Evlerin çatýlarý, kapýlarý ve perdeleri, sevinçleri, coþkularý olduðu kadar acýlarý ve yoksulluklarý da örtüyor. O örtülü kapýlarýn, perdelerin ardýnda herkes kendi cennetini ya da kýyametini yaþýyor...

Artýk ayný binada yanýbaþýmýzdaki dairelerden çýkan ölüleri de, gelinleri hiç bilmiyoruz... Örtülü perdelerin pencerelerinden sýzan ýþýklar ve camlardaki buðular bazen yanýltýcý olabiliyor. O sýcaklýðýn arkasýnda üþüyen hayatlar, mutsuzluklarýný ve acýlarýný gizliyorlar...

Artýk “beton manzaralý” evlerden çam aðaçlarýnýn göllere düþen gölgeleri de, yakamozlar da görünmüyorlar... Her bahar akasyalarýn yeþerdiði o bahçeli evler, daire karþýlýðý apartmanlara dönüþtüler.

Bizlere ise, daracýk apartman giriþlerinin önünden uzayýp giden caddelerin egzoz homurtularý ve korna sesleri kaldý... Evlerin çift kilit ve çift perdelere iyice kapanan kapý ve perdelerinin gizleriyle bir yalnýzlýk kaldý...

Þimdi o örtülü perdelerin ardýnda çocuklar, saf ve þaþkýn bakýþlarla nice çirkinliðe tanýklýk ediyor, kimileri de katý disiplin kurallarýyla askeri kýþlalar gibi evlerde yaþýyorlar.

Ayný mekâný, hatta ayný yataðý paylaþan eþler, þimdi birbirlerine fütursuzca yalan söyleye biliyorlar...

O örtülü perdelerin ardýnda dað gibi adamlar, eþleri ve çocuklarý uyuduktan sonra salona geçip, sarsan, savuran hayatýn yaþattýðý acýlar ve yoksulluklar için sessizce gözyaþý döküyorlar... O örtülü perdelerin ardýnda kimileri bedenlerini satýyorlar...

Para, o örtülü perdelerin ardýnda bir þantaj faktörü haline getiriliyor; orada sevginin karýn týsý bile görünmüyor. En çok da babalar, ekonomik baðýmsýzlýðý olmayan kadýnlar üzerinde parayla bir hegemonya kuruyorlar.

Örtülü perdelerin ardýnda gelinler, kaynanalarýna kahve yapýp büyük bir incelikle tepsiler uzatýyorlar; o nezaketin öbür yüzünde ise, “son içiþi olur inþallah!” diyorlarsa da, iki yüzlülüðün ve sevgisizliðin kýskacýna aldýðý hayatlar bütün olaðanlýðýyla sürüyor...

Üstelik, o örtülü perdelerin ardýnda, Anadolu’nun doðusunda, batýsýnda kadýnlar hâlâ dayak yiyorlar. Bu ülkede hâlâ sahte bir kadýn haklarý savunuculuðu sürüyor. Birçoðumuz haklardan söz edenlerin, kendi yaþam pratiklerindeki nice haksýzlýklara tanýklýk etmiþizdir.

Çocukluk yýllarýmda anamýn tutam tutam saçlarý babamýn iri, kýllý avuçlarýnda kalýrdý. Onu kurtarmak istediðimde bir hamlede duvara çakýlýrdým. Vücudumdaki çürük izlerinin sýzýlarýyla bazý geceler sabaha kadar gözlerini tavana dikip sessizce aðlardý anam. Hep dayak yer ve aðlardý...

Bir gün onu bir hastaneye yatýrdýlar. Günlerce göremedim, adresini de bilemedim. Günler sonra eve döndüðünde yüzü tanýnmaz haldeydi, acýyla kývranýyordu... Hastalýðýný ýsrarla sorduðumda, “Ölü çocuk doðurduðunu, bu yüzden zehirlenip ölüm tehlikesi geçirdiðini” anlattý. Babamýn yumruk izi, ölü doðan çocuðun baþýnda bir oyuk olarak duruyormuþ.

Sonra ifadesini almak üzere eve gelen polis memurlarýna, “düþtüm” dedi. Bunu ýsrarla yineledi. “Babam yapmýþsa polislere niçin söylemedin?” diye sorduðumda, anam, yüzünde gölgelenen hüzünle bana garip garip baktý. Sonra tane tane sözcükler çýktý aðzýndan:

“O zaman size kim bakardý yavrum?”
Bu sorunun hiçbir yanýtý yoktu...

Sonraki sabah okula gitmeye hazýrlandýðýmda, hasta yataðýndan doðrulan anam saçlarýmý tararken, “Oðlum tez büyü” dedi: “Beni bu acýlardan kurtar...”

Ben ise kurtarmak için büyümeye çalýþýyor, ama büyüyebilmek için kurtarýlamýyor ve hep soruyordum:

“Niçin hep aðlayan bir kadýn benim anam? Niçin hep kurtarýlmak zorunda olan?”

O örtülü perdelerin, kapýlarýn ardýnda, dýþarýdaki uðultuda yaþanan maðlubiyetlerin bütün hýncýný ayný coþkulara, kederlere ve bir yastýkta ayný gecelere birlikte baþ koyduklarý kadýnlar dan çýkarabiliyorlar hâlâ bazý yenik babalar.

Hâlâ heba olan gençliklerin, mutsuz evliliklerin ve parçalanan hayatlarýn hüznüyle iç içe bizim de hayatlarýmýz...

Dedim ya, o örtülü perdelerin camlarýndaki sýmsýcak ýþýklara ve buðulara aldanmayýn; üþüyen hayatlar, çoðu zaman orada mutsuzluklarýný ve acýlarýný gizliyorlar...

Ankara, 1996

“Sevginin Herkesten Þikayeti Var” adlý kitabýndan.(1. Basým 1996, Doruk Yay./ 5.Basým 2002, Alfa Yayýnlarý.)