Sayfa 1 Toplam 7 Sayfadan 12345 ... SonuncuSonuncu
Toplam 67 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 10 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Yiğit Bulut

  1. #1
    Üyelik tarihi
    22.Mayıs.2007
    Nereden
    İstanbul-Rize
    Mesajlar
    352
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Yiğit Bulut

    Geçen birkaç hafta içinde aşağıdaki yazıyı ele almış ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir Genelkurmay Başkanı'nın ekonomik konsept ile ilgili çok önemli ifadeler ortaya koyduğunu belirtmiştim. Bu noktada bu yazıdan bazı alıntılar yapmak istiyorum. Genelkurmay Başkanı’nın geçtiğimiz hafta yaptığı konuşma seçim telaşı içine girmiş Türk kamuoyunda yeterince sorgulandı mı? Soruya algılamanıza göre, fazla bile sorgulandı veya hayır, detaylar algılanmadı, gibi cevaplar verebilirsiniz. İzin verirseniz yapılan açıklamada ekonomik anlamda çok önemli bulduğum bölümlerden yola çıkarak bazı tespitlerimi sizlere aktarmak istiyorum.

    Amacım 'Genelkurmay Başkanı ne kadar önemli şeyler söyledi' demek değil, 1946’dan bugüne uluslararası finans kapitalin elinde oyuncak olan ekonomik sistemimizin, ilk defa devletin içinden çıkan bir refleks ile ekonomik güvenlik kavramı eşliğinde yeniden sorgulanma yoluna girilmiş olması. Tekrar etmek istiyorum: Bugüne kadar laiklik kavramı dışında devletin ekonomik dinamiklerine karışmayan, hatta seçilmişlerin yaptıklarına bazı kavramlara dokunmadıkları sürece ses çıkarmayan kurumların, 1923-1946 sonrası dönemde ilk defa "sistemin tümü sorgulanmaz ise güvende olamayız" mesajı vermeleri çok önemli.



    Devlet reflekssiz kalmadı


    Bu noktada geriye dönmek ve ilk devalüasyon ile tam manipülasyona açık hale kademe kademe getirilen Türk ekonomik sisteminden, daha doğrusu ortaya çıkan temel çelişkiden bahsetmek istiyorum. 1946 sonrası ortaya çıkan soru çok net: Türk ekonomisinin ana unsuru ne? Üretim mi? Yoksa sıcak para akışı ile belli bir süre genleşen ve bir süre sonra kendi üstüne kapanıp halkın varlıklarını transfer eden yapı mı?

    Sonuç 1: Yukarıda aktardığım dinamikler ve bazı kavramlara dokunulmadığı sürece devletin kurumlarının reflekssiz kalması durumu Genelkurmay'ın son açıklamaları ile 1946’dan bugüne ilk defa değişti. Bazı kavramlara dokunulmadıkça ortaya çıkmayan devletin bir bölümü ilk defa Genelkurmay Başkanı’nın son iki konuşmasında değindiği ekonomik güvenlik ve yabancı unsurların ekonomik manipülasyonları gibi kavramlar ile konseptin değiştiğini çok net ortaya koydular.



    Ekonomik model değişmeli


    Sonuç 2: Bu değişimin anlamı çok açık. Askerin de müdahil olacağı bir ortamda Türkiye 1946’dan beri içine düştüğü temel ekonomik model çelişkisinde yeni bir arama-tarama eşiğine doğru itilecek. Bu noktada aklınıza şu soru gelebilir: Sorgulamanın başlaması yapının değişeceği anlamına gelir mi? Haklısınız, çok kısa vadede gelmez fakat sadece bazı kavramlara odaklanan ve devletin ana reflekslerini temsil eden kurumlardan biri olan Silahlı Kuvvetler'in ekonomik güvenlik kavramını ortaya atması büyük bir değişime veya en azından büyük bir değişime yol açabilecek sorgulamaya doğru itileceğimizi gösteriyor.

    Son söz: 2003 yılının ilk 6 ayı içinde dolar kuru 1.7 YTL seviyesini ve üstünü test etti. 2007 yılın ilk 6 ayı içindeyiz ve kur 1.3 YTL seviyesine doğru geriliyor. Bu süre içinde geçen 4 yıllık süreçte Türkiye dünyanın en yüksek faizini veren Hazine bonolarının neredeyse tamamını sıcak para arz edenlere sattı. Doların yüzde 20-25 arasında değer kaybettiği bu yapıya, YTL bazında kazanılan faizi de ekleyin ve lütfen şu soruya cevap verin: Sıcakçıların kâr ettiği aradaki fark nereden karşılandı? Cevap çok açık: Bizim olması gerekenlerin başkalarının cebine girmesiyle. Umarım, yıllardır anlatmaya çalıştığım kavramlar Genelkurmay’ın ekonomik güvenlik kavramının da ivmesiyle daha fazla yayılır ve varlıklarımızı transfer eden var olan sıcak para tabanlı modelden bir an önce kurtulabiliriz.”



    Bir dinamik yıkılıyor

    Değerli dostlar, bu yazıyı yazdığım saatten bugüne gelinen nokta: Oyakbank’ın tamamı yabancılara satıldı. Son 48 saattir telefonum susmuyor. Tasfiye edilen Türkiye fikrinden korkan ve sarılacak elde kalan son dal olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ni gören birçok Türk vatandaşı, hayatını hiçe sayarak savaşan personel, yakınlarını şehit veren cesur insanlarımız sürekli arayarak hayal kırıklıklarını belirtiyorlar. Söyledikleri çok açık: Hepimiz şoktayız, hepimizin canı yanıyor, daha da acısı bizim canımız yanarken ulusalcı söylemleri her zaman varmak istedikleri nokta için tehlike görenler, yaşananlar üzerine şimdi zil takıp oynuyorlar.

    Sonuç 1: Güngör Uras iki gündür Milliyet gazetesinde net olarak ortaya koyuyor: Oyak bu satışa, Coşkun Ulusoy’un yaptığı hatalar sonucu geldi. Yola kırmızı-beyaz tişörtler giyip çıkan, ihale sürecinde salondakilere slogan attırmaya kadar işi vardıran Ulusoy’un hesap bilmezliği yüzünden Türk kamuoyu, tarihinin en büyük psikolojik darbesini aldı. Sorun sadece bankanın satılması değil. Türk insanı inandığı, güvendiği, geleceğinin garantisi olarak gördüğü bir dinamiğin, bir şahsın hataları sonucu yıkılmasını, yok olmasını seyrediyor. Türk insanına karşı yürütülen psikolojik harekâtta kazanılan bu safhayı inanın kimse beceremezdi. Ulusoy’u kutlamak gerekli.

    Sonuç 2: Dünden beri telefonlarım susmuyor. Özellikle bu ülke uğruna savaşırken şehit düşmüş canlarımızın aileleri, akrabaları arıyorlar. O insanların içinde bulundukları durumu, yıkılmışlıklarını duymanız, görmeniz gerekli.



    Satmayın, halka açın

    Son söz: Buradan Oyak yönetimine sesleniyorum. Oyakbank’ın satışı gibi Türk halkının psikolojik dinamiklerini etkileyecek bir olay sadece para ile değerlendirilemez. Bu hareket tamamlanırsa Türk halkına karşı yıllardır yürütülen psikolojik harekâtın dahi veremediği bir zarar ortaya çıkacak. Sizlere net bir tavsiyem var: Türk halkının bankalarda ve sistem dışında bugün itibariyle 80 milyar doların üzerinde birikimi var. Satışı iptal edin, Ulusoy’u görevden alın ve gelin bankanın tamamını yabancılara satılan fiyat üzerinden halka açalım. Aynı maddi giriş sağlanacağı gibi değeri milyarlarca dolarla ölçülemeyecek bir adım Türkiye adına atılmış olur.

  2. #2
    Üyelik tarihi
    22.Mayıs.2007
    Nereden
    İstanbul-Rize
    Mesajlar
    352
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Bu ülkeye gerçekten inanıyorlarsa faiz düşer

    İddia edildiği gibi sistem iyi olma yolunda ilerliyorsa; her şeyden önce faizin düşmesi, yani sisteme para sokanların düşük risk primi talep eder hale gelmeleri gerekir. Dünyanın en yüksek faizinin ödendiği bir ortamda kimse 'Biz ekonomik mucize yarattık' diyemez.



    Perşembe günü öğleden sonra özellikle borsadaki yükselişle başlayan dalga içinde en sık yapılan yorum: "Siyasi risk düşüyor, ABD ile Kuzey Irak konusunda anlaşma sağlandı, yabancılar alıma geçti, Türkiye’ye inanılmaz bir güven var, algılanan herhangi bir sorun yok."

    Bu noktada aklıma bir soru geliyor: Madem her şey bu kadar parlak, faiz neden aynı tepkiyi vermiyor? Faiz neden net bir şekilde düşmüyor? Neden yüzde 18’li seviyelerin altına gelmiyor? Neden dünya genelinde ödenen en yüksek reel faiz Türkiye’de?



    Yüksek olması kime yarar


    Değerli dostlar, faizin neden düşmediğini salt piyasa dinamikleri açısından sorgulamayı başka bir yazıya bırakıyor ve defalarca bu detaylara dikkat çekmeme rağmen en zayıf noktamız olduğunu bildiğim için bir kez daha ele alarak bir soru sormak istiyorum: Yüksek kalan faiz kimin için olumlu?

    Cevabı çok zor değil; parayı veren, sistemi dengede tutmak açısından parayı alan için olumlu. Daha açıkçası; borç verenler, bankalar ve borç alıp kuyruğu dik tutmaya çalışan siyasi otorite için. Peki bu dengede vatandaş nerede? Sokaktaki vatandaş bu denklem içinde yok.

    Daha açıkçası; Türkiye'de paranın yüzde 90'ından fazlasının yüzde 10'un elinde olduğunu bilir ve bu gerçeğe Türkiye'ye rant kazanmaya gelen yurtdışı kaynaklı para gerçeğini de eklerseniz, ortaya şöyle bir sonuç çıkar: Faiz yükselince, halk cebine girmesi gereken paranın daha büyük bir bölümünü risk görüp daha fazla prim talep edenlere aktarır. Uzağa gitmeyin; 2004'te 70 katrilyon, yani o günün kuru ile 52 milyar dolar faiz harcamamız var. Bu para nerede? Bakın bakalım cebinize girdi mi?



    Hastalık mı dengeleyici mi

    Çıkarımlar:

    1- Tarihte birçok belgeye, hatta kutsal kitaplara bile "haram" tespitiyle giren ve modern ekonomistlerin "katalizör" veya "dengeleyici" olarak tanımladıkları faiz dinamiği, ekonomideki hastalığın belirtisidir.

    2- Hastalık, daha doğrusu sistemdeki iltihap yayıldıkça faiz artar, hastalık azaldıkça faiz düşer.

    3- Hastalığın her zaman gerçek olması da gerekmez, sanal ve beklenti kırılması odaklı da olabilir. Sebebi çok açıktır; sağlıklı bir ortamda ülkede paralarını tutmak isteyenler düşük risk primi talep eder. Ortam bozuldukça risk primi istekleri artar ve sonunda, onları davet etmemenize rağmen sistem öyle kurulduğu için, aynen 2004'teki gibi, bütçenizin yarısını onlara aktarır hale gelirsiniz.

    4- Faiz bir ekonominin dengeleyicisi gibi görünse bile aslında sistemi kuranların kurnazlığı sonucu dengeleyen konumunda sistemdeki varlığı emen bir yapıdır. Faizin yüksek olduğu bir yapıda adil bir ekonomik paylaşımdan bahsedilemez.

    5- İddia edildiği gibi sistem iyi olma yolunda ilerliyorsa; her şeyden önce faizin düşmesi, yani sisteme para sokanların düşük risk primi talep eder hale gelmeleri gerekir.

    6- "İyiye gitme" kavramına "Referansınız ne" sorusu ile birlikte cevap aramak gerekir. Yüksek faiz sıcak para sahipleri için iyi olurken, birikimi olmayan yerli halkı bitirir.

    Son söz: Yüksek faiz hastalık belirtisi olduğu gibi dünyanın en yüksek faizinin ödendiği bir ortamda kimse "Biz ekonomik mucize yarattık" diyemez.

    Not: Türkiye’de mortgage ile ilgili dünya üzerinde örneği olmayan bir uygulama yapıldı ve borçlunun bütün varlığına ödememe durumunda el konabilecek şekilde hukuki zemin oluşturuldu. Bu ülkede banka alıp yüksek faizle borç dağıtan uluslararası sermayeyi koruma adına bu, halka atılmış bir kazıktır.

  3. #3
    Üyelik tarihi
    22.Mayıs.2007
    Nereden
    İstanbul-Rize
    Mesajlar
    352
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Petkim'de taban fiyat 3 milyar dolar

    Petkim'de ihale bedeli 3 milyar taban ile oluşmaya başlamalı ve özellikle Tüpraş’la arasındaki rasyoyu da dikkate alırsak, sonuçta bu şirketi kontrol etmek isteyen en az 2 milyar dolar bir bedele hazır olmalı.


    Piyasada Petkim ile ilgili olarak, bana göre kasıtlı bir şekilde, şu anda piyasada işlem gördüğü değerin iyi bir fiyat olduğu ve bu fiyata yakın bir değer ile satılmasının doğru olabileceği konuşuluyor. Ne güzel 650-700 milyon dolar arası bir para veren Petkim’i kontrol edecek!

    Bu noktada ben de bunu söyleyen alıcılara veya dışarıdan yorum yapanlara diyorum ki; “Ne gerek var, bedava verelim!”

    Değerli dostlar, “Petkim ihalesinde oluşması gereken taban fiyat bugün piyasada işlem gördüğü değerin en az iki katı olmalıdır” tezini ortaya atmak ve sorular eşliğinde detaylandırmak istiyorum.



    İMKB geride kaldı


    Soru 1: Türk sermaye piyasaları bugün dünyada son dönemde oluşan hareketi yansıtıyor mu? Uzun süreden beri bu köşede “2006 Mart başından beri dünya genelinden koptuk, onlar gitti biz baktık" söylemini matematik ispatı ile aktarmaya çalışıyorum. Bu yazıyı yazdığım saate kadar okuduğum bütün gazetelerde Ali Babacan’ın da aynı tip sözlerine (ilk defa) rastladım. İşte Babacan’ın cümleleri:

    Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, nisan ayından bu yana gelişmekte olan ülkelerin borsalarının ortalama yüzde 10 arttığını, Türkiye’de ise yüzde 2 gerilediğini kaydederek, "12 puanlık makasımız açılmış durumda. Bu, 'acaba' soru işaretinin Türkiye’ye getirdiği maliyet. Bir şey olmuyor derken, dışarıda işler çok iyi gitti, bu dönemde."

    Gördüğünüz gibi hükümetin bakanı bile net olarak ortaya koyuyor, dünya genelindeki hareketten çok geri kaldık. Babacan’a göre Nisan 2007’den beri yüzde 12 geride kaldık, bana göre Mart 2006’dan beri yüzde 20-25.

    Soru 2: Dünya genelindeki harekete uyum sağlayamadık ise, Pektim ile bunun ilgisi ne? Çok açık, bugün “Petkim’in piyasa değeri iyi” diyenlerin tezi gerçekçi değil. Dünya genelinde geride kalmış bir genel piyasa yapısı içinde şirketin değeri iyi olamaz.

    Soru 3: Şirket piyasaya göre primli olamaz mı? Şirketin değeri “ederinde hatta üstünde” diyenler acaba şirketin dolar bazındaki hisse grafiğine hiç baktılar mı? İşte görünen...

    Dolar bazında 2000 yılı değerine ve hemen sonra bugün işlem gördüğü değere bakın ve sonra lütfen şu soruya cevap arayın: 2000 yılından bugüne Türkiye’de neler oldu? Neler hangi fiyatla satıldı? Dünya genelinde neler oldu? Finansal trendler nasıl değişti?

    Bu sorulara cevap arayalım ve sonra elimizi vicdanımıza koyup sonuca gidelim, ne dersiniz Petkim’in fiyatı iyi mi?

    Tüpraş 2000 yılını geçti


    Soru 4: Tüpraş ile Petkim’i 2000 yılı hisse değerlerine göre nasıl karşılaştırabiliriz? Tüpraş’ta ihale öncesi piyasada satıldığı fiyata göre oldukça düşük bir değerden işlem görüyordu, fiyat oldukça yüksek çıktı, sonrasında hisse değeri bu fiyata gelmedi ama 2000 yılı zirvesini geçti, bu dinamik nasıl sorgulanabilir?

    Tüpraş’ın dolar bazındaki grafiğini de aktarayım.

    Grafik üzerinde net olarak görüldüğü gibi, ihale sonrası fiyat “kontrol hissesini satın alan” seviyesine gelmiyor fakat 2000 yılı dolar bazındaki zirveyi geçiyor. Bu grafik sonrası lütfen bir kez daha Petkim’in dolar bazındaki yukarıdaki grafiğine bakın ve şu soruya cevap arayın. Genelden özele saydığımız bütün şartlar dahilinde sizce bugün görülen ve iyi olduğu hatta yüksek olduğu iddia edilen değer doğru olabilir mi?



    Taban 3 milyar dolar


    Sonuç 1: Bana göre ihale bedeli 3 milyar taban ile oluşmaya başlamalı ve özellikle Tüpraş’la arasındaki rasyoyu da dikkate alırsak, sonuçta bu şirketi kontrol etmek isteyen en az 2 milyar dolar bir bedele hazır olmalı.

    Sonuç 2: Madem iddia edildiği gibi işler iyi, umarım “fiyatı bu iyi havadan etkilenerek, bu şekilde tahmin etmemize de” bazıları bozulmazlar.

    Sonuç 3: Bu şirketler halkın malı ve ille de satılacaksa (bence satılmamalı) ne kadar yüksek fiyat ile satılırsa bizim için o kadar iyi.

    Not: Liman özelleştirmelerinde oluşan fiyatlara bir bakalım ve sonra gelip 6 rıhtımı, karayolu bağlantısı ve İzmir’e göre derinlik avantajı olan Petkim Limanı’nı da aynı dinamikler içinde sorgulayalım. Bu tesis, bazı fiyatlar “iyi diye” bize algılatılarak bedavaya elimizden alınmak üzere. Türk halkına duyurulur.

  4. #4
    Üyelik tarihi
    22.Mayıs.2007
    Nereden
    İstanbul-Rize
    Mesajlar
    352
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Aşağıdaki olayların akşını okuyun, sonra bir soru soralım

    ABD ve Avrupa Birliği’nin bölgemizde uygulamak istedikleri politikalarda karşılarında gördükleri en büyük engel TSK. Böylesine organize büyük bir gücün varlığından rahatsız oldukları gibi, bu gücü kendi planları doğrultusunda kanalize edememeleri de onları adeta deli ediyor.



    Hiçbir yorum yapmadan bir kronolojiyi aktarmak istiyorum.

    1- Bill Clinton Mayıs 1997’de “Yeni bir yüzyıl için Ulusal Güvenlik Stratejisi” adı verilen belgeyi imzaladı. Belgenin özü ABD çıkarlarına dayanan ekonomik milliyetçiliğin, gerekirse silah gücüyle dünyaya egemen kılınması üzerine bina edilmişti. Aynı belgede Türkiye ve bulunduğumuz bölge ile ilgili şu cümleler yar aldı: “İki yüz milyon varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi bölgesi (Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu) dünyanın artan enerji talebini karşılamada önemli bir rol oynamaya adaydır. Kendi petrol kaynaklarımız tükeneceğinden bu bölgedeki kaynaklara ulaşmak, ABD’nin yaşamsal çıkarlarından biridir.”

    2- Bölgedeki dinamiklerin ve ABD’nin tavrının değiştiğini düşünen Türk Genelkurmay’ı, 1997 yılında “Milli Askeri Strateji Konseptini (MASK)” değiştirdi ve “aktif güvenlik politikası, bölgenin bağımsızlığı, TSK’nın modernize edilerek bağımlı olduğu noktaların süratle tespit ve iyileştirilmesi” gibi dinamiklere farklı bakmaya başladı. Bu değişim aslında Orta Doğu’da yerleşme derdini yavaş yavaş ortaya döken ABD’nin en yapmak istediğini ilk algılayan yapı olma özelliğinden kaynaklanıyordu.



    ABD rahatsız oldu


    3- MASK’ın değişmesi ABD’yi herkesten fazla rahatsız etti. 1997-2000 arasında yaşananlar ve daha da ortaya dökülen ABD amaçları, 2000 yılında ABD Hava Harp Akademisi Türkiye Masası Şefi Albay Hitckok’un hazırladığı raporla iyice gün yüzüne çıktı. ABD, kendi yapmak istediklerine karşılık, TSK’nın bölgede barışçıl merkezli bir yapıya sıcak bakmasından ve kararların Brüksel veya Washington yerine Ankara’dan alınmasından ciddi anlamda rahatsız olmuştu. Ayrıca MASK’ın ABD’ye danışmadan değiştirilmesi eleştiriliyor ve aynen şu ifade kullanılıyordu: “Türkiye’nin bölgede bağımsız bir güvenlik faktörü olarak güçlenmesi ve artan askeri gücü, bölgedeki istikrarsızlığı arttırmaktadır.”

    4- Aynı dönemde yazılan sorgulamaya yönelik ABD makamlarının raporlarında Türkiye’nin 2015 yılına kadar alacağı tavrın ve ülke içindeki gelişmelerin ABD’nin ana çıkarlarının bulunduğu Büyük Orta Doğu bölgesinde belirleyici olacağı belirtiliyordu.



    Karar sürecinde yokuz


    5- TBMM’den geçmeyen tezkere ve TSK’nın ABD’nin istekleri doğrultusunda Büyük Orta Doğu Projesi'ne dahil edilememiş olması okyanus ötesindekileri daha da kızdırdı. 2004 yılının nisan ayında BOP’u anlatan ABD Dışişleri Bakanı Colin Powel Türkiye’yi “İslam Cumhuriyeti” olarak tanımladı ve aynen şu cümleyi kullandı: “Irak; Türkiye, Pakistan ve diğer İslam Cumhuriyetleri gibi bir İslam Cumhuriyeti olacak.”

    6- Orta Doğu ve Orta Asya’da kendi amaçları doğrultusunda TSK’yı tasarrufu altına almak isteyen sadece ABD değildi. Avrupa Birliği de aynı amaçta birçok giriş yaptı ve maalesef kağıt üstünde bazı kazanımlar elde etti. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül (bu arada hatırlatalım; bazı çevrelerin cumhurbaşkanı adayı) 2005 yılında Avrupa Birliği Savunma Bakanları Konseyi toplantısına katıldı ve “Türkiye’nin Avrupa Birliği muharebe guruplarında” yer almasını öngören anlaşmayı imzaladı. Bu anlaşmaya göre, Türkiye, karar mekanizmalarında yer almayacak ama “Avrupa Birliği’nin herhangi bir bölgedeki olaylara müdahale etmesini” sağlamak amacıyla oluşturulacak yapıya güç verecekti. Lütfen dikkat buyurun: Karar mekanizmalarında yokuz ama kaynak sağlamada tam bağımlıyız aynen Gümrük Birliği ve diğer Avrupa Birliği ilişkilerimiz gibi.

    Değerli dostlar, yukarıdaki hatırlamalar sonrası yeniden gelelim başlıkta bahsettiğim “soralım” dediğim sorumuza. Son 5-6 yıldır ve özellikle son birkaç yıl içinde neden içeride ve dışarıda TSK’nın yıpratılmasına yönelik faaliyet arttı?

    Kronolojik olayları da hatırlayarak tartışalım, inanın cevap çok zor değil.



    En büyük engel TSK


    1- ABD ve Avrupa Birliği’nin bölgemizde uygulamak istedikleri politikalarda karşılarında gördükleri en büyük engel TSK. Böylesine organize büyük bir gücün varlığından rahatsız oldukları gibi, bu gücü kendi planları doğrultusunda kanalize edememeleri de onları adeta deli ediyor.

    2- Büyük Orta Doğu Projesi’nde, Türkiye’nin dönüştürülmeye çalışıldığı İslam Cumhuriyeti modeline de en büyü engel yine TSK.

    Sonuçlar;

    1- Bu amaçları, yukarıdaki detayları ve son dönemde TSK aleyhine yürütülen kampanyaları üst üste koyun, göreceksiniz ki, her şey yerine oturacak.

    2- Bu noktada bilerek, bilmeyerek, isteyerek, rüzgâra kapılarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sert eleştiriler getiren bu ülkenin finansal-entelektüel dinamiklerine (“asker piyasayı bozdu” diyenler olduğu için “finansal”ı da koydum) seslenmek istiyorum: Yukarıdaki makro planın bir parçasıysanız, yolunuz belli, size sözüm yok. Ama “hayır ben buna alet olmam” diyorsanız, yazdığınız her satıra, söylediğiniz her söze lütfen çok dikkat edin.

    Çok kritik bir dönemden geçiyoruz ve yukarıdaki kronolojiyi de gözden geçirince sonuç çok açık, bizim olan, bizim kalan bir orduya çok ihtiyacımız var.

  5. #5
    Üyelik tarihi
    22.Mayıs.2007
    Nereden
    İstanbul-Rize
    Mesajlar
    352
    Teşekkür / Beğeni

    Standart 'Ekonomik anomali' önce parlar, ya sonra

    Bugünkü finansal yapı, dışarıdan akan paranın yüksek bir şekilde nemalandığı ve kendi yararına sistemin patlamasına yani, cari açık, siyasi risk gibi unsurların algılanmasına izin vermediği bir dinamik üzerine oturmuş durumda.



    Başlıktaki ifadeyi başka bir cümle ile anlatmaya çalışalım. Bataklık gazı birikir ve patladığı zaman ciddi bir ışıltı yaratır, ama bu ışığa yol açan sadece ve sadece sıkışan bataklık gazıdır.

    Değerli dostlar, bu ifadeleri neden yazdığımı merak ediyorsunuz, hemen aktarayım. Son günlerde Türkiye’nin ekonomik karnesinin aslında içinde yer aldığımız dünya dinamikleri referans alındığında ne kadar zayıf olduğunu gösteren çok gerçekçi analizler çıkmasına rağmen, hâlâ bazı siyasetçiler ve köşe yazarları ekonomik mucizeden bahsediyorlar.

    Peki hangi taraf doğru söylüyor? Parlayan daha doğrusu parlıyor görünen birikip patlayan bataklık gazı mı, yoksa gerçek bir gelişme mi var? Ekonomik anomali gösteren yapılar iyi algılanan bir dönem geçirirler mi? Sonrasında neler olabilir?



    Riskler algılanmıyor


    Sentezi size bırakıyor ve kendi düşüncelerimi aktarmak istiyorum.

    * Bir ülke ekonomisi sürekli artan cari açık ile kavruluyor ama finansal pozisyon sahiplerinin "Dünya piyasalarında hâlâ ana trend devam edebilir, pozisyonlarımızı koruyalım" kararı, diğerlerinin durumu algılamasına izin vermiyorsa,

    * Finansal pozisyonlar üzerine titrenmesine rağmen piyasalar dünya dinamikleri kadar tepki vermeyi dahi beceremiyorsa,

    * Bir ülke üretmeden dünyanın en yüksek faizini vererek varolan durumunu korumaya çalışıyorsa,

    * "Dünya genelinde 26 zengin çıkardık" deyip, o zenginlerin toplam serveti GSYİH'nın yüzde 10'una yakınsa,

    * O ülke, zengin sayısında ve ekonomik büyüklükte ilk 20'ye giriyor ama Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Endeksi'nde ilk 100'de sonlara düşüyorsa,

    * Her 100 liralık gelirin yarısı daha dolaşıma çıkmadan, en zengin yüzde 10'luk gelir sahibi tarafından transfer ediliyorsa,

    * Kayıt dışı ekonomi kayıtlı ekonomiden daha büyükse,

    * Yabancılar sermaye ve para piyasalarındaki kazançlarından vergi ödemiyor, yerliler ödüyorsa,

    * Önemli şirketleri yabancılara satılmışsa,

    * Üretmeden tüketiyor ve artan ithalat rakamları yok sayılarak sadece artan ihracat dikkate alınıyorsa,

    O ülke ekonomisi dünya üzerinde eşi benzeri olmayan bir ekonomik anomalidir.



    Gerçekler örtülüyor


    Peki sistem nasıl çalışıyor? Bataklık gazı nasıl birikip, patlıyor ve parlak bir görüntü yaratıyor?

    Onu da detaylandıralım:

    1- Bugünkü finansal yapı, dışarıdan akan paranın yüksek bir şekilde nemalandığı ve kendi yararına sistemin patlamasına yani, cari açık, siyasi risk gibi unsurların algılanmasına izin vermediği bir dinamik üzerine oturmuş durumda. Riskler algılanmıyorsa, bu sistemden aşırı getiri sağlayanların yapının bozulmasından duyduklarının kaygının gerçekleri örtmesinden kaynaklanıyor.

    2- Sıcak para tabanlı sistemlerde dalga boyu düşer ama içerideki birikim, yani yerli tasarruf sahiplerinin varlıkları veya çalışanların katma değer ve ödedikleri vergileri yurtdışından gelen sıcak para tarafından emilir. Daha açıkçası; birikip patlayan bataklık gazı ortamın bileşenlerini de bu ışıltılı bayram sırasında yok eder.

    Sonuç: 1999-2007 Şubat arasında bu ülkeye giren sıcak para içeride çalışıp, didinen halkımın sırtından, cebinden milyar dolarlar kazandı. İşte girişte de aktardığım ekonomik anomali de burada. Bugün bütün normal dışı verilere rağmen sistem patlamıyorsa işin sırrı yapının dünya genelindeki devam eden trend eşliğinde pozisyon sahipleri tarafından devam ettirilmesinde gizli.

    Daha açıkçası, alabilecekleri kadarını almaya devam edecekler, bataklık gazı birikecek patlayacak ve dışarıdan bakanlara bayram var havası vermeye devam edecek. Fakat bir gün gelecek ve bittiği, hatta hiç olmadığı ortaya çıkacak, işte o gün neyin ne olduğu ortaya dökülecek.

  6. #6
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Piyasalarımızda 'idrak' noktaları

    Piyasalarımızda 'idrak' noktaları

    21.07.2007 / Yiğit Bulut

    Perşembe sabahı gazetelerde paylaşılan anketler doğruysa, piyasada gördüğümüz değerler olması gerekenin çok altındaydı ve anketler sonrası olması gerekene doğru hamle yaptı.

    Türk piyasalarına, özellikle 2006 Mart başından beri dünya adeta uçarken “süt dökmüş kedi” gibi ancak yüzde 12 tepki yapan borsamıza ne oluyor? diyenlere tek bir cümle ile cevap vereceğim. Vereceğim ama o tek cümleye gitmeden kurguyu yapmamız ve özellikle anlatacaklarımızı aklileştirmemiz gerekli.
    Değerli dostlar, perşembe sabahı yani borsamızın aşırı tepkili olduğu iki seans öncesinde hemen hemen bütün gazetelerde, “yüzde 47,5 ile tek başına bir iktidarın” çıktığı, son anketlere dayanan, muhtemel seçim sonucundan bahsediliyordu.
    Anket KONDA tarafından yapılmıştı ve bir tek partinin yüzde 48’lik bir oy alması açısından bir ilkti. Bahsi geçen anketler nasıl yapıldı bilemem, konu halkkında uzmanlık alanım olmadığı için, teknik olarak "doğru olmuş, yanlış metot” gibi bazı yazarlar gibi, fikir de belirtmem.

    Global piyasalar zirvede

    Yalnız bildiğim bir şey var ve bu detay bize anket ve sonrası süreçte özellikle borsada ne olduğunu açıklayabilir. Bu noktada perşembe gününe dair bir not düşmemde yarar var. Bizim piyasalarımız anket algılaması içinde dünya ile korele olma yolunda eksik kalan adımları atmaya çalışırken, aynı gün öğleden sonra dünya piyasalarından yeni rekor” seviyeler geldi.
    BOVESPA 58.000-60.000 bandına girdi ve DOW 14.000 üstünde kalmayı başardı.
    Bu giriş sonrası girişte bahsettiğim “ne olduğunu açıklayan” tek cümleye ve ilgili detaylara dönersek. Kısaca aktarayım: Türk piyasaları küresel likidite dinamiği içinde 2003 yılından 2006 Mart başına kadar dünya ile eş zamanlı hareket etti ve 2006’nın ilk üç ayında yani en noktalarını test ettiğimiz süreçte, İMKB’de 48.192 seviyesini, dolarda 1.30-1.25 bandını ve en önemlisi faizde 13’lü rakamları gördük.
    Yandaki grafik dünya ile eşzamanlı olduğumuz dönemde oluşan faizi gösteriyor. Peki ne oldu da biz kendi zaman dilimimize kaydık?

    İMKB 60 bini geçmeli

    Dünya ile eş zamanlı olma durumumuz Merkez Bankası Başkanı atama sürecinin başlaması ile durdu. Atama sürecine bulaşan ideolji özellikle yabancıları yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda tedirgin etti. 2006 Haziran döneminde bozulup-hızla düzelen küresel likidite dinamikleri, bu dönemden sonra dünya piyasalarını rekorlara taşırken, Türk piyasaları reel olarak hâlâ 2006 başında gördükleri değerlere gelemediler. Borsa "orayı geçti” diyorsanız, küçük bir hesap yapalım. 2006 Mart zirvesinden bugüne sadece bono faizini üstüne koyarsanız, İMKB’nin 60.000 üstünde olduğu bir değer o günün 48.192’sine eşit olur.
    Bu noktada BOVESPA ve İMKB’nin grafiklerini ve 2006’nın başından itibaren olan hareketleri karşılaştırabilirsiniz.
    Değerli dostlar, süreci yeterince açıkladık ve aklileştirebildiysek, bu noktada başlığa dönelim ve bahsettiğimiz gibi tek bir cümle ile sonuca gitmeyi deneyelim. Eğer iddia edildiği gibi “her türlü zıtlaşmayı” aldığı yüksek oy oranı ile bitirecek bir hükümet ortaya çıkabilecekse, yani perşembe sabahı gazetelerde paylaşılan anketler doğruysa, piyasada gördüğümüz değerler olması gerekenin çok altındaydı ve anketler sonrası olması gerekene doğru hamle yaptı. Perşembe oluşan hareketi anlatacak en doğru cümle bence bu.

    Kritik gün pazartesi

    Not: Bu noktada çok önemli iki soru daha var.
    1- Anketler doğru değilse pazartesi sabahı neler olabilir?
    2- İddia edildiği gibi anketler doğru ise kısa vadede her şey olumlu olabilir fakat özellikle orta ve uzun vadede durum nasıl değişir? Özellikle TSK ile yeni hükümet arasında cumhurbaşkanlığı seçiminde oluşacak sistemik risk piyasalara nasıl yansır?
    Sonuç: Dünya ile korele olma-eş zamanlı tepki verme yoluna girmekte haklı olup olmadığımızı pazartesi sabahı hep birlikte anlayacağız. Sizlere yapacağınız seçimin Türkiye Cumhuriyeti için hayırlı olmasını dileyerek, “yeni bir Türkiye’de buluşmak umuduyla” görüşmek üzere diyorum.

  7. #7
    Üyelik tarihi
    22.Mayıs.2007
    Nereden
    İstanbul-Rize
    Mesajlar
    352
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Seçimin ardından aklımda kalanlar ve takılanlar

    Adalet ve Kalkınma Partisi artık merkez sağın en güçlü partisi ve başarı, zıtlaşmadan ve ideolojik başkaldırıdan değil, sistemi daha iyiye taşıma iddiasından geliyor.



    Seçimi takip eden 24 saat içinde aklımda kalan ve aklıma takılanları maddeler halinde sizlere aktarmak ve bu detaylardan bazılarını özellikle önümüzdeki günlerde piyasa dinamiklerini sorgularken kullanmak üzere idetaylandırmak istiyorum.

    1- Seçim sonuçları bize net olarak, “mazot 1 YTL sloganıyla özetleyebileceğimiz” ekonomik popülizm dinamiklerine Türk halkının prim vermediğini gösterdi. Genç Parti’nin her türlü ekonomik vaade ve oynadığı mağduriyet dramasına rağmen oy alamaması, bu konuda Türkiye’deki sosyal-ekonomik dinamiklerin yeniden ciddi anlamda sorgulanması gerektiğini gösteriyor. Türk halkı realist olma noktasına kayarken mağdur olduğunu iddia edene destek olmadı.



    Mumcu kime hizmet etti
    2- Bu seçimde “karşı tarafta” görünmesine rağmen, AKP’nin başarısına katkı sağlayan birçok isim var. Bana göre en önemli olan ikisini paylaşmak istiyorum. Kimler mi? Erkan Mumcu ve OYAK Genel Müdürü Coşkun Ulusoy. Erkan Mumcu AKP’den ayrılıp dışarıdan yaptığı atak ile AKP’yi daha güçlü kılarken, sona doğru çok önemli bir görevi daha yerine getirdi. DYP-ANAP birleşmesi öncesi DYP’nin anketlerdeki oyu yüzde 12-14 arasındaydı. Birleşme çalışmaları ve birleşememe süreci DYP’yi kulvar dışına iterken, son olarak DYP’nin DP’ye dönüşerek seçime girmesi ve Mumcu’nun kendini son anda dışarı atması, Mumcu hakkında çok ciddi bir “kime hizmet ediyor” sorgulaması yapmamızı gerektiriyor.



    Ulusoy da görevini yaptı
    OYAK Genel Müdürü Coşkun Ulusoy’a gelince. E-müdahale yapmış ve arkasından tepesindeki isim yani Genel Kurmay Başkanı, ekonomik düzen ile ilgili ciddi çekincelerini açıklamış bir kurumun, seçimden hemen önce sahip olduğu bankanın tamamını yabancılara satması, ulusalcı-millici tezi savunan kesime büyük darbe vurdu. Ulusoy da Mumcu gibi görevini yaptı. Seçim sonrası beklenemez miydi?

    Seçimden çok kısa bir süre önce Türk Silahlı Kuvvetleri'ni (TSK) bankanın tamamını yabancılara satmaya ikna ederek, varolan gidişe karşı çekincelerini ortaya koyan TSK'nın ortaya attığı teze derinden darbe vurdu. Bu hareket ile “gidişe” karşı duranların bütün dayanakları elinden alındı. AKP bu satış sonrası kazandığı psikolojik harekât etkisini başka hiçbir olayda kazanamazdı. Mumcu için sorduğumuz aynı soruyu Ulusoy için de soralım; kime hizmet etti?

    3- Bu seçim sonucu ile Mumcu, Ağar ve Baykal’ın siyasi hayatları bitti. Mumcu ve Ağar bunu kabullenmiş görünürken hatta Ağar hemen gereğini yaparken, ortaya dökülen tabloya itiraz edebilecek tek isim, Baykal. Bu noktada Baykal’ın itirazlarının da odaklanacağı asıl konu, başarı. Ne dersiniz, Baykal başarılı oldu mu? Çok kesin ve net: Bir ülke, tarihinin en büyük ulusalcı tepkisini verdiği bir dönemden geçiyor, milyonlar sokaklara dökülüyor ve muhalefet partisi (CHP+DSP) son seçimlerde aldığı oy oranını bir “milim bile” ileri taşıyamıyorsa, o partinin lideri için gitme vakti gelmiş demektir. Baykal şunu anlamalı: Bu halk onu istemiyor.



    Yılmaz, Köşkü istiyor
    4- Birçok analizde Mesut Yılmaz merkez sağın lideri olarak içeri girdi şeklinde detaylar var. Buna kesinlikle katılmıyorum. Mesut Yılmaz’ın esas amacı: Cumhurbaşkanlığı seçimine giderken ortaya çıkacak bir kaos durumunda, TBMM içinde “herkesin çözüm adayı” olarak yer almak. Yılmaz’ın amacı merkeze” yerleşmiş bir AKP varken merkeze oynamak değil merkezin cumhurbaşkanı adayı olabilmek…

    5- Seçim sonuçlarının açıklandığı saatlerde ve sonrasında, eski hayatlarında Türk devleti ile sorunlar yaşayan, bugün geldiğimiz noktada “İkinci Cumhuriyet”çi gibi kavramlar ile kendini tanımlayan birçok eski tüfek aydın, AKP’nin zaferini kendi çizgileri ile özdeşleştirmeye çalıştılar. “Sistemle zıtlaşma” ve “AKP’nin aldığı zafer” gibi kavramları aynı potada eritmeye çalışıp böyle sundular.

    Yaptıkları bu çıkışlar kesinlikle doğru değil. Evet, AKP uç noktadan gelen bir partiydi ama 4.5 yıllık iktidar ve son ortaya çıkan sonuç, bu gerçeği net olarak değiştirdi. AKP artık merkez sağın en güçlü partisi ve başarı, zıtlaşmadan-ideolojik başkaldırıdan değil, sistemi daha iyiye taşıma iddiasından geliyor.



    Merkez olma görevi
    Sonuç: Türk halkı AKP’ye merkez olma görevi verdi. Bu görev doğru anlaşılır ve özellikle yukarıda tarif ettiğim aydın kesimin zorlama etkisi devre dışı bırakılabilirse, sistem ile barışık bir merkez AKP iktidarı, özellikle küresel genleşmenin olduğu bir dönemde Türkiye için fazlasını yapabilir.

    Son söz: Adalet ve Kalkınma Partisi kadrolarına naçizane bir düşüncemi iletmek istiyorum. İdeolojik saplantılı bazı arkadaşların, sizlere Türk halkı tarafından verilen yeni merkez olma görevini gölgelemelerine ve başarınıza ortak olmalarına lütfen izin vermeyin. Yapılacak çok iş var ve küresel genleşme bozulmadan Türkiye için herkes elinden geleni yapmalı.

  8. #8
    Üyelik tarihi
    12.Haziran.2007
    Yaş
    51
    Mesajlar
    1,375
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    yılmaz CB adayımı
    iddialı tahmin.bomba tahmin...

  9. #9
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Alıntı MAGGGMA Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    yılmaz CB adayımı
    iddialı tahmin.bomba tahmin...
    Bu kadar bomba bir senaryo olmaz, çok düşündü mü bu teoriyi bulabilmek için sn. ekonomi yazarı...

  10. #10
    Üyelik tarihi
    12.Haziran.2007
    Yaş
    51
    Mesajlar
    1,375
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Alıntı simurg Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Bu kadar bomba bir senaryo olmaz, çok düşündü mü bu teoriyi bulabilmek için sn. ekonomi yazarı...
    düşünmüştür herhalde
    böyle bir dedikodu çıkarsa ilk ben düşündüm diyecek birşeyi olsun ...

    yuuuuh ya bu olacak işmiki yani...

Sayfa 1 Toplam 7 Sayfadan 12345 ... SonuncuSonuncu

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
YASAL UYARI
Ekonomi, Borsa ve Para piyasaları" bölümünde yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yayımlanan Seri:V, No:52 Sayılı "Yatırım Danışmanlığı Faaliyetine ve Bu Faaliyette Bulunacak Kurumlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ" çerçevesinde aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çevresinde sunulmaktadır. Burada ulaşılan sonuçlar tercih edilen hesaplama yöntemi ve/veya yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmakta olup, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabileceğinden sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir.Yatırımcıların verecekleri yatırım kararları ile bu sitede bulunan veriler, görüş ve bilgi arasında bir bağlantı kurulamayacağı gibi, söz konusu yorum/görüş/bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan www.keyborsa.com web sitesi ve/veya yöneticileri sorumlu tutulmaz.
Google Privacy Policy
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193