Sayfa 2 Toplam 7 Sayfadan BirinciBirinci 123456 ... SonuncuSonuncu
Toplam 67 adet sonuctan sayfa basi 11 ile 20 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Yiğit Bulut

  1. #11
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Türk borsası neden diğerlerinden fazla düşüyor

    Türk borsası neden diğerlerinden fazla düşüyor17.08.2007

    Bu yazıya alternatif başlıklar atalım.
    * “Ekonomik mucize” ne oldu da bu kadar çabuk yerini telaşa bıraktı? * Türk piyasaları neden dünya genelindeki hareketten diğerlerinden daha fazla etkilendi?
    * Algılanmayan “iç siyasi risk” ne oldu da, bir anda algılanır hale geldi?
    Değerli dostlar, bu sayfada çok uzun süredir, “dünya genelinde 2003 sonrası ortaya çıkan yapı yüksek petrol fiyatı ve dolar-yen dengesine dayanıyor, bu yapı bozulmadığı sürece ne cari açık, ne iç siyasi risk algılanmıyor, fakat ne zaman bu yapı bozulacak her türlü risk algılanır hale gelecek" tezini aktarıyor ve denklemi tanımlarken “petrol yeni zirve yapamaz sonrasında 70 dolar altına gelirse, dolar-yen 117,80 bölgesini kırarsa” ciddi sorunlarımız olur çıkarımlarını da detaylandırıyorum. Konu hakkında bu köşenin arşivinde birçok yazı bulabilirsiniz.

    Siyasi risk algılandı

    Peki son 24 saat yaşananları da görünce “olanları” tek cümle ile nasıl özetleyebiliriz? İki madde halinde çıkarım yapabiliriz.
    1- Dünya piyasalarındaki 2003 sonrası ortaya çıkan genleşme ilk etapta durdu, petrol 77-79 dolar bandını aşamadı. Daha sonra durma hali yerini büzüşmeye bıraktı ve şimdi dinamik kırılma sürecine dönüştü.
    2- Genleşme zamanında algılanmayan makro gerçeklerimiz ve en önemlisi iç siyasi risk, yurtdışı bozulunca algılanır hale geldi ve piyasamız kendi özüne, olması gereken yere dönmeye başladı.
    Bu noktada yeni bir soru soralım. Dünya genelindeki bozulmanın, Türkiye’yi, içerideki “uzlaşmasız adaylık” yüzünden, daha fazla etkilediği doğru mu?

    Maliyet 40 milyar dolar

    Yukarıda da belirttiğim gibi “iki doğru” var:
    1- Dünya bozuluyor ama “Türkiye’yi bu hale sokacak kadar” bozulmuyor.
    2- Gül’ün adaylığı uzlaşmasız olduğu için özellikle yabancılar tarafından risk olarak algılanıyor ve dışarıdaki bozulma Türkiye’ye yansırken etkisi artıyor.
    Sonuç 1: Dünyadaki gelişmelerin uzlaşmasız adaylık çarpanı ile Türkiye’ye yansımasının iki günlük maliyeti “borsada düşen şirket değerleri, artan faiz ve yükselen kur ile ödenen borçları hesaba kattığınızda, 40 milyar doları geçti. Bu noktada aklıma şu soru geliyor: Bu faturayı ne için, ne adına ödüyoruz ve en önemlisi iç siyasi riskin arttığı bir yapıda daha ne kadar bu yükü kaldırabiliriz? Birileri zıtlaşıyor, bizim değerlerimiz eriyor, borçlarımız artıyor, vatandaş olarak biz bu denklemin çekişmenin neresindeyiz?

    Gül'ün adaylığı risk

    Bu tespit sonrası özellikle merak edilen bir detaya daha cevap arayalım. Bugüne kadar algılanmayan iç siyasi risk neden birden algılanır oldu?
    Bu köşede daha önce “ıskalanan uzlaşma” kavramından sizlere bahsetmiş ve birçok yatırımcı, bankacı, gazeteci TV’lerde “Gül’ün adaylığı piyasa için sorun olmaz” derken, aksini iddia ederek “büyük sorun olur” tezini ortaya atmıştım. Gazetenin arşivinde de “Gül’ün adaylığı piyasa için risktir” başlıklı yazıyı bulabilirsiniz.
    Peki “adaylık” neden bu kadar etkili oldu?
    “Aday olsun mu olmasın mı” detayını dışarıda bırakalım, olaya tamamen objektif ve piyasa gözüyle bakan biri olarak gördüklerimizi analiz edelim.
    Siyasi riskin artmasının ve özellikle yabancıları da panik etmesinin tek bir sebebi var: “AKP uzlaşma kavramını piyasanın risk algılamasından değişik tarif etti ve hayata geçirmeyi denedi.

    Devletle uzlaşma şart

    Bu ne demek? TBMM’de çıkan tablo içinde MHP’nin, CHP’nin veya bağımsızların desteğiyle bir uzlaşma kültürü yaratır ve cumhurbaşkanı seçersiniz. Bu, seçilmişlerin aralarında uzlaşmasıdır. Bu yöntemle istediğinizi seçersiniz ve sonuna kadar hakkınızdır. Bir uzlaşma tarifi daha yapılabilir ki birinciden farklıdır: Seçilmişler ile devletin uzlaşması. Türkiye gibi kurumların güçlü olduğu özellikle devlet çarkının askeri dinamikler ile algılandığı ülkelerde, asıl uzlaşma, aksi bir sivil yapı oluşana kadar, devlet ile seçilmişlerin uzlaşmasıdır. Bu noktada altını çizerek belirteyim; “iyi olan budur” demiyorum. Sivilleşemediğimiz sürece asıl olan budur diyorum.
    Sonuç 2: Uzlaşma yolunda beklenen, piyasalara marjinal fayda sağlayacak adım atılamayınca uzlaşamama algılaması ve özellikle yabancı basında çıkan yorumlar, Türk finansal dinamiklerini vurdu. Daha açıkçası; yazılarda her zaman kullandığım ve bazı okuyucularımızın inanmadığı “iç siyasi risk” kavramı kendini gösterdi ve iki günlük faturası ağır oldu. Bugüne kadar iç siyasi riskin algılanmamasının tek bir sebebi vardı, dünya piyasaları iyiydi. Dünya bozulduğu anda iç siyasi risk algılanır hale geldi ve dinamikleri etkisi altına aldı.

    Yurtdışı kurtarabilir

    Gelelim bundan sonra neler olabileceğine. Bundan sonrası için yine iki çıkarım yapabiliriz:
    1- İç siyasi riski dağıtacak bir gelişme olması çok zor. Gül bu saatten sonra adaylıktan çekilmeyeceğine göre içeride çatışma her türlü göze alınmış olarak görülmeli.
    2- İç siyasi riskin algılanma katsayısını düşürecek yurtdışı düzelme, Türk piyasaları için kurtarıcı olabilir. Dolar-yen 115 ve 117.80 bölgelerine doğru atak yapmaz, DOW 13.000 üstüne kendini atamaz, Brent petrol 70 dolar üstünde taban oluşturmaz, BOVESPA 50 binin üstüne dönmez ise eldeki iç veriler ile düzelme kolay değil.
    Son söz: Türkiye’de olanları tek cümle ile özetleyebiliriz, “takke düştü, kel göründü”. Uzun süredir küresel konjonktür üstünde sörf yapan Türk piyasa dinamikleri “rüzgar kesilip, küresel deniz” durunca yelkenleri indirmek zorunda kaldılar.

  2. #12
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Mortgage ile alım bu faiz ile kârlı olabilir mi

    Mortgage ile alım bu faiz ile kârlı olabilir mi23.08.2007 / Yiğit Bulut / YorumAnapara artar yani faiz düşsün diye beklerken, almayı planladığımız emlak prim yapar ise ciddi bir sorun var demektir. Böyle bir durumda ne kadar prim yapabileceğini ve faizin ne kadar düşebileceğini doğru tahmin etmek çok önemli.



    Başlığa sığmayan soruya devam edelim, almazsak ve sonrasında düşen faiz ile fiyat artarsa zarar etmez miyiz?
    Tez: “Nasıl olsa mortgage çıktı, faiz düşecek” diye beklerken, almayı planladığımız evin fiyatı artarsa sorun büyük. Böyle bir durumda evin fiyatının ne kadar daha artabileceğini ve faizin de ne kadar düşebileceğini doğru tahmin etmek gerekiyor.
    Çok tartışılan ipoteğe dayalı konut finansman sistemi (mortgage) sonunda yasalaştı. Şimdi herkes mortgage ile ev almanın bir avantaj sağlayıp sağlamayacağını merak ediyor. Faiz düşerken, konut fiyatları yükselirse ne olacak? Ev almak için en doğru zamanı nasıl belirleyeceğiz?

    Yüksek faizle borçlanmayın

    Konunun detayına geçmeden yeni bir soru soralım. Bugün ortalama 120 ay vade ile aylık yüzde 1,50-1,70 aralığında bir faizle konut kredisi alabiliyorsunuz. Diyelim ki ilk etapta bu faizin geçen yıl düştüğü aralık olan yüzde 0,90-1,10 bandına, daha sonra da orta vadede özellikle mortgage ile aylık yüzde 0,50-0,70 aralığına gerilediğini varsayalım. Böyle bir geri çekilme dikkate alındığında, istediğimiz evi şimdi mi almalı yoksa biraz daha beklemeli miyiz?
    Değerli dostlar, kararımızı vermemizi sağlayacak olan kriter, faizin düştüğü ortamda ev satın almak için beklemeyle satın alacağımız evin prim yapıp yapmayacağı ve ödenilecek toplam anaparadır.
    Peki 100 bin YTL'yi bugün gördüğümüz yüzde 1,60 yerine yüzde 0,90 veya 0,70 ile borçlanırsanız, vade sonunda ne kadar geri ödeme yaparsınız?
    1- 100 bin YTL'yi yüzde 1,60 ile 120 ay borçlanırsanız toplamda 233 bin YTL geri ödersiniz.
    2- 100 bin YTL'yi yüzde 0,90 ile 120 ay vadede borçlanırsanız, toplamda 178 bin 920 YTL geri ödersiniz.
    3- Aynı miktarı, aynı vadede yüzde 0,70 ile kullanırsanız, 159 bin 120 YTL geri ödersiniz.
    “Bu kadar yüksek faiz ile borçlanmayın” diyoruz peki fiyat artarken ne yapılacak?
    Görüldüğü gibi düşen faiz toplam ödemede çok ciddi farklara yol açıyor. Kaldığımız yerden sorgulamaya devam edelim. Faiz düşüyor, toplam ödeme düşüyor ama, alacağımız evin fiyatı da artıyor, nasıl karar vereceğiz?
    Faiz ve ödeme tablosu (YTL)Evin değeriFaiz(%)Aylık ödemeToplam ödeme100.0000,991462175.400110.0000,91536184.320110.0000,81459175.080120.0000,691500180.000135.0000,61607193.000150.0000,51688203.000

    Prim yaparsa sorun var

    Durum 1: Anapara artmaz yani faiz düşsün diye beklerken almayı planladığımız konut prim yapmaz ise sorun yok. Faiz düştükçe toplam ödeme düşeceği için ev almak için beklemekte yarar var.
    Durum 2: Anapara artar yani faiz düşsün diye beklerken, almayı planladığımız emlak prim yapar ise ciddi bir sorun var demektir. Böyle bir durumda ne kadar prim yapabileceğini ve faizin ne kadar düşebileceğini doğru tahmin etmek çok önemli. Birkaç seçeneği birlikte sorgulayalım. (Bir not aktarmamda yarar var. 100 bin YTL'yi yüzde 1,60 ile 120 ay borçlanırsanız toplamda 233 bin YTL geri ödersiniz. Çok yüksek olduğu için tablo dışında bırakıyorum.)
    Tablomuzdan da görülebileceği gibi faiz düşerken, almayı planladığınız emlak prim yapıyorsa, karşımıza toplam ödeme bazında daha yüksek maliyetli durumlar çıkabilir.

    Doğru tahmin önemli

    Sonuç 1- Senaryolar ve altlarında verdiğimiz tablolardan da görüldüğü gibi "bekleyelim nasıl olsa faiz düşecek" önermesi almak istediğimiz konutun fiyatının artması durumunda her zaman doğru olmuyor.
    Sonuç 2- Bu tip piyasalarda daha açıkçası, Türk emlak piyasasının son dönemde içinden geçtiği dinamik içinde, birkaç değişkeni birden tespit etmek, nasıl değişeceklerini doğru tahmin etmek ve en önemlisi varsayımlarımızın, sonucu nasıl değiştireceğini analitik açıdan rakamlarla yansıtabilmek çok önemli. Bu dengeyi kurabilenler bu süreçten kârlı çıkabilirler.
    Sonuç 3- Siz de kendi durumunuzu bu tablolara uygun senaryolar içinde oluşturacağınız denklemlerle sorgulayabilirsiniz. Anapara olarak kabul ettiğimiz 100 bin YTL'yi katlarına göre değiştirebilir ve almak istediğiniz evin toplam ödeme tablolarına sahip olabilirsiniz. Burada en önemli ayrıntı ev almak için bekleme yapmanız durumunda faiz düşüşü ve evin değer artışını doğru tahmin etmenizdir.
    Sonuç: Bana göre mortgage ile bugünkü faizden uzun vadeli borçlanma yapmak doğru değil. Bu noktada ortaya “faiz düşerse, alacağımız malın değeri talep sonucu artacak” dinamiği ortaya çıkıyor. Görünüşte bu bir paradoks. Yukarıdaki tablolar ve özellikle toplam değer dinamiği bu paradoksu yenmenin en kolay yöntemi. Analiz bizden, sentez ve karar sizden.

  3. #13
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Bugün size, halkımıza kredi veren 'iyi insanlar'dan bahsedeceğim

    Bugün size, halkımıza kredi veren 'iyi insanlar'dan bahsedeceğim08.09.2007 / Yiğit Bulut / Yorum
    Bu ülkede “pırlanta” değerinde insanlar ve onların çalıştığı “elmas gerdanlık değerinde” kurumlar var. Nereden mi biliyorum? Yazının devamını okuyarak siz de öğrenin!
    Türkiye’de yeni pazara giren yabancı bir bankanın temsilcisi, bir toplantıda konuşuyor, bu konuşmanın bir kısmı da “çok saygıdeğer bir ekonomi kanalından” yayımlanıyor. Kullandığı cümleler daha önce “aynı pozisyonda” olanlardan dinlediklerimizden farklı değil; Türkiye'ye geldiklerinden bugüne Türk halkına kolay ve ucuz kredi vermişler, onlar sayesinde halkımız "kredi" ile tanışmış, ihtiyaçlarını gidermiş, ev-bark sahibi olmuş... Ne kadar iyisiniz, gerçekten minnettarız. Değerli dostlar, iki gün önceki yazımda “finansal kurumların kredi reklamlarına” rağmen aslında maliyetin “ek istenenlerle” birlikte arttığını sorgulamış ve detayları size aktarmıştım.
    Bugün konuya kaldığım yerden devam etmek ve sizden gelen sorulardan da yola çıkarak “ucuz” denilen kredi maliyetlerine göz atmak istiyorum. Daha açıkçası, “Biz, size kredi verdik”, “faizler çok düşük” gibi içi boş ifadelerin; “bu faizden kredi kullanana yani bankaların iyilik yaptıklarına” ne kadar büyük zarar veren bir dinamiğin üstünü örtmeye çalıştığını matematiksel olarak detaylandırmak istiyorum...

    Yüksekten sat düşükten al

    Bu noktada soralım; ne dersiniz "bizlere" yani Türk halkına verilen krediler, iddia edildiği gibi gerçekten "bağ bağışladık" tadında mı? Gerçek öyle mi? İddia edildiği gibi faiz gerçekten düştü mü?
    Konuyu "kredi veren" tarafından örneklendirerek devam edelim. Lütfen aşağıdaki dolar-YTL ilişkisini gösteren grafiğe bakın ve şu detayı sorgulayın: Türkiye'de banka satın alarak yerleşmiş bir kurumsunuz, yurtdışından dövizi getirip YTL'ye çeviriyorsunuz, Türk halkına yıllık yüzde 20 üzerinde bir faiz ile satıyorsunuz ve aynı anda paranızı geri tahsil ettiğiniz anda (aylık faizli geri ödemeler halinde) dönüp daha düşük bir kurdan dövizinizi yerine koyabiliyorsunuz.
    Bugün gördüğüm bono faizinin yüzde 18-18,50 civarında olduğunu düşünürseniz, yukarıdaki mekanizmanın "parayı satana ne kadar büyük kâr, alana yani kredi kullanana ne kadar büyük zarar yazdığını" siz sorgulayın... Dünya üzerinde en kârlı iş; yüksek faiz olan bir ülkeye para sok, kur düşük-yatay kalabiliyorsa, hatta düşmeye devam ediyorsa, senden kârlısı olmaz...

    Sonuç 1: Türkiye'de faiz çok ama çok yüksek. Bu gerçeğe "düşen kuru ve kurun yurtdışından gelen sıcak para kontrolünde" olduğunu da eklersek varacağımız sonuç çok açık; kredi veren dünya üzerinde asla elde edemeyeceği bir kâr elde ediyor.

    Sonuç 2: Bu noktada bankalara da çağrı yapmak istiyorum; dünyanın hiçbir bölgesinde uygulamadığınız faiz oranlarını Türkiye'de uyguluyor ve üstüne bir de düşen kur ile inanılmaz paralar kazanıyorsunuz. Bu faiz böyle gitmez, Türkiye, "bu faizi hak edecek kadar" riskli değil. Gelin; bu faizlerin seviyesini "halk tüketimden gelen gücünü kullanıp, talebi kesmeden" bir kez daha düşünün.

    Son söz: Bizlere "bağ bağışladık" havası içinde "kredi veriyoruz" algılaması yaymaya çalışanlar "yemediğimizi" bilsinler ve "Türkiye'den kazandıkları" dolar bazında getiriyi hiçbir yerde elde edemeyeceklerini asla atlamadığımızı da.

    Not: Son dönemde Ankara’da bankacılık sektörüyle ilgili en çok tartışılan konulardan biri de “Oyakbank’ın satışına BDDK’nın onay verip vermeyeceği.” Konu hakkında şahsi fikrim “Oyak’ın satılmaması gerektiği” yönünde. Silahlı Kuvvetler’in her türlü iç ve dış silah alımları, bunların ödemeleri, ithalat işlemleri Oyakbank’tan geçiyor. Bundan sekiz yıl önce alınan bir karara dayalı olarak karargâhlarda sadece Oyakbank faaliyet gösterebiliyor. Silahlı Kuvvetler mensuplarının maaş ödemeleri, kredi kartları, bireysel kredileri, konut kredileri, taşıt kredileri hepsi Oyakbank’ın tekelinde. Kısacası: Askeri personelin her türlü bilgisinin yabancı bir banka eline geçmesi “ekonomik güvenlik” açısından “sakıncalı”. Bu, Oyakbank’a özel bir durum. Bir de bu konu üzerinden “genel” bir örnek vermek istiyorum, bu soru Türkiye’de banka alan “bütün finansal kurumlar için” geçerli. ING’nin “gözetici yönetim kurulu” içinden bir isim seçelim, tamamen tesadüf: Eric Bourdais de Charbonnière... Çok değerli bu beyefendi aynı zamanda Michelin ve Thomson firmalarının da “yönetim katında üye.” Şimdi bütün bankalar için aynı sakıncanın geçerli olduğunu tekrarlayarak soruyorum: Türkiye’de reel sektör, yabancı bankaların “yöneticilerinin” yönetiminde olduğu Avrupalı firmalar ile Gümrük Birliği içinde rekabet ederken onların Türkiye’de satın aldıkları bankalardan “kredi kullanabilir mi? Ne oldu; bu soru çok mu ayıp oldu!

  4. #14
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Dünya nereye gidiyor? Hangi yatırım aracı ideal?

    Dünya nereye gidiyor? Hangi yatırım aracı ideal?
    31.08.2007 / Yiğit Bulut / Yorum





    Cumhurbaşkanlığı seçimi ve yeni hükümetin kurulması gibi etkenler yurtdışı verilerle birleşince, dünyadaki gelişmeler bize kısa vadeli olumlu yansıyacak. Ama ana yapının nereye gideceği hala kesin değil.




    Bilen varsa, bize de söylesin. Değerli dostlar, işin şakası bir yana inanın bütün dünya aynı sorunu yaşıyor. 2003 yılının başından 2007 Temmuz dönemine kadar emlak değerleri, sermaye piyasası araçları, emtia fiyatları, kısacası prim potansiyeli olan bütün dinamik yapılar, aynı anda değerleniyor. Ev fiyatları da artıyor, hisse senedi fiyatları da altın da yükseliyor, normalde ters korelasyon gösterdiği araçlar da.

    İşte sorun da burada başlıyor. Bu gidiş güzel de peki nereye kadar? Son yaşadıklarımız "sonun başlangıcı” mı? Bütün dinamikler kağıt üstünde aynı anda yukarı gitti ama ana yapı bozulur ve realizasyon zorunluluğu ortaya çıkar, daha doğrusu sistem devam edemediği noktada kendi üstüne büzüşmeye başlarsa, o zaman ne olacak? İleriye dönük ortaya çıkan yapıyı sorguladığımızda bir şirketin hissesini alıp, ortak olmak mı yoksa aynı değeri ödeyerek emlak almak mı daha kârlı olabilir? Altına yatırım kaotik bir dönemde koruyucu olabilir mi?



    Cevabı dünya arıyor


    Girişte de belirttiğim gibi; bu soruları sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde herkes soruyor. Bu yazıyı okuduğunuz saatte New York’ta da birçok insanın aklında aynı detaylar var: DOW’un durumu ne olacak? DOW çok yüksek, acaba hisselerimi satıp ev alsam mı? Ama ev fiyatları da çok primli, mortgage çökmeye devam ederse, ev fiyatları düşmez mi? Joseph Dela Vega’nın dediği gibi; “confusion de confusiones” ya da Türkçe ifadesiyle “Karışıklığın Karmaşası”.

    Değerli dostlar, bu sorgulamalar herkesin kafasını bulandıran ve halen masa üstünde bekleyen ana dinamiğin özü. Daha açıkçası, son dönemde dünya genelinde emlak fiyatları da dahil olmak üzere, 2003 sonrası yukarı giden bütün dinamiklerde kırılma oluşmasına yol açan ana sorgulama. Dünya borsalarında yaşadığımız düşüşlerin de altında yatan mantık da bu.

    Peki bundan sonra ne olabilir? Türkiye’de hangi araç daha kârlı veya en azından koruyucu olabilir?



    Petrolün seyri önemli


    Bu soruya cevap ararken iki yeni alt soru sormamız gerekli.

    Soru 1: Dünya genelinde borsalar, emlak değerleri ve para piyasalarına akış sağlayan yapının özü nasıl tarif edilebilir? Nasıl oluyor da 2003 sonrası ortaya çıkan yapı içinde bütün dinamikler aynı anda değerlendi?

    Cevap çok zor değil. Bu yazıyı yazdığım saatte brent petrol fiyatı, bütün kırılmalara rağmen hala 70 dolar üzerinde taban oluşturmaya çalışıyor. Temmuz 2007’de 79 dolar üstünü dahi test ettik. Bu zorlamanın veya en azından yerinde kalmaya çalışmanın anlamı çok net; yüksek bant içinde kalan petrol fiyatı, ortaya marjinal bir kazanç çıkmasına yol açıyor ve bu fazla para dünyadaki menkul-gayrimenkul değerlere akmaya veya en azından tersine genel bir kaçışı önlemeye devam ediyor.

    Aynı anda değerlenen borsalar ve emlak değerleri bu şekilde mümkün oluyor. Bu noktada önemli bir uyarı; 70 dolar tabanı kırılmanın artmasına karşı önemli bir seviye ama yapının devam etmesi için yeterli değil. Brent petrol 77-79 dolar bandına doğru hareketlenemez ise dünyayı besleyen finansal pompa sorun yaratmaya başlar.



    Kısa vadede dikkat


    Soru 2: Türkiye’ye gelirsek, yukarıdaki mantık Türkiye’ye de yansıyor mu?

    Türk piyasalarında 2006 Mart sonrası dünya genelindeki duraklamaların haricinde, cumhurbaşkanlığı seçiminin geleceği ile ilgili net bir baskı olduğunu gözlemledik. Türkiye, 2006 başından itibaren siyasi risk ile yaşamayı öğrenmek zorunda kaldı. Geldiğimiz noktada iç siyasi risk dağılsa bile dünya genelinde varolanın devam edip etmeyeceği sorgulaması bizi de etkiliyor. Kısa vadede Türkiye’de genel kırılma denklemi içine girmiş durumda. Her şey aynı anda değerlenemez tespiti bizim piyasalarımız için de ciddi bir paradoks.

    Sonuç 1: 2003 yılından itibaren hisse senetleri, emlak değerleri gibi aslında korele olmaları zor yapılar aynı anda yukarı gidiyor. Şirket fiyatlarında da emlak değerlerinde de aşırıya kaçan yapılar ortaya çıktı. Şimdi herkes aynı soruyu soruyor. Kağıt üstünde ortaya çıkan bu değerler, test edilmek zorunda kalırsa, yani relizasyon olursa ne kadar dayanırlar? Çok hızlı aşağı gelecekleri kesin. Böyle bir yapı içinde benim size tavsiyem; Türkiye’de her dinamiğin, birbirinden ayırmıyorum, geldiği seviye hakkında kısa vadede çok dikkatli olun.



    İbre artıya döndü


    Sonuç 2: Yukarıdaki uyarı bugün için hemen hayata geçecek anlamında değil. Çarşamba günü dolar-yen yeniden 115 üstüne çıktı, BOVESPA ve DOW yukarı tepki verdiler, şu saat itibariyle brent petrol 70 dolar üzerinde. Yeni hükümet, cumhurbaşkanı seçiminin bitmesi gibi etkenler yurtdışı veriler ile birleşince, dünyadaki gelişmeler bize kısa vadeli olumlu yansıyacak. Ama ne olumlu trendler gördük aslında yoktular.

    Son söz: Yukarıdaki yazının amacı ana yapıyı sorgulamak ve kısa vadeli iyimserliklerin ana stratejinize karışmasına engel olma yolunda size fikir vermek. Evet, kısa vadede ibre yeniden artıya döndü ama ana yapının nereye gideceği hala kesin değil.

  5. #15
    Üyelik tarihi
    02.Haziran.2007
    Nereden
    ADANA
    Mesajlar
    196
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Dünyayı kim düdüklüyor?

    Yiğit Bulut ybulut@gazetevatan.com 20.09.2007

    Dünyayı kim düdüklüyor?


    Hep özeniyorum, bizim gazetenin bazı yazarları sokakta konuşulduğu gibi “başlık” atıyor. Bugün ben de onlar kadar olmasa da “biraz” olaya girmek, “sömürüyor” yerine “düdüklüyor” ifadesini kullanmak istedim... Konuya ülkemizden girelim ve vatandaş olarak dünyada ve Türkiye’de yaşananları nasıl algıladığımızı önemli noktalardan başlayarak geriye doğru sararak birlikte hatırlayalım: İlk etapta dünyaya bakalım:
    * Putin Rusya’yı yeniden “nükleer tehdit” olarak konumladı...
    * ABD, Irak’tan çekilme sinyali verdi...
    * İran sorunu BM gündemine geldi...
    * Bush, son yaptığı konuşmada ABD halkından ve Senato’dan, halkının özgürlüğünü korumak adına, İran’a karşı manevi destek ve en önemlisi ek bütçe istedi...
    * Karikatür krizi büyüdü, ilk etapta geri adım atan Avrupa, sonrasında biz bunu ifade özgürlüğü adına yapabiliriz noktasına geldi. Dinlerin arası açılıyor...
    * ABD, İran ve Suriye’nin tehdit olduğunu açıklayıp dünyayla işbirliği yapma konusunda uyardı.
    * Türk askerlerinin başına çuval geçirildi, ABD, Ortadoğu’da Türkiye’ye meydan okudu...
    * ABD, dünya barışını koruma adına Irak’ı işgal etti, nükleer tesislerini saklayan Saddam’ın ülkesi, ABD ordusu tarafından ele geçirildi.
    Türkiye’ye dönelim:
    * Kurtlar Vadisi bir ilk, yapılan yorumlara göre; Türk milliyetçilerinin yapısı değişti, Amerikan destekli özel harekâtçılar artık Amerikan askerine karşı savaşır hale geldi.
    * Türkiye, İran için de ABD’ye destek olmama yoluna girdi...
    * Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik krizinden çıktı. Dolar 5 yıldır ortalamada sabit kalırken, borsa tarihi rekorlara imza attı. 2001 sonrası Türkiye’ye giren her 1 dolar 5 ile 55 dolar arasında kâr sağladı...
    * Sıcak para tarihi rekor getirilere imza atarken, bazı akademisyen ekonomistler karamsar yorumlar yaptı: Derviş’in ‘aman dolar satmayın’ açıklamasından sonra 3 yıl boyunca kendisini evinde ağırlayanlar TV programlarında ‘dolar 1 milyon 700 bin TL’de mi durur yoksa 2 milyon TL’de mi durur’u tartıştılar...
    * Ekonominin başındaki isim Kemal Derviş ‘dolar satanın eli yanar’ dedi. Doların ilk defa 1 milyon 300 bin TL seviyesini aşağı zorladığı dönemde, Türk halkını dolar satmaması konusunda uyardı...
    * Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizine girdi. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında Anayasa fırlattı krizi çıktı. Ekonomik ve finansal dinamikler çöktü...
    Sevgili dostlar, yukarıdaki olaylar yaşadıklarımızın onda birinin, detay vermeden sadece hatırladığımız kısmı. Bunları, ana hatları ile sizler de hatırlayın diye aktardım. Bu noktada başa dönmek ve sistemin özünü anlamak açısından, biz bunları bu şekilde yaşar ve algılarken acaba bu olayların yarattığı dinamiklerin sonuçları ne oldu, sorusunu sormak istiyorum...
    Gelin, dünya genelinden başlayarak birlikte cevap arayalım. Son 20 yılda zaman zaman savaşa dönen ama son 5 yıl içinde 11 Eylül saldırısı ve Irak işgali ile dünya düzenine hâkim olan gerilim dinamiğinden en çok kim kazandı?
    Tek bir kazanan var: Diyalektik yapı içinde yıllarca kızıl tehdit ile varımızı yoğumuzu silaha yatırtan, tez-antitezin çökmesi ile Orta Doğu kökenli tehdit unsuru yaratarak yeni bir diyalektik yapı kuran ve bugün de artık tartışmasız olarak ABD yönetimine hakim olduğu görülen askeri-endüstriyel kompleks... Bu noktada konuyu detaylandırmak isteyenler; petrol şirketlerini son 5 yıldaki piyasa değeri artışına, kârlarının nasıl katlandığına ve son 5 yılda silah şirketlerine aktarılan trilyon dolarlık bütçeye bakabilirler... Peki bu lobi nasıl kazanmaya devam edebilir? Tek bir yol var: Orta Doğu’da patırtı bitmeyecek, petrol 60 doların üstünde kalacak hatta İran ile birlikte zirveyi de kıracak ve bütün dünya özgür olma yolunda savaşıldığını düşünürken yeni diyalektik sistem ayakta tutularak, kaynaklar onlara akacak... Aynen kızıl tehdit adı altında yıllarca paramızı hurdalara yatırmamız gibi...
    Bu yapı ne zamandır var? ABD Başkanı Eisenhower’in Ocak 1961’de yaptığı Ulusa Veda konuşmasından birkaç cümle: “(...) muazzam boyutlardaki askeri kurumlaşma, silah endüstrisi ile işbirliği içindedir. Bu Amerika için yeni bir durum. Yarattığı sonuç iktisadi, siyasi hatta manevi olarak her kentte, her eyalette, her hükümet dairesinde hissedilmektedir. Askeri yapı ile endüstrisi arasındaki sıkı ilişkilerin kasıtlı ve kasıtsız olarak yetki dışı kullanımına karşı tetikte olmalıyız. Bu yeni oluşumun ağırlığının haklarımızı veya demokrasimizi tehlikeye atmasına izin veremeyiz...”
    Sonuç: İçinde yaşadığımız “nasıl bir sistem, neyi, nasıl algılıyoruz” ve “bizim devre dışı kaldığımız ana bölümde kimler, neler kazanıyor?”
    Son söz: Aynı mantığı; Türkiye-ABD düşmanlığı kimin işine yarar, Türkiye’de kurulan, makro ekonomiyi devre dışı bırakarak sıcak paraya yüksek getiriler sağlayan yapı kimin eseri, Türk halkına dolar sattırmazken yabancılar neden 5 yılda 50 milyardan fazla satış yaptı gibi dinamikler için sorgulayabilirsiniz.

  6. #16
    Üyelik tarihi
    02.Haziran.2007
    Nereden
    ADANA
    Mesajlar
    196
    Teşekkür / Beğeni

    Talking

    yiğit bulut çıldıracak heralde, makaleye ne başlık atmış öyle....

  7. #17
    Üyelik tarihi
    02.Haziran.2007
    Nereden
    ADANA
    Mesajlar
    196
    Teşekkür / Beğeni

    Standart Her şey başladığı noktaya döner mi

    Her şey başladığı noktaya döner mi
    01.10.2007 / Yiğit Bulut / Yorum





    Uzun bir aradan sonra yeniden birlikteyiz. Birlikteyiz ama hemen “Piyasalarda ne olacak” sorusuna cevap aramaya geçmeyeceğiz. Özellikle son bir haftadır piyasadan uzak kaldığım için bu soruyla yarın ilgilenmemiz daha doğru.

    Peki neden bahsedeceğiz?

    Başlığı biraz daha açarak soruyu yeniden soralım: Piyasa dediğimiz devinen her yapı "tepe" olarak nitelenen daha önce test etmediği noktalarına varsa dahi mutlaka geri döner mi?

    Cevabı birçok somut ve soyut teori eşliğinde inceleyebileceğinizi belirterek size bırakıyor ve konuyu sorgularken gözüme çarpan bir matematiksel gerçeği aktarmak istiyorum.



    3 katından 1 fazla yukarı

    Değerli dostlar, "X" olarak adlandırabileceğimiz bir piyasa göstergemiz, daha güncel ifadesi ile endeksimiz olduğunu varsayalım ve bu piyasanın belli bir noktadan yola çıkarak her alım dalgasında 3 katına çıkıp, tepede kalmayı ifade etmesi açısından üstüne 1 eklendiğini, her geri çekilmede de yüzde 50 geri geldiğini varsayalım.

    Bu noktada soralım: Her dalgada 3 katından 1 fazla yukarı giden ama buna karşılık yarısına kadar geri çekilen bu piyasa, sizce başladığı noktaya hatta altına gelir mi?

    İlk cevabınızı duyar gibiyim: 3 kat gidip, yarısına kadar geldiği için gelmez.

    Kim bilir, belki de gelir hatta her deneme, çan eğrisi uyarınca tepe yaptıktan sonra yeniden yatay dediğimiz uçlara varabilir.

    Değerli dostlar, bu noktada matematikte "3N+1" veya "Collatz Problemi" olarak adlandırılan dinamik eşliğinde, endeksin değerini belli bir noktadan başlatmak ve birkaç örneği size aktarmak istiyorum.

    Örnek 1: Endeksimizin başlangıç değeri 3 olsun. Yukarıdaki mantığı uygulayalım ve tek sayıları, 3 katına çıkan endeksi ifade etmek için, 3 ile çarpıp 1 ekleyelim. Çift sayıları da yüzde 50 geri çekilme prensibi ile 2'ye bölelim. Elde ettiğimiz sayılar şöyle oluşur: 3, 10, 5, 16, 8, 4, 2, 4, 2, 1. Sonuç çok açık: Trend 3 noktasından başlıyor, tepe yapıyor ve 4, 2, 1 döngüsüne, yani piyasa ağzı ile yatay dinamiğe kavuşuyor.

    Örnek 2: "Yukarıdaki deneme tesadüf eseri böyle oldu" diyorsanız, 7 ile başlayalım. Elde ettiğimiz sayılar şöyle: 7, 22, 11, 34, 17, 52, 26, 13, 40, 20, 10, 5, 16, 8, 4, 2, 1, 4, 2, 1. Sonuç yine çok açık: Trend, 7 noktasından başlıyor, 52 zirvesini zorluyor ve yeniden yatay dinamiğe kavuşuyor. Sayıları grafik üzerinde dağıtırsanız çan eğrisi prensibine uyan, tepe yapıp salınan bir trend elde edebilirsiniz.

    Örnek 3: "Yine tesadüf oldu" diyorsanız, sizi yormadan bizi küçük sayılar içinde en tepe noktasına götürecek sayı olan 27 ile başlayalım. Elde ettiğimiz sayıların hepsini burada yazmam mümkün değil ama bazılarını atlayarak aktarıyorum: 27, 82, 124, 9232, 4616, 4, 2, 1, 4. Sonuç yine çok açık: 9232 noktası test edilmesine hatta hepimiz "Geri dönmez" diye umutlanmamıza rağmen, belli bir noktada sert düşüşler geliyor ve yeniden kaçınılmaz sona ulaşıyoruz.



    Sonuç hep aynı
    Sonuç: Bilgisayarınızda yaptığınız denemeleri çoğaltıp 1 trilyon başlangıç olana kadar deneyebilirsiniz. Yorulmak istemeyenler için ben sonucu aktarayım: Her denemeniz için kaçınılmaz son 4, 2, 1, 4 yani dibe yakın salınan yatay dinamik.

    Son söz: Yukarıdaki çok basit matematiksel çıkarım sonrası başlığı da hatırlatarak piyasa kavramı eşliğinde soralım: "Her piyasa başladığı noktaya döner mi?" Matematik, "Evrende her şey başladığı noktaya döner" gibi hâlâ kesin olarak kanıtlanmamış çıkarımlara imkân verirken, bizler de piyasa için şunu söyleyebiliriz: Orta ve uzun vadede dönüş kesin olmakla birlikte gözlem aralığı kısa tutulursa 1980 sonrası DOW endeksinin durumu gibi istisnalar olabilir. Bu noktada çok tartışılması gereken finansal mutasyon kavramı ortaya çıkar. Yer kalmadığı için ileride devam edeceğiz.



    Dolar 1 YTL olur mu
    Not 1: Daha önce paylaştığımız “1 dolar 1 YTL olur mu” başlıklı yazıda ve diğer bütün yazılarımda hep aynı tezi savundum: Türkiye’de ve dünyada piyasalar yeni en noktaları deneyecekse petrol fiyatı mutlaka ve mutlaka yüksek kalmalı. Bu bağlamda sizlerle doların 1 YTL’ye doğru kayması için petrolün kırması gereken 77-79 dolar bandını da uzun uzun tartışmıştık. Türkiye’de çok kişi bu görüşe her zaman karşı çıktı ve yüksek petrol fiyatının dünya piyasalarını bozacağını iddia ettiler. Geldiğimiz nokta çok açık: Brent petrol 77-79 dolar bandı üzerinde ve dünya piyasaları eski zirveleri ve yeni enleri zorluyor.

    Not 2: 2001 yılından beri Türkiye Cumhuriyeti’nin imzaladığı anlaşmalar gereği özellikle bazı meslek gruplarından olanların, Avrupa Birliği'nde (AB) serbest dolaşabileceğini iddia ediyorum ve bu konuda sizlerle birçok yazı paylaştık. Geçen hafta Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın (ATAD) 20 Eylül 2007 tarihinde Veli Tüm ve Mehmet Darı’ya ilişkin aldığı karar doğrultusunda; AB ülkelerine hizmet sunumu ya da edinimi için giden Türk işadamı, esnaf, öğrenci, sporcu, gazeteci, avukat, doktor, şoför ve diğer meslek gruplarının vizesiz seyahat edebileceği açıklaması, -Türk Dışişleri halen aksini iddia etse bile- tezimizi güçlendirdi. Bu konuda daha fazla kamuoyu oluşturmamız gerekli. Kazanılmış hakkımızı alalım, desteğinizi bekliyorum.

    Matematik, 'Her şey başladığı noktaya döner' gibi hâlâ kesin olarak kanıtlanmamış çıkarımlara imkân veriyor. Orta ve uzun vadede dönüş kesin olmakla birlikte gözlem aralığı kısa tutulursa bazı istisnalar olabilir. Bu noktada çok tartışılması gereken finansal mutasyon kavramı ortaya çıkar.

  8. #18
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    'Sıcak para babalarının' istediği olacak
    05.10.2007 / Yiğit Bulut / Yorum





    Alternatif bir başlık daha atalım: "Sıcak paracılar Türkiye’de her zaman biliyorlardı." Neyi biliyorlardı? Gayet basit. Bugüne kadar paylaştığımız grafikleri, 2000 yılında alınamayan (ne hikmetse yabancı portföyleri boşalınca Şubat 2001'de alınan) doları serbest dalgalanmaya bırakma kararını, Bülent Ecevit'in CNN Türk'te Finans Analiz programında anlattığı "10 gün boyunca Başbakan'ın ulaşamadığı Bakan Kemal Derviş" gerçeğini, son 6 yıl içinde "acaba" noktasına gelinmesine rağmen, Uluslararası Para Fonu'na (IMF) verilen her sözün tavizsiz tutulmasını ve son olarak IMF’nin Türkiye’den “yabancının parasını ödeme rahatlığı sağlama” isteklerini, birazdan size aktaracağım satırlar ile birleştirince, rahatlıkla söyleyebileceksiniz: "Sıcakçılar her zaman neyi biliyorlardı?"



    IMF ile devam garantisi


    Giriş ilginç oldu ama piyasalar açısından çok önemli detaylar içeren aşağıdaki satırlar konuyu girişten de ilginç hale getirecek. Bu satırlar bir kitaptan alınma, kitabın adı: Çuvallayan İttifak. Yazarı, Turan Yavuz. Türk-Amerikan ilişkilerini detaylandırmak üzerine kurgulanmış kitabın içinde özellikle işbaşına gelen-gelmesi düşünülen hükümetlerin Amerika temaslarında nelere değindiklerine ve kimler ile temas ettiklerine dair notlar var.

    Bu noktada bazı bölümleri sizlere aktarmak istiyorum:

    "Tayyip Erdoğan hem bir yandan Davos çerçevesinde toplantılara katılacak, hem de ABD sermayesinin önemli liderleri ile ikili görüşmelerde bulunarak iktidara geldiği takdirde Türk ekonomisi konusunda yapmak istediklerini anlatacaktı. Görüşülen çevrelerin başında Merrill Lynch ve Morgan Stanley geliyordu. AK Parti gezisinin sponsorlarından olan Raymond James aracı kurumunun ayarladığı bu görüşmelerde, Erdoğan iktidarlarında IMF kararları ve politikalarının aynen uygulanacağına ve devam edileceğine vurgu yaptı."



    Kimlerle temasa geçildi


    İlk bölüm sonrası bir hatırlatma yapalım. Aynı dönemde Erdoğan, Türkiye'de yaptığı konuşmalarda "İktidara geldiğimizde IMF'yi göndereceğiz" diyordu.

    Alıntılara devam edelim. "Toplantıya katılan bir şirket yetkilisi yanındakilere hayretini gizlemiyor, yahu elimizdeki haberlerde IMF'ye uyulmayacağına ve programların devam etmeyeceğine dair Türkiye'de çıkan demeçler var. Biraz önce sonuna kadar uyulacağı sözünü verdi, bu işi anlamadım diyordu."

    Sonuç: Kitabın daha birçok ilginç noktası olmasına rağmen alıntı yapmayı burada kesiyor ve Türk kamuoyunun, sadece son iktidar için değil, 1946 sonrası bütün iktidarlar için şu sorulara cevap araması gerektiğini düşünüyorum:

    Soru 1: Türkiye'de 1946-2001 arasında kur rejimi değişmeden önce dışarıdan kimler ile temas edildi ve bu değişiklikleri çok kısa süre içinde kimler öğrendi?



    Niçin yüksek rezerv


    Soru 2: İktidar olmadan, Türk ekonomisinin lehine olmasa bile sözler verilen bu tip görüşmeler yapıldı mı? Kaç yıldır yapılıyor?

    Soru 3: 2000 yılı 17 Ocak sabahı sıcakçıların borsa ve bono portföyleri "en" noktasından dönerken, bu çıkışı adeta Merkez Bankası eli ile besleyen kuru dalgalanmaya bırakmama kararı 57. Hükümet içinde kimler tarafından alındı? Bu çıkışın, kuru 2001 Şubat'ından 13 ay önce dalgalanmaya bırakarak çözülebileceğini o zamanlar Dünya Bankası görevlisi olan Derviş ve IMF yetkilileri göremedi mi? Bu konu hakkında yurtdışında kimlere bilgi verildi? Kuru belli bir süre dalgalanmaya bırakmayacağız sözü verildi mi?

    Soru 4: Yabancı bir finans kurumunun bağrından kopup Türkiye’nin böğrüne bakan olarak transfer olan Mehmet Şimşek’in de bilgisi dahilinde, IMF Türkiye’den son olarak ne istiyor? Yüksek rezerv tutun baskısının altında ne gibi bir amaç var?

    Sonuç: Yukarıdaki satırları yazmamın amacı, "ülkeye para sokmayalım, yabancı para kötüdür" demek değil. Mesaj çok net, küreselleşen dünya gerçeklerinde yatırım çekme dinamiğini yerine getirirken, halkın birikimlerini birilerine transfer edecek ilişkilere girmek ve bazı sözler vermek hükümetlerin kendini refaha taşıyacağını saflıkla bekleyen halk gerçeği ile acaba ne kadar uyumlu? Veya daha değişik ifade edelim, sıcak para baronlarının bilgisi dahilinde bu halkın varlıkları finansal yöntemler ile hangi noktaya kadar transfer edilmeye devam edilecek!

    Not: Bu ifadeler sadece varolan siyasi otorite için geçerli değil, 1946 sonrası bütün yönetimler için geçerli. 1946-2007 arasını veriler ile sorgularsanız, ödediğimiz faiz gibi birçok dehşete düşüren detaya rastlarsınız.

  9. #19
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Destek olmayan hatta köstek olanlar 'utansın'
    15.10.2007 / Yiğit Bulut / Yorum





    İngiltere, Türk vatandaşlarının Avrupa ülkelerinde bireysel girişim ve yerleşim haklarını düzenleyen Ankara Anlaşması ile ilgili kararını, 'ilke olarak' uygulamaya karar verdi. Bu kararla Türkiye’de yaşayanlar AB ülkesine vizesiz seyahat edebilir ve aslında yerleşebilir.



    Değerli dostlar, bu köşede ve imkân bulduğum her yerde kısacası Türk kamuoyunda; son birkaç yıldır “Avrupa’dan vermediği her hakkımızı alacağız” başlıklı “Avrupa’da serbest dolaşabiliriz” tezimi her ortaya attığımda, inanın çok ciddi tepkiler aldım.

    Beni, “hayal satmakla, bilmediği konulara girmekle” suçlayan ve “orta vadede kendi menfaatlerine” dokunduğu için konu hakkında “olumsuz” tepki veren çok oldu. Hatta Türkiye’deki bazı sivil toplum örgütleri ve resmi makamlar, hiç destek vermedikleri gibi, bazı “sivil toplum fedaileri” bana yönelik “olayı dalgaya vurma, hakaret ve suçlama” dahil her türlü teşebbüste bulundular. Akıllarınca konuyla “alay edip” köstek olan köşe yazarları da işin ayrı bir rengiydi. Şimdi daha rahat gülmeleri için hepsine birer “ayna göndereceğim.”

    Bu sabah itibariyle geldiğimiz nokta çok açık ve bunu ben size kendi cümlelerimle değil İngiltere’den yapılan resmi açıklamanın Türkiye’de Anadolu Ajansı haberlerine yansımış haliyle aktaracağım: “...İngiltere İçişleri Bakanlığı, Avrupa Adalet Divanı'nın, 1963’te imzalanan

    ve 1973 yılında uygulama hükümlerini içeren ek protokolle Türk vatandaşlarının Avrupa ülkelerinde bireysel girişim ve yerleşim haklarını düzenleyen Ankara Anlaşması ile ilgili kararını, 'ilke olarak' uygulamaya karar verdi...”



    Elde edilen haklar hâlâ geçerli


    Değerli dostlar, gördüğünüz gibi açıklama çok açık ve net; iddia ettiğimiz gibi 1963 yılında üzerinde anlaşılan ve 1973 yılında protokol imza edilene kadar geçen sürede elde ettiğimiz bütün haklar, bugün aynen geçerli ve kesinlikle sonradan değiştirilemez.

    Peki bu karar ne anlama geliyor? Hayatın içinde ne gibi uygulamaları olabilir?

    Sonuç aslında son derece anlaşılabilir ve sade; herhangi bir Türk vatandaşı, iyi hazırlanmış bir fizibilite planı, yeterli sermayenin varlığı ve sermayenin yasal yollardan edinildiğini kanıtlayarak Türkiye'deki İngiliz konsolosluklarına bireysel girişim ve oturum başvurusu yapabilir, buraya kadar işin birinci kısmı...

    İşin bir başka yüzü daha var ki, o da başvuruları reddedilmiş vatandaşlarımızı ilgilendiriyor: İngiltere'ye hangi yolla girmiş olurlarsa olsunlar, bu ülkede iş kurmuş ancak oturum başvuruları reddedilmiş, kaçak durumuna düşmüş kişilerin de tutuklanma ya da sınır dışı edilme durumu ortaya çıkmadan, aynı başvuruyu yapma hakları var.



    Karar İngiltere'yle sınırlı değil


    Bu noktada aklınıza şu soru gelebilir: Bu karar sadece İngiltere ile mi sınırlı? Hayır kesinlikle değil, karar bütün AB ülkeleri için geçerli. Sebebini de hemen arz edeyim: Avrupa Adalet Divanı kararının Türk vatandaşlarına diğer bütün AB ülkelerinde de aynı başvuruyu yapma imkânı tanıdı ve aslında tüm AB ülkeleri içişleri bakanlıkları, “İngiltere gibi bu kararı tanıdığı”nı açıklamalı. Diğer ülkelerin de Adalet Divanı kararını tanıdıklarını ilan etmelerini bekliyoruz ve beklerken bu konuda kamuoyu baskısı yaratmamız gerekli...

    Sonuç: Geçmişte birçok mahkeme kararı var ve bunları sizlere daha önceki yazılarımda aktardım. Yukarıda bahsettiğim son karar ise Avrupa Adalet Divanı tarafından 20 Eylül 2007 tarihinde alındı.

    Adalet Divanı, İngiltere'ye iltica başvurusunda bulunan ve bu ülkede bulundukları süre içinde işyeri sahibi olan iki Türk vatandaşı Mehmet Darı ve Veli Tüm'ün, Ankara Anlaşması gereği oturum sahibi olma talebini haklı bularak, durumun İngiltere’ye bildirilmesine karar verdi.

    Son söz: Hakkımızı aramaya devam edelim. Bu karar daha da genişleyecek. Benim iddiamın sınırları daha da derin noktalara kadar gidiyor. 1973 sonrası Türkiye Cumhuriyeti aleyhine ve Türk vatandaşlarını mağdur edecek hiçbir karar alınamaz. Bunun anlamı da çok açık: 1973 sonrasında AB tarafından Türkiye’ye yönelik uygulanan bütün yaptırımlar geçersizdir. Şimdi sıra bizde, sesimizi duyuralım ve gasp edilen haklarımızı alalım. "Bu karar Türkiye’de yaşayanları neden ilgilendirsin" derseniz, onu da çok kısa ve öz arz edeyim: İstediğiniz AB ülkesine vizesiz seyahat edebilirsiniz ve aslında yerleşebilirsiniz.



    Not: Konuyu unutanlar için detayları bir kez daha aktarayım:

    “...Normal şartlar altında AB ülkeleri 1970’te imzalanan ve 1973’te
    yürürlük kazanan Katma Protokol gereği Türk vatandaşlarına vize uygulayamaz. Vize 1980 sonrası konulan ve imzalanan protokol
    şartlarını imzacı ülke aleyhine değiştirdiği için kanunsuz olan bir
    uygulama. Türkiye, katma protokolleri imzalayarak sonradan
    eklenebilecek maddelere karşı kendini korumuş olmasına rağmen
    bu hak nedense bugüne kadar gündeme gelmedi.

    *Gümrük Birliği (GB) kavramı gereği AB ülkeleri, doğrudan ve dolaylı
    olarak GB kavramı içinde kalan Türk vatandaşlarına vize uygulayamaz,
    AB ülkelerinde çalışma ve yerleşme haklarına engel olamaz. 'Bunun kanıtı ne' derseniz. AB Adalet Divanı’nın 11.5.2000 tarihli kararı çok açık: “Türk vatandaşı olan işveren ve serbest meslek sahiplerinin Katma Protokol’ün yürürlüğe girdiği 1973 tarihinden itibaren ’haklarına kısıtlama getirilmesine' imkân yoktur."

    *Ankara Anlaşması madde 13 ve madde 14’e göre karşılıklı yerleşme serbestliği hakkını Türkiye de kazanmış oldu.

    * Hem Ankara anlaşması hem “1970-73 Katma Protokolü” hem de “GB kavramı” gereği AB ülkeleri, bırakın orada yaşan ve birçok “hak elde etmiş Türkleri”, burada yerleşik Türk vatandaşlarına dahi vize uygulayamaz, iş edinmelerini ve kurmalarını engelleyemez...”

  10. #20
    Üyelik tarihi
    10.Mart.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    9,262
    Teşekkür / Beğeni

    Standart

    Borsadan kesinlikle çıkamazlar12.11.2007 / Yiğit Bulut / Yorum
    Tamamı yabancı bir bankanın 'denetim' ve 'gözetim' açısından borsada işlem görmeye devam etmesi ülke menfaatleri açısından önemli bir ayrıntı. Finansbank ve Denizbank’ın sahipleri aldıkları bankaları borsa dışına çıkarıp en azından borsada olmanın gerektirdiği denetim olmadan çalışmak istiyorlar.

    Kimler çıkamaz? Daha detaylı bir şekilde başlığı yeniden atayım: Yabancı bankalar hisselerinin tamamını toplamış dahi olsalar “borsadan çekilemezler” yani “kottan çıkamazlar.” Nedenlerine gelince...
    Değerli dostlar, son günlerde tamamı yabancılar tarafından sahiplenilen bankaların, “borsadan çekilmek üzere adım attığını” ve başındaki yöneticilerin “Borsadan çıkabilmeliyiz” yönünde açıklamalar yaptığını görüyoruz. Bazı köşe yazarları da onları eleştiriyorlar. Bugün ben de konuya dahil olmak ve teknik olarak fazla ayrıntıya girerek sizi sıkmadan, sadece bir detayı, kamuoyu oluşması amacıyla aktarmak istiyorum.

    Kottan çıkmak için çabalıyorlar

    Bankacılık sektörünün yabancılaşmasının ülke ekonomileri için ne gibi sonuçlar doğurabileceğini daha önceki yazılarda tartışmıştık. Bu çekincelerimin tamamını koruduğumu da belirterek anafikri hemen arz edeyim: Tamamı yabancı bir bankanın “denetim” ve “gözetim” açısından “borsada işlem görmeye” devam etmesi “ülke menfaatleri açısından” önemli bir ayrıntıdır. Tamamı yabancı bankaların “borsadan ayrılmak” veya teknik tabiriyle “kottan çıkmak” için gösterdikleri çabaya bakarsanız sözlerimin daha anlamlı hale geldiğini anlayacaksınız. Değerli dostlar, bu noktada bana “Daha açık konuş kardeşim, lafı dolandırma” derseniz, sizi kırmam ve daha açık da yazarım: Finansbank ve Denizbank’ın yeni sahipleri “aldıkları bankaları” borsa dışına çıkarıp “en azından borsada olmanın gerektirdiği denetim olmadan” çalışmak istiyorlar.

    Kendilerince haklı olabilirler

    Kendilerine göre haklı olabilirler ama kısa vadede “bankacılık sektörünün yabancılaşmasının küreselleşen dünyada ne gibi net sonuçlar doğurabileceği” görülmeden “Türk bankacılık sektöründe” daha fazla “serbest hareket etme” imkânı tanınması, kesinlikle ve kesinlikle “doğru” olmayacaktır. Sonuç: Kottan çıkmak isteyen “tamamı yabancı bankalara” küreselleşmenin “orta ve uzun vadeli yan etkileri görülmeden”, daha doğrusu “küreselleşme sanarak her şeyimizi satmamamızın bize nasıl zarar vereceği hayatımıza yansımadan”; içinden geçtiğimiz süreçte “bu izinler” kesinlikle verilmemeli. Ayrıca “bu bankaların kottan çıkmak için neden bu kadar yanıp tutuştuğunu da anlayabilmiş” değilim. Not: Aynı konuyu Vahap Munyar da Hürriyet’te “köşesine taşıdı” ve Finansbank yetkilileri ile yaptığı konuşmadan bazı bölümleri aktardı. Bu yazıdan bazı satırları sizlere aktarıyor ve soruyorum: Siz banka yetkililerinin söyledikleri ile “tatmin oldunuz mu?”

    İşte Vahap Munyar’ın yazısından bir bölüm:

    “...Madem öyle, bırakın, Finansbank İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'da işlem görmeye devam etsin; biz de her bilanço döneminde bilgilerinizi şeffaf bir şekilde görelim.
    - Halka açıklık oranının yüzde 0,5’in altına inmesinin ardından hisse senetlerimizle ilgili sağlıklı piyasa oluşması şartları ortadan kalkabilir. Bundan küçük yatırımcı zarar görür. Biz bunun için Finansbank’ın borsadan çıkmasına izin verilmesini istiyoruz. Ayrıca, halka açılmanın kuralları varsa, yeniden kapanmayı istemenin de kuralları konulmalı, bunun yolu açılmalı. Ömer Aras’ın anlattığına göre Finansbank’ı aldığı sırada National Bank of Greece'in (NBG) hisse başına değeri 29 euroymuş, şimdi 47 euroya kadar çıkmış, toplam değeri 27 milyar euroyu bulmuş. Ömer Aras’a bakılırsa Finansbank’ın bu değer artışında önemli payı var: Finansbank’ın NBG içindeki ağırlığı yüzde 30 düzeyinde. Dolayısıyla NBG’nin değerinin artışında Finansbank’ın etkisi var."

    Yabancıların hedefi belli

    Bu noktada konu ile organik alakası açısından Halk Bankası örneğine geçmek istiyorum. Diğer gazetelerde daha önceki yazılarımda özellikle yabancı kurumlar “Halk Bankası 6 milyar dolar eder” açıklamasını yaptıklarında her zaman şu fikri savundum: En az 12 milyar dolar eder. Bu rakamı da o gün işlem gören Akbank ve İş Bankası’nın piyasa değerleri ortalamasından hesaplamış ve formülü de aktarmıştım. Geldiğimiz noktada bu rakama eriştik ve 10-12 milyar dolar arasında işlem gören bir Halk Bankası var. Şimdi yabancıların hedefi belli: Halka arz sonrası kalan kısmı “blok olarak satın almak” ve “daha az hisseyle bankayı kontrol etmek...”

    Blok satış değeri 22 milyar dolar

    Blok satılması kesin olarak “yanlış” olmakla birlikte bugün diyorum ki aynı formül yani “Akbank ve İş Bankası’nın” piyasa değerleri ortalaması mantığı hâlâ geçerli. Bu bankayı “blok olarak alacaksanız” bugünkü değeri en az 20-22 milyar dolar. Bu rakamın altında yapılacak her satış “bu ülkenin malını” yabancıya “kıyak çekmektir”.
    Sonuç 2: Halk Bankası diğer bankalar gibi değerlendirilemez. Bu bankanın içinde Türk ekonomisinin DNA'sı var ve bu banka hepimizin. Bugüne kadar birçok bankamız satıldı ama hiçbiri diğerine üstünlük sağlayabilecek bir gelişme göstermedi. Bu açıdan bakınca Halk Bankası’nı alanın sağlayacağı üstünlük ve ülke ekonomisinin kodlarını ele geçirmesi gibi detaylar bankamızı "çok daha değerli" hale getiriyor. Sizlerden tek bir ricam var: Destek olun, malımıza sahip çıkalım. Hem bizim olan bizim kalsın hem de "banka amacına uygun işlemeye ve küçük esnafın kalbi olmaya" devam etsin. Hükümet ille de satacağım derse de en azından “değerine” gitsin...
    Son söz: Halk Bankası “bu halkın” elde kalan “son malı”. Hepimizin malı, lütfen “ses vermeme” yardım edin. Malınız gidiyor.

Sayfa 2 Toplam 7 Sayfadan BirinciBirinci 123456 ... SonuncuSonuncu

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
YASAL UYARI
Ekonomi, Borsa ve Para piyasaları" bölümünde yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yayımlanan Seri:V, No:52 Sayılı "Yatırım Danışmanlığı Faaliyetine ve Bu Faaliyette Bulunacak Kurumlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ" çerçevesinde aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çevresinde sunulmaktadır. Burada ulaşılan sonuçlar tercih edilen hesaplama yöntemi ve/veya yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmakta olup, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabileceğinden sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir.Yatırımcıların verecekleri yatırım kararları ile bu sitede bulunan veriler, görüş ve bilgi arasında bir bağlantı kurulamayacağı gibi, söz konusu yorum/görüş/bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan www.keyborsa.com web sitesi ve/veya yöneticileri sorumlu tutulmaz.
Google Privacy Policy
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193