Sayfa 2 Toplam 3 Sayfadan BirinciBirinci 123 SonuncuSonuncu
Toplam 30 adet sonuctan sayfa basi 11 ile 20 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Kerem Alkin

  1. #11
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    30 Nisan'da dananın kuyruğu kopacak

    14.04.2008 | Kerem Alkin | Yorum

    Ayın sonunda, aynı gün hem ABD'nin 1. çeyrek büyüme verisi, hem de FED'in faiz kararı açıklanacak. Her iki verinin durumu, piyasaların yılın kalanındaki seyrini belirleyecek.

    http://www.referansgazetesi.com/habe...?HBR_KOD=94679

  2. #12
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Merkez Bankası blöfü görmedi

    19.04.2008 | Kerem Alkin | Yorum



    Kendini fazlasıyla "akıllı" sanan bir takım uluslararası finans kurumlarının raporlarındaki yorumlara ve Londra kaynaklı döviz kuru operasyonlarına rağmen, Merkez Bankası doğru bir tutumla bu ay da politika faizini değiştirmedi. Çünkü, eğer politika faizini bu ay değiştirseydi, Merkez Bankası piyasaya ciddi bir risk varmış izlenimi verecekti. Bu da, Hazine'nin borçlanma maliyetlerine olası negatif etkisi dahil, çok sıkıntılı sonuçları olacak bir gelişme olurdu. Bu nedenle, Merkez Bankası, önümüzdeki hafta ve aylarda küresel ekonomiden kaynaklanan enflasyon riskini ve global likiditenin davranışlarını gözlemleyerek, ölçülü bir faiz artışı sinyali vermeyi tercih etti.

    http://www.referansgazetesi.com/habe...119&YZR_KOD=78

  3. #13
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Merkez Bankası cari açığın önceliğini yükseltti

    23.04.2008 | Kerem Alkin | Yorum

    Merkez Bankası üst yönetiminin duruşunda 3.5 hafta içerisinde ortaya çıkan değişim, cari açık riskinin büyümeye yönelik endişelerin önüne geçtiğini gösteriyor. Mart ayı ödemeler dengesi tablosu gereken ipucunu sağlayacak.

    http://www.referansgazetesi.com/habe...?HBR_KOD=95381

  4. #14
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Artık, öncelikli gündem cari açık

    04.08.2008 | Kerem Alkin | Yorum

    Şekli tartışmalı da olsa, siyasi belirsizlik başlığı gündemden düştü. Hükümet'in saniye bile kaybetmeden ekonomik konulara yoğunlaşması gerekiyor. Cari açığa net bir çözüm bulamazsak, zor günler bizi bekliyor.


    ABD Merkez Bankası'nın (FED) yarın Türkiye saati ile 21:15'de açıklayacağı faiz kararının olası etkilerini çarşamba günkü yazımıza bırakarak, parti kapatma davasını geride bırakmış Türk ekonomisinin öncelikli meselelerine eğilelim. 14 Mart'tan bu yana, zaten "Kan kusup; kızılcık şerbeti içtim" diyen Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler'in (KOBİ) durumu, siyasi belirsizlikle daha da bunaltıcı hale gelmişti. Merkez Bankası'nın, enflasyonu dizginlemek adına yönettiği süreç, siyasi belirsizlikle birleşince, iç talepte gözlenen daralma, perakende boyutunda ticaret kesimini hayli hırpaladı. İhracat yapabilme imkanı olan veya var gücüyle kendine ihracat imkanı oluşturabilmeyi başaran KOBİ'ler, yurtiçi piyasalardaki sıkıntıyı dış satımla gidermeye çalıştılar ve bunu da sürdürüyorlar. Bununla birlikte, döviz kurlarının seviyesi, ekonominin TL cinsinden maliyetlerindeki artışla uyumsuzluk gösterdiğinden, iç piyasadaki daralmayı telafiye yönelik ihracatın da firmalara bir kâr bıraktığını söylemek zor.


    İhracat 130 milyar $'a koşuyor

    Mart ayından bu yana, kapatma ve Ergenekon davaları nedeniyle iç piyasa ciddi anlamda durgulaşınca, Türkiye ihracatta yeni aylık rekorlara imza atmaya başladı. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre, 2007 yılı kasım ayında 11.1 milyar dolarla yeni bir aylık ihracat rekoru kırmış olan Türk ekonomisi, geçtiğimiz mayıs ayından itibaren bu rekoru 12 milyar doların üzerine taşımış durumda. Yani, ABD ekonomisi ve dünya ekonomisiyle ilgili durgunluk ve resesyon tartışmalarına rağmen, Türk iş dünyası ihracatta rekorlara doymuyor. Nitekim, yılın ilk 6 ayında Türkiye'nin ihracat hacmi, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 68.8 milyar dolara dayandı. Türkiye'nin 2008 yılı ihracat hedefi 117 milyar dolarsa, Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, bu hedefi sonrasında 120 milyar dolara taşımış olsa da gerçekleşme yılsonunda bu tempoyla 130 milyar doları geçecek gibi gözüküyor.


    İthalata bağımlılık sürüyor

    Ancak, ithalattaki tabloyu da göz ardı edemeyiz. İthalat hacmi, aylık bazda, mayıs ayından bu yana 19 milyar doların üzerine çıktı ve kümülatif bazda, yıllık ithalat hacmi 198 milyar doları aştı. Hükümet'in 2008 için öngördüğü 182 milyar dolarlık hacim çoktan aşılmış durumda ve bu tempoyla ithalat hacmi, 208-212 milyar dolara, dış ticaret açığı da 77-81 milyar dolar aralığına doğru gidiyor. Madem ki, mart ayından bu yana iç piyasada, siyasi belirsizliğin de etkisi ile halkın tüketimi önemli ölçüde yavaşladı; peki, nasıl oluyor da, yılın ilk 6 ayında tüketim malı ithalatı, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 40 artarak, 11.2 milyar dolara aşmış durumda. O halde, döviz kurlarının mevcut seviyesi, Türk şirketlerini hem iç piyasada, hem de küresel rekabet ortamında iki kez örseliyor. Ve böyle bir kur seviyesi ile Türkiye'nin hem hammadde ve ara mamul, hem de tüketim malı ithalatına olan bağımlılığı sürüyor. Bu arada, yüzde 22,4 oranında artışla, yatırım malı ithalatının 14.3 milyar dolara ulaştığını da hatırlatalım.


    Cari açık 54 milyar dolar

    Bu şartlar altında, en iyimser tahminle, 52 ile 54 milyar dolar arasında bir seviyeye ulaşacak bir cari açıktan söz ediyoruz. 37.7 milyar dolardan, 54 milyar dolara sıçrayan bir cari açık, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'ya (GSYH) oran olarak da yüzde 6,75'e geliyor. Yani, IMF ve Dünya Bankası'nın tehlike sınırı olarak kabul ettiği yüzde 6'nın üzerindeyiz. Üstelik, 2006 ve 2007'de, söz konusu cari açığın yüzde 50'den fazlası doğrudan yatırımlarla finanse edilmişken, bu yıl bu oran yüzde 30'u geçemez. O halde, 2008 yılında 54 milyar dolara ulaşabilecek bir cari açığın yüzde 70'ini sıcak para ve dış borçlanmayla finanse etmeye çalışacağız. Nasıl bir konjonktürde? ABD ekonomisinin ve bankacılık sisteminin ciddi anlamda yalpaladığı, Avrupa Birliği (AB) ekonomilerinden sıkıntı sinyallerinin yükseldiği ve küresel yatırımcıların gelişmekte olan ekonomilere yatırım iştahının dalgalandığı bir dönemde.

    Hükümetin, bu şartlar altında birinci öncelikle konusu cari açık sorunudur ve eylül başına kadar çözüme yönelik eylem planı tamamlanmazsa, bizi aralık ayı başında çok sıkıntılı günler bekliyor olacak.


    Enflasyon hedeflemesi bir hata mı?

    Döviz kurlarını yükselterek, ihracatı desteklemek ve cari açığı azaltmak şeklindeki tartışmaları artık geride bıraktığımızı tekrarlayalım. İyi de döviz kurlarının seyri böyle devam ettikçe, Türkiye'nin ithalata bağımlılığını nasıl azaltacağız. Yeni bir rekora ulaşacağı netleşmiş olan cari açığın finansmanını, yine sıcak para ve dış borçlanmayla mı sağlayacağız? Belki şunu tartışmamız gerekebilir; Merkez Bankası, 2006 yılında enflasyon hedeflemesi modeline erken mi geçti? Bugün, Merkez Bankası'nın üstlendiği sorumluluk, döviz kurlarına yönelik alternatif tedbirleri de kitliyor mu? Ekonomi yönetimi, enflasyonla mücadelede Merkez Bankası'nı yalnız bırakmışsa, bedelini büyüyen cari açıkla mı ödüyoruz? Cari açığın çözümü, enflasyon hedeflemesi modelini askıya almaktan mı geçiyor? Daha, bir hayli tartışmayı sürdüreceğiz.

  5. #15
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart



    İhracatçımız sonbahara hazırlıklı olsun

    09.08.2008 | Kerem Alkin | Yorum



    Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) son faiz toplantısından çıkan mesajlar, Euro Bölgesi için bu sonbaharın hayli zor geçeceğini gösteriyor. ECB Başkanı Trichet'nin dile getirdiği mesajları analiz eden ekonomistler, Başkan Trichet enflasyonla mücadele konusunda bir kararlılık mesajı vermeye çalıştıysa, sözlerinin tam tersine bir anlam içerdiği yorumunu öne çıkarıyorlar. Bu nedenle Euro Bölgesi'ne yönelik büyüme endişelerinin artık daha baskın olmasına bağlı olarak, ECB'nin Noel tatiline kadar mutlaka bir birim faiz indireceğine dair beklenti kuvvet kazanmış durumda. Yani, uluslararası piyasa oyuncuları, Euro Bölgesi açısından faiz avantajının kademeli olarak azalacağı kanısına kapılmış durumdalar. Bu nedenle euro-dolar paritesi, tüm küresel piyasa analistlerini şaşırtacak bir düşüşle önce 1.54 doları, ardından da hızlı bir tempoyla 1.53 ve 1.52 dolar destek noktasını kırdı.



    Parite 1.5170 doları kırdı
    Biz bu satırları kaleme alırken parite 1.5170 doları dahi kırmış durumdaydı. Küresel piyasa uzmanları, 1.5227 dolar seviyesindeki 200 günlük hareketli ortalamanın kırılması halinde -ki biz bu satırları yazarken bu kırılma gerçekleşti- euro-dolar paritesindeki gevşemenin 1.5170 dolar seviyesindeki destek noktasına kadar devam edeceğini dile getirmekteydiler. Ama paritedeki gerileme, perşembe günkü seviyesi olan 1.5195 doların da altında, cuma günü saat 10.23 itibariyle 1.5146 dolara ulaştı ve ardından gelen alımlarla parite 1.5170 dolar destek noktasına oturma mücadelesine girdi. Ham petrol fiyatlarının 11 Temmuz'da 147.27 dolarla euro-dolar paritesinin ise 15 Temmuz'da 1.6038 dolarla rekor kırmalarından yaklaşık bir ay sonra, petrol fiyatı 118 doların altını test ederken euro-dolar paritesi ise 1.5170 doları destek noktası yapmaya çalışıyor.
    Unutmayalım, parite geçen ağustosta "1.35 doları yukarı doğru kırabilir mi" tartışmalarına konu olmaktaydı ve aralık ayında 1.43 doları görmüştü. Birkaç yıl öncesine kadar, ancak Türkiye gibi gelişmekte olan piyasalarda gözlenebilecek ölçüde sert dalgalanmalar, artık küresel piyasalar için de alışılması gereken bir hareket tarzı oldu. Keza, bu yazıyı kaleme almaya başladığım bir saatlik süre içerisinde, parite önce 1.5230'dan 1.5205'e geldi; ardından 1.52 doları kırıp, 1.5146 dolara kadar geriledi. Uluslararası piyasa analistleri, bir saat içerisinde analizlerini gözden geçirip, şimdi çekilmenin 1.5050 dolara kadar sarkabileceğine işaret etmekteler. Parite, 1.5170 doların üzerine çıkamazsa, 1.5050 dolara kadar yeni bir düşüş trendi bekleniyor.

    Euro Bölgesi frene basacak
    Son 16 yılın en yüksek enflasyonunu yaşıyor olsa da ECB analistlerinin Euro Bölgesi'yle ilgili büyüme tahminlerini aşağı yönde revize etmeleri, Avrupa Merkez Bankası'nın politika faizini artırma ihtimalini sıfırlamış gözüküyor. Euro Bölgesi'nde ekonomiye duyulan güven, temmuz ayında 11 Eylül olayından bu yanaki en düşük seviyesine gerilemişken, imalat sanayi ve hizmet sektörlerindeki daralma son iki aya damgasını vurmuş durumda. ECB'nin Euro Bölgesi için büyüme tahminleri 2008 yılı için yüzde 1,8, 2009 yılı için ise yüzde 1,5 olarak revize edilmiş durumda. Credit Suisse Group'un tahminleri ise ECB'ye göre hayli kötümser; 2008 yılı için bir önceki büyüme tahmini yüzde 1,3'ten yüzde 0,8'e, 2009 yılı için ise yüzde 1,8'den yüzde 1'e revize edilmiş durumda. Bu durumda, Türkiye'nin ihracatta en önemli pazarı olan Euro Bölgesi'nde, önümüzdeki sonbahar artan bir keyifsizlikle geçecek gibi gözüküyor. Bu noktada, ABD ekonomisinin büyüme ve ithalat performansındaki olası yavaşlamanın da Euro Bölgesi'ni etkileyeceğini dikkate aldığımızda, Türk ihracatçısı açısından, alternatif pazarlara yüklenilmesi gereken bir döneme giriyoruz.

    Parite avantajı da kırılacak
    Euro-dolar paritesindeki gelişmelerse 1.60-1.56 dolar aralığının kırılması sonrası, 1.58-1.54 dolar aralığının da kırıldığını, bu durumda 1.54-1.50 dolar aralığını konuşmamız gerektiğini teyit ediyor. 1.5050 dolar destek noktasının da kırılması halindeyse, 1.52-1.48 dolar bandı açılabilir. Bu noktada, paritenin 1.60-1.56 dolar bandında olmasından dolayı, TL cinsinden maliyetlerindeki artışları, dolar cinsinden hammadde ithalatı ile dengelemeye çalışan ve euro üzerinden ihracat geliri ile parite etkisini kullanarak kendini dengelemeye çalışan ihracatçımız açısından, elindeki parite avantajı da artık erime sürecine giriyor. Yani, hem Euro Bölgesi'nde ekonomik aktivitenin yavaşlaması olasılığının tartışıldığı hem de paritenin Türk ihracatçısı açısından avantaj olma özelliğini kaybettiği bir periyoda giriyoruz. Ekonomiden sorumlu bakanların, kısa vadede cari açığa çözüm üretmenin zorluğu konusundaki görüşlerini dikkate aldığımızda, içimizden ihracatçımıza "Kendini kurtaracak formülü bir an önce üret" demek geliyor.

  6. #16
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Avrupa bankaları için zor günler başlıyor


    06.09.2008 | Kerem Alkin | Yorum
    Türkiye açısından içinde bulunduğumuz sonbaharın zor geçeceğini belirtmemizin nedenlerinden birisi küresel türbülans ve genel anlamda dünyanın önde gelen ekonomileri için giderek daha yoğun olarak tartışılan resesyon endişeleri ise ikinci bir neden de son birkaç yıldır dış borçlanmaya önemli bir ağırlık vermiş olan Türk reel sektörü ve Türk bankaları açısından, yurtdışından finansman imkânı kullanmanın maliyetinin yükseleceği gerçeğiydi. Geçen perşembe günü, yani 4 Eylül'de gerçekleşen Avrupa Merkez Bankası (ECB) toplantısı sonrasında, ECB Başkanı Trichet'in açıklamalarında Avrupa bankalarına yönelik uyarılar, bu sonbaharın Avrupa bankaları açısından da zor geçeceğini gösteriyor. Trichet, perşembe günkü açıklamasında, bir süredir, Avrupa bankalarının ucuz kaynak bulmak adına, hayli riskli varlıkları yatırım fonları başta olmak üzere, çeşitli yatırım araçlarına dahil ederek kaynak bulma çabalarını yakından takip ettiklerini ve bu tür eğilimleri, arayışları engelleyeceklerini belirtmekte. Trichet, ECB üzerinden ucuza kaynak kullanma imkânlarının kısıtlanacağına ve Avrupa bankalarının sermaye artırmaya özendirileceğine işaret ediyor. Trichet'in verdiği tüm mesajlar, Avrupa bankaları açısından ciddi bir kaynak maliyeti artışı anlamına gelmekte.


    Şubatta borçlanma pahalanacak

    Trichet'in açıklamaları, özellikle varlığa dayalı menkul kıymet ihraçlarına sınırlama getirilmesinin yanı sıra 1 Şubat 2009'dan itibaren Avrupa bankalarının ECB kaynaklarından daha pahalıya yararlandırılacağını ifade etmekte. ECB'nin şubat ayına kadar atacağı adımlar doğrultusunda, şu anda Avrupa bankalarına kaynak kullandırmak adına uygulanan iskonto oranı yüzde 2'den yüzde 12'ye çıkarılacak. Türkiye uygulamasında, bankaların merkez bankasından ticari alacak senetleri karşılığı kredi kullanma imkânı anlamına gelen reeskont kredisi faiz oranı uygulamasında, ECB aynı işlemi, varlığa dayalı menkul kıymetler başta olmak üzere, Avrupa bankalarından çeşitli menkul kıymetleri rehin almak suretiyle kullandırıyor. Nasıl ki TCMB, enflasyonla mücadelesinin bir parçası olarak reeskont kredisi faiz oranını piyasa hadlerinin üzerinde tutarak, bankalara bu alanda kaynak kullandırmamaya çalışıyor; aynı şekilde, ECB de Avrupa bankalarına kaynak kullandırırken kesenin ağzını sıkacak. Trichet'in perşembe günkü açıklamasındaki tüm bu detaylar, Avrupa bankaları açısından, kaynak maliyetlerinin ciddi ölçüde artacağı ve bu nedenle kredi kullanımında daha titiz davranmanın ve daha pahalıya kredi kullanmanın öne çıkacağı bir döneme girildiğini gösteriyor ki, Türk iş dünyasının bu gelişmeleri yakından takip etmesi gerekecek.


    Euro 1,3355 dolara gerileyecek

    Önceki yazılarımızda da vurguladığımız üzere, euro-dolar paritesinde 1,4750-1,4650 dolar bandının ve 1,4520 dolar seviyesindeki destek çıtasının kırılması halinde, 1,44 dolara kadar çekilebileceğini, 1,44 doların kırılması halinde ise çözülmenin 1,42 dolara kadar sürebileceğini ifade etmiştik. Bu noktada, Citigroup Global Markets'ın analizi, 1,4365 ve 1,4310 dolar destek noktalarının kırılması sonrasında, paritedeki çözülmenin 1,3355 dolara kadar devam edebileceğini gösteriyor. ECB Başkanı Trichet'in açıklamalarının Avrupa ekonomileri için ciddi sıkıntılara işaret etmesi ve bankacılık sektörüne yönelik yeni tartışmalar sonrasında, paritedeki düşüşün hızlandığı da gözlenmekte.


    15 Temmuz'da 1,6038 dolarla tarihi seviyeyi görmesi sonrasında, parite 24 Ekim 2007 tarihinden bu yanaki en düşük seviyesi olarak 1,4214 doları gördü. Bu, 15 Temmuz'dan beri euronun yüzde 10,9 değer kaybetmiş olması anlamına geliyor. Bu durumda, OPEC'in formülünü dikkate aldığımızda, 147,27 doları görmüş olan petrolün varil fiyatının 43-44 dolar kadar geri gelmesi gerekiyor. Yani, açık ve net olarak 110-106 dolar aralığının aşağısını konuşuyoruz ki, bu arada altının bir ons değerinin de 780 dolara kadar çekilmesi gerekmekte.


    İçeride faiz ve kur yukarı
    Batı finans kurumlarıyla ilgili endişelerin yanı sıra emtia fiyatlarındaki hızlı gevşeme, hem banka hem de emtia üreticisi şirketlerin hisse senetlerine satış getirmiş durumda. Söz konusu trend, banka hisseleri boyutu da dahil olmak üzere, İMKB'ye de yansımış durumda. İMKB'de hisseleri işlem gören şirketlerin, söz konusu küresel dalgalanmadan hangi koşullarda daha az etkileneceklerini öne çıkarmaları gerekiyor. Bu noktada, TCMB Başkanı Yılmaz'ın açıklamaları da öncelikle döviz kurlarını yükseltmiş gözüküyor. Yabancı yatırımcıların bir kısmı, zaten küresel piyasalar sıkıntılıyken Başkan Yılmaz'ın açıklamalarını, Türkiye'nin faiz cazibesinin azalacağı şeklinde algılamış olabilirler. Para Politikası Kurulu toplantısı sürecinde konuyu yeniden değerlendireceğiz.

  7. #17
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    İkinci kırılma kredilerden gelmesin

    11.10.2008 | Kerem Alkin | Yorum


    Önceki yazılarımızda da vurguladığımız gibi, dünya bankacılığının kredi hacmine yönelik tahminler, 28 trilyon dolar ile 41 trilyon dolar arasında değişiyor. Uluslararası alanda, ekonomistlerin bir bölümü 23 trilyon dolarlık kurumsal ve 18 trilyon dolarlık bireysel kredi hacminden söz etmekteler. Bankacılık sektörü için kredi hacmi bundan 10 yıl önce sorun teşkil etmemekteydi. Çünkü, 10 yıl öncesine kadar dünya bankacılığı için, elindeki plase edilebilir kaynağı satabileceği önemli bir müşteri grubu oyunun içine dahildi; ciddi kamu açığı veren gelişmekte olan ekonomiler(GOE). Aralarında Türkiye, Rusya, Brezilya, Arjantin, Güney Afrika gibi ülkelerin yer aldığı önemli bir grup, ciddi boyutlarda verdikleri kamu açıklarını finanse edebilmek için, uluslararası bankalar aracılığı ile ciddi bir borçlanma arayışı içerisindeydiler. Dünya bankacılığı elindeki kaynağın yarısına yakınını, ülkelerin kamu açıklarının finansmanına kaynak olarak kullandırmaktaydı. Bu tablo yurtiçinde de tekrarlanmaktaydı. Türk bankaları 1999 yılı sonunda ellerindeki plase edilebilir kaynağın yüzde 37'sini Hazine'nin borçlanmasına kullandırmaktaydılar.



    GEO'lar borçlanmayı kesince
    2000'li yılların hemen başında önemli bir kırılma gerçekleşti ve yaşadıkları krizlerden ciddi dersler çıkaran gelişmekte olan ekonomiler, başta Türkiye olmak üzere kamu maliyesi alanında disiplinin yeniden tesis edildiği ve bütçe ile kamu açığının ciddi ölçülerde azaltıldığı bir sürece girdiler. Türkiye, 2005 yılından itibaren ise kamu açığını tümüyle kapattı. Rusya, Brezilya, Arjantin gibi ekonomiler ise, bütçe disiplini konusundaki kimi adımlarının yanı sıra, 2003 yılından itibaren, küresel emtia fiyatlarındaki, yani petrol, hammadde ve metal fiyatlarındaki artışla ciddi bir ihracat geliri elde etmeye başladıkları için, tasarruf edebilir ekonomilere dönüştüler.
    Mali disiplin ve küresel emtia fiyatlarındaki yükselmeyle şekillenen yeni kurgu, dünya bankacılığı için hayli kritik iki sıkıntıyı da beraberinde getirdi. Birincisi, dünya bankacılığı 1980'li yıllardan bu yana önemli miktarda para sattıkları bir müşteriyi kaybetti. İkincisi, söz konusu müşterinin, yani gelişmekte olan ekonomilerin yüksek faizle borçlanma ihtiyaçlarından kaynaklanan hayli kârlı bir alan ortadan kalkmış oldu. Bu durum, dünya bankacılığı için, yeni kârlı alanları keşfetme ve bunun yanı sıra, özel sektör kurumsal müşteri ile bireysel müşteriye daha büyük miktarda kredi satmak anlamına geliyordu.

    Aşırı rekabet krizi getirdi
    Dünya bankacılığını baskı altına alan aşırı rekabet sürecinde, gerek ülke sınırları içinde, gerekse de ülke sınırları dışında, bankalar daha büyük miktarda kredi satma ve kredi kartı sahibi müşteri kazanma yarışına girdiler. Sokaklarda kurulan stantlarda, alım gücü ne olursa olsun, herkese yüksek harcama limitli kredi kartları pazarlandı. Yetmedi, küçük ve orta büyüklükteki işletmeler (KOBİ) başta olmak üzere, dünyanın her yerinde reel sektör, kapısında nöbet tutan, her gün randevu talebinde bulunan ve çok cazip tekliflerle kredi satmaya çalışan bir banka pazarlama elemanı saldırısına maruz kaldı. Kredileri o kadar cazipti ki, reel sektör firmaları ayaklarına kadar getirilen, hayli çekici faiz oranlarıyla pazarlanan söz konusu kredileri kullanmakta çekingen davranmadılar.
    Ancak, bu süreçte, reel sektör firmalarının borç yükünde de bir artış gözlendi. Nitekim, Türkiye'de 19 Eylül itibariyle, mevduat bankalarının kullandırdıkları kredi 267 milyar YTL'ye dayanmış durumda. Yani, 200 milyar dolara ulaşmış bir kredi hacmi. Oysa, 1999 sonunda Türk bankalarının toplam kredi hacmi ancak 40 milyar dolar seviyesindeydi. Tüketici kredileri ve bireysel kredi kartları hacmi ise 1999 yılı sonunda sadece 0.9 milyar YTL iken, bugün 114 milyar YTL'ye ulaşmış durumda. O halde, Türk bankalarının kredi hacmi son 8 yılda 5 kat artmışsa, dünya bankacılığının kredi hacmindeki genişlemenin takdirini size bırakıyorum.

    Küresel faiz indirimi
    Avustralya Merkez Bankası'nın 1 puanlık faiz indirim kararından sonra, geçtiğimiz çarşamba günü, dünyanın önde gelen beş merkez bankasının koordineli faiz indirim kararı ve Çin Merkez Bankası'nın faiz indirim kararı, yanlış bir algılama ile, hisse senedi piyasalarındaki kan kaybına yönelik bir adım olarak tanımlandı. Bu nedenle, kan kaybı durmayınca, indirim yeterli olmadı görüşü öne çıktı. Oysa, yapılan faiz indirimlerinin amacı, ulusal ve uluslararası çapta reel sektör ile bankacılık sektörü arasındaki kredi kanalının kapanmamasına hedefliyor. Nitekim, ABD Merkez Bankası (FED) ticari krediler ve reel sektör firmalarının ticari bonoları için devrede. Bu nedenle, Türkiye'de hükümet ve yetkili birimler, Türk bankaları ile reel sektör arasındaki kredi kanalının kapanmaması için çabalarını yoğunlaştırmalılar. Unutmayalım, tüm dünya borsalarındaki gerilemede, reel sektörün önümüzdeki yıl istediği krediyi bulamayacağı telaşı da etkili.

  8. #18
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Stand-by Nazım Hoca'ya takıldı

    25.10.2008 | Kerem Alkin | Yorum



    Sözcükleri yuvarlamadan direkt konuya girelim. Bitirmekte olduğumuz hafta içerisinde, kolay kolay kırılmaz gibi gözüken 1.54 YTL bandının kırılmasıyla, dolar kurunun 1.68-1.72 YTL bandına oturduğuna şahit olduk. 1.54 YTL çıtasının kırılması, önce 1.78 YTL, onun da kırılması halinde 1.90 YTL'ye kadar sürebilecek bir banda işaret etmekteydi. Döviz kurlarının bu derece hızlı yükselmesine gerekçe olarak, yabancı yatırımcıların, hedge fonların, yabancı finans kurumlarının pek çok gerekçeye bağlı olarak pozisyonlarını nakde dönüştürme eğilimleri öne çıkıyor. Ağustos sonlarından bu yana 15 milyar dolarlık bir çıkıştan söz edilmekte.


    Birileri pozisyon kapatırken, hisse senetleri ve Hazine kağıtlarını hayli cazip bir fiyattan alan bir başka yatırımcı grubunun girişleriyle, ne çıkış 10-11 milyar dolar düzeyinde. Bu nedenle, 2005 yılından bu yana piyasalarda etkisini sıklıkla hissettiğimiz döviz arz fazlalığı eridi. Bu erime, önceki hafta, Merkez Bankası'nın dolar alım ihalelerine ara vermesiyle de doğrulanmıştı. Bu nedenle, "psikolojik harp' taktiği gereği, keşke Merkez Bankamız alım ihalelerine bir anda ara vermek yerine, kotasyonu düşürseydi. Bu durumda, dolar alım ihalelerinin düşük bir kotasyonla da olsa, sürmesi, piyasalara döviz arzı açısından bir sıkıntı yok mesajı verebilirdi. Keza, bugün de dolar satım ihalelerine aciliyetle geçilmemesi de doğru bir strateji olabilirdi. Ancak, Merkez Bankası ihaleleri başlatmayı tercih etti.

    Stand-by'ın psikolojik etkisi
    Ekonomi bürokrasisinden ve ekonomi yönetimi ile 1,5-2 aydır alınacak önlemlere yönelik olarak fikir alışverişinde bulunan, bir araya gelen Türk iş dünyasının önde gelen temsilcilerinden aldığımız değerlendirme ve izlenim, sonuncusu (19.) geçtiğimiz mayıs ayında tamamlanmış olan stand-by anlaşmalarının bir yenisine en uzak duran kişinin Başbakan Yardımcısı ve ekonominin koordinasyonundan sorumlu Devlet Bakanı Prof. Dr. Ekren olduğunu gösteriyor. Nazım Hoca'nın yeni bir stand-by anlaşmasına neden sıcak bakmadığını gerekçeleriyle iş dünyasına ve finans kesimine izah etmesi çok önemli. Çünkü, aynı kesim, 2002 yılından 2007 yılı sonuna kadar, artan bir tempoda stand-by'ların ve Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakere sürecinin, Türkiye'nin cazibesini artıran birer çapa etkisi oluşturduklarına şahit oldular. Bu nedenle, değerli hocamızın, bugün için yeni bir stand-by anlaşması niçin aynı ölçüde bir çapa etkisi göstermez ve stand-by aracılığı ile bir çapa etkisi oluşturulmayacak ise, küresel yatırımcılar için hangi başlığın Türkiye açısından çapa olarak öne çıkarılacağını da izah etmesi gerekiyor. Çünkü, küresel finans krizi anlaşılır nüanslarla, tüm gelişmekte olan ekonomileri negatif etkilerken, Türkiye "ışıldamasını", "ilgiye mahzar olmasını" sağlayan "çapalar" ile yabancı sermaye çıkışından en az etkilenen ve dolar kurunu 1.48-1.54 YTL bandına oturtan bir ekonomi olabilirdi. Bu bant, hem ihracatçılarımız açısından bir fırsat, hem dış ticaret ve cari açık açısından dengeleyici bir kur seviyesi, hem de Merkez Bankası'nın enflasyonla mücadelesini zora sokmayacak bir devalüasyon olarak algılanırdı. Oysa, şimdi 1.68-1.72 YTL bandına oturma eğilimi içinde olan kurun piyasalar üzerindeki kalıcı etkisi daha fazla soru işaretine neden oluyor.

    Merkez tuzağa düşmedi
    Geçtiğimiz çarşamba günü, dolar kurunda 1.62-1.68 YTL bandına geçiş, salt yabancı yatırımcıların Türkiye'de pozisyon kapatmaları ve elde ettikleri dövizi Türkiye'den çıkarmalarıyla açıklanamaz. Kurların yükselmesinde, Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısının etkisi de göz ardı edilmemeli. Salı gününden itibaren, kimi yabancı finans kurumları ile yerli ve yabancı spekülatörlerin, Merkez Bankası'nı bir faiz artışı kararına zorlamak için, piyasayı dolar kurunu yükselterek germeye çalıştıkları hissedilmişti. Bununla birlikte, söz konusu çevrelerin dolar kurunu yükselterek Merkez Bankası'na vermeye çalıştıkları mesajı, Merkez Bankamız reddetti ve spekülatörlerin blöfünü gördü.

    Sendikasyon ödemelerine dikkat
    Bu noktada, yabancı ve yerli spekülatörler ile yabancı finans kurumları, Merkez Bankamızı faiz artırsın diye sıkıştırmaya devam edecekler ve bunun için dolar kuru seviyesini bir şantaj aracı olarak kullanacaklar. Dolar kurunu 1.68-1.72 YTL bandına çekmeye çalışacaklar. İşte, bu noktada, dolar kurunun seviyesini görüp, panik olup, Merkez Bankası'na yapılan bu şantaja katkı sağlamamamız gerekiyor. Yani, 1.54 YTL kırıldıktan sonra, dolar kurunun daha hızlı yükseleceği korkusu ile, biz de dolar satmayıp, dolar almaya kalkarsak, o zaman bahsettiğimiz spekülatörlerin ve yabancı finans kurumlarının oyununa gelmiş oluruz ve "ekmeklerine yağ süreriz". Ancak, kasım ve aralık aylarında, bankalarımızın sendikasyon ödemeleri nedeniyle, olası döviz ihtiyaçlarını da çözmeliyiz. Merkez Bankası'nın bu yönde atmakta olduğu adımlar isabetli. Keşke, döviz satım ihaleleri için bir süre daha bekleyebilseydi.

  9. #19
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Merkez Bankası'ndan 'bütünüyle içe dönüş' mesajı

    22.11.2008 | Kerem Alkin | Yorum


    Geçtiğimiz çarşamba günü, Referans'ın web sitesinde yayınlanan "Merkez Bankası'nın bugün işi çok zor" yazımın en çok okunan olmasında başlığın etkisi gözardı edilemez. Hakikaten, Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) üyelerinin aldığı 50 baz puanlık faiz indiriminin yanlış bir karar olmasından, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile neredeyse anlaşmaya varılmış olduğu yönündeki "insider", yani gizli bir bilgiyle alınmış olabileceğine kadar değişik değerlendirmeler öne çıktı. Başbakan Erdoğan'ın Hindistan gezisi için yola çıkmazdan hemen önce, kendisi yurtdışından dönene kadar IMF'yle anlaşmanın tamamlanmış olabileceği yönündeki açıklamaları, bu yöndeki değerlendirme veya yakıştırmaları bir nebze doğrulamış oldu. Bununla birlikte, benim görüşüm, PPK üyelerinin, 2009 yılında Türkiye'de hiçbir kurumun, hükümet de dahil, yurtdışından kaynak bulamayacağı yönündeki bir mesajı vermeyi tercih ettikleri yönünde.


    TL maliyetini düşür

    Önümüzdeki yıl, başta Hazine olmak üzere, Türkiye'de hiçbir devlet kurumu ve hiçbir özel sektör kuruluşu yurtdışından doğru dürüst kaynak bulamayacaksa Merkez Bankası üst yönetiminin temel hedefi, yurtiçi kaynaklara daha fazla yüklenilecek bir dönemde, TL kaynakların maliyetlerini düşürmek olabilir. Geçtiğimiz hafta, Almanya'nın, gerçekleştirdiği bir tahvil ihalesinde kağıt satamadığı bilgisi doğruysa, Hazine'nin 2009 yılında yapacağı dış borç ödemelerinin önemli bir bölümünü karşılamak amacıyla gerçekleştirmeyi düşündüğü, planladığı eurobond ihalelerinin önemli bir bölümünün risk altında olduğu söylenebilir.

    Uluslararası alanda, para ve sermaye piyasaları, finans çevreleri, ağırlıklı olarak Batılı ülkelerin bankacılık sektörleri, içine düştükleri girdaptan, travmadan kolay kolay kurtulamayacaklarsa, Türk Hazinesi'nin, yerel yönetimlerin, KİT'lerin ve özel sektörün dış borç bulma kabiliyeti ciddi ölçüde zayıflamış olacak. Bu durumda, ekonomi aktörlerinin büyük bir bölümü, borçların çevrilmesi açısından TL kaynak toplamak durumundaysa, Merkez Bankası üst yönetimi, TL'nin kaynak maliyetini düşürmeyi hedefleyen, yani faiz oranlarını aşağı çekecek, Hazine'nin daha düşük bir faizle borçlanmasını sağlayacak bir hamle yapmayı tercih etmiş olabilir. Yani, tekrarlamak gerekirse, Merkez Bankası üst yönetiminin PPK toplantısındaki duruşu, 2009'da Türkiye'nin kendi yağıyla kavrulacağı anlamına geliyor.


    2009'da kur riski

    Konuyu bu açıdan değerlendirdiğimizde, Merkez Bankası'nın adımı anlamlı bir noktaya ulaşıyor. Bununla birlikte, Merkez Bankası üst yönetiminin PPK toplantısıyla vermek istediği mesaj, bir ölçüde "insider", yani henüz kamuoyu ile paylaşılmamış bir bilgi olarak, muhtemel IMF anlaşmasında imzaların atılmasına çok yaklaşılmış olduğu anlamına da geliyorsa, kanımca en az 20 milyar dolarlık bir anlaşmaya imza atılmış olabileceği anlamına da geliyor. Çünkü, kamu kesiminin 2009 yılında 15 milyar dolara yakın bir dış borç geri ödemesi söz konusu, bu gelecek yılki dış borç ödemesinin önemli bir bölümü IMF anlaşmasıyla sağlanacak kaynakla karşılanacak olabilir.

    Ancak, IMF'yle varılan anlaşmanın bir stand-by mı, "ihtiyati stand-by" mı olduğu noktasında bir tüyomuz olmadığından, söz konusu kaynağın nasıl bir taksitlendirmeye ve her taksitlendirmenin de ne kadarlık bir tutara işaret ettiğini bilmiyoruz. Bu durumda, IMF'nin 2009'da sağlayacağı kaynak 10 milyar doları geçmeyecekse, bu rakam 2009 yılında kamu ve özel sektörün ödeyeceği 48 milyar dolarlık dış borç rakamı yanında yetersiz bir kaynak olarak kalacaktır. Bu durumda, gerek Hazine, gerekse de banka ve reel sektör şirketleri, dış borç geri ödemeleri için ellerindeki YTL ile döviz toplamayı sürdürecektir. Bu durum, döviz kurları üzerindeki baskının devamı, yani 1.68-1.78 YTL seviyesinde bir dolar-YTL kur bandı anlamına gelebilir. Eğer, Merkez Bankası üst yönetimi, IMF anlaşmasının kredi miktarı konusunda da bilgi sahibi olarak faiz indirim kararını aldılarsa bir sıkıntı yok. Tersine, eğer IMF anlaşmasıyla kullandırılacak kaynak, Türkiye'ye merhem olmayacaksa,bu durumda, Merkez Bankası'nın attığı adımın, 2009 yılı için kur riski anlamına geldiğini unutmayalım.

  10. #20
    Üyelik tarihi
    22.Nisan.2009
    Nereden
    istanbul
    Mesajlar
    166
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Risk iştahı yeniden artıyor

    09.05.2009 | Kerem Alkin




    Önceki değerlendirmelerimizde de vurguladığımız gibi, yaklaşık dört haftadır küresel finans piyasalarında bir kıpırdanmayı dikkatle takip ediyoruz. Bu kıpırdanma, küresel yatırımcıların piyasalara bakışında ve risk algılanmasında bir kimyasal değişime işaret ediyor. Bu kimyasal değişimi tarif etmek gerekirse, bir ay öncesine kadar küresel yatırımcılar için kritik olan başlık anaparayı kaybetmemekti. Bu nedenle, küresel yatırımcılar negatif reel faiz elde ettiklerini bilmelerine rağmen, daha "güvenilir liman" olarak algıladıklarından, ABD tahvillerinde kalmayı tercih etmekteydiler. Ancak, 7 Mayıs Perşembe günü gerçekleştirilen ABD'nin 30 yıl vadeli tahvil ihalesinde, yatırımcı düşük faize razı olmadı ve bu nedenle ABD 30 yıllık tahvillerinin ihale faizi yükseldi.
    Bu durum, artık küresel finans kriziyle ilgili olarak, dip noktanın görüldüğü ve dünya borsalarında, para ve sermaye piyasalarında düşük bir tempoyla da olsa, yukarı doğru trendin başladığı yönünde yorumlanmakta. Eğer, küresel yatırımcı, artık sadece anaparasını koruma endişesini geride bırakarak, yeniden getirileri karşılaştırmaya başlamışsa, risk iştahı hareketleniyor diyebiliriz. Risk iştahı tümüyle ölmüşken, yukarıda da belirttiğimiz gibi, küresel yatırımcıların tek derdi anaparayı koruyabilmekti. Bugün itibariyle, artık yeniden menkul kıymet getirilerinin öne çıkması, Türkiye için bir şans. Çünkü, küresel yatırımcının risk iştahı yeniden kabarıyor ve getiriler tekrar önem kazanıyor ise, bu durumda Türk hisse senetleri ve Türk tahvilleri hiç şüphesiz daha fazla ilgi odağı olacaktır. Bu durum, Hazine'nin borçlanma imkanlarını da kolaylaştırabilir.

Sayfa 2 Toplam 3 Sayfadan BirinciBirinci 123 SonuncuSonuncu

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
YASAL UYARI
Ekonomi, Borsa ve Para piyasaları" bölümünde yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yayımlanan Seri:V, No:52 Sayılı "Yatırım Danışmanlığı Faaliyetine ve Bu Faaliyette Bulunacak Kurumlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ" çerçevesinde aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çevresinde sunulmaktadır. Burada ulaşılan sonuçlar tercih edilen hesaplama yöntemi ve/veya yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmakta olup, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabileceğinden sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir.Yatırımcıların verecekleri yatırım kararları ile bu sitede bulunan veriler, görüş ve bilgi arasında bir bağlantı kurulamayacağı gibi, söz konusu yorum/görüş/bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan www.keyborsa.com web sitesi ve/veya yöneticileri sorumlu tutulmaz.
Google Privacy Policy
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193