Eski Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel, Zincirbozan günlerinden "tertip" arkadaşı Deniz Baykal'a çekilmemesi yolunda destek vermiş. Bu öğüdü ne derece kadar ciddiye alması gerektiği Sayın Baykal'ın bileceği iştir. Şeyhülislâm Baki Efendi buyurmuş ki,

"Batıl hemişe batılı beyhûdedir velî
Müşkil budur ki sûret-i Haktan zuhur ede"

CHP'nin aldığı neticenin başkalarınca nasıl yorumlanırsa yorumlansın, Sayın Baykal tarafından "iyidir iyidir, hatta ufak da bir artış var; daha ne olsun" şeklinde iyimserlikle karşılanacağını zaten tahmin etmiştik; sağolsun bizi yanıltmadı. Başarı veya başarısızlık, farketmez; basiretin sesi, CHP'nin şu eyyamda başsız bırakılmaması gerektiğini işaret ediyor. Bu bir zaruret halidir; hani, "en kötü karar, kararsızlıktan iyidir" gibi bir şey.

Daha şimdiden ortalığa düşüp "git artık Sayın Baykal" diye hiddetle nutuk atanlara bakınca Sayın Baykal'ın nizâm-ı âlem için ne kadar lüzumlu bir unsur olduğunu farkediyoruz. Bu cenah içinde beni en şaşırtan kişi Sayın Hikmet Çetin olmuştur. Afganistan'daki NATO temsilciliğinde tam bir devlet adamı dirâyetiyle görev yapan Hikmet Çetin'in, daha seçim sonuçları resmileşmeden hizipçi ve müzmin bir başkan adayının bürosundaki toplantıya katılarak ceketini sırtından sıyırması, bende büyük bir hayal kırıklığına sebep oldu. Doğrusunu isterseniz Hikmet Çetin, ceketini çıkarmadan önce zihnimde evirip çevirdiğim, "Sol cenahtan bir cumhurbaşkanı adayı bulmak gerekse kim olur?" sualinin muhtemel cevabına en yakın kişiydi. Şimden gerû "Hikmet Abi" o toplantıya iştirak etmesiyle üzerinde ittifak edilen emîn devlet adamı görüntüsünü bozarak en müsait zamanda CHP'ye genel başkan adayı olmaya müheyyâ kişiler rezervine katılmış bulunuyor (hatîften, "zaten orada değil miydi ki?" sesleri...)

CHP'nin iç meselesidir, bizi ilgilendirmez diye geçemeyiz. CHP, sadece CHP'den ibaret değildir; CHP, devletin siyâsete akseden gölgesidir ve onun siyasi bir parti olmaktan daha ziyade tarihî bir kurum olarak taşıdığı değeri gözetmek durumundayız. Kaldı ki henüz mahalle arasında kısa pantolonla top oynayan çocuklar bile bir süre önce "CHP'nin Baykal'sız hali"ne şahit oldu: Baykal'sız olmuyor (sözün tam burasında "Baykal'la da olmuyor" diyecektim ama, o zaman yazının ana fikri güme gideceği için minik bir manevra yapmak durumdayım; anlayışla karşılayınız!)...

CHP'yi kurtaracak yegâne program, Sayın Baykal'ın cesur bir hamle inisiyatifi göstererek partiyi adamakıllı sol, adamakıllı ABD aleyhtarı ve adamakıllı liberal bir parti hüviyetine büründürmesidir naçiz kanaatimce. Seçim sonuçlarına şöyle bir bakınca liberal fikriyatın AK Parti tarafından massedildiği, sol düşüncenin ise halk tabiriyle "perem perem" döküldüğünü müşahede etmekteyim. Sağcı politikalar CHP'ye yaramadı ve yaramıyor; çünkü millet nezdinde inandırıcı görünmüyor.

Durumu basitleştirerek izah edelim: CHP sağlam (tarihî tedâileri çok güçlü) bir gemi; dümeni, pusulası, hatta kaptanı bile var fakat rotası yok; geminin rotası yok diye kaptandan sızlanmak mânâsız bence. Dışardaki kaptan namzetleri ise gemiye yeni ve mânidar bir rota tayin edebileceklerine dair bir işaret vermediklerine göre kaptan değiştirmek mânâsız.

Diyeceksiniz ki, "şöyle esaslı bir rotası olsa, bu CHP iktidar olur mu?" Deniz Baykal'la hemfikir olduğum yegâne husus da budur işte: Pekâlâ biliyoruz ki CHP ağzıyla kuş tutsa iktidar olamaz ama CHP lâzımdır. Öyle partiler vardır ki deniz fenerleri gibi fırtınalarla boğuşan gemilere yol gösterir fakat bizzat yüzemezler; yüzmeleri de gerekmez. CHP'nin velev ki günün birinde iktidara gelmesi, gazetelerdeki köşe yazarı takımından veya devlet memuru statüsünü pek sevdikleri halde siyasete pek meraklı akademisyenlerden hükümet kurmak gibi bir şeydir (olacak iş değildir yani!).