk liderin diğer programlara katılımına eşlik etmek için en öndeki safta yerini almıştı. Onunla birlikte gelen bir adam da Wolfowitz ile benim aramda oturuyordu. Bir ara, bu adam Wolfowitz'e doğru eğildi ve kısık bir sesle, "Ona (Erdoğan'a) güveniyor musunuz?" diye sordu. Wolfowitz, "Tam olarak değil." yanıtını verdi ve adamın kulağına duyamadığım bir şeyler fısıldadı.
    Resepsiyon bitti, İstanbul belediye başkanlığı günlerinden tanıştığım Erdoğan ile kısa bir görüşmem oldu. Erdoğan'a başbakan olması durumunda hükümetinin İslamcı idealleri, ajandayı koruyup korumayacağını ve Avrupa Birliği üyeliğinin ve Birleşik Devletler ile dostluğun peşinden gidip gitmeyeceğini sordum. Bana, partisinin 'fundamentalist' olmadığını, ancak Türkiye'nin kendisine güvendiğini ve Amerika'yla ya da Avrupa ile yakın bağlar arayışına girmekten korkmayacağını söyledi. Erdoğan'ın hükümetinin İslami değerlere bağlılığı ılımlı idi ve çoğu zaman da Avrupa Birliği'ne üye olmadaki çıkar nedeniyle de askıya alınabiliyordu. Yine de, bu İslami kökler meselesi, Amerika'nın AKP'ye karşı düşmanlığının ve Kürt meselelerine sempatisinin ana kaynağı oldu. Amerika'nın artan Türk antipatisinin ve Iraklı Kürtlere desteğinin en önemli nedenlerinden biri, bu ülkenin Ortadoğu'daki askerî üsler nedeniyle yaşadığı hayal kırıklığıdır. Amerikalılar, 2003 yılındaki Irak işgali öncesinde Türk parlamentosunun ABD askerlerinin Türk topraklarını kullanmalarına izin vermemesi nedeniyle çileden çıktı. Amerikalıların Türk karşıtı hisleri geçen sene, İran'a karşı muhtemel bir bombardımanda, Ankara'nın İncirlik hava üssünü kullanıma açmamasıyla kartopuna dönüştü. Birleşik Devletler'in İncirlik'te 90 adet nükleer başlığı var ve görünen o ki bunların bir bölümünü İran'ın yeraltındaki nükleer tesislerini yok etmek için kullanmak istiyor.
    Türk yetkilileri, ordusu ve sivilleri kendi topraklarından iyi bir komşusunun gökyüzünde mantar bulutlarının dolaşması düşüncesi karşısında dehşete kapıldı. Bu durum, İncirlik'in ABD için kullanışlılık oranını azalttı. Kendi davalarını yürütmede İncirlik'i bir fiyasko olarak gören ve Kuzey Irak'ı ABD askerî üslerine uygun yer seçen neo-muhafazakarlar bu bölgeyi ön plana çıkarıyor. Ek olarak, El Kaide ve Irak'ın Sünni Arapları ve Mehdi Ordusu militanları Amerika'nın Kuzey Irak'ta çıkarlarını biledi. 2002 yılında, 11 Eylül saldırıları karşısında hâlâ yalpalayan Bush yönetimi, Suudi monarşisinin Amerika'nın askerî güçlerini Suudi topraklarından çekmesi ricası ile eşekten düşmüşe döndü. Suudiler, ülkelerindeki Amerikan karşıtlığının 11 Eylül'den sonra arttığını ve Sultan kentindeki Amerikan üslerinin bunu daha da körüklediğini söyledi. Bununla birlikte, daha önce yaptığım ziyarette çok sayıda Suudi vatandaşının 1991 yılındaki yerleşmesinden sonra Amerikan askerlerine öfkeli olduğunu gördüm. Çoğu, Usame bin Ladin'in 2001'deki saldırıları ABD'yi 'Muhammed'in topraklarından' çıkarmak için düzenlediğini düşünüyordu. 2003 Nisan'ında Amerikalılar Sultan kentindeki üslerini terk ettiğinde, El Kaide'nin Suudi destekçileri bu olayı 'Usame'nin zaferi' olarak kutladı. Söz konusu tavır, neo-muhafazakarları çileden çıkardı ve Irak'ı ABD askerleri ve üsleri için en uygun yer yapma planlarını güçlendirdi. Fakat, bu umut da Sünni Arap ve Mehdi Ordusu gerillalarının Amerikan askerlerini Irak'tan çıkarmaya yemin etmeleri ve sokakları ele geçirmesiyle buhar oldu. Amerikalılar şimdi, Irak'ta memnuniyetle karşılanabilecekleri tek yerin Kürt kentleri olduğu düşüncesine tümüyle ikna olmuş durumda.
    Metal Fırtına gerçeğe mi dönüşüyor?
    Mesele, Amerika'nın Kürt liderliğine dışarıdan topraklarına yönelik herhangi bir saldırı karşısında kendilerini korumaya yardım etme sözü verip vermediğidir. 25 Ekim'de Celal Talabani'nin Washington Post'a verdiği demeç bu yönde bir bilgiyi doğruluyor. PUK lideri ve Irak hükümeti Cumhurbaşkanı Talabani şöyle diyordu: "Uzun bir süre Amerikan güçlerine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum, hatta iki askerî üs dış müdahalelere karşı bizi koruyacak." Türkiye, Kuzey Irak'a müdahale etme gibi bir niyet taşıyamaz. Çünkü, önemli ticaret ve güvenlik bağları olan Amerika'yı öfkelendirme riskini çok iyi biliyor. İkincisi, komşu bir ülkeye karşı bir saldırganlık Türkiye'nin zaten sıkıntılı olan Avrupa Birliği üyeliğini de sıkıntıya sokacaktır. Dahası, askerî bir saldırı Türkiye'deki Kürt ayrılıkçılığı da çözmeyecektir. Yine de, Türkiye ve Amerika, tuttukları yolu değiştirmedikçe, iki ülkenin yanlış bir karşı karşıya gelme ihtimali mevcut. Amerikalılar, askerî üsler konusundaki hayal kırıklığının kendisini Kürt önceliklerine hapis ettiğinin farkına varabilecek mi acaba? Kuzey Irak'taki otonom Kürt bölgesinin lideri Barzani, kendilerine desteği garantiye almış görünüyor. Irak'ta biraz vakit geçirmiş olan herkes, benim gibi, Irak Kürtlerinin kendilerine ait bir yurt niyetinin peşinden gittiğini bilir. Onlar, böylesi bir yurt yaratma niyetleri içinde PKK'yı desteklemeyi sürdürebilirler. PKK, Türkiye'nin güneydoğusunda kurulacak kendi bağımsız Kürdistanlarının sonuç olarak Kürt bölgeleriyle bütünleşebileceğini söylüyor. Muhtemelen PKK, Türk hedeflere saldırılarını sürdürecek ve Türk ordusu Kuzey Irak'ta onların peşlerine düşmenin zorunlu olduğu hissine kapılacak. Bunun karşılığında, ABD'de de kendisini Türkiye'ye saldırmaya zorunlu hissedecek mi? Bu durumda, Metal Fırtına'nın bir bölümünün sahneye konduğunu görebiliriz. Bu pek muhtemel olmayan senaryoda, Amerikalılar muhtemelen İngilizlerin 1915'teki Gelibolu'da aldığı dersi alacaktır.
    Metal Fırtına'yı yazan Orkun Uçar ve Burak Turna ile, Washington'da bir Türk nükleer patlamasının Amerika'nın Türkiye müdahalesini durduracağı konusunda aynı fikirde değilim. Aksine, bu Amerika'nın Türkiye üzerinde nükleer silah kullanması için bir bahane oluşturacaktır ve ülkeyi daha da zor bir duruma düşürecektir. Bunun yerine, Türkiye'nin güçlü konvansiyonel ordu güçleri Amerika'nın bir müdahalesi için caydırıcı olacaktır. Vietnam ve Irak bize bir ders verdiyse, bu Amerika'nın konvansiyonel silahlı güçlerinin umutsuz bir biçimde yabancı savaşlarda başarısız olduğudur. Ayrıca, bir NATO müttefikinin diğerine nükleer silah atacağını sanmıyorum. Hem Amerikan hem de Türk savaş planlayıcıları bunu biliyor; işte bu nedenle Amerika ve Türkiye'nin birbirine saldırma ihtimali pek yok. Hem Amerika hem de Türkiye, ilişkilerinin ikincil meseleler yüzünden koparılamayacak kadar önemli olduğunu biliyor. Türkiye, AB'nin baskısı altında Ankara bürokratlarının zoraki uygulamaları yerine Kürtlerine destek olmak, kendi kültürlerini geliştirmeleri için güçlü bir programı uygulamaya koymalı. İkincisi, Kürt gençlerinin eğitim, iş ve benzeri imkanlar bulabilmesi için ülkenin güneyine devasa yatırımlar yapılmalı. Türkiye'deki Kürt ayrılıkçılığını ortadan kaldırmanın en iyi yolu Kürtlerin Kürt olarak kalmasını ve Türk vatandaşı olmaktan gurur duymasını sağlamaktır.
    (*) Bu yazıyı Zaman için kaleme alan Sayın Malik, Washington merkezli gazeteci ve yazar, Pakistan başbakanının ve Cumhurbaşkanı Nurul Amin'in konuşmalarını hazırladı.
    MUSTAFA MALİK (*)12 Haziran 2007, Salı

  9. #19
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Bir Doların Sırrı

    Bir Doların Sırrı




    Bir Doların Sırrı Ne?
    Bir dolarlık ABD banknotlarının üzerinde, bazı ilginç işaretler yer alır. Doların bir yüzünün iki tarafında iki ayrı daire, dairelerin içinde de iki ayrı şekil vardır. Şeklin birisi, bir pençesinde oklar, diğer pençesinde zeytin dalı tutan bir kartaldır. Kartalın tepesinde yıldızlar bulunur. Diğer dairenin içinde ise tepe kısmı, içine bir göz oturtulmuş olan bir üçgenle tamamlanan bir piramit yer alır.
    Kimileri bunları doların üstüne konmuş rastgele şekiller olarak algılayabilir. Oysa bu işaretler, dolara has şekiller değildir. Bu işaretler, "Amerika Birleşik Devletleri'nin Büyük Mührü"dür, ABD'nin resmi sembolüdür. İki daire, mührün iki yüzünü oluşturur. Mührün üzerinde böylesine ayrıntılı bir şekilde durmamızın nedeni, mührün bazı önemli mesajlar içermesidir. ABD'nin "dünyanın ilk masonik ve de Kabalist cumhuriyeti" olduğunu gördük. Bu iki özellik, ABD'nin Büyük Mührü'ne de yansıtılmıştır.
    Az önce Amerika'nın kurucularının mason ve Gül-Haç bağlantılarıyla ilgili olarak kitabından alıntılar yaptığımız Amerikalı tarihçi Robert Hieroni- mus, ABD'nin Büyük Mührü konusundaki sayılı uzmanlardan biridir. Konu hakkında "Amerikan Büyük Mührü'nün arka yüzünün tarihsel bir analizi ve Hümanist psikoloji ile ilişkisi" başlıklı bir doktora tezi veren Hieronimus, mühür hakkındaki bazı önemli bilgileri America's Secret Destiny adlı kitabında da aktarır. Mührün öyküsü şöyledir:
    4 Temmuz 1776'da Kongre, Benjamin Franklin, Thomas Jefferson ve John Adams'dan oluşan bir komiteye Amerikan mührünü dizayn etme görevini verdi. Pierre Eugene Du Simitiere adlı bir portre ressamı komiteye alındı. Böylece, büyük ölçüde Franklin'in tasarısına dayalı olarak ilk mühür oluşturuldu: Bir yüzde Musa ve onunla birlikte denizden kurtularak güvenli bir toprağa ayak basan İsrailloğulları yer alıyordu. Musa eliyle denize işaret ediyor, denizde ise Firavun'un askerleri boğulurken görülüyordu. Bulutlardan çıkan bir ateşin ışıkları Musa'ya ulaşıyordu. Bunun yanında Jefferson da bir öneri getirmişti: Mührün ön tarafına, çölde gündüzleri bir bulut, geceleri de ateşten bir sütunla kendilerine yol gösterilen İsrailoğulları'nın konulmasını teklif ediyordu.

    Birinci komiteden Benjamin Franklin'in mühür için getirdiği teklif: Bir yüzde Hz. Musa'nın önderliğinde güvenli topraklara ulaşan İsrailoğulları, diğer yüzde Kabala sembolü "üçgen içinde göz".
    ABD'nin mason kurucularının getirdikleri her iki teklifin de "İsrailoğulları" ile ilgili olması bir rastlantı değildi sanırız. "İsrailoğulları'nın ayak bastığı güvenli toprak"ın Amerika olduğu mesajı veriliyordu. Mühür için ortaya atılan bu teklif, Püritenlerin Amerika'ya yüklediği misyonun, masonlar tarafından devam ettirildiğini de belgeliyordu. Mührün diğer yüzüne yerleştirilen ünlü Kabalistik "üçgen içindeki göz" sembolü de aynı gerçeğin bir işaretiydi.
    Fakat Kongre fazla açık ve cüretkar bulduğundan olacak Ocak 1777'de bu birinci komitenin teklifini kabul etmedi. Ve üç yıl sonra yeni bir komite oluşturuldu. Bu komitenin teklifi de kabul edilmeyince, mührü belirleme işi 4 Mayıs 1782'de toplanan üçüncü komiteye kaldı. Bu komite, bugünkü mührü oluşturdu. "İsrailoğulları"nın izi, ilk komitenin mühründeki kadar belirgin olmasa da, bu mühürde de yer alıyordu. Ön yüzde, kartalın başının hemen üstünde, beş köşeli yıldızlardan oluşan altı köşeli bir siyon yıldızı bulunuyordu. Arka yüzde ise Yahudi-masonik sembol "üçgen içinde göz" yerini koruyordu. ABD mühründeki masonik-Kabalistik etki, daha sonra da çeşitli uzmanlar tarafından dile getirildi:

    1934 yılında eski başkan yardımcısı Henry A. Wallace, başkana, mührün her iki yüzünün de demir paralar üzerine basılmasını içeren bir öneri götürdü... Başkan Roosevelt bunu kabul etti ve o tarihten sonra mühür ABD paralarının üstünde görülmeye başlandı... Wallace'ın mühür ile yakından ilgilenmesinin ardında esoterik konularla yakından ilgilenmesi yatıyordu. Bir teori, Wallace'ın ilgisinin Kabalistik amaçlara dayandığını öne sürer... İşin bir başka ilginç yanı hem Wallace'ın hem de Başkan Roosevelt'in mason olmasıdır.
    Profesör Norton, mührün arka yüzünün 'çok açık bir masonik amblem' olduğunu söyler. Bu görüş Paul Foster Case gibi çeşitli akademisyenler tarafından da desteklenmektedir.
    Esoterik geleneğe bağlı yazarların çoğu da mührün özellikle arka yüzünün, masonluk, Gül-Haç ve İllüminati gibi örgütlerden kaynaklandığını bildirmiştir. Bu geleneğin ünlü isimlerinden Wyckoff, şöyle der: 'Bizim mührümüz masonluğun bir yansımasıdır, masonluğun ve okültizmin'.
    Hieronimus'un bildirdiğine göre, "üçgen içinde göz" sembolünün altında yer alan piramit de gerçekte masonik bir semboldür. Mühürde yer alan piramit, ünlü Büyük Giza Piramidi'dir. İlginç olan ise Giza Piramidi ile Kabala arasında ilişki olmasıdır:
    Oxfordlu bir matematikçi ve astronom olan John Greaves, Büyük Piramid hakkında yaptığı araştırmalarla tanınıyor. 1683'te piramidin matematiksel özelliklerini inceliyor. Greaves'in araştırması, aynı zamanda piramidin Kabalistik yorumlarının da temelini oluşturuyor. Diğer bir deyişle ABD mührünün arka yüzündeki piramidin kökenleri Kabalistik etkiler taşıyor. Greaves'e göre ise, büyük piramidin kendisi Kabala'yla ilintilidir.
    Piramidin başka ilginç yorumları da vardır. Bazı Gül-Haç ve mason ekolleri, Büyük Piramit'in ritlerdeki dereceleri temsil ettiğine inanırlar.
    Amerikan mühründeki bir başka ilginç şifre, her iki yüzde de yer alan Latince ifadelerdir. Ön yüzde kartalın ağzına yerleştirilmiş olan E Pluribus Unum (Birçokların arasında bir tane) ifadesi Eski Ahit'in Yahudilere verdiği "seçilmiş halk" payesini hatırlatır. Hieronimus, bu ifadenin de Eski Ahit'le paralel olduğunu vurguluyor. Arka yüzde, üçgen içindeki gözün üstünde ve altında yer alan ifadeler ise daha da ilginçtir: Annuit Coeptis ve Novus Ordo Seclorum... Yani "Başlanmışın Tamamlanması" ve "Yüzyılın Yeni Düzeni"... Eğer "Seclorum" kelimesinin ilk anlamı olan "yüzyıl"ı değil de, ikinci anlamı olan "seküler" (din dışı) karşılığını alırsak, ABD mühründeki ifade çok daha ilginç bir hale gelir: "Başlanmışın Tamamlanması... Yeni Seküler Düzen"...

    Evet, Yeni Seküler Düzen, çok önceleri başlamış uzun bir mücadelenin tamamlanması ile kurulmuştu. Yahudi önde gelenleri ve masonlar arasındaki İttifak, bu mücadeleden galip çıktığını ABD Mührü yoluyla örtülü bir biçimde duyuruyordu. Ancak bu mücadele henüz yalnızca Yeni Dünya'da kesin olarak kazanılmıştı. Mücadelenin asıl alanı olan Avrupa'da ise çatışma hala sürüyordu. ABD'nin kurulmasından kısa bir süre sonra gelen Fransız Devrimi, İtti fak'a Avrupa'da da büyük bir zafer kazandırdı. Ancak yine de henüz herşey bitmemiş, "Yeni Seküler Düzen" tam anlamıyla tamamlanmamıştı. Bu nedenle İttifak'ın Avrupa'daki savaşı, daha uzun sürdü.

  10. #20
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Yeryuzunun En Buyuk Suc Orgutu: Cia

    YERYüZüNüN EN BÜYÜK SUÇ ÖRGÜTÜ: CIA
    1947'de kurulan CIA, sadece Amerikan Baskanina karsi sorumludur.Bu konumu CIA'ya 'baska gorevler ve fonksiyonlar' ustlenmesine izin vermektedir.

    Yapilan tahminlere gore CIA, kuruldugu gunden bugune kadar 100 000 'e yakin cok ciddi suc islemistir.Faaliyetlerini finanse etmek icin ise Amerika'ya ithal edilen cok buyuk olcudeki eroin ve kokain ticareti de dahil cesitli silah ve uyusturucu kacakciligina bulasmistir.

    CIA'nin ilk operasyonlarindan birisi Italya'da iktidara gelmesi cok buyuk bir ihtimal olan Komunist Partisi'ne karsi yapilmistir.Komunistler'in iktidarini engellemek icin CIA oylari satin almis,kara propagandaya dayali yayinlar yapmis,muhalif liderleri tehdit ederek dovmus ve komunist organizasyonlara sizarak bu organizasyonlari yonlendirmeye calismistir.

    CIA'nin Amerikan haber organizasyonlarina sizdigi ve bazi "gazetecileri" propaganda amacli ajanlar olarak kullandigi artik cok iyi belgelenmis bir gercektir.Bu tip faailyetler 1949' yilinda basini Frank Wisner'in,Allan Dules,Richard Helms ve Philip Graham'in cektigi bir grupla " The Washington Post" gazetesinde baslamistir.CIA'ya bagli yonetim kurullariyla en az 25 basin organizasyonunun ve 400 gazetecinin CIA'yla baglantilari ortaya serilmistir.

    Sikca ortaya atilan bir buyuk yalan ise Amerika'nin OrtaDogu'da ve oteki ulkelerde demokrasiye katkida bulunmak icin caba sarfettigidir.CIA'nin tarihi buna zit yuzlerce ornekle doludur.Iste bu orneklerden bazilari:

    1953'de demokratik yolardan secimle iktidara gelen Iran basbakani Muhammed Musaddik Ingiliz tekellerinin elinde bulunan petrol rezervlerini ulusallastiracagini aciklamasindan sonra CIA tarafindan duzenlenen bir darbeyle devrildi ve yerine Amerikan kuklasi Sah getirildi.Sah goreve gelir gelmez SAVAK adinda cok acimasiz bir istihbarat orgutu kurdu.

    1953'den beri CIA'nin "beyin kontrolu" uzerine illegal bir takim deneyler yaptigi soylenmektedir.Bu deneyler arasinda Amerikan karsitlarina LSD ve oteki uyusturucular verildigi ve bu uyusturucularin intiharlara yol actigi iddia edilmektedir

    1954 yilinda,CIA demokratik secimle isbasina gelen Guatemala baskani Jacob Arbenz'i bir darbeyle devirmistir.Arbenz, Rockefeller'in sahip oldugu United Fruit Company'i ulusallastirmaya calismaktaydi.Daha sonraki 40 yillik surede CIA tarafindan iktidara getirilen diktatorler toplam
    100,000 den fazla kisiyi katletmislerdir.

    1954-1958 yillari arasinda CIA gorevlisi Edward Landsdale 4 yilini Kuzey Vietnam'daki komunist hukumeti ortadan kaldirmak icin bir dizi kirli operasyonlar duzenleyerek gecirdi.

    1956 yilinda CIA,"Ozgur Avrupa Radyosu" adinda bir radyo istasyonu kurarak Macaristan halkini Sovyetler'e karsi kiskirtmaya calisti.Bu yayinlarda CIA cikartilacak isyanin ABD tarafindan desteklenecegini ima ediyordu.Bu yayinlara kanan bazi isyancilar Sovyet ordusunun Macaristan'in isgal etmesine zemin yarattilar ve catismalarda 7000 Sovyet askeri ile 30 000 Macar hayatini kaybetti.

    1957-1973 yillari arasinda,Laos'da yapilacak secimleri ertelemek icin CIA neredeyse heryil bir darbe duzenledi.Bu darbelerin amaci iktidara ortak olabilecek yeterli populariteyi yakalamis olan Pathet Lao adli solcu grubun onunu kesmekti.1950ler'in sonunda Pathet Lao'yu ortadan kaldirmak icin CIA, parali askerlerden olusan bir gizli ordu kurdu.CIA'nin ordusunun Pathet Lao'ya yenilmesinden sonra Amerika bu kucuk ulkeyi bomba yagmuruna tuttu.Bu kucuk ulkeye Amerika tarafindan atilan bombalar, ABD'nin 2.Dunya Savasinda kullandigi bombalardan daha fazlaydi!

    1959 yilinda Haiti'de " Papa Doc" olarak bilinen Duvalier'in diktasina Amerikan ordusu cok buyuk yardimlarda bulundu.Duvalier ise bu yardimlarla halk uzerinde buyuk bir baski agi kuran kendine bagli bir polis teskilati yaratti.

    1961 yilinda CIA 1500 kisiden olusan Kuba surgunlerini Castro'nun Kubas'ini isgal etmek icin adaya yolladi sonuc fiyasko oldu.

    1961 yilinda Dominik Cumhuriyeti'nde, CIA anti-komunist ve ABD'nin dostu olan Rafael Trujillo'ya suikast duzenledi.Ekvator'da CIA destekli ordu,secilmis baskani istifaya zorladi.Kongo'da CIA demokratik yollardan iktidara gelen baskan Patrice Lumumba'ya suikast duzenledi.

    1963'te CIA, Dominik Cumhuriyeti'nde bir askeri darbe duzenleyerek secimle isbasina gelmis Juan Bosh'u devirerek yerine kukla bir cunta getirdi.Bu donemde Ekvator'da CIA destekli ordu baskan Carlos Julio Arosemana'yi devirdi.Isin ilginc tarafi CIA tarafindan ikitdara getirilen Arosemana(daha once basbakan yardimcisiydi) Amerikan politikalarina yeteri kadar hizmet etmedigi gerekcesiyle yine ABD tarafindan devrildi.

    1964'te Brezilya'da CIA destekli bir grup secimle isbasina gelmis iktidari devirdi.Iktidara gelen cunta 20 yillik surede cok kanli politikalar uyguladi.

    1965'te Endonezya'da demokratik yollardan iktidara gelmis Sukarno devrilerek yerine General Suharto getirildi.Suharto komunist olduklari gerekcesiyle sayisi 500,000 ile1,000,000 arasinda degisen sivil insanlari katletti.Zaire 'de ( Kongo) CIA destekli bir darbeyle Mobutu Sese Seko diktatorlugunu kurdu.

    Yunanistan'da CIA'nin destegiyle kral,basbakan George Papandreu'yu gorevden aldi.1967 yilinda CIA destekli bir darbeyle secimlere iki gun kala hukumet devrildi ve secimlerin en favori adayi Goerge Papandreu 'nun onu kesildi.Tarihe " Albaylar Cuntasi " olarak gecen yedi yillik bir surec basladi ve bu surecte CIA'nin yonlendirmesiyle komunistlere karsi suikastler ve iskenceler yapildi.

    ' Phoneix Operasyonu' adi altinda CIA, Guney Vietnam'li ajanlara yardim ederek "Viet Kong liderleri"olduklari iddia edilen kisilerin Guney Vietnam koylerinde oldurulmelerine yardim etti.1971 yili Kongre raporlarina gore bu operasyonda 20,000 kisi hayatini katledildi.

    1980'de,El Salvador'da,San Slavador'un baspsikoposu olan Oscar Romero,Baskan Jimmy Carter'a kendi halkini katleden askeri hukumete ABD tarafindan yapilan yardimlari kesmesi icin ricada bulundu.Carter bu istegi reddetti.Kisa bir sure sonra sagci lider Roberto D'aubuisson baspiskopos Romero'yu halka yaptigi bir konusma esnasinda kalbinden vurdurttu.Ulkede ic savas basladi.Daglik bolgelerdeki koyluler askeri hukumete karsi ayaklandilar.Amerikan askeri gucleri ve CIA , askeri hukumeti bu ayaklanmayi bastirmasi icin agir silahlarla ve istihbarat bilgileriyle besledi.Bu catismalarda 63,000 kisi hayatini kaybetti.

    1981'de CIA cok yuksek fiyatlarla Iran'a silah satarak bu silah satisindan elde ettigi gelirle Nikaragua'da Sandinistalar'a karsi savasan Kontralar'i besledi.Baskan Reagan Sandinistalar'in Amerika'ya " uncle" (amca) diyene kadar baski altinda tutulacagina yemin ettti.CIA, Kontralar'a
    "The Freedom Fighter's Manual " ( Ozgurluk Savascilarinin Klavuzu" adli bir kitabcik dagitti.Sandinistalar'a karsi yapilacak sabotaja,propagandaya,haraca,rusvete,santaja,isken ceye ve politik suikastlere dair ise yarar bir takim bilgiler bu kitapcikta ogretiliyordu.

    1983'te Honduras'ta,CIA bu klavuzun bir benzerini Honduras ordusu gorevlilerine verdi.Bu kitapta cesitli iskence tiplerine dair metodlar ogretiliyordu.Honduras'sin meshur taburu "Tabur 316" bu teknikleri binlerce kisinin uzerinde uyguladi ve en az 184 kisi bu iskencelerde can verdi.

    1984'te cikartilan " Bolend amendments" adli yasa Kontralar'a yapilan legal Amerikan yardimlarini azaltti.Daha sonra cikartilan bir baska yasa ile bu yardimlar tamamen ortadan kaldirildi.Direktor William Casey yardim organizasyonunu illegal yollarla Albay Oliver North'a devretti.Iran'la yapilan silah ticaretinden elde edilen gelirler,"insani yardim" adi altinda toplanan paralar ve istihbarat bilgileri Oliver North eliyle Kontralar'a aktarildi.

    Nikaragua devleti Kontralar'a askeri malzeme tasiyan bir C-123 ucagini vurdu.Olen iki pilottan birisi CIA ajani Eugene Hasenfus'a, dusurulen ucakta CIA ile ilintili "Southern Air Transport"ta aitti.Bu olay CIA'nin illegal yollardan Kontralar'a yardim edilmedeigini iddia eden R.Reagan'i yalanlayan bir ornek olarak tarihe gecti.Uzun zamandir bilinmesine ragmen Iran/Kontra skandali ancak 1986 yilinda medyanin gundemine geldi.

    ABD,Panama'yi isgal ederek daha once kendisinin iktidara getirdigi ve 1966'dan beri CIA adina calisan General Manuel Noriea'yi devirdi.Noriega, 1972 yilindan beri CIA'nin bilgisi dahilinde uyusturucu ticareti yapiyordu.

    CIA, yaptigi illegal faaliyetleri finanse edebilmek amaciyla Mossad'la birlikte cok buyuk olcekli uyusturucu kacakciligi yapti.

    CIA, " altin ucgen" olarak bilinen ve uyusturucu kacakciliginin onemli ayaklarindan birisi olan Burma'da askeri diktatorlugu destekledi.Burma diktatorlugu " State Law and Order Resrotation Council (SLORC) "adinda bir organizasyon kurdu,Bu organizasyon 8 Agustos 1988'de yapilan bir protestoda en az 6,000 kisiyi katletti.SLORC'un en yakin isbirlikcileri ise Halliburton,Texaco ve Unocal gibi tekeller oldu.Bu tekeller Bush yonetimi altinda Afganistan'da ve Irakta da faaliyetler baslattilar.

    Butun bu ornekler CIAnin rol oynadigi kirli oyunlari gozler onune sermektedir.Burada sorulmasi gereken en onemli soru sudur.Aranizda gercekten ABD'nin OrtaDogu'da demokrasiyi insa edecegine inananiniz var mi?

    Kaynak : John Tiffany
    americanfreepress.net

Sayfa 2 Toplam 2 Sayfadan BirinciBirinci 12

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Benzer Konular

  1. Gelişmeler - Akıl Oyunları - Strateji - Komplo Teorileri
    Konu Sahibi KUTERO Forum Türkiye Gündemi
    Cevap: 486
    Son Mesaj : 27.Mayıs.2011, 17:11
  2. gündem2009+simurg+
    Konu Sahibi simurg Forum Türkiye Gündemi
    Cevap: 15
    Son Mesaj : 20.Ekim.2009, 19:19
  3. komplo teorileri 2009+Mitli+
    Konu Sahibi mitli Forum Komplo Teorileri
    Cevap: 1
    Son Mesaj : 09.Temmuz.2009, 11:03

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
YASAL UYARI
Ekonomi, Borsa ve Para piyasaları" bölümünde yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yayımlanan Seri:V, No:52 Sayılı "Yatırım Danışmanlığı Faaliyetine ve Bu Faaliyette Bulunacak Kurumlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ" çerçevesinde aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çevresinde sunulmaktadır. Burada ulaşılan sonuçlar tercih edilen hesaplama yöntemi ve/veya yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmakta olup, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabileceğinden sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir.Yatırımcıların verecekleri yatırım kararları ile bu sitede bulunan veriler, görüş ve bilgi arasında bir bağlantı kurulamayacağı gibi, söz konusu yorum/görüş/bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan www.keyborsa.com web sitesi ve/veya yöneticileri sorumlu tutulmaz.
Google Privacy Policy
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193