Sayfa 3 Toplam 3 Sayfadan BirinciBirinci 123
Toplam 30 adet sonuctan sayfa basi 21 ile 30 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Kerem Alkin

  1. #21
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Krizin dibini gördük mü ki, dönüşü konuşalım

    30.05.2009 | Kerem Alkin | Yorum





    Ekonomi çevrelerinin piyasa hareketlenmesiyle ilgili belirtilere psikolojik açıdan ihtiyacı var. Ancak, makro göstergelerdeki kıpırdanmanın ‘dip nokta' olarak değerlendirilmesi erken iyimserlik olabilir.


    Ne yeni konut, ne ikinci el konut, ne tüketici güveni, ne de sanayi üretimindeki bir önceki aya göre kıpırdanma küresel krizin dip noktasının görüldüğü anlamına gelmez. Küresel krizin dip noktayı görüp görmediğinin en önemli göstergesi, işsizlik verilerinin seyri olacak. Ekonomideki toparlanmanın dünyanın her yerinde şirketler için umut verici bir kıpırdanmaya ulaşması halinde, haliyle firmalar ayakta kalabilmek ve maliyetlerini düşürmek adına, işçi çıkarımını durduracaklar. Bu sayede, işsizlik verileri sabitlenmeye başlayacak.

    Piyasanın ihtiyacı var
    İşsizlik verilerinin sabitlenmesi, birkaç ay aynı seviyede kalması, hatta kısmen azalma göstermesi, artık küresel krizde dip noktanın görüldüğü anlamına gelecektir. Bu nedenle, matematiksel olarak, çeyrek dönemlerde ekonomik büyümenin pozitife dönmesi ve sanayi üretiminin kıpırdanması umut fişeği olarak algılanmamalı. Ancak, söz konusu makro göstergelerin bir umut ışığı olarak algılanmasına para ve sermaye piyasalarının çok ihtiyacı var. Çünkü, küresel ve yerel yatırımcının, tasarruf sahibinin risk iştahının kabarması, finans kurumları açısından para kazanmaları anlamına geliyor.
    Türkiye'de, birkaç haftadır süregelen tartışma ve değerlendirmeler, küresel krizin etkilerini bertaraf etmek üzere, hükümetin maliye politikası tercihlerinin neden olacağı finansman ihtiyacına odaklanmış durumda. Hazine ekibi, son 5 yıldır bu süreci başarıyla yürütüyor ve 1987'den 2002'ye kadarki 15 yıllık dönemdeki bir çok yanlış uygulamanın neden olduğu tüm finansman yükünün bugünkü ekibin üzerine kaldığı da bir gerçek. Bu nedenle, geçmişteki hatalardan kaynaklanmış bir finansman yükünü iyileştirme mücadelesinin ortasında, ağır bir küresel kriz hiç iyi olmadı. Bu noktada, Hazine'nin yükünü daha da artırmamak adına, hükümetin doğru tercihleri ortaya koyması gerekiyor.

    Kamu otoritesi arayışta
    Ancak, benzer tartışmaların gerek ABD, gerekse de Avrupa Birliği (AB) cephesinde süregelmekte olduğunu da göz ardı etmeyelim. Saygın iktisatçıların ve piyasa uzmanlarının tümü, küresel krizin etkisini hafifletmek adına, ABD ve Avrupa'daki bankaların mali yapılarının en kısa sürede güçlendirilmesi gerektiğinde hem fikirler. Ancak, bu konuda atılması hedeflenen adımlardan birisi söz konusu ülkelerin merkez bankaları ve hazineleri tarafından yapılması gereken "toksik kağıt" temizliği ve mali destekten geçiyor.
    Ancak, küresel krizin etkilerini azaltmak adına artırılmış olan kamu harcamalarının yanı sıra, bankaların mali yapılarını düzeltmeye yönelik "toksik kağıt" alımları da bütçe açığını daha da büyütecek. Batılı ülkelerde, vergi mükellefleri görevlerini en iyi şekilde yerine getirdiğinden ve vergi tabana yayılmış olduğundan, siyasi erk, ülkelerin parlamentoları mükelleflere karşı, hesap sorabilirlik açısından, kendilerini sorumlu hissediyorlar. Bu nedenle, "toksik kağıt" operasyonları için beklenen adımlar bir türlü atılmıyor. Hatta, ABD'de operasyonun ertelendiği veya tümüyle vazgeçildiği yönündeki dedikodular da hız kazandı.

    Kendi kendine pansuman
    Batılı finans kurumlarının ayağa kaldırılmasında, mali yapılarının güçlendirilmesinde, kamu otoritesinin tereddüt içinde olmasının bir nedeni, vergi mükelleflerine karşı sorumluluk ise, bir diğer nedeni de, küresel piyasalarda gözlenen hareketlenmenin bir imkan oluşturup oluşturmayacağı arayışı. Yani, küresel ve yerel yatırımcıların risk iştahının canlanmasına bağlı olarak, para ve sermaye piyasalarında işlem hacminde ciddi bir artış gözlenirse, finans kurumları hem işlem hacminden, hem de varlıklarının değer kazanmasından dolayı, mali yapılarını toparlamaya başlayacaklar. Bu durumda, göreceli iyimserliğe bağlı olarak, hisse senetlerinde ve tahvillerde pozitif getiri imkanının artması, bankaların kendi yaralarına pansuman yapabilecekleri anlamına geldiğinden, kamu otoritesinin yapacağı müdahalenin yükünün, faturasının da azalması anlamına gelecek.

    İhracatçı umutlandı
    Bu nedenle, ABD'de gerek yeni konut satışlarının, gerekse ikinci el konut satışlarının gerileyen fiyatlara bağlı olarak kıpırdanması, gerekse de Japonya'da 56 yıldan beri ilk kez, sanayi üretiminin mart ayına göre, nisan ayında yüzde 5,2 artması piyasalar tarafından umut ışığı olarak algılanmakta. Japonya'da sanayi üretimindeki kıpırdanmanın ihracattaki kıpırdanmadan kaynaklanması da, dünya ticareti ile ilgili umutları besliyor. Nitekim, Türkiye'de ihracatçı firmaların umutlarında bir "yeşerme" gözleniyor. Bu durum, uluslararası emtia fiyatlarına da yansımış durumda. Bakalım, bu kıpırdanma, finans kurumlarındaki "kara delikler"in kamu desteği olmadan kapanmasına yardımcı olacak mı?

  2. #22
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Kerem Alkin

    Yeni teşvikler 2023 Türkiyesi için

    06.06.2009 | Kerem Alkin | Yorum



    Başbakan Erdoğan'ın açıkladığı yeni teşvik sistemi, küresel kriz odaklı bir çalışma değil. 2020 ve sonrasında Türkiye'yi dünyanın ilk 10 ülkesi arasına sokacak bir yol haritası.
    Türkiye'nin gündemindeki elektrikli konular nedeniyle, sinirlerin bir miktar gergin olduğu bir dönemden geçildiğinden, iş dünyası, yeni teşvik sistemi çalışması ile ilgili görüşlerini tam olarak dile getirmek istemiyor. Ancak, sohbetlerde vurgulanan konu, açıklanan paketin küresel krizin Türk ekonomisine, reel sektöre etkilerini bertaraf edecek bir özellikle taşımaması. Ancak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı yeni teşvik sisteminin kısa vadede reel sektörün ve küçük ve orta boy işletmelerin (KOBİ) sorunlarına derman olamaması, bu yeni yol haritasının Türk ekonomisi için bir gereklilik olduğu gerçeğini gölgelememeli.
    Defalarca yazılarımızda vurguladık. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH) verileri, özel sektör yatırım yapmadığı müddetçe, Türk ekonomisinin yeterince büyüyemediğine işaret ediyor. Bu nedenle, Türkiye 2003-2023 döneminde ortalama yüzde 6'lık bir büyüme yakalayacak ise, her yıl özel sektör sabit sermaye yatırımlarında, reel anlamda yüzde 10'luk bir artışın sürdürülebilir kılınması gerekiyor. Bu da, ancak bu derece kapsamlı ve en ince ayrıntısına kadar tasarlanmış yeni bir teşvik paketi veya sistemi ile gerçekleşebilir.

    Düzenleme geç kaldı
    Ali Babacan'ın ekonominin koordinasyonundan sorumlu devlet bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı görevine gelmesinden hemen sonra, bu paketin açıklanması tesadüf mü? Olabilir; ama Ali Babacan'ın bir miktar efsaneye dönüşmüş olan çalışkanlığı, sabah 3'lere kadar süregelen temposu dikkate alındığında, onun döneminde bu paketin açıklanmış olması manidar. Hatta, bir adım daha ileri gideyim; eğer Ali Babacan şu anda üstlendiği görevi, 22 Temmuz 2007'deki ilk Bakanlar Kurulu'nda üstlenmiş olsaydı, iki yıla yakın süredir üzerinde çalışılan bu yeni teşvik sistemi 2008 yılı başında kamuoyuna duyurulmuş ve düğmeye basılmış olurdu.
    Her türlü ince ayrıntının düşünüldüğü bu paketin, küresel kriz ortamında, 2009 yılının haziran ayına kalmış olması esasen üzücü bir durum. Çünkü, iş dünyasının şu anki "hali yeti ruh iyesi" bu paketin hikmetine vakıf olmaya müsait değil. Oysa, bu kapsamda yeni bir teşvik modeli isterdik ki, 2006'da veya 2007'de hayat bulsun. Hatta, 2008 başı bile çok ses getirirdi. Ama, 2009 haziranında hak ettiği ölçüde heyecan yaratamadı.

    Hedef 2023 Türkiyesi
    Yeni teşvik sistemi, her açıdan, Cumhuriyet'in 100. yılının kutlanacağı bir döneme yönelik yol haritası olma özelliği taşıyor. Türkiye, artık hangi sektörlere ağırlık vererek kalkınmasını sürdüreceğini netleştirmekte. Ayrıca, "il düzeyinde teşvik" gibi dağınık ve kaynakların etkin kullanımından uzak bir model yerine, kümelenmeye ağırlık veren ve bölgelere hangi sektörlerinin gelişimine katkı sağlayacaklarına yönelik misyon yükleyen bir modelin istenen sonucu vereceğine inanıyorum.
    Bununla birlikte, Denizli gibi, tekstilin öteden beri kalbi olmuş bir ilin yatırımcılarına, bundan sonra 3. ve 4. bölge olarak, Doğu ve Güney Doğu Anadolu'ya yatırımlarını kaydırmaları gerektiğini ifade etmek, Ege tekstilcilerini ve ihracatçılarını üzmüş gözüküyor. Somut olarak şunu soruyorlar: "Biz yatırımları bu teşviklerle 3. ve 4. bölgeye kaydırdığımızda, Ege'de işsizlik sorunu nasıl çözülecek ve yatırımların kaydırıldığı bölgelerde işgücünü kalifiye hale getirene kadar, daha verimli hale getirene kadar, en az iki yıl verimlilik kaybımız nasıl telafi edilecek?" Kısacası, iş adamları mevcut yatırımların iyileştirilmesi, geliştirilmesi ve korunması yönünde de bir açılım bekliyorlar.

    Enerji maliyetleri atlanmış
    Türk işadamları neden Türkiye'deki yatırımlarını Ürdün, Mısır gibi Nitelikli Sanayi Bölgeleri'nin (QİZ) olduğu bölgelere kaydırdılar; çünkü, bu bölgelerde enerji teşviki dahil, pek çok teşvik söz konusu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı pakette gördüğüm en önemli eksiklik, enerji maliyetleriyle ilgili bir düzenleme olmaması. Oysa, dünya ekonomisi toparlandıktan sonra, anlıyoruz ki, enerji fiyatları yine pahalı olacak. Bu nedenle, enerji maliyetleri açısından da bir modelle iyi olurdu. Ama, kendi iç dinamikleri ve özel sektör yatırımları ile, Türkiye için yeni bir büyüme modeli boyutunda, itibarlı bir paket oluşturulmuş. Umarım, Hazine'ye ağır bir yük getirmez.

  3. #23
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Kimse beni yüzde 13,8 küçülmeye inandıramaz

    01.07.2009 | Kerem Alkin | Yorum






    Teğetin adı kondu: yüzde -13,8. Bununla birlikte, ekonominin lokomotifi konumundaki imalat, inşaat ve ticarette ortalama daralma yüzde 21 iken, biz nasıl sadece yüzde 14 daraldık, biri bana anlatsın.

    1998 bazlı yeni Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH) serisinde, 2009'un 1. çeyreğine kadar ki en ciddi küçülme, daralma 2001 yılının son çeyreğindeki yüzde -9,8'di. Bununla birlikte, Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) önceki Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) serisi de dikkate alındığında, 2009'un ilk çeyreğindeki yüzde 13,8'lik daralma tarihi ve rekor daralmalardan birisini temsil ediyor. Ancak, zihnime takılan bir noktaya Türkiye İstatistik Kurumu'nun açıklama getirmesini de dilerim. Yeni GSYH serisine geçildikten sonra, imalat sanayinin, inşaat sektörünün ve toptan ve perakende ticaretin GSYH'daki payının arttığını biliyoruz.

    Büyümeyi bankalar mı kurtardı
    İmalat sanayinin yüzde 24,4, inşaat sektörünün yüzde 5,7, toptan ve perakende ticaretin ise yüzde 12,1'lik payı var. Bu sektör payları geçen yılın ilk çeyreğine göre 3,8 puan azalmış. Yani, üç sektörün geçen yılki ağırlığı yüzde 46 iken, yüzde 42,2'ye gerilemiş. Yüzde 42,2 ağırlığı olan üç sektör ortalama yüzde 21 daralırken, yüzde 14,6 ağırlığı olan ulaştırma, depolama ve haberleşme sektörü de yüzde 17,6 daralmışken, GSYH büyümesi nasıl ilk çeyrekte yüzde -13,8 çıktı. Yani yüzde 66,8 ağırlığı olan dört sektör yüzde 20 daralmışken, mali aracı kuruluşlardaki yüzde 10,8'lik büyüme mi küçülmeyi yüzde 14'e çekti. Yüzde 8,2 ağırlığı olan vergi ve sübvansiyonlardaki yüzde 21,2'lik daralmayı saymıyorum.

    Önlemler çok gecikti
    Bir önceki ekonomi yönetimi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a 2008 yaz aylarındaki makro ekonomik tabloyu, eylül başında açıklanan makro verileri kullanarak, Türk bankacılık sektörü ve kamu maliyesi yapısıyla ilgili pozitif tabloyu fazla öne çıkararak, Türkiye'nin küresel krizden sınırlı ölçüde etkileneceği izlenimi vermeseydi, Başbakan Erdoğan bu tabloya bakarak, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile bir anlaşmanın gerekli olmadığı ve küresel krizin Türk ekonomisini "teğet" geçeceği kanısına varmazdı. Yine, ekonomi yönetimi şubat sonu, mart başı gündeme gelen ilk paketleri, en geç aralık ayında gündeme getirse idi, ilk çeyrekteki daralma ne Cumhuriyet tarihi açısından, ne de küresel krize yakalanmış ülkeler arasında rekor kırmamıza neden olmazdı.

    Borsa küçülmeye aldırmadı
    İlginçtir, büyüme verileri geçmiş dönemin verileri olmasına rağmen, kimi zaman piyasalarda, iş dünyasında beklenenden kötü veya iyi geldiğinde, para ve sermaye piyasalarında dalgalanmaya yol açar. Ancak, bu defa Türk ekonomisi tarihi bir küçülme yaşamış olmasına rağmen, ekonomistlerin tahminleri de yüzde 11,6 ile 12 civarında bir küçülme tahminine işaret ederken, küçülmenin tahminlerin de üzerinde gelmesi, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'ndaki (İMKB) yükselişi durdurmadı. İMKB-100 Endeksi, büyüme verisi açıklandıktan sonra, bir ara 37 bin 613 puanı görerek yüzde 2'ye yakın artarken, dolar kuru da bir ara 1,53 TL'ye geriledi. Ardından, Körfez sermayeli banka alışları ile dolar 1,5330 TL'yi gördü.
    2. el bono-tahvil faizleri ise, yüzde 12'ye doğru kısmen yükseldi. Türk ekonomisi tarihi bir küçülme yaşamışken, küresel krizin çıkış yeri olan ABD ekonomisindeki 1. çeyrek daralmasından iki kat bir daralma yaşanmışken, para ve sermaye piyasalarının hiç aldırış göstermemiş olması ilgi çekici. Hatta, Vadeli İşlem Borsası (VOB) bazlı yükseliş bile gözlendi. ABD ve Avrupa Birliği'nde (AB) kötü çıkan 1. çeyrek büyüme verileri sonrası, usulünden borsa endekslerinde bir düzeltme gözlenirken, biz de hangi dinamiklerle tersine bir hareket gözleniyor, bunu da irdelemek gerekmekte.

    Son çeyrekte büyümeliyiz
    Beyaz Saray Başdanışmanı David Axelrod'un pazartesi günü NBC Televizyonu'na yaptığı açıklamalarda, Obama Yönetimi'nin "ekonomiyi canlandırma programı"nın, henüz durgunluğun belini kıramadığına değindi. Axelrod, uygulanmakta olan 787 milyar dolarlık ekonomik programın etkilerini görmek için ABD halkını sabırlı olmaya çağırdı. Beyaz Saray Başdanışmanı, yüksek işsizlik de dahil olmak üzere, ülkeyi ekonomik zorlukların beklediğini hatırlattı. Axelrod, birincisine benzeyen ikinci bir ekonomik canlanma programının gerekip gerekmediği sorusunu ise erken buldu. "Ekonomiyi canlandırma programı"nı eleştiren Cumhuriyetçi Partililer ise, Obama Yönetimi'nin, yeterince sonuç vermeyen bu paketlerle, ülkeyi ağır borç altına soktuğunu iddia etmekteler. Sözün özü, ABD destek ve kurtarma paketlerini kasım ayından beri devreye sokmasına rağmen, halen ABD ekonomisinde etkisi hissedilmiyor. Biz ise, ilk çeyrek biterken paketleri devreye soktuk. 4. çeyrekte sonuç almayı umut edelim. Ama, bu hedef "dua ederek" değil, adımları sıklaştırmayla mümkün olabilir.

  4. #24
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Şimdi T-BRIC hissesi alma zamanı

    04.07.2009 | Kerem Alkin | Yorum


    Türk ekonomisi yüzde 13,8 küçülmüş olsa da, uluslararası finans kurumları Türk ekonomisinin en hızlı büyüme trendine geri dönecek ülke olduğunu vurgulamaktalar. Gelişmekte olan borsalara ilgi artacak.

    Dünya hisse senedi değerleri dikkate alındığında, küresel kriz çıktığından bu yana, 22 "seçkin gelişmekte olan ekonomi"nin hisse senedi değerlerinin toplam dünya hisse senedi varlık değerine oranı yüzde 18'den yüzde 24'e yükselmiş durumda. Söz konusu 22 ülkenin ortalama endeks performansını temsil eden MSCI, dünya pazar kapitalizasyonunda sadece 2008 yılı sonundan bugüne kadar ağırlığını 6 puan artırırken, Çin bazlı hisse senetlerinin pazar kapitalizasyonu da, daha yıl sonunda 1 trilyon dolar düzeyindeyken, şu anda 3 trilyon dolara yükselmiş durumda. Bu nedenle, MSCI Gelişmekte Olan Ekonomiler Endeksi yüzde 35 artış yakalamışken, gelişmiş ülke hisse senedi piyasalarından oluşan MSCI Dünya Endeksi sadece yüzde 2,9 büyüdü. Kısacası, dünya hisse senedi piyasalarında yeni trend Sao Paulo ve Şangay.

    İMKB'nin potansiyeli yüksek
    Bu noktada, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nın da (İMKB) önemli bir potansiyele işaret ettiğini hatırlatmak gerekiyor. Sözün özü, aralarında Türkiye'nin de yer aldığı seçkin gelişmekte olan ekonomiler, merkez bankası gösterge faizlerini de düşürerek, iç talebe verdikleri destek ölçüsünde, küresel yatırımcıların daha fazla ilgisine mahzar oldular. Tabi, bu ilginin arkasında Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) son büyüme tahminleri çerçevesinde, gelişmekte olan ekonomilerin küresel krize rağmen bu yıl yine de yüzde 1,6 ve 2010‘da da yüzde 4 büyüyecek olmalarının, buna karşılık gelişmiş ekonomilerin ise bu yıl yüzde 3,8 daralacakken, gelecek yıl da kendilerinden sıfır büyüme beklenmesinin etkisi büyük. Bu nedenle, Türkiye ve BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) şirketleri, küresel krizi atlattıktan sonra, en hızlı kârlılık sürecine geçecek şirketler olarak algılanmakta. Bu nedenle "aklı olan şimdiden seçkin gelişmekte olan ekonomilerin hisse senetlerine yatırım yapar" görüşü ağırlık kazanmış durumda.

    ABD'de toparlanma uzuyor
    ABD Çalışma Bakanlığı tarafından 2 Temmuz'da açıklanan işsizlik oranı, haziran ayı itibarıyla oranın yüzde 9,5 düzeyine yükseldiğini teyit etti. Tarım dışı istihdamdaki azalma ise, ekonomistler tarafından ortalama 363 bin civarında beklenirken haziran verisi olarak 467 binle beklentilerin bir hayli üzerinde bir azalmaya işaret etti. Oysa, tarım dışı İstihdamdaki azalma, arka arkaya dört ay hız kesmişti ve umutları artırmıştı. Haziran verisi piyasaları şaşırttı. Örneğin, mayıs ayında tarım dışı istihdamdaki azalma 322 bine gerilemişti. ABD'nin işsizlik oranı da yüzde 9,5'le Ağustos 1983'ten bu yana en yüksek düzeye çıkmış durumda. İşsizlik oranı nisan ayında yüzde 8,9, mayısta ise yüzde 9,2 düzeyindeydi. En fazla iş kaybının hizmetler sektöründe olduğu gözlendi. İlginçtir, haziran ayının son haftası itibariyle, işsizlik maaşından faydalanan toplam kişi sayısı ise 6 milyon 702 bin kişiye geriledi. Resesyonun başladığı var sayılan Aralık 2007'den bu yana, ABD'de 6.5 milyon kişi işini kaybetti. Bu rakam, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en büyük kaybı ifade ediyor. Nitekim, Beyaz Saray Başdanışmanı David Axelrod'un 29 Haziran Pazartesi günü NBC Televizyonu'na yaptığı açıklamalarda, Obama Yönetimi'nin "ekonomiyi canlandırma programı"nın, henüz durgunluğun belini kıramadığına değindi.

    Bir rekor da AB'den
    İlginçtir, son iki aydır, işsizlik oranlarında ABD ve Avrupa Birliği (AB) "at başı" gidiyorlar. Her iki ekonomik alan da haziran ayı itibariyle yüzde 9,2'lik işsizlik oranıyla karşılaşırken, temmuz ayı itibariyle işsizlik oranı, yukarıda da belirttiğimiz gibi, ABD'de yüzde 9,5'e, ilginçtir, Euro Bölgesi için de yeni bir rekor seviye olarak yüzde 9,5'e ulaştı. İşsizlik oranı Euro Bölgesi'nde bu yılın nisan ayında yüzde 9,3'e ulaşmıştı ve geçen yılın mayıs ayında ise yüzde 7,4 düzeyindeydi. Mayıs ayı itibariyle 27 üyeli AB'nin işsizlik oranı ise yüzde 8,9 ile son 4 yılın zirvesine çıktı.
    İşsizlik oranları Euro Bölgesi'nin büyük ekonomilerinden Almanya'da yüzde 7,7'ye ve Fransa'da yüzde 9,3'e ulaştı. Yine, Euro Bölgesi haziran ayında yüzde -0,1 ile tarihinde ilk kez eksi enflasyonla tanıştı. Geçen yılı yüzde 1,6' düzeyinde kapatan enflasyon, mayıs ayında ise sıfıra inmişti. Ekonomistler küresel krizin getirdiği durgunlukla Euro Bölgesi'nde yaz aylarında ekside kalmasını bekledikleri enflasyonun, kurtarma ve teşvik paketlerinin para arzını artırmasıyla sonbaharda tekrar artıya dönerek sert yükseliş gerçekleştirebileceği uyarısında bulunuyor. Ama, şu anki tüm veriler, bu toparlanmanın zaman alacağını gösteriyor.

  5. #25
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Dolar 1.47 TL'yi kırarsa, IMF yatar

    27.07.2009 | Kerem Alkin | Yorum



    Dolar kurunun 1.52-1.47 TL bandını da kırarak düşüşünü sürdürmesi, küresel piyasalardaki iyileşmeye bağlı olarak, sermaye girişinin hızlandığı yorumunu güçlendirecek. Ekonomi yönetiminin IMF'ye ilgisi azalabilir.

    Çarşamba sabahı yayınlanan yazımız, gündeme yetişmekte zorlandı. Dolar kurunun 1.50 TL'yi kırabileceği yönündeki öngörümüz beklenenden hızlı hayat buldu. Bu noktada, dolar kurunun içeride 1.52-1.47 TL bandını kırması, Dow Jones Endeksi'nin 9.000 puanı ve euro-dolar paritesinin de 1.4250 çıtasını kırdıktan sonra yükselişini sürdürmesine bağlı gözüküyor. Uzmanlar, bu satırları kaleme aldığımız cuma öğle saatleri itibariyle, Dow Jones'un iki gün arka arkaya 9.000 puanın üzerinde kapanış gerçekleştirmesi halinde, dünya borsalarında yukarı yönde trendin, alım yönündeki hareketin hız kazanacağını belirtmekteler. Bu çerçevede, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) da bu gelişmelerden nasibini aldı. Nitekim, endeksin 40.000 puanı kırıp kıramayacağından söz etmemden iki gün sonra, cuma gününün ilk seans bitiminde, İMKB perşembe günü kapanışa göre yüzde 2,08'lik artışla, 39.709 puan seviyesine ulaşmıştı. Tabii, bu yükselişten nasiplenememiş yatırımcıların "Çok hızlı tırmandı, mutlaka düzeltme olacaktır" yorumlarını doğal karşılamak lazım. Çünkü, herkes kaçan fırsatı bir noktasından yakalamak istiyor.

    İyi habere açlık
    Esasen, iktisadı bilimsel boyutunda takip eden insanlar olarak, piyasa psikolojisini ve insanların ekonomik kararlarını etkileyen süreçlerin matematiksel modellemesine yönelik çalışmaları büyük bir saygı ve merakla takip ediyorum. Bir gün, insanların yatırım kararlarını etkileyen psikolojik ortamı şekillendiren koşulların matematiksel modellemesi oluşturulabildiğinde, piyasalarda ters köşeye yatırma olaylarının da azaldığını göreceğiz Ancak, temel analiz boyutunda konuyu incelersek, psikolojik olarak piyasaların olumlu ve olumsuz haberleri ardı ardına satın alma istiap hadleri olduğunu fark ediyoruz. Piyasalar, Lehman Brothers'ın battığı ve küresel krizin derinlik kazandığı eylül sonunda bu yana, kötümser haber satın alma istiap hadlerini doldurmuş durumdalar. Bu nedenle, en ufak bir iyimser habere dahi açlık duyulduğu ve normalin üzerinde tepki verildiği açıkça görülmekte. Bu çerçevede, açıklanan reel sektör ve finans kurumlarının kârlılık ve bilanço verilerine yönelik tepkileri birlikte gözlemliyoruz. Esasen, reel sektör şirketlerinin bu kârları, ciddi ölçüde istihdam azaltarak, masrafları kısarak, işgücü maliyetlerini minimize ederek sağladıkları fazlaca ön plana çıkamıyor. Şirket kârlılıklarının beklenenden iyi çıkması başlı başına yeterli görülmekte. Bu nedenle, küresel borsalarda bu sürecin kalıcı hale geldiğine de şahit olabiliriz.

    IMF işi yatar mı
    Açıkçasını söylemek gerekirse, mayıs ayında pozitife dönmüş olan net sermaye hareketi ve Net Hata ve Noksan kaleminden girmeyi sürdüren kaynak, Türkiye'nin döviz arzını artırıyor ve dış borçların çevrilmesine ve dolar kurunun gevşemesine katkı sağlıyorsa hükümetin bu trendi kalıcı olarak algılaması halinde, IMF'yle bir anlaşma olasılığı iyice zayıflayabilir. Bu noktada, IMF'yle bir anlaşma imzalanmasa da Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın başkanlığındaki ekonomi yönetimi, hali hazırda orta vadeli mali programı ve bu yılla birlikte önümüzdeki 2 yılın makro hedeflerini yeniden revize edecekler. Ekonomi yönetimi, yapacağı program revizyonu ile IMF olmasa da sanki varmış gibi yürütülen bir mali disipline işaret ederse, Faiz Dışı Fazla konusunda yeniden hedefler oluşturulursa dolar kurunun da gevşek seyretmesine bağlı olarak, piyasaların IMF konusundaki ısrarı veya arayışı zayıflayabilir. Türkiye, mali disiplin konusundaki kararlılığını teyit eden bir mali programın yanı sıra, IMF'den gelebilecek kaynağı başka imkanlarla temin edebildiği bir süreç yakalamışsa, IMF başlığı, beklenenden daha hızlı gündemden düşebilir, tamamıyla yatabilir.

    İhracatçı kesim tedirgin
    Dünya ticareti toparlanma sürecindeyken ve iç talep zayıfken, Türkiye'nin ihracat hacmine 2009'un ikinci yarısında ayağa kalkabilmemiz için ihtiyacımız olacak. Ancak, doların 1.56-1.62 TL bandında olması gerekirken, 1.50 TL'yi kırmış olması, orta vadede, Türkiye'nin dış ticaret hadleri için iyi sinyal anlamı taşımıyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi başta olmak üzere, iş dünyasını temsil eden sivil toplum örgütlerinin tepkisi bu açıdan merak edilmekte.
    Bu noktada, bankalarımızın ve ciddi dış kredi yükü olan şirketlerimizin, ayrıca konut veya otomobil kredisini veya kira kontratını yabancı para cinsinden yapmış olan kimi vatandaşlarımızın döviz kurlarındaki gerilemeden memnuniyet duyacakları bir gerçek. Ancak, şirketlerin ve bireylerin döviz cinsinden borçlarının hafiflemesi ile Türkiye'nin dış ticaret hadlerinin iyileştirilmesi noktasında her kesimi tam anlamıyla mutlu edemeyeceğimiz bir denge söz konusu. Bakalım bu süreci nasıl aşacağız?

  6. #26
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    TCMB Raporu '2012'ye kadar büyümeyi unutun' diyor

    01.08.2009 | Kerem Alkin | Yorum



    Merkez Bankası'nın çarşamba günü yayınlanan yeni ‘Enflasyon Raporu'ndaki senaryolar, gerek Türk, gerekse de dünya ekonomisinde anlamlı büyümeye dönüşün hayli zaman alacağına işaret ediyor.

    İlginçtir, Merkez Bankası'nın yayınladığı yılın üçüncü Enflasyon Raporu, finans kesimindeki aktörlerin ilgisini, sadece politika faizlerinin bir süre daha düşüşünü sürdüreceği yönündeki mesajla çekebildi. Anlıyorum ki Türk ekonomisinin 2002 yılından 2006 yılına kadar sürdürdüğü yeniden yapılanma sürecinin bir sonucu olarak, artık geride bıraktığımızı ümit ettiğim kimi kötü alışkanlıklardan yeterince kurtulamamışız. Kimse, ekonominin günlük seyrinde çok çabuk "faiz-döviz-borsa" sarmalına geri dönmemizden rahatsız değil. Küresel krizin tüm ekonomileri ciddi anlamda sarstığı bir dönemde, hükümet, ekonomi yönetimi kamu harcamalarını artırırken, bütçe hedeflerinde ortaya çıkan sapmaya bağlı olarak Hazine'nin gerçekleştirdiği borçlanmanın sebep olduğu "bono-tahvil getirisi" iştahı, finans kesiminin ufuk çizgisini yok etmiş durumda. Eğer, 6 ay, 1 yıl sonrasını bile düşünmediğimiz, kısa vadeli getirilerden medet umduğumuz günlere geri dönüyorsak başımız belada demektir.

    Emtia fiyatları yükselmeyecek
    Merkez Bankası, Enflasyon Raporu'nda, teknik bir lisanla, küresel ekonomide kriz nedeniyle oluşan makro ekonomik ortamın hızlı bir iyileşme göstermeyeceği beklentisine kuvvetle işaret ediyor. Bunun doğal sonucu olarak, küresel ekonomide büyüme trendi, 2000-2007 dönemindeki ortalamalarına, ancak 2014'den itibaren dönecekse, küresel emtia fiyatlarında da sert bir düzeltme yaşanmayacağı olasılığı da artıyor. Yani, küresel ekonomi 2006-2008 döneminde ciddi bir büyüme trendi gösterirken, birçok emtianın, hammaddenin fiyatında görülen rekor düzeydeki artışların tekrarlanmayacağına dair bir beklenti oluşmuş durumda. Bu nedenle, 2006-2008 döneminde, Merkez Barkası'nı enflasyon hedeflemesinde hayli yormuş olan, küresel emtia fiyatlarında yükselişin şimdilik tekrarlanmayacağını anlıyoruz. Merkez Bankası, ayrıca, küresel finans sisteminde, kredi imkanlarının da çabuk açılmayacağını ve buna bağlı olarak, dünya ekonomisinde tüketim ve yatırım harcamalarının finansmanında imkanların sınırlı olmaya devam edeceğini de hatırlatmakta.
    Bu noktada, Merkez Bankası'nın raporu, 2010 yıl sonu için yüzde 70 ihtimalle yüzde 3,7-6,9 aralığında kalacak ve ortalaması yüzde 5,3'e gelen ve 2011 yıl sonu için ise yüzde 4,9'a, hatta 2012 ortası için de yüzde 4,8'e işaret eden enflasyon tahminlerine işaret ediyorsa, acaba Türk ekonomisi, 2011 ve 2012'de yeniden en az yüzde 6-7 büyümeye döndüğünde, yıllık enflasyon değerlerinin bu düzeyde kalması mümkün mü? Açıkçası, yüzde 5 ve hatta altında yıllık enflasyon verileri, zihnimde Merkez Bankası'nın 2012 yılı sonuna kadar Türk ekonomisi için, büyümede esaslı bir toparlanma beklemediği görüşünü öne çıkardı. Türk ekonomisi, matematiksel düzeltmeyle, 2010-2012 döneminde, küresel kriz sonrası ortalama yüzde 3,5-4'lük bir büyüme gösterecekse, bunun doğal sonucu olarak, sınırlı bir iç talep toparlanmasıyla yıllık enflasyon değerleri de yüzde 5 ve onun altında seyredebilir.

    ‘Mali Program' açıklanmalı
    Merkez Bankası, piyasada oluşan orta ve uzun vadeli faiz oranlarının tek haneli değerlere kalıcı olarak inmesinin mali disiplinin tesisine bağlı olacağını vurgulamakta. Bu nedenle, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve ekibinin çalışkanlığıyla kıyaslandığında, benim açımdan geç kalmış olan Orta Vadeli Mali Program, bu açıdan önemli ipuçları verecek. Nitekim, Merkez Bankası üst yönetimi de ilerideki dönemde piyasalara ve iş dünyasına ekonomi yönetimi tarafından mali disipline ilişkin ikna edici bir perspektif sunulmasının, hem risk primini düşüreceğini, hem de politika faizlerinin uzun süre düşük düzeylerde tutulabilmesine olanak tanıyacağını hatırlatıyor.

    IMF nerede duruyor
    Dolayısıyla, Merkez Bankası, piyasa faizlerinin tek haneli oranlarda kalıcı olarak seyretmesinin mümkün olabilmesi için Babacan'ın ekibinin, borç dinamiklerinin sürdürülebilirliği ve bütçe disiplinini gözeten orta vadeli somut bir mali programın tesisiyle destek vermelerini arzu ettiğini belirtiyor. Bu destek bir IMF anlaşmasıyla mı sağlanacak; yoksa, IMF'yle bir anlaşma olmadan, ekonomi açıklanan bir Orta Vadeli Mali Program yeterli olacak mı; Hazine'nin borçlanma yükünün belirli bir düzeyde tutulması sağlanabilecek mi, ekonomi yönetiminin bu soruları cevaplaması gerekecek. Kritik olan konu, Merkez Bankası'nın işaret ettiği noktaların IMF olmadan da sağlanıp sağlanamayacağı. Ekonomi yönetimi "Biz IMF olmadan da gereken kredibiliteyi sağlarız" diyorsa, hep birlikte bu görüşün gerçekleşmesini umut edeceğiz.

  7. #27
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Küresel gazla giderken yerel duvara toslamayalım

    08.08.2009 | Kerem Alkin | Yorum



    Ağustos ortasına yaklaşırken ekonomi yönetiminin halen revize makro hedefleri, 'Orta Vadeli Mali Program'ı açıklamamış olması ve 2010 bütçe çalışmalarının gecikmesi düşündürücü. Gerçekçi hedefler kamuoyuna açıklanmalı.

    Siyasi başlıklar gündemin ilk sıralarına yerleşirken reel sektörün sıkıntıları yine gündemin alt sıralarına gömüldü. Esnaf ve orta düzeyde işletmelerle yoğun sohbetlerimiz, Katma Değer Vergisi (KDV) ve Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) indirimleri sürecinde kısmen canlanan iç talebin, yeniden ciddi ölçülerde daraldığına işaret ediyor. Önceki yazılarımızda da vurguladığımız gibi, Türk ekonomisinin barometresini "faiz-döviz-borsa" üçgeni üzerinden ölçme hastalığının giderilmemesi halinde, yılın son çeyreğinde kapısına kilit vuracak daha çok sayıda işletmenin neden olacağı sosyo-ekonomik sorunlara kulağımızı tıkamamızın çok ciddi sonuçları olacağını vurgulamak gerekiyor.
    Küresel krizin etkilerini yeterince önemseyen hükümetin, o günkü ekonomi yönetiminin yerel seçimler nedeniyle tercih ettiği kamu harcamaları, büyümeye hiçbir katkısı olmayan alanlarda çarçur olduktan sonra bugün büyümeye katkı sağlayacak kamu harcamaları için kaynak olmaması, ekonomik daralmayla mücadele konusunda ekonomi yönetiminin elini kolunu bağlıyor.

    Borsa 44 bin, vatandaş aç
    Türk iş dünyası, "1994 Krizi"nin hemen öncesinden başlayan bir alışkanlıkla sosyo-ekonomik meselelere olan duyarlılığını kaybetmiş. Ulusal basında, basılı ve görsel medyada, sosyo-ekonomik sorunlara yönelik duyarlılık gidip geliyor. 2006 yılındaki bütçe başarısı sonrasında, AK Parti'nin 2007 genel seçimleri için kesenin ağzını açması ve seçim ekonomisine geri dönüş, hem 2008'i zora soktu hem de üstüne gelen küresel krizle 2009'u da kaybettik. Oysa, 2007 ve 2008 bütçe büyüklükleri sırasıyla 20 ve 40 milyar TL sapma göstermesiydi, Hazine bütçe harcamalarındaki bu ölçüdeki sapmanın finansmanına yoğunlaşmasaydı, hükümet seçim ekonomisi nedeniyle artırdığı harcamalar nedeniyle vergi reformunu geciktirmeseydi, son 2.5 yıl içerisinde en az 40 milyar TL'lik bir kamu kaynağını halkın yaşam standardını iyileştirmeye ve kayıtlı kesimin üzerindeki vergi yükünü azaltmaya yönelik olarak kullanabilirdik. Bu nedenle ekonomi gündeminin başlıkları oluşturulurken iş dünyasının ortaya koyduğu tercihler, esas ve kalıcı sorunlara yönelik duyarsızlık açısından endişe veriyor.

    Siyasi baskı mı var
    Ekonomi yönetiminin hangi gerekçeyle ekonomi çevreleri açısından ivedilik arz eden makro hedeflerinin revizyonunu geciktirdiğini bilemiyoruz. Ama 2009 yılı için gerçekçi bir büyüme hedefi, gerçekçi bütçe hedefleri, halen açıklanmamış olan Hazine Finansman Programı, yılın bitimine 4.5 ay kalmışken düşündürüyor. Gündemi kaplayan siyasi başlıklar nedeniyle ekonomik alandaki belirsizlikleri konuşmuyoruz, konuşamıyoruz. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın ciddiyet ve çalışkanlığı dikkate alındığında, söz konusu revize makro hedeflerin, yeni "Orta Vadeli Mali Program"ın halen açıklanmamış olması düşündürücü.
    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yüzde -5 ile yüzde -6 arasında revize edilmiş 2009 büyüme hedefine mi ikna edilemiyor, yılan hikâyesine dönmüş olan Uluslararası Para Fonu (IMF) ile anlaşma sürecine bağlı olarak, makro hedefler konusunda Türkiye ile IMF arasındaki mutabakatın gecikmesi nedeniyle mi bu verilerden mahrum bırakılıyoruz belli değil. ABD Hazine Bakanı Geithner'ın ve ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Bernanke'nin, İngiltere Merkez Bankası (BOE) Başkanı King'in ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Trichet'in, neredeyse her 10 günde bir, gerek kendi parlamentolarını gerek kamuoyunu bilgilendirici açıklamaları dikkate alındığında, ekonomi yönetimimizin "sus-pus" olması, Başbakan Erdoğan'ın kimi hedeflerin revizyonuna ikna edilememesi veya içinde bulunduğumuz günlerde ekonomi konusunda sessiz kalınması talimatı mı verildiği şeklinde, kimi olasılıkları zihnimize getirmekte.

    W toparlanma sıkıntıyı artırır
    Bu durumda, Türk iş dünyası olarak, tek umut küresel alanda V veya L şeklinde bir toparlanma olarak kendisini gösteriyor. İç piyasadan umudu kesmiş olarak, aynen 2003-2005 döneminde olduğu gibi, ihracata dayalı bir ayakta kalma mücadelesi yaşanacak. Dünya ticaretinin daha hızlı toparlanması ve Türkiye'nin aylık ihracat hacminin yeniden 10 milyar dolara yaklaşması umut edilecek. Ama küresel ekonomi kimi iktisatçıların beklentilerini doğrulayacak şekilde, W bir toparlanma gösterir ve önümüzdeki sonbaharda küresel ekonomide tekrar dip noktaları test edersek zaten yurtiçi piyasa ortamından umut kesilmişken ihracat hacmiyle toparlanma beklentisi de darbe almış olacak. Bu nedenle en geç 21 Ağustos'a kadar ekonomi yönetiminden somut bir yol haritası çıkacağı ümidini saklı tutalım.

  8. #28
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Yıllık enflasyon 3,5, faiz 6,5

    14.10.2009 | Kerem Alkin | Yorum






    Ekim ayı enflasyonu sürpriz yapmazsa TÜFE'nin yıllık bazda yüzde 3,5'e indiğine şahit olacağız. Merkez Bankası'nın, Hazine'nin reel faiz yüküne katkı anlamındaki faiz indirimleri bu durumda, yüzde 6,5'e kadar sürebilir.

    Türkiye'nin Ermenistan protokolü, demokratik açılım, İstanbul Zirvesi, G-20, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve "Ne olacak milli takımın hali" motifli çok başlıklı gündemi eğer izin verirse ekonomi medyası enflasyon açısından ilginç bir ayın içinde olduğumuzu dile getirebilecek. Geçen yıl, küresel krizin patlak vermesine bağlı olarak yükselen döviz kurları ve diğer etkenlere bağlı olarak, sadece bir ayda yüzde 2,6 artan Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE), bu ay elektrik zammına rağmen yüzde 0,8-0,9 düzeyinde bir artış gösterirse eylül ayı sonu itibariyle yıllık bazda yüzde 5,27 düzeyinde olan yıllık enflasyon yüzde 3,5'e gerilemiş olacak. Böylece, geçen sene yıllık bazda yüzde 12'ye dayanmış olan yıllık enflasyonda 8.5 puanlık bir gerileme yaşanmış olacak.

    TÜFE ön plana çıktı
    2005 yılında "örtülü" enflasyon hedeflemesine geçilirken Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), artık gösterge endeksin eski adıyla Toptan Eşya Fiyatları Endeksi (TEFE), yeni adıyla Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE) değil, TÜFE olduğunu belirtmişti. 2006'dan itibaren "açık" enflasyon hedeflemesine geçilmesiyle birlikte, TÜFE'nin öne çıkmasına şahit olduk. Bu noktada, 4 Kasım günü ekonomi medyasından Türkiye'nin tüketici enflasyonunda kaç yıl geriye gittiğini öğrenmiş olacaksınız. Tahmin ediyorum, yıllık bazda yüzde 3,5 cumhuriyet tarihinin en düşük enflasyon oranlarından birisi olarak, belki de en düşüğü olarak ilan edilebilir. TCMB'nin 29 Temmuz'da yayımladığı Enflasyon Raporu'nda yer alan detaylar, ABD, İngiltere, Japonya ve Euro Bölgesi gibi gelişmiş ekonomiye sahip ülke ve coğrafyalarda merkez bankası politika faizinin tarihi dip seviyelerde olduğuna işaret etmekteydi.

    Faiz indirimleri sürecek
    Keza, aynı raporda "enflasyon hedeflemesi" modelini uygulayan gelişmekte olan ekonomilerin de para politikası faiz oranlarını ortalama olarak yüzde 6'ya çektikleri belirtiliyordu. Bu durumda, Merkez Bankamızın esasen dünyadaki trende uygun bir davranış içerisinde olduğu ifade edilebilir. Birkaç ay öncesine kadar, benim için bu yıl politika faizinde yıl sonuna kadar gelinecek en düşük düzey yüzde 7 idi. Ancak gözümden kaçmış olan ekim ayı enflasyonu gerçeği, söz konusu gösterge faizin yüzde 6,5, hatta 6,25'e kadar inebileceği konusunda sinyal veriyor.
    Yarın gerçekleşecek olan Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında, hem yıllık enflasyonun yüzde 3,5 civarına gerileyeceği gerçeği hem de dünyanın önde gelen merkez bankalarının yakın vade için bir faiz artırım sürecine işaret etmemelerine bağlı olarak, piyasalar çıkacak kararın yine 50 baz puanlık bir faiz indirimi olacağı beklentisine kilitlenmiş durumdalar. Benim tahminim ise yıl sonunda yüzde 6,5'lik bir faiz düzeyine gelineceği noktasından hareketle ekim-aralık döneminde TCMB'nin 25'er baz puanlık 3 indirim yapabileceği yönünde. Eğer, PPK yarın 50 baz puan yapıp, kasım ve aralık aylarında da 25'er baz puan indirim yaparsa yıl sonunda yüzde 6,25 düzeyinde bir politika faizi dahi görebiliriz.

    Bonolar aralığa kadar primli
    Merkez Bankası politika faizini yüzde 6,25 düzeyine kadar çekmeyi gerekli görürse bono-tahvil portföyleri hiç kuşkusuz aralık ayı başına kadar prim yapmayı sürdürecektir. Ancak gerek IMF meselesinin hâlâ netleşmemiş olması gerekse de küresel yatırımcının bu yıl sonunda kârını, pozisyonlarını daha erken realize edebileceği ihtimalinden hareketle yılın son ayında yabancı yatırımcıların artan bono-tahvil satışları faizleri bir miktar yükseltecektir. Aralık ayında, Hazine kâğıtlarının 2. el faizlerinde yüzde 7,5-8,5 aralığında bir düzeltme gözlenebilir. Eğer, aralık ayında IMF anlaşması IMF heyetinin Ankara'ya gelmesi ve ekonomi yönetiminin niyet mektubunu IMF'ye göndermesiyle sonuçlanırsa bono-tahvil faizlerinde olası düzeltme birkaç ay ileriye sarkacaktır.

    2010 enflasyonu kritik
    Bu nedenle bono-tahvil portföyü taşıyan yatırımcıların, aralık ayının ilk günlerinden itibaren çok dikkatli olmaları gerekiyor. 2010 yılı ise matematiksel nedenlerle yıllık enflasyonun yeniden bir miktar yükseldiği bir dönem olacak. Önümüzdeki yılın haziran ayında yıllık enflasyonun yeniden yüzde 5-5,5 düzeyine yükseldiğini görebiliriz. Bu yılın kasım ayında da aylık enflasyon yüzde 0,5-0,6 düzeyinde kalırsa yıllık enflasyon yüzde 3,3 civarına gerilemiş olacak. Yıl sonunda ise yıllık enflasyon yüzde 4-4,6 civarında kalabilir. Hedef enflasyon yüzde 7,5, Merkez Bankası'nın beklentisi ise yüzde 5,9 düzeyindeyken aşağı doğru ciddi bir sapma gözlemleyeceğiz. Ancak, önümüzdeki yılın enflasyon gelişimi bir miktar karışık gözüküyor.
    Küresel emtia fiyatlarının seyri ve yurtiçinde iç talepteki toparlamanın düzeyi, yıllık enflasyonun seyrini belirleyecek. TCMB'nin enflasyon hedefi yüzde 6,5, beklentisi ise yıl sonu için yüzde 5,6. Bununla birlikte, gerçekleşme hedef enflasyona daha yakın bir düzeyde şekillenebilir. Özellikle ABD Merkez Bankası'nın (FED), Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) beklenenden erken devreye giren faiz artırım kararları, ABD hazinesinin yüklü borçlanma temposuna bağlı olarak, faizlerin yükselmesi, Türkiye'nin reel faizin cazibesini artırmasını gerektirecektir. Bu durumda, gelişmelere bağlı olarak 2. çeyrek veya 3. çeyrekte faizlerde ve kurlarda belirli bir düzeltme gerçekleşebilir.

  9. #29
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Millette tüketim yapacak motivasyon yok

    21.11.2009 | Kerem Alkin | Yorum



    OECD'nin 2010 ve özellikle 2011-2017 dönemine yönelik büyüme beklentisi umut verici. Ancak ortalama yüzde 6,7'lik büyüme için yüzde 18'in üzerinde özel sektör yatırım harcaması artışı gerekiyor. İç talep toparlanmadan bu ölçüde bir özel sektör yatırımı zor görünüyor.

    Türk ekonomisinin yüzde 6'yı rahatlıkla geçebilecek bir ortalama büyüme performansına sahip olduğu ekonomi çevreleri ve iş dünyasınca bilinmekte. Ancak, 86 yıllık cumhuriyet tarihine bakıldığında, bu oranın yüzde 4 civarında şekillendiğini görmekteyiz. 2003-2006 döneminde yakalanan yüzde 7,4'lük ortalama büyüme performansı dahi, aynı oranı 2003-2009 dönemini dikkate alarak hesaplamanız halinde, yine ortalama yüzde 4'e gelecek. Yani, Türk ekonomisi Çin başta olmak üzere, gelişmekte olan kimi Asya ekonomilerinin son 15 yıldır yakaladığı büyüme temposunu yakalamak zorunda. 2007 yılından itibaren Türk ekonomisinde büyümenin neden yavaşladığını detaylı araştırdığınızda, açık ve net, özel sektör yatırımlarındaki yavaşlama karşınıza çıkıyor. Özel sektör yatırımlarının neden yavaşladığını detaylandırdığınızda ise hanehalkının tüketim harcamalarındaki kırılganlığın öne çıktığını görüyoruz.

    İhracat kalıcı büyüme sağlamaz
    Türk ekonomisinde, reel sektör şirketlerinin ortaya koydukları ihracat becerisi, her türlü takdiri hak etmekte. Bununla birlikte, bir ulusal ekonominin ciddi ihracat becerisi ile büyümesini sürdürebilir kılması mümkün değildir. Eğer, iç talepteki kırılganlığa rağmen, ihracata yüklenerek büyümeyi sürdürmek mümkün olsa idi, sürdürülebilir büyümeyi önce Japonya yakalardı. Oysa Japonya'nın neredeyse 15 yıldır sıklıkla resesyona sürüklendiği biliyoruz. Nitekim, Türkiye de 2002-2006 döneminde ihracat hacminde yakaladığı başarıyı, imalat sanayiinin üretim performansı ile bir süre büyümeye önemli bir katma değer katkısına dönüştürdü. Ancak, 2007 ve 2008'de ihracat alanında rekorlar kırılmaya devam etmesine rağmen Türkiye, aynı büyüme performansını sürdüremedi. Çünkü iç talepteki kırılganlığın arttığı bir sürece girmiştik. O halde, bir noktanın altını yeniden çizmek gerekmekte; hiçbir ulusal ekonomi iç talep desteği olmayan büyümesini sürdürülebilir kılamaz, kalkınmasını devam ettiremez.

    ABD'nin sıkıntıları kritik
    ABD ekonomisinden haftalık işsizlik ödeneği başvurularına yönelik bilgiler, sınırlı bir iyileşmeye işaret etse de Başkan Obama gerek bütçe ve cari işlemler açığının azaltılamaması ve bu nedenle ABD Hazinesi'nin tempolu bir şekilde borçlanmasını sürdürmesi halinde, ABD ekonomisinin çift dipli bir durgunluk riskiyle karşı karşıya olduğunu hatırlatmakta. Obama, bir yandan açıkları ve bunun gerektirdiği borçlanma temposunu azaltmaya çalışırken, bir yandan da istihdamı artırmaları gerektiğini de belirtmekte. Ancak, ABD yönetiminin aynı anda bir hayli farklı iki hedefi nasıl gerçekleştireceği meçhul. Bu noktada, ABD'de işsizlik rakamı artmaya devam ettikçe, ABD halkının tasarruf etmeyi sürdüreceği, işsiz kalma korkusunun iç talep üzerindeki baskıyı kalıcı hale getireceği bir gerçek.
    Nitekim, ABD Hazine Bakanı Geithner da dünya ekonomisini ABD'li tüketicilere olan bağımlılığından kurtarmanın büyümeyi yeniden dengelemeye yardımcı olacağını söylemekte. Geithner, bu durumun aynı zamanda işsizliği düşürme çabalarını destekleyeceğini belirtmekte. Esasen, ABD Hazine Bakanı, "Dünya ekonomisini ayakta tutmak için, artık ABD halkının para harcamasına güvenmeyin" demeye getiriyor. Geithner, ABD'nin diğer ülkelerle, özellikle G-20 Grubu'yla ortak hareket ederek ekonomik hedeflerini tutturma konusunda daha verimli sonuçlar elde edeceğini öngördüğünü belirtmekte. O halde, ABD'de iç talep zayıf seyrettiği müddetçe, resesyondan kısmen çıkış gerçekleşse de ABD ekonomisinin gerçek performansına ulaşması hayli zaman alacak.

    2010'da iç talep muallak
    Konu Türkiye'ye geldiğinde, tablo benzer şekilde hayli sıkıntılı. Hükümetin, ekonomi yönetiminin bütçe imkânları konusunda hayli sıkışmış olması, iç talebi canlandırmak adına yapılabilecek vergi indirimlerini engelliyor. Beri tarafta, çalışanların ve emekli kesiminin önemli gelir kaynaklarından birisini oluşturan banka mevduat faizi gelirleri, son bir yıl içerisinde yarı yarıya azalmış durumda. Ev sahipleri, kira gelirlerindeki aksamadan, kira gelirlerinin düşmesine sebep olan piyasa ortamından muzdarip. Yani, 1.5 sene öncesine kadar nüfusun yüzde 10'u için ek gelir imkânı sağlayan faiz, kira geliri benzeri imkânlar ciddi ölçüde daralmış durumda. Bu nedenle iç talepteki kırılganlığın daha da arttığına şahit oluyoruz.
    Merkez Bankası üst yönetiminin, enflasyon trendinde bir değişiklik olmaması halinde, düşük faiz politikasını 2010 yılı sonuna kadar devam ettirmeyi hedeflemekten söz etmesi, bir dönem para ve sermaye piyasası kazançları ve yatırım araçlarının getirileriyle geçimini sağlayan, ek gelir imkânı sağlayan kesimleri, bu dönem üzmekte, endişeye sevk etmekte. Ayrıca, Türkiye'nin yeni bir heyecan yaratacak, ekonomi aktörlerini, yerli ve yabancı yatırımcıları hareketlendirecek başlıkları olmadığı için, yani bir Avrupa Birliği, bir ekonomik reformlar başlığı gibi 2003-2006 döneminde, piyasaları heyecanlandıran başlıklar da gündemden düştüğünden, Türkiye'nin küresel yatırımcılar açısından cazibesini artıracak yeni başlıkları bulamıyoruz. Bu dar zaman dilimi içinde, heyecan yaratabilecek bir başlık uluslararası derecelendirme notunun yükseltilmesi olabilir. Ama üç derecelendirme kuruluşu bunu ne zaman ve hangi şartlarla gerçekleştirir, birlikte göreceğiz.

  10. #30
    Üyelik tarihi
    10.Şubat.2013
    Mesajlar
    1
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    İstanbul Üniversitesi Maliye Kulübü’nün geçen sene düzenlediği “Ekonomide Paradigmatik Değişim Sempozyumu”nda konuşan Kerem Alkin, dünya ekonomisinde devlet kapitalizmi ile piyasa kapitalizmi arasındaki tarihi hesaplaşmayı anlatıyor, ilgilenen için iki bölümlük bir konuşma linki:

Sayfa 3 Toplam 3 Sayfadan BirinciBirinci 123

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
YASAL UYARI
Ekonomi, Borsa ve Para piyasaları" bölümünde yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yayımlanan Seri:V, No:52 Sayılı "Yatırım Danışmanlığı Faaliyetine ve Bu Faaliyette Bulunacak Kurumlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ" çerçevesinde aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çevresinde sunulmaktadır. Burada ulaşılan sonuçlar tercih edilen hesaplama yöntemi ve/veya yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmakta olup, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabileceğinden sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir.Yatırımcıların verecekleri yatırım kararları ile bu sitede bulunan veriler, görüş ve bilgi arasında bir bağlantı kurulamayacağı gibi, söz konusu yorum/görüş/bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan www.keyborsa.com web sitesi ve/veya yöneticileri sorumlu tutulmaz.
Google Privacy Policy
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193