Toplam 3 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 3 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Yýlmaz Odabaþý'nýn Yazdýðý Hikayeler

  1. #1
    Üyelik tarihi
    12.Mart.2007
    Mesajlar
    85
    Teþekkür / Beðeni

    Standart Yýlmaz Odabaþý'nýn Yazdýðý Hikayeler

    Kül Aþklar*

    Karanlýk odalardan çýkmýþtým; uykulardan, þubatlardan... Sokaklara panzerler, ýssýzlýklara devriyeler tükürüyordu.

    Her günbatýmý yüreðimi dar odalara kapatmanýn acemisiydim. Dýþarýda yalnýzlýk vardý, dýþarýda kötülük. Dýþarýda olmanýn sevinci, geride kalanlarý içeride býrakýp çýkmanýn utancýný aþamýyordu...

    O utançla sayfalarý ve sözcükleri kanatýrcasýna yazýyordum. Kançanaðý gözlerle uykusuz sabahlara kalýrken, yorgun, yaslý baþýmý çalýþma masamýn üzerine gözlerim kapalý düþürünceye kadar. Bir de yazmasam… Yazmasam bir çýlgýnlýk yapardým...
    Yaþamak için çalýþmak zorundaydým. Ayný günlerde bir iþ bulup çalýþmaya baþladým. Eczanelerin laboratuvarlarýnda o yýllar üretilen majistral (el yapmasý) ilaçlar için kimyasal maddeler satýyor, bir haber ajansý adýna da muhabirlik yapýyordum. Seyahat ettiðim Güneydoðu'nun il ve ilçelerinde nicedir uzak olduðum insanlarýn trajedisine dudaklarýmý kanata kanata tanýklýk ediyordum.

    Ben öyle yalnýz, savruk bir adam; üç gün süren bir seyahatin son duraðýnda, Mardin'in Kýzýltepe ilçesinde bir eczanede otururken içeriye genç bir kýz girdi. Önce gözlerimi kaçýrdým, ama mutlaka ona bakmak geldi içimden ve dönüp baktým. Siyah saçlarýný atkuyruðu yapmýþ, beyaz bir tokayla baðlamýþtý. Mahçup ve ezik süzülüp girmiþti eczaneye. Ýçeri girerken ayaðýnýn hafif aksadýðýný farketmiþtim.

    Eczanede görevli çocuða ayaðýný göstererek, “Ýlaç istiyorum,” dedi kýsýk bir sesle. Sonra dönüp bana baktý. Ben de bir incelik sayarak gülümsedim. O da buruk bir gülümseme iliþtirdi yüzüne ve biraz þaþkýn… Bu yakýnlaþmayla sordum:
    “Ayaðýnýza ne oldu?”

    Gözleriyle beni süzerek baþýný iki yana salladý:
    “Sivrisinekler… Sivrisinekler ýsýrdý!” dedikten sonra yine mahçup bir edayla baþýný önüne eðdi…

    Eczanedeki çocuða, rivanol solüsyonunun ayaðýndaki yaralara iyi gelebileceði söyledim. Çocuk solüsyonu hazýrlamak üzere eczanedeki laboratuvara girdiðinde, o da taburelerin birine oturup beklemeye koyuldu. Birden göz göze geldik… “Doktor musunuz?” diye sordu. Olmadýðýmý söyledim ve kendimi birkaç cümleyle tanýttým. Kýsa aralýklarla her fýrsatta birbirimizi süzüyorduk. Bu arada ben de sorular yöneltip onu tanýmaya çalýþtým.

    “Nerelisiniz?”
    “Sakaryalý.”
    “Burada memur musunuz?”
    “Öyle… Öðretmenim.”
    “Kýzýltepe'de mi?”
    “Hayýr, Þenyurt'ta.”
    “Bilmiyorum. Neresi bu Þenyurt?”
    “Buraya yakýn küçük bir nahiye, sýnýrda.”
    “Sakarya'dan gelip burada öðretmenlik yapmak zor olmalý bir genç kýz için.”
    “Evet, ama n'apalým iþte birilerinin de burada çalýþmasý lâzým…”

    Konuþurken her cümlenin bitiminde baþýný önüne eðiyor, gözlerimden her fýrsatta kaçýyordu. Ses tonundaki burukluk, kýsýklýk önce kulaklarýma çarpýyor, sonra beynimin, yüreðimin derinliklerine beni büyülercesine yayýlýyordu. Onu mutlaka daha iyi tanýmak istedim…

    Yeni bir soruyla, sanatla ve özellikle edebiyatla ilgilendiðini ve ne bulursa okuduðunu söyledi. Bazý sanat dergilerinin deðil ilçeye, il olan Mardin'e bile gelmediðinden yakýndý. Ona çantamda bulunan ve yollarda okumak üzere yanýmda taþýdýðým birkaç sanat dergisini uzattým:

    “Alýn bunlarý, okursunuz,” dedim.

    Ama o, sadece göz gezdirip sehpanýn üzerine býraktý dergileri.
    “Bunlar sizin, almayayým,” dedi.

    Bir süre sustuk.
    Sonra çaylarýmýzý yudumlarken ikimiz de ýsrarla birbirimizi kaçamak bakýþlarla izlemeyi sürdürdük. Bir ara haberleþmeyi önerdiðimde reddetmedi, ama yanaklarý allaþtý, yüzü kýzardý. Okul adresini yazdýrýrken heyecanlýydý. Ben de kartýmý uzattým ona.

    Kalkarken suçluluk duyuyor gibiydi. O da bana duyduðu sempatiyi gizlemek için oldukça özenli davranmýþtý. Baþýný kaldýrmadan iyi günler dileyerek çýktý…

    Bir genç kýza yaþamý boyunca öðretilen katý ahlâk kurallarýyla birlikte, bu taþra atmosferinin, acýmasýz tabularýn ona yansýttýklarýný, dayattýklarýný düþündüm bir an; bu denli mahçup, ezik davranmasýna kýzamadým bu yüzden. Oturduðum yerde karmakarýþýk duygularla uzaklaþýp gidiþini izledim.

    Eczanedeki çocuk garipseyerek, “ne oldu?” diye sorduðunda hiçbir yanýt veremedim. Sonra kalkýp ilçeden ayrýlmak üzere taþýt duraðýna doðru yürüdüm. Diyarbakýr'a varýncaya dek yol boyu sesi uðuldayýp durdu beynimde…

    Bir hafta kadar sonra ona bir mektup yazdým. Onun da yanýtý gecikmedi. Daha sonra yazdýklarýmýzdaki içtenlik daha bir boyutlandý. Giderek yüreðimi yüreðinin çýrpýnýþlarýna yasladým onun; sesine ses verdim. “Mum ýþýðý,” dedim ona: “Sevgili mum ýþýðý, sizler, bu ülkenin uzak ilçelerinde, dað baþý yalnýzlýklarýnda uzak ve tek mum ýþýklarýsýnýz; ama birgün bütün mum ýþýklarý yandýðýnda bir düþün o aydýnlýðý!”

    Mektuplarýmýzda yalnýz birbirimizin hüzünlerini, coþkularýný ve düþüncelerini deðil, kendimizce yeryüzünün bütün acýlarýný ve sevinçlerini de paylaþýyorduk; bütün insan çýðlýklarýný bir bir, sanki bizimmiþ gibi…

    Ben kýrgýnlýklarýmý da taþýyordum ona. Daha bir yýl önce sokaklarda kýrlangýç sürüleri gibi kümelenmiþ o uçarý çocuklar yoklardý artýk. Onlarý infaz gecelerinde, mülteci kimliklerinde unutmuþ gibiydi birileri. Kimileri de bir karanfil býrakabilmek için gömüt taþlarýný bile bulamadýðýmýz ölülerdi… Ýþte bunlarýn yaþattýðý hüznü de tanýmlýyorduk birbirimize.

    Ýki üç ay kadar sonra haftada bir kez ulaþtýrdýðýmýz mektuplarda yüreklerimizi yasladýðýmýz birer dað olduk birbirimiz için. “Bir of çeksen karþýki daðlar yýkýlýr, ama çekmiyorsun!” diyordum. O da yanýtlýyordu: “Beþ aydýr offf çekiyorum da burada; deðil dað, þu Kýzýltepe'nin tepesini bile yerinden kýpýrdatamadým…” Bu kez yeniden yanýtlýyordum: “Kýzýltepe'nin tepesi yerinden kýpýrdamaz; çünkü tepesinden puþisini almýþlar ve dolayýp kýzýllýðýný tel örgülere, içine de Mehmetçikler koymuþlar; bundan kuma görmüþ gelin gibi kýrgýndýr. Baþka tepelere bakalým, baþka daðlara…”

    Yeryüzünün ortasýna düþmüþ ve giderek büyüyen yalnýzlýðýmýzý birbirimizin duyarlýðýna çarparak parçaladýk. Ýki kiþilik evreni adeta tek kiþilik kýldýk. Mektuplar, þiirler, kitaplar ve fotoðraflarla ne kadar çok þey paylaþýlabiliyorsa o kadarýný paylaþtýk onunla. Öyle temiz, yalansýz dolansýz bir dostluðu kale gibi diktik aramýza. Yorulmadan, içtenliði sakýnmadan, býkmadan…

    Sonunda ýsrarlarýma dayanamayýp benimle ikinci kez görüþmeyi kabul etti. Kýzýltepe'de birlikte oturacaðýmýz uygunlukta bir tek mekân bile bulunamadýðý ve söylentilerden sakýndýðý için, Mardin'de kentin tek caddesinde bulunan Bayraktar Otel lobisinde buluþtuk. Kalabalýk lobideki ölümcül sessizlikte bizi meraklý gözlerle süzen ve birbirinin kulaðýna fýsýldaþan erkek kalabalýðýnýn içinde kaçak çaylarýmýzý yudumlayarak bir þeyler konuþmaya çalýþtýk, ama baþaramadýk.

    Susmak da söylemekse bazen her þeyi, yarým saat kadar öylece kalýp ayrý istikametlere yönelerek ayrýldýk.

    Sonraki ay, dýþarýda kalabildiðim o sýnýrlý sürenin ardýndan askere gitmek zorundaydým. Art arda ulaþtýrýlan tebligatlar bitmiþ, yerini semt karakolu polis memurlarýnýn apansýz geliþ gidiþleri, çaðrýlarý almýþtý. Seçeneðim yoktu.

    Fotoðraf ve mektuplardaki uzak sevgili, yaklaþýk iki yýl sürecek bu dönemde kim bilir nerelere giderdi... Beþ ayda beþ yýlmýþ gibi yakýnlaþýp sevdiðim, o boðuntulu günlerinde sesimi sesine yasladýðým, beni büsbütün unuturdu belki. Hem artýk ona daha yakýn olmak istiyordum. Adýný andýðýmda kendi kendime Ceyhun Atuf Kansu'nun bir köy öðretmenini anlatan þiirini mýrýldandýðýmdý o; benim kadýným da olabilirdi…

    Yazdýðým son mektuplarýn birinde onu bana daha yakýn kýlacak bir bað olarak evliliði düþündüðümü söyledim. “Gideceðim,” dedim: “Sen benim insanýmsýn. Þimdi de benim kadýným ol diyorum, niþanlanalým…”

    Yanýtý gecikti. Ýki hafta kadar sonra gönderdiði kýsa bir mektupta, memleketine döndüðünü, ailevi sorunlarý olduðunu ve evliliði o aþamada “düþünmediðini” yazýyordu. Büyüttüðümüz içtenliðe, yakýnlaþmaya raðmen bu denli yapay satýrlarý iliþkimize yakýþtýrabilmesine çok içerlemiþ, þaþýrmýþtým.

    Bu yüzden, yirmi üç yaþýmýnda uçarýlýðýyla, bir feodal gururla, bu dostluðu o kýsa satýrlardaki içtensizliði ve beni ummadýðým biçimde reddediþiyle noktalamak zorunda olduðumu düþündüm…

    Askere gideceðim gün yola çýkmadan önce Ceyhun Atuf'un þiirindeki öðretmene bir not yazarak, “Bugün bulunduðum kentten ayrýlýyor, askere gidiyorum,” dedim. Soðuk bir kýþ günüydü. Yollarda çingene çadýrlarýna kar yaðýyordu. Askere gitmek üzere bulunduðum kentten ayrýldým…

    Ýki ay kadar sonra kýsa bir not da acemi birliði çavuþ talimgâh bölüðünden, eðitimle geçen zorlu bir günün akþamý ranzamda alelacele yazdým. Bu notla, belki tavrýna iliþkin onarýcý olabileceðini umuyordum. Fakat çok geçmeden ulaþan uzun mektubunda, nedense beni nankörlükle itham ediyordu; üstüne üstlük okulunu bitirmek için yaya gidip geldiði kýþ günlerinden söz edip, beni olmadýðým biçimde yorumlayan satýrlarýna dek sürüp giden uzun mektubunda ne anlatmak istediði net deðildi. Hak etmediðim suçlamalarla dolu ve saðlýklý düþünerek yazmadýðýna inandýðým o mektubuna bir yanýt vermedim…

    Askerlik dönemimi bitirinceye kadar ona bir daha yazmadým ve hiçbir haber de alamadým. Ama hep andým onu. Her anýmsayýþýmda burkuldum. Bu büyük dostluk, bu sevgi böyle bitmeyebilirdi dedim hep.Fakat onu hiç unutamadým…

    Sivil yaþamýma yeniden, kötü bir baþlangýç yaptým; yargýlanmamýn sürdüðü bazý dosyalardan dolayý arandýðým için memleketime dönemedim. Ülkede sýkýyönetim vardý. Yoðun istihbarat ablukasýnda girdiðim iþlerden kýsa sürede çýkarýlýyordum. Aç kalýp, iþsiz kalýp mecburen örgütsel iliþkiye gireceðim ve böylece enseleyip benimle bir örgütün çökertilebileceði sanýsýyla her saniye izlendiðimden bile habersizdim.

    Kýrk beþ gün süren bir gözaltý yaþadým bu arada. Çok sarsýldýðým, büyük düþkýrýklýklarý yaþayýp her türden iþkenceye maruz kaldýðým berbat günlerdi… Oluþturmaya çalýþtýðým kitaplýðýma, yazýþma dosyalarýma, yazdýðým bütün þiirlere ve yazý makineme el konuldu… Þikâyet edebileceðim hiçbir mercii yoktu. Her anlamda maðluptum…

    Daha sonraki ay, biraz soluklanabildiðim günlerde onu yeniden bulabilme isteðime teslim oldum. Tanýmlayamadýðým psikolojik dürtülerle hayatýmda bir baþka kadýn düþünemiyordum. Önce Þenyurt'a, okuluna yazdým. Mektup, “belirtilen adreste bu isimde bir öðretmen yok” notuyla geri geldi. Onu mutlaka bulmak istiyordum. Bursa'dan Mardin PTT'sini baðlatarak okulunun numarasýný edinip telefon ettim bu kez. Telefondaki görevli, tayininin Ankara'ya çýktýðýný söyledi; ama hangi semte, hangi okula gittiðini bilmiyorlardý…

    Soracaðým baþka hiçbir yer yoktu. Gündelik hayatýn sürgit telaþýna kaptýrdým kendimi. Onu unutmak zorunda olduðumu düþünüyor ve bu konuda kendimi ikna etmeye çalýþýyordum. Gördüðüm, tanýdýðým bütün kadýnlarda onu arýyordum; ama deðil mi ki herkes kendisiydi...

    Sonra aradan bir yýl daha geçti…

    Bir gün Bursa Kültürpark'ta bir kitap sergisinde baktýðým sanat ve edebiyat dergilerinin birinin kapaðýnda birden onun adýný gördüm. Büyük bir heyecanla açýp oracýkta dergiyi okumaya baþladým. Okumayý sürdürdükçe ürperiyor, bulunduðum kalabalýkta þaþkýnlýðýmý belli etmemek için kendimi zor tutuyordum.

    Ceyhun Atuf'un þiirindeki öðretmen, yýllar sonra “Oluþum” adlý bir derginin öykü ve þiir özel sayýsýndaki bir öyküyle “bizi” anlatýyordu. Öyküyü bitirdiðimde karmakarýþýk duygularla boðulur gibiydim… Bir an yüreðimin atýþlarýný orada bulunan insanlarýn duyacaðýný sanýp kendimi dýþarý attým. Berbat bir yaðmur vardý. Rastladýðým salaþ bir meyhaneye girdiðimde sýrýlsýklamdým. Beni kimsenin göremeyeceði kuytu bir yere oturdum. Derginin sayfalarýný aralayýp öyküyü yeniden buldum ve her satýrýný yeniden okudum.

    Ceyhun Atuf'un þiirindeki öðretmen, nice yýlýn ardýndan þöyle yazýyordu o temiz dostluðun beslediði sevgiyi:

    “Þenyurt'a geleli onbeþ gün kadar olmuþtu. Bataklýklarýn yoðun olduðu bir yerde adeta sivrisineklerin saldýrýsýna uðruyorduk. Bacaðým da bu yüzden mosmor olmuþtu. Mardin'in bu þirin sýnýr bucaðýnda saðlýk ocaðý bulunmadýðý için tedavi de olamýyordum.

    Cumartesi gününü bekleyip Kýzýltepe'ye gittim. Saðlýk ocaðý ilçenin diðer ucundaydý. O kadar yolu göze alamamýþtým. Topallayarak yürürken gördüðüm ilk eczaneden içeri girdim. Eczacý çocuk tezgâhýn baþýnda duruyordu. Ayaðým için ilaç istediðimi söyledim (…)

    Masanýn yanýndaki sandalyede iyi giyimli genç bir adam dikkatimi çekti. Ona baktýðýmý görünce gülümsedi. Ben de güldüm. Ne tuhaftý; sanki yýllardýr tanýyordum onu! Eczacý çocuk sessizliði bozarak bana döndü ve yanýndaki sandalyeyi göstererek:

    – Oturun, dinlenin, dedi.

    Canýma minnetti. Hemen oturdum. Gözlerim genç adamýn üzerinde yine; nereden tanýyordum, kimdi? diye düþünürken, o ise eczacý çocuða:
    – Ne vereceksin? diye sordu.

    Eczacý çocuk birkaç ilaç ismi saydý.

    Ona dönerek:
    – Doktor musunuz? diye sordum.
    – Hayýr, dedi.

    Saçlarý alnýna dökülmüþ; hüzünlü bir yüz ifadesiyle dýþarýya bakýyordu. Sanki benimle deðil, dýþarýyla konuþuyordu, dalgýndý…
    – Ben öðretmenim, dedim.

    Gülümsedi…
    – Öðretmenleri severim. Babam da öðretmendi…

    Sorumu tekrarladým:
    – Sahi ne iþ yaparsýnýz?
    – Ýlaç iþi, muhabirlik filan. Bir de edebiyatla ilgileniyor, þiir yazýyorum.
    – Demek meþhur olacaksýnýz?

    Yüzü birden asýldý:
    – Niyetim o deðil. Siz edebiyatý sever misiniz?
    – Evet.
    – Hiç yazdýnýz mý?
    – Hayýr, dedim.

    Sohbetimiz giderek koyulaþmýþtý. Yerde duran çantayý alýp dizlerinin üstüne býraktý. Çantayý açýp içinden birkaç sanat dergisi çýkararak bana uzattý.
    – Bakmak ister misiniz?

    Alýp þöyle bir göz gezdirdim. Sonra tekrar masaya býraktým.
    – Nasýl? – Çok güzel… Arada bir bu küçük ilçede ne bulsam ben de okuyorum, dedim.

    Bir yandan konuþuyor, bir yandan onu incelemeye devam ediyordum. Göz göze geldik; birden sanki gözlerimden uzaklara gitmiþtim, kaybolmuþtum. Hemen baþýmý çevirdim. Yüzüm yanýyordu… Sesiyle kendime geldim:
    – Dost olalým, haberleþelim.

    Hiçbir þey söyleyemedim.

    – Yalnýz yazýþarak. Bunda çekinecek hiçbir þey yok, dedi.
    – Önce siz yazýn, dedim ben de.

    Adresimi aldý. Bana kartýný uzattý. Oradan hemen uzaklaþmak istiyordum. Bu yaþta, bir erkeðe karþý ilk kez kendimi böyle yakýn hissetmiþtim. Hemen oradan gitmeliydim. Bu arada eczacý çocuk da ilaçlarý hazýrlamýþ, bir ona bir de bana bakýyordu. Çantamdan para çýkarýp çocuða uzattým, ilaçlarý aldým ve kapýya yönelerek “iyi günler” diledim.

    Mutluluktan uçuyordum. Bacaðýmýn aðrýsýný da unutmuþtum. Hatta sivrisineklere kýzmýyordum bile…

    Eve geldikten bir hafta kadar sonra okulun müstahdemi birkaç mektup getirdi. Ýkisi ailemden geliyordu. Birisi ise ondandý. Ailemden gelenleri býrakýp onun mektubunu hemen açtým. Çok heyecanlýydým…

    Mektubuna bir þiir örneðiyle baþlamýþtý. Yanýtýmý hemen yazdým; bana daha yalýn yazmasýný da ekleyerek. Yanýtlarý artýk daha yalýndý. Þiir, dergi, kitap ve mektup örgüsüyle arkadaþlýðýmýz sürüyordu. Bana görüþmeyi öneriyordu, ama ürküyordum. Belki de yetiþme tarzýmdan dolayý çekiniyordum. Oysa onu çok seviyordum...

    Nihayet mektuplarýmdan anlamýþ olacak ki, bir mektubunda bana evlenmeyi öneriyordu.

    Þubat tatiline az kalmýþtý. Yanýtýmý ona Sakarya'dan yazacaktým. Ertesi gün bana gönderdiði bir þiir kitabý elime geçti. Yolculuðum boyunca o kitabý okuyup her saniye onu düþündüm.

    Sakarya'ya döndüðümde annem aðýr hastaydý. Bir yanda ailevi üzüntüler, bir yanda ailemin siyasal suçlardan yargýlanmýþ bir Kürtle evlilik düþünmeme itirazý ve ona olan sevgim beni boðuyordu… Beni anlayacaðýný umarak yanýtýmý olumsuz yazdým. Tatilin sonuna doðru annem biraz iyileþmiþti.

    Þenyurt'a döndüðümde onu reddediþimi gurur sorunu yapýp bana çok kýzan bir mektubunu aldým. Mektubunda bulunduðu þehirden ay-ný akþam ayrýlacaðýný yazýyordu. Yýkýlmýþtým… Gözyaþlarýma engel olamadým. Günlerce ondan haber bekledim. Öðrencilerime de doðru dürüst ders veremiyordum. Bir ay sonra gelen mektubunda havadan sudan þeylerle bütünleþen kýsacýk satýrlarla asker olduðunu yazýyordu.

    Hemen kâðýda kaleme sarýldým. Ona kendimi olmadýðým biçimde göstererek hýrsýmý almak istedim; bana çok acý çektirmiþti… Bir anlýk hýrsýn ürünü olan o mektup, arkadaþlýðýmýzý iyice kopardý…

    Yaklaþýk beþ ay süren bu dostluk bitmiþti. Bende kalan iki kitap, bir þiir ve fotoðrafý hâlâ kitaplýðýmda durur. Aradan ondan uzak, ama ayný tazelikte yýllar geçti. Her hafta sonu geldiðinde içimi bir burukluk kaplar; hep o siyah gözleri ve o ýlýk Cumartesiyi anýmsarým…”

    “Ilýk Bir Cumartesi” adlý bu öyküyü iki kez okuyup bitirdiðimde, onu mutlaka yeniden bulmaya karar verdim…

    Bu kez yolumu bir biçimde Ankara'ya düþürüp Bakanlýða gittim. Oradaki kayýtlara göre Ankara'daki bir okulda bir süre çalýþtýktan sonra istifa etmiþ görünüyordu.

    Onu bulabilmek için yapabileceðim tek þey kalmýþtý; o da memleketine gitmekti. Bana yýllar önce yazdýðý mektuplarýn birinde, çocukluðunu anlatýrken, “Evimiz o kentteki taburun karþýsýndaydý,” demiþti; elimde herhangi bir adres yoktu.

    Memleketine gidip o kentte iki tabur buldum; birinin karþýsýnda futbol sahasý, diðerinin karþýsýnda ise inþa halinde bir yapý vardý… Onu bulabilmek için binlerce evden hangisinin kapýsýný rastgele çalabilirdim?

    Ceyhun Atuf'un þiirindeki öðretmeni koca bir ülkede, milyonlarca insan kalabalýðýnýn içinde arýyordum. Koþullarýmý zorlayarak yüksek tirajlý gazetelerin birine ilan vermeyi bile düþündüm; ancak ailesinin hesap sormasý halinde acaba nasýl savunurdu kendini? Bu sürede niþanlanmýþ veya evlenmiþse, bu ilaný eþine nasýl açýklardý? Hem, yazan bir insan olarak o ilana imzamý uluorta koyabilecek miydim?

    Memleketinde onu bulamayýp, ertesi sabah o kenti terk ederken, önceki gece yazdýðým bir þiiri de avuçlarýmda tutuyordum. Ondan büsbütün uzaklaþýp gittiðim o soðuk kýþ gününün ardýndan, yýllar sonra o þiiri bindiðim otobüsün hareket etmesiyle pencereden dýþarý attým. O buruþuk kâðýttaki dizeler, rüzgârla birlikte savrulup gitti o kentin caddelerine.

    Otobüs giderek uzaklaþýrken, onu bulup yüz yüze veremediðim mesajý o kentin ortasýna bir kâðýtla salývermiþtim:

    “resmin rehindir gurbetimde
    gurbetimde sesleri aþýndýrmýþ kimliksiz bir kasaba
    ve senin kederini ýslatan o yaðmurlar rehin
    alný özlemle daðýnýk bir akþam getirdim sana
    gel, büyüt ellerinle, konuk et sýcaklýðýna
    konuk et kanatlarý kanatýlmýþ kuþlar getirdim sana
    ve akþam… bir kez daha!
    saçlarýný topla ve daðýt sesini rüzgârlara
    “bir of çeksen karþýki daðlar yýkýlýr”
    çekmiyorsun!
    akarsularý imrendiren yüzün de
    sabahçý kahveler de biliyor
    görüþmeyeli yorgunum yýkýk kentler kanadý sevinçlerimle
    görüþmeyeli ya sen nasýlsýn
    adým, adresim durur mu defterinde?

    (…)”

    Ardýndan son kapýyý da çalarak, o yýllar yayýnlanan “Oluþum” dergisi yayýn yönetmeni hanýmý buldum. O öykünün yayýnlandýðý “Öykü ve Þiir Özel Sayýsý”ný göstererek onun adresini istedim. Yayýn yönetmeni haným, öyküyü býrakýp gittiðini, daha sonraki ay yayýnlanýp yayýnlanmayacaðý konusunda yalnýz bir kez telefon ettiðini ve bir daha görünmediðini söyledi… Böylece çalabileceðim en son kapýyý da çalmýþ, hiçbir sonuca varamamýþtým. Onu sorabileceðim hiçbir yer kalmamýþtý artýk...

    (O, yoksa, ulaþamadýðým için mi aranýyordu? Elde edemediðim bir kadýn olarak mý özleniyordu? Eðer öyleyse, onu aramam, bulmam yanlýþ olacaktý… O, yýllar önce saklý boðuntularýma kattýðým insandý ya, bu yüzden bir minnet duygusuyla mý arýyordum? Onu bulabilmek için yýllardýr bir ýsrara, sadakate niçin zorluyordum kendimi?
    Neydi beni ona çeken? Sevgi miydi? Oysa sevgiyi biz kuþak olarak da hiç tanýmamýþtýk ki... Yoksa nice paylaþýmdan sonra her birimiz ayrý yerlerde olgunlaþýrken, bir baþýma yürüdüðüm kendi yazgýmda, yalnýzlýðýmda önüme çýkan ihanet duygusu muydu beni ona yönelten? Mektuplarla bir insan ne kadar tanýnabilirdi? Ýki kez görüþmede ne kadar sevilebilirdi? Belki o yýllara ait savruluþlarda kafamda abartmýþtým onu. Onu bulsam yüreðimdeki fýrtýnalar, iç hesaplaþmalar dinecek miydi?)

    Bu düþüncelerle onu bulmaktan, dahasý bulmaya çalýþmaktan caymak zorunda olduðuma yeniden inandýrdým kendimi. Yýllar sonra ilk kez bir baþka kadýna yer açtým. Yaþam devam ediyordu ve onu unutmak zorundaydým…

    Eski dosyalarýmýn birer birer tahliye ya da beraatle sonuçlanmasý ve Diyarbakýr'daki sýkýyönetim basýncýnýn biraz durulmasýyla, tam dört yýl sonra memleketime yeniden dönebildim.

    Yeniden bir ilaç firmasýnýn Güneydoðu bölge mümessilliðine ve yeniden ayný il ve ilçelere yoðun iþ seyahatlerine baþladým. Mardin ve Kýzýltepe'ye yaptýðým her gezi, tüm sarsýcýlýðýyla onu yeniden anýmsatýyordu bana…

    Kýzýltepe'ye gidiþlerimde, dört yýl önce ilk kez görüþtüðümüz o eczaneye hep daðýla daðýla bakýyor, onu her seferinde o öksüz ilçenin kuraklýðýnda düþlüyordum; eczanenin içine baktýðýmda ise, ya baþkalarý oluyordu ya da hiç kimse…

    Yine bir Mardin seyahatinde, kaldýðýmýz otelin terasýndaki restaurantta bir baþka ilaç firmasýnýn temsilcisi Ertuðrul'la günün yorgunluðunu atýyor, rakýlarýmýzý yudumluyorduk. Mardin'in sýnýrlý bir alana yayýlmýþ cýlýz ýþýklarýnýn onbeþ km. kadar uzaðýnda kalabalýk ve canlý ýþýk kümeleriyle görünen Kýzýltepe'ye dalýp gitmiþti gözlerim.

    O ýþýk kümesinin içinden yüreðini kemire kemire gelip geçmiþ binlerden bir köy öðretmenini, Ceyhun Atuf'un þiirindeki öðretmeni yýllar sonra yine Mardinli bir yolculukta burkularak anýyordum… Dalgýnlýðým Ertuðrul'un dikkatini çekmiþti; sorup üsteledi, ama hiçbir þey söylemek gelmedi içimden. Neyi, ne kadar anlatabilirdim… Sessizce sürüp giden yemek boyunca bir ara sordum:
    “Sen Ýstanbullu muydun Ertuðrul?”
    “Hayýr, Sakaryalý,” diye yanýtlayýnca þaþýrýp kaldým… Ne garipti; yýllar sonra yine Mardin'de bir baþka Sakaryalý…

    Tam altý yýl sonra ilk kez, baþýndan sonuna dek anlattým Ceyhun Atuf'un þiirindeki öðretmeni. Ertuðrul dikkatle dinledi. Sözümü bitirirken, “Onu bir daha bulamadým Ertuðrul,” dediðimde, Ertuðrul'un gözleri ýslaktý. Gözbebeklerine biriken yaþlarý akýtmamaya çalýþtý…

    “Kýzkardeþim halen Sakarya'da öðretmen. Tatile gidiþimde onu mutlaka araþtýracaðým, söz veriyorum,” dedi. Sonra sustuk… O gece baþka bir þey konuþmadýk.

    Bir ay kadar sonra Diyarbakýr'da SSK Hastanesi doktorlarýyla poliklinik odasýnda sohbet ederken, içeri giren Ertuðrul hýþýmla çýkýþýyordu:
    “Neredesin kardeþim. Günlerdir arýyorum seni! Dýþarýya çýkalým, sana çok önemli bir haberim var…”

    Altý yýldýr aradýðým adresi bulabilmemin bu kadar kolay olacaðýný ummuyordum! Ertuðrul cebinden adresi çýkarmýþ bana uzatýyordu:
    “Kýz kardeþimle ayný okulda öðretmenlermiþ. Daha ben araþtýrmamýþtým ki, ikisi bir gün sohbet ederlerken, kýz kardeþim benim bu kentte olduðumu söylemiþ, yaptýðým iþi de. O da 'bir sor' demiþ, 'o da bu iþi yapýyordu, tanýyor mu acaba?' Kýz kardeþim de bana telefonda sordu, ben de seni tanýdýðýmý söyleyince hemen adresini yazdýrdý, al,” dedi.

    Onu bulmuþtum... Nihayet bulmuþtum! Ama ne garipti ki, onu birlikte olduðum bir kadýnla evlenmeye karar verdiðimiz günlerde bulmuþtum…

    Yine de o günün akþamý Ceyhun Atuf'un þiirindeki öðretmene kýsa bir mektup yazdým. Mektubumda: “Aradan geçen altý yýlýn bizlerden çok þey alýp götürmüþ olabileceðini” söyledim ve ekledim: “Yaþamýmýza baþka insanlar da girmiþ olabilir. Bunca yýl sonra yeniden karþýlaþtýðýmýzda ikimizin de birbirimizi eskisi gibi bulma umudu olmamalý.” dedim.

    Mektubumun sonunda ise: “Yýllar sonra onu yeniden bulabilmenin sevincini, heyecanýný yaþadýðýmý, ama birbirimizde býraktýðýmýz gibi güzel kalabileceðimizi ve hiç görüþmeyebileceðimizi” sözlerime ekledim.

    Sonra yanýtýný beklemeye koyuldum. Gelen mektubunda þunlarý yazýyordu:
    “…Senden uzak geçen yýllar, yine hep seni özleyerek geçti. Bunca yýl sonra senden haber almak beni nasýl sevindirdi bir bilsen…

    Askere gitmeden önce yazdýðýn o mektupta beni kýrmýþtýn. Bana yazmadýðýn o bir aylýk sürenin nasýl geçtiðini bilemezsin. Bir ay sonra gelen o havadan sudan þeylerle bütünleþen mektup ve bir anlýk kýzgýnlýk, beni o yalanlarý yazmaya itti… Þimdi beni baðýþlamaný istesem affedebilir misin bilmiyorum.

    Þenyurt'taki o mutsuz günlerimden sonra Ankara'ya tayinim çýkmýþtý. Bir yýl geçmeden oradaki görevimden istifa edip özel bir lisede çalýþmaya baþladým. (…) Çalýþtýðým okulda Ertuðrul'un kardeþi Nursel'le tanýþmýþtým. Bir sohbet esnasýnda kardeþinin orada olduðunu ve týbbi mümessillik yaptýðýný söyledi; arkadaþýmýn kardeþine anlattýðýn gibi, ben de seni Nursen'e anlattým. Ýnanýlmasý ne zor bir tesadüf bu!

    Söylemek istediðim çok þey var. Ancak ifade edemiyorum! Seni çok özlediðimi ve Sakarya'ya gelmeni çok istediðimi söylesem gelir misin? Ben yýllardýr hep seni bir kez daha görmeyi arzuladým. (…)”

    Sonraki hafta atlayýp Sakarya'ya gittim. Önce bir otele yerleþtim. Okuluna telefon ettim. Çok garip duygularla bocalayarak konuþmaya çalýþtýk. Geldiðimi, onu beklediðimi söyledim. Ama o ise, o gün nöbetçi öðretmen olduðunu, okul çýkýþý kuaföre gitmesi gerektiðini, yorgun ve daðýnýk olduðu için onu o haliyle görmemi istemediðini belirtip, ertesi sabaha o kentin büyük postanesinin önünde randevu verdi.

    O gece hiç bilmediðim o kentte dolanýp durdum…

    Sabahleyin saptadýðýmýz yerde beklemeye koyuldum. Randevu saati geçmiþti, ama o görünürde yoktu… Beklemeye devam ettim... Postanenin içindeki insanlara baktým, yoktu! Ýçerde yaþlý bir hanýmla az ilerisinde þiþman ve çok süslü bir hanýmdan baþka kadýn yoktu…
    Dýþarý yöneldiðimde içerdeki þiþman hanýmýn gülümseyerek bana doðru yürüdüðünü gördüm. Durup baktým, onu daha önce hiç görmediðimi düþündüm. Koyu renk camlý gözlüðünü çýkarýp yüzüme dikkatle baktýðýnda irkildim! Gözleri… Evet, o gözleri tanýyordum! O gözler Ceyhun Atuf'un þiirindeki öðretmenin gözleriydi. Gözlerini tanýdým; sadece gözlerini! Donakalmýþtým…

    Adýný mýrýldandým ve kekeleyerek, “Çok deðiþmiþsin,” diyebildim sadece. O ise, “Biraz kilo aldým” demekle yetindi; ama biraz deðil, oldukça toplu bir hanýmdý karþýmdaki… Siyah bir döpiyes giymiþ, boynuna bordo renk bir fular baðlamýþtý. Fularýn altýndan görünen altýn kolyelerin, bileklerine dizili bileziklerin ýþýltýlarýyla bezgindi… Saçlarýný boyatmýþ, kabartmýþ ve ön kýsmýný bir þapkanýn önü gibi spreyle dimdik tutturmuþtu. O narin, naif yüzü çok deðiþmiþ, avurtlarýna uzun ve siyah kýllar, gözlerinin altýna yað kümeleri birikmiþti. Çok yapay, dudaklarýndan taþan boyalarla, “çýkalým,” dedi…

    Ben þaþkýnlýðýmý atamamýþtým üzerimden. Dönüp bir kez daha baktým gözlerine. Gözleri, deðiþmeyen yalnýz gözleriydi; ama gözleri de parýltýsýný yitirmiþ, kirpiklerinin ucuna rimel artýklarý birikmiþti. Oysa ben Ceyhun Atuf'un þiirindeki o öðretmeni arýyordum; o yalýn görünümlü, o masum köy öðretmenini, ilk günkü gibi… Saçlarý at kuyruðu ve topuksuz ayakkabýlarýyla o heyecanlý, mahçup taþra öðretmenini… Þimdi yanýmda yürüyen bu bütün doðallýðýný yitirmiþ þiþman haným o muydu?

    “Tanrým!” diye söylendim kendi kendime: “Altý yýl ne çok þey alýp götürürmüþ bir insandan... Ne çok þey!”

    Önce bir kafeteryaya götürdü beni. Sorduk birbirimizi.

    “Sen pek deðiþmemiþsin,” dedi ve heyecanla sürdürdü konuþmasýný:
    “Biliyor musun ben çok deðiþtim, her yönden.”
    “Belli, deðiþmiþsin…” dedim.
    “Çalýþtýðým yer þimdi özel bir lise. Çok iyi ücret alýyorum artýk. Burjuva diye bir zamanlar kýzdýðýmýz insanlarýn çocuklarýný okutuyorum; þimdi çok huzurluyum. Biliyor musun biz onlarý hiç tanýmadan kýzýyormuþuz; öyle soylu insanlar ki! Tüm öðrencilerimin aileleriyle çok iyi diyaloglarým ve çok saygýnlýðým var þimdi.”
    “Daha önce çalýþtýðýn yerlerde saygýnlýðýn yok muydu?” diye sordum.
    “Bilmem… O yýllarýmdan hiçbir þey anlamadým. Hep acý ve yoksulluk içinde geçti…”

    Sonra bazý öðrenci velilerinin kendisini izlediklerini, dedikodu çýkmasýndan korktuðunu söyledi. O kente yakýn bir ilçeye, Gölcük’e gittik bu kez. Bir balýkçý lokantasýnda oturduk.

    “Kýzma ama, o Kürtlerin içinde çok acý çektim. Çok güzel duygularla baþlamýþtým çalýþmaya, ama nefret ettim hepsinden!dedii...
    “Neler söylüyorsun!” diye çýkýþtým. O ise ayný kayýtsýzlýkla sürdürdü:
    “Yiyecek bir þey bulamadýðým günler oldu orada. Çöpe döker, yine de bana parayla satmayý bile düþünmezlerdi. Pis insanlardý. Çocuklarýnýn pislediði kaplarda yemek yerlerdi; pislerdi, pis!”
    “Evet, çok deðiþmiþsin! Geçmiþinde tertemiz bir güzellikle yaþadýklarýna sahip çýkamayacak kadar deðiþmiþsin... Ben de senin o pis dediðin insanlardan biriyim, biliyorsun!”

    Kýzdýðýmý anlayýnca gönlümü almaya çalýþtý:
    “Sen üzerine alma. Ýnan çok acý çektim. Fazla kilo almamýn nedeni de psikolojikmiþ; yüzümdeki kýllarýn da nedeni. Yakýnda perhiz yapmaya baþlayacaðým, çok sýký bir diyet uygulayacaðým. Yüzümdeki kýllar için de Ankara'ya gideceðim. Þimdi alamýyorum, alsam artarlarmýþ. Ankara'da özel bir cihaz varmýþ…”

    !!!!!!

    Ceyhun Atuf'un þiirindeki öðretmenle karþýmdaki kadýn arasýnda hiçbir bað kuramýyordum. Bu insaný yeni tanýyordum, ama anýlardaki öðretmeni altý yýl ýsrarla özlemeyi sürdürmüþtüm. Düþlerimde büyütmüþtüm onu; o büyüdükçe ben de onunla birlikte büyümüþtüm. Onu dinlerken, ona bakarken büyük bir þaþkýnlýðý gizliyordum. O ise farkýnda bile deðildi þaþkýnlýðýmýn. Kafamda yýllardýr büyüttüðüm, güzelleþtirdiðim o tapýlasý imaj, konuþmalarýyla daha da parçalanýyordu…

    Artýk bildiðim, altý yýl önce Ceyhun Atuf'un þiirindeki öðretmenin, düþlerde dur duraksýz büyütülen o sevgilinin hiç olmadýðý, belki sadece bir rüya olduðu ve hiç yaþanmadýðýydý…

    “Yazdýðým o öykünün bir sanat deðeri olmadýðýný biliyordum. Ama yayýnlanmasý beni çok mutlu etmiþti. Seni buldum þimdi ve bir daha býrakmak istemiyorum,” diyerek ellerime sarýlýp hýçkýrarak aðlamaya koyuldu…

    Aðlayýnca tedirgin oldum. Ona hayatýmda bir baþka kadýnýn varlýðýndan ve onunla evlenmeye karar verdiðimizden söz edemedim. Sadece onu teskin etmeye çalýþtým. Teskin etmek için bazý boþ vaatlerde de bulunamadým; sadece, “sus, aðlama artýk” gibi sözcükler çýktý aðzýmdan…

    Sonra baþýný kaldýrdý ve ýslak, kýzarmýþ gözleriyle bana baktý:

    “Biliyor musun ben ibadete de baþladým. Senin de tanrýya inanman lazým; eskiden inanmazdýn… Ýleride birlikte ibadet edebiliriz belki, deðil mi?” diye gözlerime yalvarýrcasýna bakarak sorduðunda þaþkýnlýðým doruktaydý…

    Kabul etmese de o akþam o kentten ayrýldým. Hazýr olmadýðý için onu bir daha aramayacaðýmý o gün, yýllar sonra, o ilk görüþmemizde söyleyemedim. Her þeyi dönüþümde ona bir mektupla yazmayý düþünüyordum. Bir yabancýya yazacaktým bu kez.

    Uzun bir mektup gönderdim sonra; haberleþemediðimiz altý yýllýk sürede yaþanan deðiþimlerin doðallýðýndan, ama artýk aramýzda kültürel, sosyal farklýlýklar oluþtuðundan ve benim yýllardýr hep bir dünya görüþünün insaný olmaya çalýþtýðýmdan söz ettim. Kürtlere âþýk olduðumu ve inandýðýmý, ama tanrýya inanmadýðýmý, inanmayý da hiç düþünmediðimi yazdým…

    Ne kadar küçümsese de, hâlâ kasabalarda, köylerde onun bir dönem özveriyle, dirençle yaþadýklarýnýn, ama sahibi olamadýklarýnýn þimdi baþka özneleri olduðundan; ülkenin her yanýnda baþka mum ýþýklarýnýn ayný ýsrarla, ayný güzellikte yanmaya devam ettiðinden söz ettim… Ýki yýldýr birlikte olduðum bir kadýnla evlilik kararýmýzdan ve ona yaþam boyu esenlikler dilediðimden…

    Mektubuma bir yanýt alamadým. Kül aþk, daha bir küllendi, kayboldu nice yoðunluðun, yorgunluðun içinde…

    Sonraki yýl evlendim. Yýllar art arda akýp gidiyordu. Ceyhun Atuf'un þiirindeki o sevgilinin silueti, sesi anýlarýmda, belleðimde karmakarýþýktý. Eþimle uyumsuz ve mutsuzdum; sadece çocuðumuz için ayný eve tutunuyorduk. Düþler ne çok yanýltmýþtý bizi…

    Bir hafta sonu evdeki odamda, caddeye bakan masada gazetelere, haftalýk dergilere göz atýyordum. Bir haber dergisinde tam sayfa bir haberi dehþetle okudum. “Yaþam/Bir Ýntihar Vakasý” baþlýklý haberin spotlarý þöyleydi:

    “30 yaþýndaki …...öðretmen fazla miktarda hap alarak yaþamýna son verdi. Savcýlýk soruþturmayý sürdürüyor..…. öðretmenin intihar nedeni bilinmiyor. Öðrencileri, öðretmenlerinin ölümünden henüz habersizler…(…) Mesleðinin ilk yýllarýný yolu, suyu, ýþýðý olmayan uzak Güneydoðu köylerinde, ilçelerinde geçiren …...öðretmenin intihar nedeninin görev yaptýðý Güneydoðu’da yýllar önce yaþadýðý eski bir aþk fantazisi olduðu sanýlýyor… (...) Savcýlýk, .....öðretmenin günlüklerinde adý geçen ve soyadý saptanamayan Yýlmaz’ý, ifadesine baþvurmak için arýyor...”

    Son cümleyi okumamla yerimden panikle kalkmam bir oldu. Dikkatsizce kalktýðým için masamýn üstündeki fincan, ansýzýn beton zemine düþüp parçalandý.Ayakta þaþkýn, savruk, bir yerdeki fincanýn kýrýlan parçalarýna, bir elimdeki derginin açýk sayfasýnda gülümseyen Ceyhun Atuf'un þiirindeki öðretmenin onu ilk tanýdýðým günlerdeki gençlik fotoðrafýna bakýyor ve mýrýldanýyordum: Kül... kül... kül aþklar!

    Ayakta, elimde tuttuðum dergiyle kendi kendime paramparça söylenirken, o an mutfaktan önlüðü ve saçýnda bugidileriyle içeriye giren karýmýn baðýrýþýyla irkildim:

    “Nasýýýýýl! Nasýýýýýl kýrdýn bunuu? Papatya takýmýnýn fincanýydý buu! Papatya takýmý bozuldu! Papatya takýmý bozulduuu!”

    Diyarbakýr, 1990

    1992 6.Adana Altýn Koza Film Festivali Yýlmaz Güney anýsýna “Bir film bir fotoðraf yarýþmasý” ödülü…


    Geri

  2. #2
    Üyelik tarihi
    12.Mart.2007
    Mesajlar
    85
    Teþekkür / Beðeni

    Standart

    Kuþlar Uzaktý Sonra

    I

    Kiremitleri bir bir sayýlan sývasýz, çatýsýz evlerin avlularýndan domatesli bulgur pilavý kokularýnýn sokaklara daðýlýp tezek, iðde kokularýna karýþtýðý ve “bir varmiþ bir yohmiþ allahýn kuli çoðmiþ” diye baþlayan masallardaki mucizelerin nâ’çâr hallerimizle fena takýþtýðý o yýllarda, kentin bittiði yerin, Diyarbakýr’ýn Baðlar semti Kuruçeþme mahallesinin “sýnýr” çocuklarýydýk.

    Yaðmur sularýnýn oluþturduðu birikintilerde yüzen, yýkanan kaz ve ördek sürülerinin huzurunu kaçýrýp, o çamur deryalarýnda incinmeden, tiksinmeden boðuþan hýrnýkli (sümüklü) Mýhâme’ler, Sýlo’lar, Yilo’lardýk.

    Birbirimizi daha çok kýzdýrmak istediðimizde “rütto” der, böylelikle öfkemizi bileyip daha hýnçla, coþkuyla boðuþurduk. ”Rût”, Kürtçe’de çýplak anlamýndaydý; her birimiz rüttoluðu reddetmek adýna o çamurlu sularda debelenirken, aslýnda topumuzun da “rût”, yani cýsçýplak olduðumuzu birbirimize itiraf edemez, bunu bilmez, düþünmez, hem bilsek bile belki kabullenmezdik.

    Orada hayat bütün yalýnlýðýyla sürerken, akþamüstleri komþu at arabacýlar, faytoncular koþumlarýndan söktükleri atlarýný þefkatle avlulardaki ahýrlara çekip tulumbalý kuyulardan, çeþmelerden taþýdýklarý sularla yýkar, atlarýn gövdelerinden süzülen kirli sular, dar, kasvetli sokaðýmýza daðýlýp minik dereler oluþtururdu.

    Önce kediler, kazlar, ördekler, sonra tavuklar sularýný akþamüstlerinin o minik derelerinden içer ve o su birikintileri yayýlýp, parke taþlarýyla döþeli sokaðýmýzda aðaç köklerine daðýlýrlardý.

    Otuz kýrk haneli Yeniköy, tek katlý, toprak evlerinin yanýbaþýnda upuzun dut aðaçlarýyla görünür, o köy ile mahallemizi sadece geniþ bir buðday tarlasý ayýrýrdý. Bir taþ atýmý uzaðýmýzdaki Yeniköy’e bakan sokaðýmýzda kedilerden aðaçlara, analardan evlatlara herkes memnundu halinden. Hayat memnundu bizden…

    O yýllar bölgenin tek havaalaný hemen karþýmýzda, Yeniköy’ün bitiþiðindeydi. Sabahýn ilk ýþýklarýndan itibaren gün boyu keþif uçuþlarý yapan, bölgenin muhtelif askeri üslerine, sýnýr boylarýna gidip dönen jetlerin, helikopterlerin kulaklarýmýzý týrmalayan gürültüleri tümünün pistlerine dönmeleriyle kesildiðinde, nöbeti güvercinler devralýr, Baðlar semtinin kuþbazlarý, evlerinin damlarýndan ayrý ayrý salarlardý güvercinlerini gökyüzüne…

    Rengârenk güvercinler beþerli onarlý gruplar halinde taklalar atarak kanat þakýrtýlarýyla yükselip, bakýr bir siniyi andýran akþam güneþinin kýzýllýðýnda kavisler çizerek uçuþurlardý.

    Güvercinler, gündüzlerimizin göðünü iþgal eden o demir ve çelik yýðýný felaketleri adeta gökyüzüne unutturmak istercesine, günbatýmýna dek gökyüzünde yükselerek dönerlerken, her akþamüstü evimizin damýnda o güvercinleri býkmadan, yorulmadan izlemekten bazen boynum tutulurdu…

    Akþamýn kýzýllýðý, yavaþ yavaþ yerini geceye býraktýkça analarýn da ilenmeleri artardý avlulardan. Evlerin damlarýnýn birbirine uzaklýðý üç beþ metreyi geçmediðinden, konuþulanlar da kolayca duyulurdu:

    “Baþþýn yiye kuþlaar! Rebbi heyr görmeyesen, kôr olasan kôr bahasan!”
    “Get baban elinden ati al kuruf kurçum olasan, ciðerin aðzýndan gelee!”

    Kuþbazlar ise, damlarda gözlerini güvercinlerinden ayýrmadan, -kimileri de bitiþik avlularýn genç kýzlarýna cakalý bakýþlar fýrlatarak- yanýtlarlardý avlulardan iþitilen sesleri:

    “Kýz ana, çatlama geliyýh haa!”
    “Ne baðýriysan? Mahleye bizi rezil edecahsan!”

    Bazý kadýnlarýn sesleri ise daha þefkatli duyulurdu:
    “Ana kurban, ac olmamiþsan?”
    “Kadan belan bahan gele, muðrup (akþam) olmiþ, damdan düþersen oðul!”

    Sonra güneþin son demi Yeniköy sýrtlarýnda usul usul yiterken, yuvalarýna dönen güvercinlerin yemleri verilir, geceleri damlarda karpuzlar kesilir ve sular, aðýzlarý tülbentlerle örtülmüþ testilerden taslarla içilirdi… Güvercinleri baþka güvercinler tarafýndan ayartýlýp baþka yuvalara giden kuþbazlar ise maðlup ve mutsuz dönerlerdi geceye…

    Ben de o kentin bitimindeki yoksul mahallemizi dünyanýn baþladýðý yer sanan ve o jetlerle yamalý göðün altýnda güvercinlere, gökyüzüne âþýk bir çocuktum. Yaz aylarý sivrisineklerden korunmak için örtündüðüm Amerikan bezi pikelerin altýnda, ýþýl ýþýl yýldýzlarý sayarak daldýðým bütün uykularýn rüyalarýnda yüzlerce, binlerce güvercin uçuruyordum.

    Mahallemizde en genç kuþbazlar bile býyýklarý terlemiþ delikanlýlardan oluþuyor, henüz benim yaþlarýmdaki çocuklarýn kuþbazlýða heveslenmeleri nedense yadýrganýyordu. Bu yüzden kuþbazlarý kýskançlýk ve hayranlýkla karýþýk duygularla izlerken, beni o mahalleye konuk etmiþ dünyadan, yakýnlarýmýn vaat ettiði geleceðimden bir kuþbaz olmamý saðlamasýndan baþka bir þey istemiyordum.

    Gündüzler boyu kalkýp inen jetlerin gürültüsüyle gökyüzünün depremine karada ortak, o çelik felaketleri sayarak ve sýk sýk gökyüzüne bakarak sabýrsýzca büyürken, bir gün bir kuþbaz olacaðýmý biliyor, buna bütün kalbimle inanýyordum.

    “Kurban olam Yýlmaz’ým, büyüye, tohtor ola,” dedikçe anam, “Yooh, ben kuþbaz olacaðam!” diye çýkýþtýðýmda, anamýn yüzünde bir keder gölgeleniyor ve bana þaþkýnlýkla bakarak susuyordu…

    Sonra düþlerimde hep taklacý güvercinler uçuþuyor, rüyalarýmda yumurtalarý birer birer kýrýlýyor ve geceler boyu uykularýmda tüyü bitmemiþ güvercin yavrularý dolaþýyordu…

    Kendilerine nasýl da gýpta ederek baktýðýmdan habersiz kuþbazlara çýldýrýyor, gökyüzüne yakýn olmanýn jetlere deðil, kuþlara yakýn olmaktan geçtiðine inanýyordum; çünkü jetler hayatlarýmýzda zoraki konuklardý ve kuþlarý inkar ediyorlardý…

    II

    Kavurucu cehennem sýcaklarýnýn elektrik tellerini sarkýttýðý, susuz kalan serçelerin asfaltý sýcaktan yumuþamýþ caddelere düþüp kaldýðý, akþamüstleri at arabalarýnda kalýp kalýp buzlarýn satýrlarla parçalanarak satýldýðý ve pirinç güðümlerinin þangýrtýlarýyla, þalvarlarýyla meyan þerbetçilerin iki büklüm varoþlarý turladýðý yaz , yine ilkyazý erken çelmeleyerek baþlamýþtý.

    Göðünde rengârenk güvercinlerin jetlerle rekabete giriþtiði Baðlar semtinin Kuruçeþme mahallesinde, bir kuþbaz olabilmek için benim de sabrýmýn giderek tükendiði günlerdi. Bir çift güvercin için ergenleþmeye heveslenip, günleri günlere ekleyerek aylarý saymaktan büsbütün yorulduðum günlerdi… Babama yakarýþlarým boþunaydý; anam da babamla hemfikir, güvercinlerle ilgilenirken damdan düþebileceðim gibi basit bir olasýlýða inanýyordu…

    Babam dama çýkmazdý hiç; bir çift güvercin alýp beslesem aslýnda haberi bile olmazdý, ama kim beþ parasýzlýða güvercin verirdi ki? Artýk boyumun diðer kuþbazlar gibi uzamasýný beklemeye tahammülüm de kalmamýþtý; güvercin yavrularý yumurtalardan yirmi bir günde çýkýp bir ayda uçmaya baþlýyor, benim boyum ise bir milim uzamýyordu…

    Boyumu, elektrik düðmesine uzanarak her gün yeniden kontrol ediyor, fakat parmaklarý mýn, inadýna hep ayný yerde kaldýðýný görüyordum.

    *

    Ýþte o günlerde, Yeniköy’de oturan ve aðabeyi kuþbaz olan bir sýnýf arkadaþým, yeni bir derse baþlamak üzereyken kulaðýma fýsýldadý:
    “Saan bi çüt kuþ verecaðým, imanýma!”

    Duyabileceðim en güzel cümleydi… Sýnýfa öðretmen girince daha fazla bir þey soramamýþ, ama dersin sonuna dek sevinçten içim içime sýðmamýþtý. Sýnýf arkadaþým ise, heyecanla çarpan kalbimden nasýl da güvercinler uçurduðumdan büsbütün habersiz, sýranýn altýndan çýkardýðý çüküyle oynuyor, baþý ise dersi dinler gibi oturuyordu. Teneffüs zilinin çalmasýyla kolunu tuttum:
    “Ne zaman verecahsýn, ne zaman?”
    “Hama (hemen) gidah alah; okuldan çýkah, alah, ama birez para alacaðam senden. Beleþ olmiy, abem kýzar. ”
    “Para?”
    “Hee, para!”
    “Para yohtur… ”
    “Heeç yohtur?”
    “Heç yohtur, vallah!”
    “Elese olmiy; abem kýzmayaydi allahvekil verecahtým…”

    Bir süre býçak gibi bir sessizlik girdi aramýza; utanmasam oracýkta oturup aðlayacaktým… Onu ikna etmek için son kez üsteledim:
    “Borca olmiy?”
    “Týkko paranan; borca olmiy!”
    “Saan kitap verým!”
    “Kitabýn çohtur?”
    “He he, çooh! Kaptan Swing, Zagor, Teksas, Tommiks, Mandrake, Kýzýlmaske, hepi var…”
    “Mandrake istemiyem; o ibnenin çaketinden benim kýcýðým geliy… ”
    “Tamam! Öbürleri olsun!”

    Bir süre düþünüp yeniden söze girdi:
    “Senin baban yaðciydi, degil?”
    “Yaðci degil, yað fabrikasi temsilcisi.”
    “Yav her neysene, yaðcidir yani! Evde yað vardýr?”
    “Vardýr; ama babam bakal tükenlerine daðýtiy; alsam beni vurur…”
    “Yað sizin evýn yaði deðildir, evýnýzde deðildir?”
    “He, evdedýr, ama evýn deðildir, tükenlerin yaðidir.”
    “Kitaplarlan barabar birez de yað getýr, kuþlari al!”

    Son cümlesiyle kestirip attý ve dönüp sýrtýný gitti…

    Sýnýf arkadaþým çaresiz býrakmýþtý beni. O güne dek böyle bir þey yapmamýþ, evdekilerden habersiz hiçbir þey almamýþtým… Ama biliyordum ki istesem, söylesem vermeyecek, üstüne üstlük onlarca soru sormadan yakamý býrakmayacaklardý. O gün karatahtaya boþ gözlerle bakýp durdum.

    III

    Gündüzlerimizin göðünde jetler, akþamüstleri damlardan üçer beþer yükselen güvercinler bana hep bir kuþbaz olmadýðýmý hatýrlatýyorlardý. Hep koyu yeþil elbise giyen çocukluðumun ilk aþký bile, bana onun kuþbaz aðabeyini ve ardýndan bir kuþbaz olmadýðýmý hatýrlatýyordu…

    Sabrým tükenmiþti artýk; eve döndüðümde kararýmý vermiþtim. Önce yatak balyalarýnýn konulduðu “yüklük” yerlerine boca ettiðim kitaplarý birer ikiþer çýkarýp paketledim. O kitaplarýn her birini en az on kez okumuþtum. Sonra oracýkta duran koliden aldýðým üç paket “Evet” yaðýný bir gazete kâðýdýna sararak okul kitaplarýmýn arasýna sakladým.

    O gece yüzümdeki suçlu ifadeyi gizlemeye çalýþarak , bizimkilerle bir süre oturduktan sonra sevinçle karýþýk korkularla uyudum. Sabahleyin sýnýfa girer girmez kitaplarý ve yað paketlerini sýnýf arkadaþýma teslim ettim. O da okul çýkýþý gidip güvercinleri alacaðýmýzý söylediðinde sevinçle ýþýdý gözlerim…

    Kitap paketini oturduðu sýraya saklayan arkadaþým, meðer yað paketlerini de yanýbaþýndaki radyatörün üzerine koymuþ… Çok geçmeden, daha günün ilk dersinin ortasýnda birden ipince bir yað þeridinin öðretmen masasýna doðru aktýðýný görünce, sýralarýmýzda sýkýntýyla kývranmaya baþladýk; fakat yapabileceðimiz hiçbir þey yoktu… Radyatörün üzerinde ise sadece yað paketlerinin kâðýt ambalajlarý kalmýþtý…

    Çok geçmeden öðretmenimiz de sýnýfýn orta yerinde ilerleyen yað þeridini görerek çömeldi, iþaret parmaðýyla dokundu, baktý ve “Bu yað,” dedi… Elbette yaðdý… Arkadaþýmla birlikte sýralarýmýzda mahçup bakýnýrken, öðretmenimiz bütün sýnýfa meydan okuyordu:
    “Bu yaðý buraya akýtan ayaða kalksýn!”

    Tabii kalktým ve “Biz” dedim. Fakat bu yanýtla yetinmedi öðretmenimiz:
    “Siz kimsiniz evladým, kaç kiþisiniz?”

    Arka sýraya dönüp, beti benzi atmýþ arkadaþýmý göstererek, “Biz, ikimiz” dememle yerinden sýçrayan arkadaþým, itiraz etmekte gecikmedi:
    “Ürtmenim, Yilo’nun yaðidir; onun babasi yaðcidir, benýmki duvar ustasidir, onunki yaðcidir!”
    “Oturun!” diye baðýrdý öðretmenimiz ve bana dönerek çýkýþtý:
    “Senin annen veya baban bu haftaki veli toplantýsýna gelsin. Teneffüste de ya silin bu yaðý ya da hademeye söyleyin.”

    *

    Okul çýkýþý sýnýf arkadaþýmla bir süre tartýþtýk; o yað paketlerini radyatörün üzerine kendisinin koyduðunu kabul ederek sözünü tuttu ve mukavva bir kutuya koyduðu bir çift simsiyah güvercinle Yeniköy’den çýktý geldi.

    Teslim ettiði kutuyu elime aldýðýmda, ayaklarým yerden kesilmiþti! O an sevinçten çýldýrabilirdim…

    Yolda mahallemizin delisi Hâno’yla karþýlaþtým; Hâno, normal bir gövdenin üzerinde taþýdýðý bir yumruk büyüklüðündeki gülünç kafasýyla gülümsüyordu… Elini sevinçle sýkýp, güvercinleri evimizin damýna, kömürlük olarak kullandýðýmýz küçük barakaya getirdim. Aþaðýda, avluda geniþ bir sininin etrafýnda mahallenin kadýnlarýyla þehriye kesen anam, güvercinleri getirdiðimi görmeden onlara meyve kasalarýyla güzel bir yuva yaptým, su ve yem kabý buldum. Kaçmasýnlar diye, bir hafta kadar sonra açmak üzere kanatlarýný da sýmsýký baðladým…

    Artýk benim güvercinlerim de bir göðe, bir ellerime dokunacaklardý… Böylelikle ben de, ben de göðe dokunacaktým! Güvercin sahibi olmak, deðil yalnýz gökyüzüne yakýn olmak, büsbütün ait olmaktý… Ait olmaktý!

    IV

    Anam, daha birkaç gün geçmeden güvercin beslediðimi öðrenip, onlarý nereden almýþsam derhal geri götürmemi istediðinde, onu, kendimi bir arabanýn altýna atýp öldürmekle tehdit ederek suçuma ortak ettim. Ýlk çocuktum; bana çok düþkündü anam… Babama da söylemeyeceðine söz aldým ondan.

    Artýk okuldan dönünce önlüðümün düðmelerini, yakasýný daha yolda çýkarýyor, eve girince de elimde taþýdýðým kitap ve defterlerimi atarak soluðu güvercinlerimin yanýnda alýyordum.

    Güvercinler de yuvalarýnda ürkek, masum beni bekliyorlar, beklemiyorlarsa da ben hep beklediklerine inanýyordum. Bazen onlarý elime alýp inceliyor, boyunlarýndaki koyu yeþil, parýltýlý tüylere hayranlýkla bakýyor, baþlarýný birkaç saniye su kabýnda tutarak su içmelerini saðlýyordum. Bazen de sýkýlacaklarýný hiç düþünmeden gagalarýný aralayýp yem yediriyordum. Çok yemeliydiler, çok! Yuvalarýna büsbütün alýþýp uçmaya baþladýklarýnda, asla üç beþ buðday tanesi için baþka güvercinlerin peþine düþmemeliydiler…

    Bitiþik komþumuzun orta boylu, sarýþýn ve benden üç dört yaþ büyük oðlu Medet de bir kuþbazdý. Akþamüstleri o da evlerinin damýnda çoðu kez beni görmezlikten gelerek, hep ayný merhametli yüz ifadesiyle gözlerini güvercinlerinden ayýrmadan bacýsýna emirler yaðdýrýrdý.

    “Kýýýz, terliðlerimi getýýýr!”
    “Kýýýýýz, kuþlarýn suyuni deðiþtýýýr!”
    “Kýýz, baan bi tas ayran ver! Zebellah kimi olmiþsan bi poha yaramisan!”

    Emirlerin ardýndan birkaç dakika geçmeden iri gözleri, bukleli saçlarý ve üzerinde hep ayný koyu yeþil basma elbisesiyle gizliden gizliye sevdiðim bacýsý avludan dama çýkar, mutsuz ve telaþlý bir yüzle söylenenleri yerine getirip yeniden aþaðýya inerdi…

    Ben ise her emirden sonra baþýmý hafifçe yana çevirip gözucuyla ona bakar, o da bana baksýn, o da beni sevsin isterdim… Ýsterdim de, sanki ahdetmiþ gibi, bir kez olsun o mahcup, o masum baþýný kaldýrýp da deðil bana, çevresine dahi baktýðýný görmezdim; adýný bile bilmezdim onun…

    Babalarýnýn kent merkezinde bir büfe iþlettiðini ve her gece geç saatlerde evine sarhoþ döndüðünü söylemiþti anam.

    Bir akþamüstü güvercinlerim kanatlarý baðlý dolaþýrlarken, ben de çömeldiðim yerde dalýp gitmiþ onlarý izlerken, bitiþik damdan komþumuzun kuþbaz oðlu Medet’in sesiyle irkildim:
    “Kuþlar senindir? Yeni almýþsan?”
    “Hee, benýmdýr,” dedim, böbürlenerek.

    Medet, güvercinlerimi küçümseyen bakýþlarla bir süre süzdükten sonra söze girdi:
    “Paçali, yaný taklaci deðildirler, ama uçuþlari eyidir. Bunlarýn kanatlarýni daha on gün açmayasan. Açtýðýn vakit gettilerse, gettýði yerden heç istemeyesen,” dedi.
    “Niye istemiyem?” diye merakla sorduðumda, yüzüme þaþkýn þaþkýn baktý ve ekledi:
    “Kuþbazlýðta ele þey olmaz! Gettýði yerden istesen de açýh açýh inkar ederler. Ya da kuþun kafasýni kopartýr, baþýni saan verir… Diyah ki geri verdi; sen o kuþi yuvada yaþatmayacahsan! Çümki þerefsýzlýh edýp getmýþ, kuþbazýn haysiyetini iki para etmýþtýr. Gettise sen de kopartacahsan kafasýni, kopartacahsan, anladýn?”
    “Hee, anladým,” dedim yutkunarak…

    Aylardýr kuþlarýyla ilgilenirken ve emirler yaðdýrýrken izlediðim komþumuzun kuþbaz oðlu Medet’le ilk uzun sohbetimizdi…

    Okul çýkýþlarý artýk her gün soluðu damda alýyor, güvercinlerimi izlerken okuldan yeni döndüðümü, öðle yemeði yemediðimi, beton zeminde oturmakta olduðumu, karýncalarýn, irili ufaklý böceklerin ayaklarýma üþüþtüklerini göremeyecek kadar kendimi yitirmiþ oluyordum…

    Dýþarýdaki bütün kötülükleri, evdeki, okuldaki katý disiplin kurallarýný; her þeyi, her þeyi unutup, ben de âdeta güvercinlerimin yuvalarýna sýðýnýyordum…

    On gün kadar sonra güvercinlerimin kanatlarýný açtým; elim yüreðimde, bir baþka yuvaya gideceklerinden ölesiye korkarak bekledim. Fakat havalanýp bir süre uçtuktan sonra yeniden yuvalarýna döndüklerinde, sevinçten aðlamaklýydým…

    Artýk özgürdüler; artýk istedikleri gibi uçup dönüyor, bana da tarifsiz heyecanlarla hiç bilmediðim bir özgürlük duygusunu anlatýyorlardý...

    Bazen de Yeniköy’ün güvercinleriyle karþýmýzdaki buðday tarlasýnda buluþarak söyleþip koklaþýyor, hava kararmadan yuvalarýna döndüklerinde, sevinçten ayaklarýmý yerden keserek bana yoksul, mutsuz çocukluðumun en güzel günlerini yaþatýyorlardý…

    Ben de arada bir onlarý býrakýp mahalle arkadaþlarýmla buluþuyor; onlarla top oynuyor, bazen de tenha bir yerlerde oturup dertleþiyordum.

    Bir öðle sonrasý Yeniköy’ün arkasýndaki su deposunun üzerinde bir grup arkadaþýmla oturmuþ konuþurken, söz dönüp dolaþýp mahallemizin kýzlarýna geldi ve herkes sýrayla hangi kýza âþýk olduðunu anlatmaya koyuldu.

    Kýzlarla konuþamadýðýmýz için, birçoðumuz onlarýn adlarýný bile bilmiyor, ancak oturduklarý evlere göre tarif edebiliyorduk. Tarif ettiðimiz kýzlarýn, arkadaþlarýmýzýn kardeþleri olmamalarýna da özen gösteriyorduk. Orada ben de seçtiðim kýzýn kim olduðunu eviyle, koyu yeþil elbisesiyle açýkladým; kanýtlamak, aþkýmýn ciddiyetine mahalle arkadaþlarýmý inandýrmak için de, “Onu gördüðümde yüzüm kizariy,” dedim(!)

    Sohbetimizin sonunda anlaþýldý ki mahallenin kýzlarý bizden bihaber! Bir þeyler yapýp onlarý kendimizden haberdar etmeli ve o saf sevgilerimize bir karþýlýk bulmalýydýk; ama onlarla deðil oynamak ve gezip dolaþmak, konuþmamýz bile bir utanç nedeni sayýldýðý için bunu nasýl baþaracaðýmýzý bilmiyorduk…

    Sýkýntýyla birbirimize bakýnýrken, bir arkadaþýmýz birden öne atýlýp müthiþ sýrrýný açýkladý:
    “Kýzýn öðüne geçýp sað gözün kýrpacahsan! Kýz buni görecah, o vakit bilecah ki sen oni seviysen. Kýzlar bele bilir buni,” dedikten sonra defalarca sað gözünü kýrparak göstermeye koyulduðunda, bizler de ona bakarak aðýzlarýmýz açýk, sað gözlerimiz kapalý prova yapýyorduk.

    Eve döndüðümde müthiþ sýrrý öðrenmemin coþkusuyla aynada bir süre kendi kendime prova yaparak dama çýktým. Medet, yine emirler yaðdýrýyor, yine dünyayý umursamaz yüzünde ayný merhametli ifadeyle güvercinlerini uçuruyordu… Onun her emrinin ardýndan, sað gözümü pür dikkat kýrpmaya hazýrladýysam da, yeþil elbiselim bana bir türlü bakmadýðý için sonuç tabii ki hüsrandý.

    Sonraki günlerin akþamüstleri evimizin damýnda hep göz kýrpma pozisyonlarýnda beyhude bekledim; gözümü kýrptýðýmý görebilmesi için gelip karþýmda oturmasý gerekiyordu(!) Ama müthiþ formülü nasýlsa öðrenmiþtim. Er veya geç gözümü kýrparak ona aþkýmý ilan edecektim…

    Güvercinleri almamýn üzerinden nerdeyse bir ay geçmiþti. Ben hâlâ göz kýrpamamýþ, bu arada bir okul çantasýna sahip olmuþ, böylelikle kitap ve defterlerimi ellerimde taþýmaktan kurtulmuþtum.

    Bu sürede güvercinlerim de kanatlarýný açmama raðmen hiçbir yere kaçmamýþ, nereye giderlerse gitsinler hava kararmadan mutlaka yuvalarýna dönmüþlerdi.

    Erkek güvercin her akþam guðurdayarak eþinin etrafýnda dönüyor, birlikte bir süre öpüþüyor, verdiðim buðday tanelerini yedikten sonra sessizce yuvalarýna çekiliyorlardý. Ben de aynada göz kýrpma provalarýmý sürdürüyor, Medet’le arada bir güvercinler hakkýnda sohbet ediyor, derslerde ise, önceki yýllarda olduðu gibi teþekkürname notunu tamamlamamýn artýk mümkün olmadýðýný evdekilere sezdirmiyordum…

    V

    Bir gün Medet’lerin evinden iþitilen “havaaar” sesleri ve çýðlýklarla bütün mahalleli evlerinin önünde aldý soluðu; kalabalýðý yararak ne olup bittiðini öðrenmeye çalýþýrken, babalarýnýn þehir merkezinde kurþunlanarak öldürüldüðünü öðrendim…

    Dýþ kapýya kadar sokulup bakýþlarýmý avluya yönelttiðimde, sevdiðimi yüzünde korkunç bir kederle çýðlýk çýðlýða aðlarken görmeye daha fazla dayanamayýp oradan hýzla uzaklaþtým. Öldürülen babalarýný birkaç kez, okula giderken sabahýn erken saatlerinde görmüþtüm. Asýk yüzlü, orta yaþlý bir adamdý. Mahallede pek görünmez, kimseyle konuþmazdý. Sevdiðimin, Medet’in babasýz kaldýklarýný düþünerek gözlerime biriken yaþlarý sessizce sildim…

    Ertesi gün evlerinde taziye kuruldu; konu komþu, aile dostlarý, akrabalarý birer ikiþer baþsaðlýðýna geldiler. Sakin, mütevazý sokaðýmýza ölümün gölgesi düþtükten sonra Medet hiç damda görünmedi. Onun baþýboþ, aç kalan güvercinlerine her gün kendi damýmýzdan yem atýyordum…

    Matem, sadece Medet’lerin evindeydi; mahallemizde her þey bütün olaðanlýðýyla sürüyor, jetler de güvercinler de sýralarý geldiðinde dünyayý umursamaz gibi uçarak hayatlarýmýzda kendine yer açan kederleri ýsrarla yok sayýyorlardý…

    *

    Bir okul dönüþü karþý tarlalara dolaþmaya gitmiþ güvercinlerimin yuvalarýna baktýðýmda, özenle yerleþtirilmiþ irili ufaklý çöpler arasýnda güzelim bir yumurta gördüðümde sevinçten bir süre yutkunamadým…

    Hayat, kötülüklerini de iyiliklerini de getirip kapýlarýmýza býrakýyordu. O küçük mahallede iki katlý, köhne bir evin damýndaki toz içinde bir kömürlükte bir güvercin yavrusunun can bulup, kanatlanýp gökyüzüne, dünyaya kanat çýrpabileceðini düþünmek bile müthiþti…

    Yumurtaya rastlamamýn üzerinden birkaç gün geçmiþti. O gün okuldan döndüðümde güvercinlerimi yuvada bulamamýþ, dolaþmaya çýktýklarýný düþünerek hiç kaygýlanmadan öðle yemeði yemek için aþaðýya inmiþtim. Çok acýkmýþtým; hemen mutfaða girip ocakta fokurdayan tencerenin kapaðýný iþtahla açtýðýmda birden kaskatý kesildim…

    Kafalarý koparýlmýþ, yolunmuþ bir çift güvercindi tencerede piþen… O an birden gözlerim karardý; olanca sesimle baðýrýrken, ansýzýn kaynayan tencereye ellerimi uzatýp güvercinlerimi avuçlamýþým… Faltaþý gibi aralanmýþ gözlerimle üzerlerinden buharlar çýkan güvercinlerime çýldýrtan bir boðuntuyla bakýnýrken, o güne dek öyle bir acýyý hiç, ama hiç yaþamamýþtým.

    Baðýrýþýmý duyarak gelen anam, ellerimden güvercinleri alýp yeniden tencereye atarken, bir de hiç ummadýðým biçimde çýkýþýyordu:
    “Okuluna gettým; öðretmenin evden okula yað getýrmýþ dedi, dersleri eskisi kadar eyi deðildir dedi! Hep bu kuþlar yüzünden, kuþlar yüzünden! Ben de baban söyledim; o da bu sabah onlarý kesti iþte, kesti!”

    Ben þok geçiriyordum… Tencerede piþenlerin, boyunlarýnda parýldayan koyu yeþil tüyleriyle, gökyüzüne meydan okuyan o muhteþem kanatlarýyla benim güvercinlerimin cesetleri olduðuna asla inanamýyordum…

    Dizbaðým çözüldü, yüzükoyun uzandým; boðulurcasýna aðlýyor, inliyordum… Bir saat kadar öyle kalakaldým. Anam kaygýyla baþýmý okþayarak beni uzandýðým yerden kaldýrmaya çalýþtýðýnda, “Beným anam babam yohtur artýýýk, yohtuuur!” diye haykýrarak onu öfkeyle yanýmdan uzaklaþtýrdým.

    Akþamleyin babam da çýkýp geldi; ne büyük kederimi ne aðlamaktan kan çanaðýna dönmüþ gözlerimi hiç umursamadan, oturup yemek istedi anamdan. O da pirinç pilavýnýn üzerinde kýzarmýþ güvercinlerimin birini getirip önüne koydu; gözlerimin önünde babamýn iþtahla yediðinin benim güvercinlerimden biri olduðuna inanamýyor, oturduðum yerde büzüþmüþ, donakalmýþ þaþkýn þaþkýn bakýnýrken, kendi kendime, “Tanrým! Þu dünyada babamýn, güvercinlerimden baþka yiyebileceði hiçbir þey kalmamýþ mýydý!” diye acýyla söyleniyordum.

    Beni dünyaya getiren insanlardan gördüðüm bu inanýlmaz ihaneti yaþadýkça baðýþlamayacaðýmý düþünürken, babamýn güvercinimi iþtahla yemesini izlemeye daha fazla dayanamayýp, var gücümle baðýrmaya baþladým:
    “Zýkkýým yeyiiiin! Ben sizin oðlunuz deðilem artýýýýýh!”
    “Alt tarafý iki kuþ ulan! Ne aðlýyorsun karý gibi!” diyordu babam:
    “Ben sana güvercin beslemek yoh demedim mi? Hem evden de yað çalmiþsan utanýp arlanmadan, itoðlu it! Anan gitmiþ okuluna, sýnýfta kalacahsýn ulan, sýnýftaa!”
    “Hee, kalacaðam! Ben de bir daha okula gitmeyacaðým! Gitmeyacaðýým!” dememle, babam gayet serinkanlý, yemeðini bitirip masadan kalktý, odadan çýktý; çok geçmeden elinde bir çamaþýr ipiyle döndü ve anamla birlikte beni sýmsýký kavrayýp yatak odasýna götürerek bileklerimi karyolanýn demirine baðladýlar. Anam mutfaktan getirdiði oklavayý babamýn eline tutuþturdu, o da iki ayaðýmý kaldýrýp sýmsýký kavrayarak oklavayý tabanlarýma art arda indirmeye baþladý.

    Uzatýldýðým yerde, “Ben sizin oðlunuz deðilem artýýýh!” diye baðýrýrken, onlar da:
    “Oðlumuz olma, ama okulu býrakmayacahsan, býrakmayacahsan!” diye baðýrýyorlardý.

    Sonra bileklerimi çözerek beni o halde býrakýp çýktýlar… O gece gözümü kýrpmadým, sonraki gün okula gitmedim… Kendime gelemiyor, güvercinlerimin kesildiðine bir türlü inanamýyordum.

    Babam ise, ”Alt tarafý iki kuþ ulan!” demeyi sürdürüyordu… Öyle ya, alt tarafý iki kuþun bende ömrümce unutamayacaðým bir sýzý býrakacaðýný nasýl bileceklerdi ki… kuþlar mýydý, ben miydim ölen gerçekten bunu hiç bilmiyordum…

    Birkaç gün hiç evden dýþarý çýkmadým, yemedim, içmedim, evdekilerle de hiçbir þey konuþmadým; onlar da durumumun giderek kötüleþtiðini anlayýp bir süre hiç üstüme gelmediler…

    Günler sonra darmadaðýn bir yüzle ilk kez dýþarý çýktýðýmda, elinde iki ekmekle bakkaldan dönen sevdiðimle birden burun buruna geldik. Birbirimizi bir süre süzdük ve geçip gitti… Tam göz kýrpabileceðim bir yakýnlaþmaydý, ama hiç içimden gelmedi… Ýkimiz de bozguna uðramýþtýk; o babasýný, ben güvercinlerimi yitirmiþtim… Bir avuç mutluluðu çok görmüþlerdi bize…

    Ayný günlerde dama çýkýp güvercinlerimden yadigâr tek yumurtayý alýp pamuklara sararak geceleri yatakta, gündüzleri okul dönüþlerinde saatler, günler, geceler boyu hohlayýp durdum… O yumurtadan inadýna bir güvercin çýksýn, onu besleyip büyüteyim istiyordum… Fakat bütün çabalarýma raðmen yumurta bir gün birden elimde kýrýlýverdi; içinden ise yarý haþlanmýþ bir görüntüden baþka hiçbir þey çýkmadý…Çýkmadý!

    Okullarýn kapanacaðý günlerdi. Ben arada bir yeniden dama cýkarak civardaki kuþbazlara aval aval bakmaya baþlamýþtým. Ýki hafta kadar sonra ilk kez bitiþik damda Medet’i gördüm. Onun yüzü de darmadaðýnýktý.
    “Baþýn saðolsun, çoh üzülmüþem,” dedim.
    “Saðolasýn… Ama dünya alem bile ki babamýn hayfýni (öcünü) alacaðam,” dedikten sonra baþý öne eðik bir süre sustu. Sonra dönüp güvercinlere baktý ve elleriyle onlarý göstererek:
    “On tenesini satmýþam; burdan gidecaðýz. Üç tenesini de saan verým,” dedi.

    Önerisiyle ilgilenmediðimi görünce üsteledi:
    “Para mara istemiyem ha, elesýne verecaðým, almayacahsan?”
    “Almayacaðam,” dedim:
    ”Alsam onlari da kesecahlar… ”

    Birkaç gün sonra evlerinin önüne bir traktör yanaþtý; eþyalarýný yükleyip komþularla vedalaþtýlar… Giderken de sevdiðimin üzerinde yine ayný koyu yeþil basma entari vardý; onu sokaðýn giriþinde park etmiþ bir traktörün kasasýna, eþyalarýn üzerine oturtmuþlardý.

    Oturduðu yerde yüzündeki donuk, mutsuz ifadede küçük bir tebessümü boþuna aradým. Traktör hareket edince bile yüzündeki o taþ kayýtsýzlýðý deðiþmedi; sanki anýlarýný, acýlarýný gömdüðü bir sokaða deðil de, bir boþluða bakýyormuþçasýna uzaklaþtý…

    Ben de okul dönüþleri giydiðim yamalý pantolonumla arkasýndan ellerim cebimde, burnumu çekerek bakakaldým… Güvercinlerimin ardýndan sevdiðimi de, ona bir kez olsun göz kýrpamadan yitirmiþtim…

    VI

    Onlarýn gidiþinin ardýndan, yaz tatilinin bittiði günlerde biz de Baðlar semtinin bir baþka mahallesine taþýndýk; güvercinlerimin sýzýsý da yýllar yýlý kalbimde, nereye gidersem oraya taþýndýlar…

    Çok deðil, üç yýl kadar sonra ortaokulu bitirdiðimde, lise öðrencisiyken bir siyasal mücadelenin saflarýnda buldum kendimi; çocuk yaþlarda hapse düþtüm… Hayatýn ve bu sistemin acýmasýz yasalarýyla; iþkenceyle, ihanetle ve kör karanlýk hücrelerle erken tanýþtým. Sonra evi de terk ettim; sokaklar ve üniversiteli militanlar büyüttü beni… Onlarý yitirdiðimde koðuþlar büyüttü…

    Uzun yýllar ne güvercin besleyebilecek mütevazý bir damým, ne aþaðýya indiðimde bir kâse çorbaya birlikte kaþýk sallayabileceðim bir ailem, bir evim olmadý... Ama insanlarýn büyük oranýnýn mutsuz olduðu þu namert dünyada, bir ya da birkaç kuþun mutluluðunun çok þey olduðuna her zaman bütün kalbimle inandým...

    Baharlarý tezek ve iðde kokan o kenar mahallede yollarý balçýk deryasý okulumun, baba diktasýnýn posamý çýkardýðý evimin, göðünü jetlerin yýrttýðý gündüzlerin, atlarýn pislikler býrakarak geçtiði o caddelerin ve meteliðe kurþun sýkan o günlerimin kuþlardan, kuþbazlardan daha temiz, daha iri bir anlam bulamayýþýný, þimdi, çeyrek yüzyýl sonra dönüp geriye baktýðýmda çok daha iyi anlýyorum. Bunu anladýðýmda, zamanýn o günlerle aramda nasýl da derin uçurumlar býrakarak akýp geçtiðine ise þaþýrýp kalýyorum…

    Aradan geçen uzun yýllardan sonra Kuruçeþme’yi Yeniköy’le ayýran buðday tarlalarýna yeni konutlar inþa edildi ve Yeniköy, köy olmaktan çýkýp Baðlar semtine dahil bir mahalleye dönüþtü. O yýllar bir dava vekili olan Sedat Bey’in hayrýna yaptýrdýðý o çeþme, bizim çocukluk yýllarýmýzda arada bir iplik gibi olsa da akardý; sonra büsbütün kurudu.Daha sonra, 1990’lý yýllarda ise tamamen kaldýrýlýp yerine koca bir apartman inþa edildi.

    Düþünüyorum da, yýllar önce bu dünyadan çekip giden dava vekili Sedat Bey, o mahalle enin kendi yaptýrdýðý çeþmenin kuruyan adýyla-“Kuruçeþme” olarak- anýlacaðýný ve uzun yýllar o çeþmeden bir damla suyun bile akmayacaðýný bilse, acaba yaptýrýr mýydý?

    VII

    Yýllar sonra, mahkûmiyetlerin, tahliyelerin, takiplerin ve sürgünlerin birbirini izlediði bir dönemin ardýndan; nice kasýrgadan, sýnavdan ve ölümden bin beter nice acýdan çýkýp yeniden Diyarbakýr’a dönmüþ, bir aylýk siyasi derginin yazarlýðýný ve Diyarbakýr temsilciliðini yapýyordum. Artýk yirmi altý yaþýmda bir yetiþkindim.

    O günler arada bir sigara aldýðým, büromuza yakýn bir büfede oturan soluk benizli, suskun bir kadýn dikkatimi çekiyor ve onun yüzünü kendime niçin öyle yakýn bulduðumu doðrusu anlayamýyordum.

    Bir gün oraya yine sigara almak üzere gittiðimde, bu kez büfenin kasasýnda bir erkeðin oturduðunu gördüm. Yüzüne dikkatle baktýðýmda, on beþ yýl sonra görür görmez tanýdým Medet’i. Ona kendimi hatýrlattýðýmda, sevinçle ayaða kalkýp içeri buyur etti beni. Yanýbaþýnda ayakta duran ve artýk kim olduðunu öðrendiðim o soluk benizli, mutsuz yüzlü ve ömrümün ilk aþký kadýna bize iki çay vermesini emretti(!)Yýllar sonra yine emretti…

    Çaylarýmýzý yudumlarken, Medet aradan geçen yýllarý bir çýrpýda özetledi:
    “Ordan taþýndýhtan iki sene sonra babamýn hayfýni aldým. Ýki giþi vurdum silahlan.

    Onsekizden yeddi gün aldýðým üçün yaþým tutti, baan çoh ceza verdiler çooh yattým!Hapýs hanada, o kavýþlarda allahým þaþti… Bu tüken, aha bu bacým olmayaydi allahvekil aç bilaç, cýgarasýz oralardoa geberecahtým!”

    Ýkimiz de birden dönüp bacýsýna baktýk; yüzünde yine o endamlý, o zarif hüzün…

    Ýþte o an anladým onda beni çeken tek þeyin o hüzünlü yüz ifadesi olduðunu… Zira, daha çocuk yaþlarda ne düþünsel, ne cinsel çekiciliði hesaba katamayacaðýma göre, yýllar sonra anlamýþtým ki beni onunla yakýnlaþtýran, onunla buluþturan tek þey hüzündü…

    Yaþadýkça, daha çocuk yaþlarýmýzdan itibaren bir yanýmýzý hep böyle yýkýk býrakan ve o yýkýntýdan bir ömre yürüyen, hayatlarýmýzý kendiyle çoðaltan, ömürlerimizi kendiyle emziren hüzün; benim kalbimdeki, onun yüzündeki, Medet’in yaþadýklarýndaki… Bizi buluþturan, bize bulaþan hüzün…

    Bunlarý düþünürken Medet’in sesiyle irkildim:
    “Güverçinler yalan oldi; sonra hapýshanada cýrdon (laðým faresi) besledýh!” dedi arsýzca gülümseyerek…
    “Ben de yattým, ama siyasi suçtan,” dedim. Biraz yadýrgadý Medet.
    “Bahtým Türkçen sosyetik, yaný tango olmiþ; demah sen de siyasi oldun(!)”
    “He, nasýl istisen ele konuþah!” dedim.

    Þiveyi yeðleyen son cümlemle bastý kahkahayý:
    “Eyi, býzýmki kimi konuþmaðýni unutmamiþsan ama.”

    Sonra birden çok önemli bir þey söyleyecekmiþ gibi yüzüne sert bir ifade takýnýp söze girdi:
    “Yav bi menfaatýn yohsa; namýs içün, baban içün, atan içün deðilse boþ boþuna niye yattýn? Siyasiden yatmah boþ boþuna yatmaktýr Yilo? Ben babamýn hayfý içün, mecburiyetten yattým, ya saan kim zarar vermiþti ?”
    “Yalnýz bana mý, sana da, bütün insanlýða, hayata zarar veriyorlar; her þeye zarar veriyorlar Medet! Ben de zarar verenlere kýzdýðým için belki, ben de onlara kýzdýðým için!” dedim de, bilmem anlamadýðý için mi, yoksa onayladýðýndan mý hiçbir yanýt vermedi bana…

    Sonra vedalaþýp dýþarý çýktým… Düþündüm de, benim güvercinlerim kesilmese, onun babasý vurulmasa belki daha az bozguna uðramýþ adamlar olabilirdik… Belki askerlik yýllarýmýza dek evlerimizin damlarýnda, jetlere inat yine öyle ak güvercinler uçururduk…

    Benim güvercinlerim kesilmese, onun babasý vurulmasa elbette, elbette uçururduk… Hatta, hüznün kýzýna yeni bir elbise bile alýnabilirdi ve o, hep o mahallede evinin ve kalbimin avlusunda kalabilirdi…

    Kim bilir belki hiç ummadýðý bir anda göz bile kýrpabilirdim ona…Kýrpabilirdim!

    Yol boyu yürüyerek bunlarý düþünürken birden duraksadým; akýp giden yýllara raðmen, ona hâlâ göz kýrpamadýðým birden düþtü aklýma… Önüme bakýp acý acý gülümseyip mýrýldandým:
    “Hayat bize göz kýrptý ya,” dedim…

    Evet, öyle ya, hayat göz kýrptý bize…Hayat yanýmýzdan öyle çekip gitti.Çekip gitti.Göz kýrptý bize.

    Kuþlar… Kuþlar uzaktý sonra…

  3. #3
    Üyelik tarihi
    02.Þubat.2009
    Mesajlar
    438
    Teþekkür / Beðeni

    Standart

    Yukarýdaki mesajýn yazýlma tarihi 21. 06. 2007

    Ýki yýl olacak neredeyse.
    Yýlmaz Odabaþý severek okuduðum yazarlardan. söyleyecek yeni cümleleri olan biri.

    Unutulup gitmiþtir belki bu yazý. belki yazan da.
    Arada sýrada paradan baþýmýzý kaldýrýp bakalým diye biraz üste taþýyayým dedim bu yazýlarý.

    Affýnýza sýðýnýrým bu cüretimden dolayý.

    =)



    Hürmetler.
    ...............
    EGO SUM QUÝ SUM........3.5 - 4........

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanýcýlar

Þu anda 1 kullanýcý bu konuyu görüntülüyor. (0 kayýtlý ve 1 misafir)

Benzer Konular

  1. GENYH Gen Yatýrým Holding A.Þ.
    Konu Sahibi simurg Forum Gözaltý Pazarý
    Cevap: 24
    Son Mesaj : 19.Mayýs.2014, 13:25
  2. Atatürk Hakkýnda bir öðrencinin yazdýðý yazý
    Konu Sahibi oguzt Forum Atatürk Köþesi
    Cevap: 2
    Son Mesaj : 19.Mart.2009, 04:53
  3. Düþündüren Hikayeler
    Konu Sahibi adem sahin Forum Hikaye
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 13.Mart.2007, 21:19

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajýnýzý Deðiþtirme Yetkiniz Yok
  •  
YASAL UYARI
Ekonomi, Borsa ve Para piyasalarý" bölümünde yer alan yatýrým bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatýrým danýþmanlýðý kapsamýnda deðildir. Yatýrým danýþmanlýðý hizmeti Sermaye Piyasasý Kurulu tarafýndan yayýmlanan Seri:V, No:52 Sayýlý "Yatýrým Danýþmanlýðý Faaliyetine ve Bu Faaliyette Bulunacak Kurumlara Ýliþkin Esaslar Hakkýnda Teblið" çerçevesinde aracý kurumlar, portföy yönetim þirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müþteri arasýnda imzalanacak yatýrým danýþmanlýðý sözleþmesi çevresinde sunulmaktadýr. Burada ulaþýlan sonuçlar tercih edilen hesaplama yöntemi ve/veya yorum ve tavsiyede bulunanlarýn kiþisel görüþlerine dayanmakta olup, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabileceðinden sadece burada yer alan bilgilere dayanýlarak yatýrým kararý verilmesi saðlýklý sonuçlar doðurmayabilir.Yatýrýmcýlarýn verecekleri yatýrým kararlarý ile bu sitede bulunan veriler, görüþ ve bilgi arasýnda bir baðlantý kurulamayacaðý gibi, söz konusu yorum/görüþ/bilgilere dayanýlarak alýnacak kararlarýn neticesinde oluþabilecek yanlýþlýk veya zararlardan www.keyborsa.com web sitesi ve/veya yöneticileri sorumlu tutulmaz.
Google Privacy Policy
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193