Genelkurmay Açıklamasındaki En Büyük Hata
Prof. Dr. Osman Özsoy
Ben ara ara Genelkurmay'ın
www.tsk.mil.tr adresini ziyaret ediyorum. Sizlere de tavsiye ederim. Gazetelerde her zaman göremeyeceğiniz ilginç bilgiler var. Mesela yasadışı sınır geçişleriyle ilgili günlük istatistikleri, uluslar arası alanda son günlerde yaşanan gelişmeleri, teröristlerle yaşanan çatışmalara ilişkin günlük bilgileri saat saat görebilirsiniz. Hatta hangi maksatla konulduysa, içeriği oldukça güzel olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 43. Münih Güvenlik Konferansında yaptığı konuşmanın tam metni bile sitede yer alıyor. Neyse biz gelelim konumuza…
Genelkurmay'ın 27 Nisan tarihli bildirisi internete düştüğü dakikalarda ilk tıklayanlardan biriydim.
Bildiriyi olurken aklıma ilk gelen ne oldu biliyor musunuz?
Herhalde dedim, işi gücü muziplik olan birkaç hacker bir araya geldiler, zaten hassas olan ülke gündemini daha da karıştırmak ve olan biteni tiye almak için
alelacele bir metin yazarak Genelkurmay'ın sayfasına attılar. Genelkurmay'da bu oldu bitti karşısında geri adım atamadı ve bu metni sahiplenmek zorunda kaldı.
Çünkü Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt medeni ilişkileri güçlü, cesur bir insan. Eğer bildiride yer alan konular üzerinde konuşmak isteseydi, 12 Nisan'da yaptığı sürpriz basın toplantısında lafı eğip bükmeden doğrudan söylerdi.
Hatta şu da geldi aklıma.
Hackerler biraz anti sosyal kişilikler olduğu için, sosyal olayları analiz gibi bir dertleri ve kaygıları olmadığından, herhalde dedim bu konuda Cumhuriyet gazetesinde yeni işe başlamış stajyer bir gazeteciden de yardım istemiş olmalılar.
Çünkü metinde yer alan benzer haberlerin tıpa tıp aynılarını her gün Cumhuriyet'ten zaten okuyorum ben.
Aradaki tek fark, bildirinin Cumhuriyet'te yer alan haberlere göre kendi içinde daha çok tutarsızlık barındırması ve çok şeye temas edelim derken tam olarak neyi ifade etmek istediğini net olarak ortaya koyamamış olması.
Mesleğim gereği 20 yıldır sınav kâğıdı okuyorum…
Metnin kendi içindeki tutarlılık, örneklendirme, sebep sonuç ilişkileri gibi tüm unsurlar birlikte değerlendirildiğinde bu metne 100 yüz üzerinden vereceğim not kesinlikle 20 puanı geçmezdi. Onu da, zahmet edip o kadar şeyi üşenmeden yazmışlar diye emeklerine sayardım.
Bu sene Kutlu Doğum Haftası neye denk geldi?
Meslekte büyüklerimiz anlatıyorlar, ben denk gelmedim. Hani her fırsatta dine ve dindara saldırmayı adet haline getirmiş gazetelerden biri bir zamanlar,
“Hac, bu sene de Kurban Bayramı'na denk geldi”
diye yazmış ya…
Genelkurmay'ın bildirisindeki bir ifade onu çağrıştırdı bana. Dilerim böyle bir şey değildir diye düşündüm.
Bildiride, Kutlu Doğum Haftası vesilesiyle yapılan etkinlikler sıralanırken,
“Bu bağlamda; Ankara'da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile aynı günde kuran okuma yarışması tertiplenmesi… 22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa'da yapılan bir etkinlik örnekler olarak sıralanmış ve metnin hemen başında şu tespitte bulunulmuş: “Bu faaliyetler; milli bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.”
Dilerim bu metni hazırlayanlar, Kutlu Doğum etkinliklerinin neden nisan ayı içinde yoğunluk kazandığını biliyorlardır. Malum, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (sav) doğum tarihi miladi olarak 20 Nisan'a denk geliyor. Eleştiriye konu olan Kutlu Doğum etkinliklerinin bu tarihlerde yoğunlaşması 23 Nisan'da kutladığımız Milli Bayramımıza alternatif kutlamalar üretmekten değil, her iki tarihin birbirine yakın olmasından kaynaklanmaktadır.
Ben Kutlu Doğum etkinliklerine katılan vatandaşlarımızın hiçbirinin, Kurtuluş Savaşımızı yürüten ilk Meclisimizin açılışı olan 23 Nisan tarihi ile zerrece problemi olabileceğini düşünmüyorum. Çünkü bugüne kadar böyle düşünen birine hiç denk gelmedim. Bildiride yer alan kimi ifadelerin bu etkinliklere katılan milyonlarca vatandaşımızı incitebileceği ve yanlış algılamalara neden olabileceği endişesi taşıyorum.
Herkes birbirini anlamalı…
16 Nisan'da burada yayınlanan bir yazımda Ankara Tandoğan'da yapılan ve yüz binlerin katıldığı mitingle ilgili şunları yazmıştım:
“Bu mitinge katılanları kuru kalabalıklar olarak nitelemek ve hassasiyetlerini tamamen göz ardı etmek, insan denilen varlığı yeterince ciddiye almamak olur ki, bunun sağlıklı bir yaklaşım olacağını düşünmüyorum. O kalabalıkların arasında, kendi ideolojilerinin dışında hiçbir düşünceyi biran için de olsa dinleme zahmetinde bulunmayan, öteki düşünceye karşı tamamen hazımsız ve kapalı çok sayıda marjinal insan olabileceği varsayılsa bile, geride kalan diğer yüz binlerde oluşan güvensizliğin nedenleri göz ardı edilmemelidir. Başbakan Erdoğan'dan AK Parti'nin her bir üyesine kadar herkes, bu kitlelerde böylesine güvensizlik oluşturan unsurların neler olduğunu irdelemeli ve iletişim kanallarını gözden geçirmelidir. Türkiye'de toplumsal barışı tesis için böylesine bir özeleştiri herkesin üstüne vazifedir”
demiştim.
Başbakan Erdoğan'ın bu mitinge yönelik eleştirilerini ve yaklaşım biçimini başından beri tasvip etmedim.
Eğer o kitlenin hassasiyetlerini algıladığı ve herkese eşit mesafede olduğu mesajını verseydi, pazar günü İstanbul'da yapılan mitingdeki öfke bu kadar derin olmazdı.
Hatta mitingde atılan
“Ne şeriat ne darbe”
sloganları Baykal'ı bile o kadar rahatsız etmiş ki,
“Ben askeri göreve davet etmedim”
diye bir kanala açıklama gönderme gereği duymuş. Artık gelinen noktada tüm liderler otursun hallerine kına yaksın.
Vatandaş bile onlardan daha basiretli çıktı.
Kısacası ben, Genelkurmay bildirisinde Kutlu Doğum Etkinliklerinin dolaylı yoldan da olsa eleştirilmesini toplumu yeterince algılayamama sorununa bağladığım gibi, Başbakan Erdoğan'ın bu mitinglere yaklaşımını da toplumun belli kesimlerinin hassasiyetlerini yeteri ölçüde ciddiye almadığı gibi bir izlenim edindim.
Her iki yaklaşımı da ülke açısından yararlı görmüyorum.
Görmek isteyene toplum çok güzel mesajlar veriyor…
Lütfen kulak veriniz…