Son Mucize
Giriş- Çocukluk...
ÇOCUKLUK
Kişiliği, hayalinde meydana getirdiği karakterlere göre –büyük ölçüde son okuduğu roman kahramanına göre- devingen bir şekilde değişiyordu. Kişiliği oluşturan öğelerin tek sabit duranı ise iyilikti. Yüreğin iyi olması. Her oluşturduğu –istem dışı- yeni kişilik iyilikte sınır tanımıyordu. Serseri, soğukkanlı, heyecanlı, korkak, şişman, zayıf, yetenekli, yeteneksiz, cesur, aziz, işçi, padişah, doktor, avukat ve bir sürü insan tipinin ortak özelliğiydi iyilik. Kimlikler ve nitelikler önemli değildi. Kahraman olarak seçtiği ister aptal olsun, ister salak, ister vasıfsız bir işçi olsun, isterse çirkin olsun yeter ki yürekleri iyi olsun. İmkânsız diye bir şey tanımayan hayal gücü, bu tiplerin iyi olmaları sayesinde, tüm insanlığa ulaştırmayı başarıyordu.
On iki yaşında ilköğretimini bitirdiğinde okul ve ilçe halk kütüphanelerindeki hemen hemen tüm roman ve hikâye türü kitapları okumuştu.
Ürettiği düşünceler gerçek üstü, hayal ürünü şeylerdi. Ulaşılmaz aşkı tanımlayabilse de yüreği cehennem ateşinde yakan ızdırabı bilmiyordu. Cebinde olanları çok rahat bir şekilde isteyenlere verse de; insanlığın yüzyıllardan beri bir metelik daha fazla kazanmak için kan döktüklerini bilmiyordu. Ve onun için kötülük: kahramanlar için her zaman yenilmeye mahkûm bir kavramdan öteye gidemez, zafer nedir bilemezdi. Gerçeğin yakıcı çıplaklığından habersizdi. Yaşamın içinde bulundurduğu en asil kişilerden biriydi. Oysa yaşamın acımasız çarkları, insanlığın kötü dişleri karşısında kolay bir lokmaydı.
İnce, uzun, solgun yüzünün tam ortasında çarpık, iri ve küt bir burnu vardı. Geniş alnının bitiminden başlayan seyrek kaşları kumraldı. Bir türlü şekle girmeyen siyaha yakın saçlarını sağa yatırırdı. Zayıf saçları ne kadar uzun olursa olsun kabarmaz kafa derisine yapışık gibi gözükürdü. Bu yüzdende kocaman, yampiri kafasını ve kepçe gibi kulaklarını ortaya çıkarırdı. Var ile yokun arasında didinip duran, ince dudakları ancak yemek yerken ve kontrol edemediği şen kahkahalar atarken ortaya çıkardı. Tabi bu kahkahalar sırasında üç diş eksikliğinin verdiği karanlık boşluk ortaya çıkardı. Ve Onu yaşadığı sürece tanıyan herkes orada hiç diş görememişlerdir. Buna bende dâhil. Konuşurken o kadar sessiz konuşurdu ki dudakları hiç aralanmamış hissi verirdi insana. Kısa omuzlarına ters orantılı uzun kolları, çelimsiz ince bacakları ve ölçüsüz başındaki her daim asık suratıyla, bir acuzeyi andırıyordu. Kimse Ona dikkat etmezdi. Dikkatler sadece Ondan kaçmak için kullanılırdı. Bir tek güzel yanı badem içi biçimindeki iri, yeşil gözleriydi. Her daim ışıl ışıl, karşısındakine diklemesine bakan bu gözlerde tüm yabani bedenine, görünüşüne aykırı olarak, o kadar insancıl, temizlik, saflık vardı ki, insanı yakardı. Belki de insanların ondan kaçmasının sebebi saflıktı.
Ben Onun ismini Alpyıldızı koydum. Alpyıldızı nedir bilir misiniz dağların yamaçlarında yetişen ve açan bir çiçek.
______________
Oktay Ertuğrul
Yapabildiklerim Yapabiliceklerimin Yarısı Bile Değil