Neyzen Emin Efendi'nin Besmele Tevhidi
Yıldız:Bismillahirahmanirahim
Hilal:La ilahe illalah muhammed'ür-Resülullah
Neyzen Emin Efendi'nin Besmele Tevhidi
Yıldız:Bismillahirahmanirahim
Hilal:La ilahe illalah muhammed'ür-Resülullah
Yapabildiklerim Yapabiliceklerimin Yarısı Bile Değil
Yapabildiklerim Yapabiliceklerimin Yarısı Bile Değil
TÜRK HAT SANATI - Prof. M. Uğur Derman
( Engin tecrübe ve Türk sanatına katkılarından dolayı sayın Prof. M. Uğur Derman hocamıza sonsuz teşekkürlerimizle )
Türk hat Sanatı denilince, Türklerin İslamiyeti kabul edişlerinden sonra okuma yazma vasıtası olarak seçtikleri Arap asıllı harflerle vücuda getirilen sanat yazıları anlaşılır. Ancak şunu hemen belirtelim ki Arap harfleri İslamiyetin zuhurundan sonra yavaş yavaş estetik unsurlar kazanarak, bu hal VIII. Yüzyılın ortalarından süratlenmiş; Türklerin İslam aleminde oldukları çağda zaten mühim bir sanat dalı haline gelmişti. Bu sebeple evvela Arap asıllı harflerin bünyesi ve İslam'ın ilk asırlarında gelişmesi hakkında kısa bir bilgi vermek gerekecektir.
Yazı sanatının İslam kaynaklarında en özlü tarifi "Hat, cismani aletlerle meydan getirilen ruhani bir bendesedir." cümlesiyle yapılmıştır ve hat sanatı, bu tarife uygun bir anlayış çerçevesinde asırlardır süregelmiştir. Çünkü bu yazı sisteminde harflerin çoğu kelimenin başına, ortasına ve sonuna gelişlerine göre bünye değişikliğine uğrar. Sanat haline dönüşüyle pek kıvrak bir şekle bürünen harflerin, birbirleriyle bitiştiklerinde kazandıkları görünüş zenginliği, hele aynı kelime veya cümlenin
muhtelif terkiplerle yazılabilme imkanı, bu yazılara, sanatta arannılan sonsuzluk ve yenilik kapısını açık tutmuştur.
Arap hattı, muhtelif devrelerde en fazla işlendiği bölgeye nisbetle, İslam öncesi anbari, hiri, mekki ve Hicret'ten sonrada medeni isimlerini alarak gelişti. İslam'ın kitap haline getirilen ilk metni olan Kur'an, işte bu mekki medeni hatla deri(parşomen) üstüne siyah mürekkeple, noktasız ve hareketsiz biçimde yazılmıştı ki, bu ilk örneklerde, elbette sanat mülahazası aranılmamıştır. Zamanla bu yazı iki tarza ayrıldı: Sert köşeli olanı mushaflara ve kalıcı yazışmalara tahsis edilerek, en ziyade Küfe'de işlendiği için küfi adıyla anılmaya başlandı.süratli yazılabilen ve sert köşeli olmayan diğer tarz ise günlük işlerde kullanıldı; yuvarlak ve yumuşak karakterinden dolayı sanat icrasına uygun bir hal aldı. Yeni yazı cinslerinin bazıları, nisbet ifade eden isimlerinden de anlaşılacağı gibi, tomar hattı esas alınarak onun muayyen nisbette (yarımi üçte bir, üçte iki) küçültülmüş kalemiyle yazılıyor, bu küçülmede yazılar yeni hususiyetler kazanırken, yazma aletinin adı olan kalem bu nisbete dayanılarak hat manasına da kullanılıyordu.
Abbasiler devrinde gittikçe gelişen ilim ve sanat hareketleri sayesinde büyük merkezlerde ve bilhassa Bağdad'da kitap merakı ve bunları yazarak çoğaltan "verrak"lar artmıştı. İşte bunların kitap istinsahında kullandıkları yazıya verraki, muhakkak veya ıraki deniliyordu.VIII. asır sonlarından itibaren hat sanatkarlarının güzeli arama gayreti neticesi ölçülü olarak şekillenen yazılar asli ve mevzun hat ismiylede anılmaya başlandı. Bu yazıları ileri bir merhale'ye eriştirenler arasında, ayrı bir mevkii olan İbn Mukle(? - 328/940), hattın nizam ve ahengini kaidelere bağladı " bu yazılara "nisbetli yazı" manasına mensub hattı denildi.
Bu gelişmeler olurken küfi hattı da bilhassa mushaf yazılmasında parlak devrini sürüyordu. Yayıldığı nisbette farklılıklar gösteren küfi, şimali Afrika ülkelerinde daha yuvarlaklaşarak bilhassa Endülüs'te ve Mahrip'te mağribi adıyla hükümranlığını korudu. Daha çok abidelerde görünen iri küfi hattı da, bazı tezyini unsurlarla birlikte, dekoratif bir mahiyet kazandı. Mensub hattının yukarıda verraki adıyla geçen ve umumiyetle kitap istinsahına mahsus olup bu sebeple neshi de denilen şeklinden, XI. Asrın başlarında muhakkak, reyhani, ve nesih hatları doğdu. Bu devrin parlak ismi olan İbnü'l-Bevvab (? - 413/1022), İbn Mukle yolunu değiştirdi ve XIII. Asır ortalarına kadar da uslüb sürdü. O zamana kadar düz kesilen kamış kalemin ağzını eğri kesmekte onun buluşudur ve bu hal yazıya büyük letafet kazandırmıştır. Aklam-ı Sittenin bütün kaideleriyle hat sanatındaki mevkiini alışıyla yukarıda tanıtılanlar dışında bugüne sadece isimleri kalmış bulunan birçok hat cinside unutulmaya terkedilmiş oldu. (mesela; sicillat, dibac, zenbur, mufattab, harem, lului, muallak
HAT SANATINDA TÜRKLER
Türklerin İslamiyeti kabulü ve buna bağlı olarak yazılarını değiştirmeleri sonrasında hat sanatıyla ilgilerini gösterecek eserleri zamanımıza kadar gelememiştir. En eski örneklerle, ancak Selçuklulardan itibaren karşılaşıyoruz.
Beylikler devrinde ve Osmanlı'nın ilk iki asrında, Anadolu'daki hat sanatı, kalan örneklere nazaran, Abbasilerin Bağdad'daki üstadane tavırlarının bir devamı gibi görülmektedir. Nihayet Şeyh Hamdullah'la (833/1429-926/1520) hat sanatı Osmanlı hakimiyetine geçmiş ve daima gelişip ilerleyerek XX.asrı bulunmuştur.
AKKAM-I SİTTE
Bu isimle anılan altı cins yazı birbirine tabi, ikili gruplar halinde gözden geçirilebilir: Sülüs-nesih,muhakkak-reyhani, tevki-rıka. Bu üç grubun birincilerinin (sülüs, muhakkak, tevki), ağzı daha geniş kalemle (2 mm civarında) yazılmalarına mukabil, ikincileri (nesih, reyhani, rıka) 1 mm civarında ağız genişliği olan kalemle yazılırlar. Yazı karakteri itibariyle, muhakkak reyhaniyle, tevki ise rıka'yla, birbirine çok benzeyen büyük ve küçük iki kardeşi hatırlatırlar. Ancak sülüsle nesih böyle değildir. Nesih hattının çok ince yazıları şeklinede, toz kadar küçük görüldüğünden gubari hattı denilir. Eski kaynaklarda sülüs sanat göstermeye en müsaid alanıdır. Harflerindeki yuvarlak ve gergin karakter, ona hattanın elinde en fazla şekil zenginliğine girebilmek ve yeni istiflere açık olmak imkanı vermiştir. Bu hal, hele abidelerde yer alan ve uzaktan okunabilmesi için ağzı çok geniş kalemle yazılan veya satranç usülüyle genişletilen) celi sülüs hattında daha da çarpıcıdır. Nesih hattı ise harflerinde yuvarlaklık olmakla beraber, daima satır nizamına tabi olup istife uygun gelmez; bu sebeple uzun metinlerin, en ziyade Kuran-ı Kerim'lerin (mushaf) yazılmasında kullanılmış, eski matbaacılığımızın hurufatı da nesihle hazırlanmıştır. Tevki ve Rıka kardeşler de Osmanlı nın ilk devirlerinde resmi yazışmalar ve nadiren kitap çoğaltmak için ele alınmışlardır. Bu altı cins yazıda Arapça'nın icabı olarak hareke ve diğer yardımcı okuma işaretlerinin kullanıldığı yazı cinsleridir. Türkçe metinler için nesih, tevki ve rıka yazılarının harekesiz yazıldığı da görülmektedir.
TA'LİK
Bu yazı, aslında Tevki hattının XIV. Asırda İran'da kazandığı değişiklikle ortaya çıkan yazıya verilen isimdir ve orada daha çok resmi yazışmalarda kullanılmıştır.
DİVANİ - CELİ DİVANİ
İran'da resmi yazışmalarda kullanılan ta'lik hattı Osmanlı'ya Akkoyunlular (1467-1501) yoluyla XV. Asırda geldiğinde, kısa zamanda büyük bir şekil değişikliği geçirerek Divan-ı Hümayun'daki resmi yazışmalara mahsus olduğu cihetle -divani adını almıştır. Harekesiz yazılan divanının XVI. asırda İstanbul'da doğan harekeli, süslü ve haşmetli şekline celi divani adı verilmiş, buda devletin üst seviyedeki yazışmalarında kullanılmıştır (hat sanatındaki "iri ve kalın" manasının aksinei buradaki celi aşikar demektir)
TUĞRA
Bugün nasıl T.C. amblemi Türkiye'yi temsil ediyorsa, Osmanlı devrinde de tahtta bulunan padişahın adına çekilen tuğrai padişahla birlikte babasının adını ve daima muzaffer olmasını dileyen bir duayı (el muzaffer daima) ihtiva eden hususi bir şekildir. Tuğra bilhassa XVI. asırda tezhipli olarak hazırlanırdı. Tuğrayla padişahlar dışında, tarikat pirlerinin isimleri, yahut bir ayet veya hadis yazıldığıda görülmektedir.
Konu zerisz tarafından (20.Mayıs.2007 Saat 16:59 ) değiştirilmiştir.
Mevlana
Konu zerisz tarafından (20.Mart.2007 Saat 16:54 ) değiştirilmiştir.
Yapabildiklerim Yapabiliceklerimin Yarısı Bile Değil
Yapabildiklerim Yapabiliceklerimin Yarısı Bile Değil
Medine
Konu zerisz tarafından (20.Mart.2007 Saat 16:53 ) değiştirilmiştir.
Yapabildiklerim Yapabiliceklerimin Yarısı Bile Değil
Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)